6 Nisan 2024 Cumartesi

V for Vendetta'nın İdeolojisi

 - “Fikirlere kurşun işlemez”

+ İyi tamam işlemesin. Hadi şimdi bir fikir söyle.

- “Beni öldürebilsin ama fikirleri öldüremezsin”

+ Tamam abi öldüremem biliyorum. Hadi şimdi işe yarayacak bir fikir söyle.

- “Fikirler acıyı hissetmez. Kanamaz. Onları öpemezsin de”

+ Abi sen bir tane fikir söyle. Ben öpeceğim. İşe yarar bir şey söyle göreceksin direk öpeceğim.

Kendisine sosyalist, komünist, kapitalist, liberal diyen insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl bir sistemi savunuyorlar?

Tamam aklınıza ne geldiyse bir kenarda tutun.

Bugüne kadar yaşadığınız bütün ülkelerdeki yasal partilerden, yasadışı örgütlenmelere kadar bütün oluşumları düşünün. Aklınızda yer ettiği haliyle, istisnasız hepsi hakkında, “Şöyle bir ideolojisi var. Şöyle bir hedefi var ama ulaşmasına izin verilmiyor” kalıbı ile bir şeyler söyleyebilirsiniz. Değil mi? Hatta yıllar yılı, on yıllar boyunca tek başına iktidarda kalmış olanı için dahi söyleyebilirsiniz değil mi bunu: “Bir şeye ulaşmaya çalışıyor ama engel olunuyor.” Hepsi bir şeye ulaşmaya çalışıyor pozisyonunda…

Peki ulaşmaya çalıştıkları şeyin bir gerçekliği olup olmadığını sorguladınız mı hiç?

Hadi somut örnekler içeren diyaloglar yazalım.

- “Komünistler ülkeye Komünizmi getirmeye çalışıyor ama izin verilmiyor”.

+ Ama bir ton milletvekili maaşı alıp, bir sürü ayrıcalıklardan yararlanıyorlar ve görünürde de hiçbir faydaları yok.

- “Tamam işte komünizmi getirmeye çalışıyorlar ama izin verilmiyor. İzin verilse o kadar çalışacak, o kadar faydalı olacaklar ki… Ama engel olunuyor.”

- “PKK Fars devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor.”

+ Niye ne işe yarayacak?

- “Ne işe yarayacağını onlar biliyordur herhalde.”

+ Sayısız insanı katletmişler. Ucu bucağı olmayan, hesap edilebilirliğin fersah fersah üstünde zarar vermişler. Niye bu kadar zarar veriyorlar?

- “İşte Fars devleti kurmak istiyorlar ya ondan. Devlet kuracaklar, kanuna hukuka uyacaklar, haydutluk yapmayacaklar ama izin verilmiyor. Bu kurma sürecinde her şeyi yapmaya hakları var.”

+ Ondan mı o kurma süreci hiç bitmiyor acaba!

+ Sapkın sözde dini fırkalar var. Hırsızlıktan, haksızlıktan, uğursuzluktan artık deliye dönmüşler. İşlemedikleri suç kalmamış. Onlar hakkında ne diyeceksin?

- “Onlar da din devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor. Aslında izin verilse, hiç hırsızlık yapmayacaklar. O kadar yararlı olacaklar, o kadar çok çalışacaklar ki ama izin verilmiyor. Onun için başkalarının hakkını gasp edip haksızlık yapma hakları; hırsızlık, uğursuzluk yapma hakları oluyor. Kuramadıkları için.”

Peki V’nin ideolojisi neydi?

Nasıl bir sistem istiyordu? Aklınıza ne geliyor?

Siz bunu düşünürken, ben okudukça, düşündükçe her insanın yaşaması gereken 2 aşamalı uyanışı anlatayım.

Birinci uyanış, az önce saydığımız kendini sosyalist, komünist, liberal vs… diye tanıtan insanların hiçbir ideolojilerinin olmadığını fark etmedir.

Uyanışın ikinci aşaması ise belirsizlik sunan şeyin ideoloji olamayacağını görmek ve Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ideolojinin ortaya konmadığını fark etmedir.

Onun için az önce “Kendisine sosyalist, komünist, kapitalist, liberal diyen insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl bir sistemi savunuyorlar?” dediğimde küçük bir ihtimalle, aklınıza, sorgulansa hiçbir şekilde altını dolduramayacağınız sağdan soldan duyduğunuz bir iki ezber cümle geldi, büyük bir ihtimalle hiçbir şey gelmedi. Hiçbir şeyin gelmemesi, birincisinden daha iyidir. Rahat olun. Dünyada hiç kimsenin aklına bir şey geliyor değil. Birbirinizi kandırıp duruyorsunuz.

Onun için V for Vendetta filminde, film boyunca devam eden o kadar muhabbet, özlü sözler, derin anlamı varmış gibi söylenen sözler filmin sonunda somut hiçbir yere varmadı. Varamazdı da. Koştular ve durdular. Bu kadar. Çünkü dünya tarihinde ideoloji diye bir şey hiçbir zaman olmamıştır.

“Yok ya vardır herhalde bir şeyler” diyecekseniz. Hadi bir tanesinin üzerine gidelim. Mesela PKK’lı gibi konuşalım.

- Bizler Fars Devleti kurmak istiyoruz. Bunu istediğimiz için bu uğurda her türlü katliamı, uyuşturucu ticaretini gerçekleştirebilir, tecavüz çiftlikleri kurabiliriz.

+ Niye ki ne işe yarayacak Fars Devleti. Bir işe yarayacaksan, buyur Türk Devletinin başına geç.

- (Ulan hakikaten ne işe yarayacak! Dur itiraz edilemez pozitif anlamlı bir şeyler söyleyeyim) Anadilde eğitim olacak. Böylece Fars çocukları Farsça eğitim alabilecekler.

+ İyi de sen önce sorun olarak anadilde eğitimi söyledin. Sonra Farsça eğitim dedin. Anadilde eğitim sorununu çözmüş olmadın ki. Kurduğun sistemde, birisi “ben Ugandaca eğitim istiyorum” dediğinde bile sistemin bunla ilgili istihdamı ve altyapıyı sağlıyor, herkesi farklı farklı dillerle sınav yapabiliyor ve buna rağmen ortak bir sıralamaya sokabiliyor olması lazım. Değil mi? Bunların hepsini düşündün, planladın ve hazırladın. Değil mi?

- Ya ben bunları daha önce düşünmemiştim. Genelde “ana dilde eğitim” dediğimde kimse ötesini sorgulamıyor böylelikle devamlı olarak eğitim isteyen insan pozisyonunu koruyabiliyordum.

Arkadaşlar! İdeoloji diye duyduklarınız, siyasi arenada insanları kandırmak için uğraşanların blöfüdür. Mutlaka üzerine gidin. Örneğin “işçiler, emekçiler” diye konuşuyorsa, “Bir insan ne olursa işçi olur? Ne olmazsa işçi olmaz? İşçinin tanımı ne?” diye sorgulayın. Ya da mesela liberalizm diyerek özgürlükten bahsediyorsa, özgürlüğün tanımını isteyin. Bu arada, hiçbir şekilde özgürlüğün tanımını alamayacaksınız. Özgürlüğün tanımını Devrim Dersleri – 5’te yapacağız.

Bu şekilde ezberlerini bozdukça nasıl saçmaladıklarını ne kadar yetersiz olduklarını, aslında her şeyin blöf olduğunu apaçık göreceksiniz.

İşte, blöf olduğu için, ne yazık ki, şovmen ve dolandırıcıların oyun alanı haline dönüşmüş sözde siyasi arenada, istisnasız hepsi “bir ideolojisi var, bir şeyler yapmak istiyor ama engel olunuyor” pozisyonunu korumaya çalışmaktadır. Bunun bir adım ötesini görmediniz, göremeyeceksiniz de.

İşte bu belirsiz ortamda, örgütler tarafından siyasi parti tabelaları ardı ardına açılır. Hem böylece savundukları bir şey varmış gibi yapmış olurlar hem de siyasette dönmemesi gereken ama ne yazık ki dönen korkunç bir parayı elde ederler. Para döngüsünün kurulmasının ardından, hepsinin suç ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlesi oluşur. Siyasi parti tabelaların ardı ardına açılması ve suç ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlelerinin oluşması ortada bir görüş olduğuna dair insanları bir kat daha yanıltır.

İşte bu suç ortakları, propagandalarla herhangi bir yerin suç ortağı olmamış seçmenlerin “tepki oylarını” yönlendirmeye çalışarak merkezi ya da yerel yönetimleri elde etmeye çalışır. Bütün bu sürecin sonunda, tepki oyları sebebiyle yönetimler değiştikçe sadece kadrolar değişir. Bu kadar. Bu sürecin en üzücü yanı ise tepki oyu vererek yönetimi değiştirenlerin bir şey başardıklarını zannetmeleridir. Filmin sonunda seçimi kazananlar, ister merkezi ister yerel yönetimin başına geçmiş olsun, aynı öncekiler gibi “çok çalışmak istiyor ama engel olunuyor” pozisyonunu korumaya devam eder.

Hiçbirinin bir şey istediği yoktur. Sadece haydutluklarına yol yapıyorlar. Zaten istiyoruz dedikleri şeylerin de bir gerçekliği yoktur. Bunların hepsi blöftür. “Al sana toprak veya al sana makam, hadi yap yapmak istediğini. Kur devletini, hukuk ve ekonomik düzenini” de. Bak ne oluyor!

“Yok yapma, ezberimi bozma. Ben devamlı isteyeceğim. Sen de devamlı vermeyeceksin. Bu belirsizlikte her türlü haydutluğu, hırsızlığı, katilliği, tecavüzcülüğü, uyuşturucu kaçakçılığını yapma hakkım olacak. İşi ciddiye bindirme lütfen. Bir adım ötesine geçme. Bırak bedavadan her ay hesabıma yatan parayı gece, kulüplerde yemeye, sabah ise çok umurumdaymış gibi, sanki bir çözümüm varmış gibi “ülkede ekonomik kriz var” edebiyatı yapmaya devam edeyim.”

Belirsizlik yaratma ve çok faydalı olacakmış ama engel olunuyormuş pozisyonunu koruma, dolandırıcılığın ilk ayağıydı.

İkincisi ise hedef alındıkları algısını oluşturma çabalarıdır. “Hedef alınıyorsam demek ki önemliyim, hedef alınıyorsam demek ki bir şey savunuyorum, bir davam var” algısını oluşturmadır.

“Kim bunları neden hedef alsın yahu” dediğinizi duyar gibiyim. Zaten onun için, hedef alınacak hiçbir yanlarının olmadığını bildikleri için, sırf hedef alınıyor görüntüsü vermek için insanları tahrik edip dururlar.

Örneğin, sosyal medyada özellikle YouTube’da kendini Müslümanmış gibi gösteren bazı tahrik üstatlarının, tarihte yaşamış ve gerçekten büyük işler başarmış ve onların tırnağı olamayacak kişilere hakarete varan sözler söylediklerini duyarsınız. Bunun karşılığında da küfür yer dururlar.

Arkadaşlar bu insanların sabah akşam küfür yiyor olmaları, senin bilmediğin bir şeyi biliyor da onun için hedef alınıyor olduğunu zannettirmesin. Öyle zannedilsin diye zaten küfür yiyecekleri konuyu özellikle seçip insanları tahrik ediyorlar. Ayrıca bu şekilde sanki senin için savaşıyormuş, sen ona borçluymuşsun gibi bir durum oluşturmaya çalışıyorlar. Bunları yemeyin. Kendinizi bu, vakit kaybından ibaret bomboş karakterler için taraf etmeyin.

Hedef alınma konusunun başka bir versiyonu olarak kendilerine sanal düşmanlar da yaratırlar. Bunu yazarken tam, internetten kendine düşman yaratmaya bir örnek bakacaktım ki, Twitter’da harika bir örnek düştü önüme. Bakın şimdi kimler nereleri hedef almış da kahramanımız nereleri kimlerin elinden kurtaracakmış.

“Tarım Bakanlığı’nı Bill Gates Vakfı’nın tasallutundan, Sağlık Bakanlığı’nı Dünya Sağlık Örgütü’nün vesayetinden, Millî Eğitim Bakanlığı’nı Amerikan Fulbright Komisyonu’nun vesayetinden kurtarmak için gereken mücadeleyi mecliste etkili bir şekilde yapacağız”

Normalde bir psikiyatriste söylediğinde şizofreni tedavisi başlattıracak sözleri, kamuya hitaben söylüyorlar. İnsanların da hoşuna mı gidiyor acaba “Bill Gates tarafından hedef alındığını” düşünmek.

Elbette hepinizin bildiği gibi, bakanlıklar tarikat, aşiret, örgüt gibi bilumum ilkel yapılanmaların; “tepki oyu veriyorum” diyen insanlar yüzünden çeşitli belediyeler de kravatlı teröristlerin işgali altındadır. O kurumların bunlardan temizlenmesi gerekmektedir. Tabi bunları hedef alamadığı için sanal düşmanlarla insanları oyalayıp duruyor.

Fakat mevcut düzende seçime girerek bunları yapacaksan zaten bu ilkel yapılanmaları hedef almaman gerekiyor. Tahmin edin neden?

Doğru bildiniz. Çünkü bunların ciddi bir oy potansiyeli var. Mevcut seçim sisteminin, kontrolsüz cumhuriyet rejiminin ne kadar yanlış olduğunu buradan bir kere daha teyit ediyoruz.

Bu arada filmde V için yaratılan düşman ne kadar basit yazılmıştı öyle. Çizgi filmlerde kötü karakteri çocuk anlayabilsin diye yapılanlar seviyesindeydi. Fakat ben bir şey sormak istiyorum:

Bu kötü karakter ne yapıyordu da kötüydü? V ne yapıyordu da iyiydi? V’de olan ama kötü karakterde olmayan şey neydi? En temelde o da hırsızdı bu da hırsız. Yapılan makyajları kaldırsan ikisi arasında ne fark bulabilirsin ki?

Neyse… Şimdi insanları kandırmaya çalışan sözde dava adamlarının üçüncü ve son özelliğine geçelim.

Bakanlıklar, çeşitli ilkel örgütlenmelerin işgali altında dedik ya. O zaman kadro sever suç şebekelerinin üçüncü özelliğini, “bir ideolojileri varmış gibi yapmak için sembol karakter yaratma çalışmalarını” bu kadrocu tarikatlar üzerinden anlatalım.

Ama öncesinde bir benzetim yapmak istiyorum. Programcı arkadaşlar bilirler. Çok kanallı program yazarken kanallar arası senkronizasyonu sağlamak için senkronizasyon nesneleri kullanılır. Sen ne zaman bir senkronizasyon nesnesi yaratsan, Windows çekirdek için söylüyorum, çekirdekte de bir isimli nesne yaratılır. Çekirdekte yaratılan o senkronizasyon nesnelerinin nesi vardır, biliyor musun? İsimleri. Bu kadar. Onun için isimleri de “isimli nesnelerdir”. O isimler üzerinden senkronizasyon sağlanır. Sadece isim. İşte isimden başka hiçbir şeyin olmaması durumu, lider diye birilerini pazarlayarak haksızlık yapan örgütlenmelerin birebir eşleniğidir. Ne zaman “bilmem neciler” diye isim duysam, aklıma bu isimden başka bir şeyi olmayan isimli nesneler gelir. Ciddiye alıp bu kadar ismi zikredilen kişi ne yapmış diye bakıyorsun, hiçbir şey yok ya. Hiçbir şey. Ondan sadece isim duyuyorsun, devamlı birilerinin isimleri söyleniyor. İsimden öteye geçilmiyor.

Örneğin, bu günlerde bin bir çeşit rezilliği çıkan bir tarikat var. Lider diye şu anda yaşamayan bir şahsın ismi söyleniyor. İsmini zikrettikleri şahıs lokomotifte mi vagonda mı ne Arapça sağdan sola okuma öğretmiş. Anlata anlata bitiremiyorlar. Elbette anlata anlata bitiremedikleri şeyin bu olması, elde başka bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Ciddiye alıp "İyi güzel de anlata anlata bitiremediğin şeyi herhangi bir Arap ülkesinde her gün yapıyorlar. Ne bu şimdi?” desen. Muhtemelen “Ya kardeşim ne ciddiye alıyorsun. Söyleyecek başka bir şey bulamıyoruz. Ondan bunu inanılmaz bir şeymiş gibi anlatıyoruz” diyecekler. O zaman öyle demeyelim de şöyle bir soru soralım.

Vagonda Arapça sözcük okutmuş birini ruhani lider diye belledin ya, böyle yaptığına göre haksızca kadrolaşma, yasal hırsızlık, tarikat yurtlarında küçük çocuklara tecavüz gibi şeyleri yapmayacaksınız değil mi? Aaa bir dakika, siz bunların hepsini zaten yapıyorsunuz. E ne işe yaradı o zaman adlarını söyleyip durduğun sözde sembol karakterler, anlata anlata bitiremediğin o ulvi davranışları?

Arkadaşlar! Kendilerine ne diyorlarsa desinler, avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibarettir. Böyle değilmiş gibi yapmak için kendilerine taktıkları sıfatların ya da birilerini düşman belleyip onlara taktıkları sıfatların ve bunları çok fazla kişiden gayet kendilerinden emin bir şekilde duyuyor olmanız sizi yanıltıp, bu sıfatların herhangi bir tanımının olduğunu zannettirmesin. Bu kurgu terminolojiden uyandığınızda sanki farklı kulvardaymış gibi gözüken bu ilkel çeteleşmelerin tamamının aynı davranışları sergileyen tek bir millet olduğunu göreceksiniz.

Bu arada, kurgu terminoloji dedik ya… Bak ben size sağcı, solcu, liberal denince aklınıza gerçekten ne geldiğini söyleyeyim. Siz doğru ya da yanlış deyin kendi kendinize. Solcu deyince aklınızda beliren şey, cinsel ilişki konusunda daha esnek davranan insan profilidir. Sağcı deyince aklınızda beliren şey ise cinsel ilişki konusunda biraz daha tutucu davranan insan profilidir. Bu kadar. Yani birinin ya da bir yöre halkının cinsellik konusunda daha esnek davrandığını gördüğünüzde solcu diyorsunuz daha tutucu davrandığını gördüğünüzde ise sağcı diyorsunuz. Peki liberal deyince?

“Hayatıma bakarım, çıkarıma bakarım, yer içer keyfime bakarım, çıkarım yoksa hiçbir şeye bulaşmam ama yine de kendimle ilgili bir şey söylemem lazım. Hmm o zaman yaz! Liberal!”

Toparlayalım.

Bu çalışma ideolojiler kapsamında yaptığımız son çalışmadır. Bugüne kadar neleri neleri işledik…

Siyasi arenayı meşgul eden hayatta hiçbir kutsalı olmayan şovmen ve dolandırıcıları…

Onların yarattığı bomboş rüzgâra kapılan ve bunların aslında kurtulmak istediği ile birebir aynı özelliklere sahip olduğunu anlayamayan insanları…

Bu insanların seçmen yapılıp seçimin kaydının da tutulmayışını ve bunun zararlarını…

Kurgu terminolojileri, olmayan düşmanları, olmayan sembol karakterleri…

Yapılan ölü istismarlarını…

Hiçbir yeterliliği olmadığı halde bir şekilde makam elde etmiş insanlardan medet umarak kaybedilen vakitleri…

Aslında hiçbir davalarının olmadığını, zaten ortada bir davanın da olmadığını…

Olmayan davalarına tarih çıkarmak için yapılan dezenformasyonları…

Değişimin sadece cezalandırma hukuku ile gelebileceğini, ne siyasi arenanın dolandırıcı ve şovmenlerinin ne de bunların seçmen kitlesinin tüm vaatlerin Cezalandırma Hukuku çevresinde olması gerektiğinin farkında bile olmadığını…

Bunları ve çok daha fazlasını enine boyuna gerek yazı gerek video olarak inceledik. Bir daha bu konuları işleyemeyeceğim. Bu çalışma son olacak.

Yalnız bitirmeden önce gördüğüm 3 konu var onları da bu konuya eklemek istiyorum.

Birincisi her gün gündem yorumlayan insanlar ile ilgili.

Fark etmişsinizdir, Youtube sayesinde her gün gündemi yorumlayan insanların sayısında baya bir artış oldu. Tabi işleri bu olduğu için devamlı bir şeyleri yorumlamak zorundalar ama gündem o kadar ahım şahım konular içermiyor. Bu kadar yorumlanıyor olması, gündemdeki olayların önemli olaylar olduğunu ya da adı geçen insanların bu derece isimlerinin zikredilmesini hak edecek nitelikte işler yapıyor olduklarını zannettirmesin.

İkincisi ise gerçekten çok sinir bozucu.

Yaşadığım ülkede bir terör örgütü tarafından ele geçirilmiş fakat “Atatürk'ün partisi” adı altında isimlendirilmeye çalışılan bir parti var. Ne zaman bu partinin yönetici pozisyonunda insanları terör örgütü lehine açıklama yapsalar buraya oy verenler ışık hızıyla "2 oy için bunu yapmaya değer mi" gibisinden sözler söylüyorlar.

Hayır bunu oy için yapmıyorlar. Hatta bırak oy için yapmayı bunu yaptıkları için oy kaybediyorlar. O kadar cahiller ki ama o kadar cahil ve niteliksizler ki, o kadar hak etmiyorlar ki o makamları, terör örgütünün bir ideolojisi olduğunu ve haklı olduğunu zannediyorlar. Yani bir Narko-Terör Örgütü için fedakârlık yapıyorlar.

İşte bunlara oy verip geçenler, bu gerçek ile karşılaştıklarında, “Oy için bu yapılır mı” diye hesap sorma görüntüsü veriyor ki, insanlar bunun fedakârlık için değil, oy için yapıldığını sansınlar diye. Stratejik davranıyorlarmış gibi olsunlar diye. Çünkü şunun farkındalar: Yönetici pozisyonundaki, bir terör örgütü için fedakârlık yapacak kadar alçalıyorlarsa, seçmeni olarak onlara da aynen bu durum yansımış olacak. Onun için fedakârlık yapılmadığının stratejik davranıldığının algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Hayır anlamadığım şey şu, stratejik davranıyor olmuş olsaydı bile bu senin yaptığını masumlaştırmayacaktı, neden uğraşıyorsun bu kadar? 

Ayrıca "Ben tepki oyu verdim. İsteyerek vermedim" demek de narko-terörizm ile yan yana gelmiş olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Ehli keyif olup oturduğun yerden maaşın yatmasını bekleyeceğine gidip partine sahip çıksaydın.

Ve son olarak, "Ben Atatürk'ün partisine oy verdim" diyerek kendini eleştirilemez noktaya çıkarmış da olmuyorsun. Atatürk 1938 yılında vefat etti. Ve ortada Atatürk’ün partisi diye bir parti de bulunmamaktadır. Atatürk’ün partisi sözüyle yapılan şey, geçmişte yaşamış, herkesin takdir ettiği, başarılı bir insanın istismar edilmesinden başka bir şey değildir. Güya, aklınca Atatürk’ü referans gösterecek, Atatürk’ün adını duyunca kimse ondan yaptığının hesabını soramayacak. Herkes onun doğru bir şey yaptığını düşünecek ve bu şekilde düştüğü durumu gizlemiş olacak.

Üçüncü ve son konu ise, -ki bu beni çok rahatsız etmiyor ama uyarmak istiyorum-, kalabalığa hitap ederken, bugün dahi, “Yüce Türk Milleti” şeklinde hitapta bulunmaktır. Bu hitap, günümüzde kabul edilebilir bir hitap değildir. Bu hitap çoğunlukla Atatürk tarafından kullanılırdı ve onun da karşısında Kurtuluş Savaşını kazanmış ve ardından yeni bir devlet kurmuş bir kitle vardı. Bugün herhangi bir savaşı kazanmış bir kitle yaşamamaktadır. Zamanlarının büyük bir kısmı, genel olarak boş ve hatta bir kısmı tamamen yanlış bir eğitim müfredatı ile boşa harcanmış; belki çıkış yolu olarak ömrünü kolay para kazanma yollarında israf etmiş, belki böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı halde yine de bu şekilde hayatını israf etmiş, bir kısmı yasal hırsız olmuş, belki büyük bir kısmı fırsat gelmediği için yasal hırsız olamamış ama sırada bekleyen, ayrıca bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşında kazanılmış taşınmazları satışa çıkmış ve bu konuda sesi bile çıkmayan, belki “benim param yatsın da ne yaparlarsa yapsınlar” diyen bir kitle var. Elbette istisnalar da var. İşte o istisnalar Büyük Türk Milleti’dir. Onları ortaya çıkaracak düzen ise Adil Dünya Düzeni Bildirisinde anlatılan düzendir. Dikkatli okursanız, Adil Dünya Düzeni büyük bir eleme sistemidir. İşte o eleme sürecinden sonra gördüğünüz her kalabalığa, Türkiye için söylüyorum, “Büyük Türk Milleti” şeklinde hitapta bulunabilirsiniz. Ama eğer şimdi yapar ve o insanların doğru tercihler yapmaları noktasında bir beklenti içine girerseniz büyük büyük hayal kırıklıkları ve mahcubiyetler yaşarsınız.

Unutmayın: Yasal hırsızların da oy verdiği bir düzende yasal hırsızlığı bitireceğin vaadinin işe yarayacağını beklemek hayalperestliktir.

“Benden uyarması” diyerek ideolojiler konusunu bitirelim. 

Artık yeni ve farklı çalışmalarda görüşmek umuduyla…

Not: Devrim Dersleri serisinin sonunda Dünya Tarihinin ilk ideolojisini yayınlanmış ve ilk ideolojik siyasi partisini kurmuş olacağız.

13 Mart 2024 Çarşamba

Adil Dünya Düzeni Bildirisi

Farklı düşüncelere sahip, farklı insanların olduğunu söyleyen; bunun bizim için bir zenginlik olduğunu ve tüm bu düşüncelere saygı duymamız gerektiğini söyleyen insanlara hayatınızın bir döneminde mutlaka denk gelmişsinizdir.

Bu içi doluymuş ve itiraz edilemez, evrensel bir doğru içeriyormuş gibi gözüken sözlerin bir anlamı, bir doğruluğu var mı sizce?

"Gerçekçi değil ki, doğru olsa ne yazar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Barbielerle, Kenlerle, Pamuk Prenseslerle dolu bir dünyada yaşıyor olsaydık belki bir anlam ifade edebilirdi ama bu haliyle hiçbir gerçekçiliği yoktur bu sözlerin. Üstelik bu sözler ile birlikte, söyleyenin cevaplaması gereken bir dolu soru da beraberinde gelmektedir.

Birincisi, düşünce nedir? Ağızdan çıkan her şey düşünce midir?

Ben cevaplayacak olursam… Muhtemelen evet.

Örneğin; akraba bağı, arkadaş gazı ile örgütlenmelere, özellikle terör örgütlerine girip boğazına kadar pisliğe batmışların başkalarının da başı belaya girsin yalnız kalmasınlar diye söyledikleri yalanlar, yaratmaya çalıştıkları provokasyonlar da görünürde bir düşüncedir.

Sapkın tarikatlara girmişlerin, tarikat liderinin ya da tarikatın diğer mensuplarının yediği haltları örtmek için yüzsüz yüzsüz söylediği yalanlar da bir düşüncedir.

Parti liderinin ya da başka bir partilisinin yaptığı hırsızlığı örtmek için konuyu çarpıtmaya çalışan, rakip parti ile korkutmaya çalışanın söyledikleri de bir düşüncedir.

Girdiği terör örgütünün yaptığı haydutlukları, katliamları, alçak bir katil olmaktan başka hiçbir sıfatlarının olmadığı gerçeğini gizlemek için konuyu sulandırma çabası da bir düşüncedir.

Kriterin yoksa bunların hepsini düşüncenin dışa vurumu olarak değerlendirebilirsin.

O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Bir şeyi saygı duyulur yapan şey nedir?

İyi niyettir. Yani bu dünya, ancak tamamen iyi niyetli, hiç tanımadığı insanlara bile faydalı olmak isteyen insanlardan oluşan bir dünya olmuş olsaydı, “Her düşünce değerlidir, her düşünceye saygı duymalıyız. Farklı düşünceler zenginliğimizdir.” tarzında cümleler kurabilirdin.

İyi de, bir insanın ne niyette olduğunu bilme imkânımız var mı? Yani niyet ölçerimiz var mı?

Hayır yok.

O zaman en kötü durum senaryosuna göre kendimizi hazırlamalıyız. Daha doğrusu hazırlamalıydık. Ama maalesef öyle olmadı. İşte bu dünya düzeninin en büyük problemi budur. İnsan olmanın muhteşem bir şey olduğu, herkesin iyi niyetli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır.

Düzenin kurucuları, “Suçlunun, kurbanına yaptığını yapamayız” demişler, cezalandırma hukukunu neredeyse yok etmişler.

“İşkence insanlık suçudur” demişler. İşkencenin tanımını yapmamışlar.

“Herkes çocuk sahibi olabilir, en temel insani haktır” demişler. Kontrolsüz üreme ile hem doğan çocuğa ve doğuran anaya kaldırmayacakları yükleri yüklemiş, hem de dünyanın sonunu getirebilecek bir yol açmışlar.

“Herkes oy kullanabilir, herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır ve verilen oylar gizli olmalıdır, sorumluluğu alınmamalıdır. Çünkü bu, halkın kendi kaderini tayinidir” demişler. Siyasi arenayı, dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı haline getirmişler. Üstelik “Halk ne demek? Halkın kendi kaderini tayini ne demek?” cevaplamamışlar.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki: Şeytanın kurduğu mevcut dünya düzeninin üzerine oturduğu varsayımların hiçbirisi doğru değildir. Peki hayatın gerçekliği nedir?

Bunu cevaplamak için en başta söylediğimiz “Her düşünceye saygı duymalı, değer vermeliyiz” muhabbetine geri dönelim.

İnsanlar neden ağızlarını açarlar? Neden konuşurlar?

Bu soruyu dini bir metinden alıntı yaparak cevaplamak istiyorum.

Yine nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlâna hazretleri mübarek medresesinde mânalar saçıyordu. Buyurdu ki:

“Tanrı Kur’an-ı Mecidinde: "En çirkin ses, eşeğin sesidir" buyuruyor. (Lokman – 19)

Bununla bütün hayvanlar arasında en çirkin ve tiksinilen sesi eşeğe nispet ediyor. Acaba dostlar bunun manasını biliyor mu?”

Dostlar baş koyup bunun açıklanmasını kendisinden istediler. Bunun üzerine Mevlâna:

“Her hayvanın kendine mahsus bir iniltisi, bir zikri ve bir tespihi vardır ki bununla yaratan ve rızk veren Tanrısını zikreder. Nitekim devenin böğürtüsü, aslanının kükremesi, av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu vs., göklerde de meleklerin, ruhanilerin tespihleri ve zikirleri olduğu gibi, insanların da tespihi, tahlili, bâtıni ve bedeni, türlü türlü ibadetleri vardır.

Hâlbuki biçare eşek ise iki muayyen zamanda anırır:

Biri cinsi yakınlık istediği vakit, diğeri de aç kaldığı vakit.

Şiir:

“O, huysuz bir eşek gibidir.

O, doyurduğun vakit, insanları teper,

Aç bıraktığın vakit anırır.”

Binaenaleyh, eşek daima tenasül aletinin ve boğazının esiridir.

Böylece ruhunda Tanrı derdi ve aşk sesi olmayan, kafasında bir sevda ve sır bulunmayan kimse Tanrı’nın yanında eşekten daha aşağıdır.

“Onlar hayvanlar gibi, belki daha ziyade sapıklıktadırlar.” (Araf – 179)

Bu hale düşmekten Tanrı’ya sığınırız.” 

ÂRİFLERİN MENKİBELERİ, (Menâkıbu’l-ârifin), AHMET EFLÂKÎ

Çeviren: Tahsin Yazıcı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Syf: 182 - 183 

İşte, insanların muhtemelen büyük bir kısmı aynen böyledir. Sadece karın doyurma ve cinsel ilişkiye girme hedefi için çene çalarlar. Bu uğurda da hiçbir sınır gözetmeden para elde etmeye çalışırlar. İşte biz de bu gerçeği göz önüne alarak düzeni tasarlamalıyız. Hatta insanların çok az kısmı böyle olmuş olsaydı bile, biz yine de insanların tamamı böyleymiş gibi düşünerek dünya düzenini oluşturmalıyız.

Peki, eğer buna göre tasarlamazsak ne olur?

Günümüzde, gözümüzün önünde olan şey olur. Suçlu hem suçlu hem güçlü olur. Ayaklar baş olur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Mevcut dünya düzeninin az biraz cezalandırmasını bile yaşamamak için adi suç şebekeleri, terör örgütleri siyasi parti adı altında tabela üstüne tabela açarlar. Çözüm üretmesi gereken siyasi arena dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı olur. İnsanların payına da bunlardan medet umuyor olmanın küçük düşürücülüğünü yaşamak kalır. Ne bir çözüm ne bir fayda üretecek bilgi birikimleri vardır ne de böyle bir şeye niyetleri vardır. Ama bu beklentiyi gargaraya getirmek ve kendilerine adam bağlamak ve sanki hayatta savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için geliştirdikleri bin bir çeşit taktikleri vardır. Hemen alt alta yazalım.

1. Faydalı olma beklentisini gargaraya getirmek için yapılanlar:

- Devamlı olarak isteyen pozisyonunu, aslında çok şeyler başarabilecekmiş ama izin verilmiyormuş pozisyonunu korumak. Böylece hiçbir sorumluluğu olmadan aldığı maaşı hak ediyormuş gibi oluyor ve hatta kendince her türlü kötülüğü yapmaya da hak kazanmış olur.

- Ana konuya odaklanılmasın diye detaya girmek

- Üzerine vazife olanı yapamadığını gizleme için vazife olmayan ile zaman öldürme, onu gündemde tutma

2. Sanki fikirleri, savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için yapılanlar:

- Kendine tarih çıkarma ve Nekrofili yapma.

- Olayların kronolojik sırasını değiştirme.

- Olmayan düşmanlar yaratıp, boş meydan kabadayılığı yapma.

- Cehaletini ukala taklidi ile örtme. Böylece sanki konuya hakimmiş ve derin bir şeyler söylüyormuş izlenimi uyandırma. 

- Sembol karakter yaratma çabaları ve bunun için ilgili kişinin zamanında yaptığı bazı faaliyetlerinden bahsetme. Bana göre en sinir bozucu olan bu özelliği en sona bıraktım. Kendilerinden daha önce yaşamış aynı kendileri gibi alelade birini sanki sembol bir karaktermiş, dava adamıymış ya da -dini bir kimliği var gibi gösteriliyorsa- kutsal insanmış gibi gösterme çabaları zaten yeterince sinir bozucuyken bir de bunu övülecek hiçbir yanı olmayan bir iki faaliyetini sanki övülecek bir şeymiş gibi anlatmaları, bu özelliklerini daha da katlanılmaz bir noktaya taşıyor. "Bahsettiği kişiden bir sembol çıkmayacağından mı bahsetsem" ya da "övgü ile bahsettiği zamanında yapılan o faaliyet her ne ise onun da övülecek bir şey olmadığından mı bahsetsem" diye karar veremez, muhatap olduğun seviye karşısında kalakalırsın.

3. Adam bağlamak için yapılanlar:

- Suçluluk duygusu yaratmaya çalışmak. “Farklı olduğumu kabul etmiyor musun yoksa”, “Beni inkâr mı ediyorsun yoksa”, “Öz benliğini(?) inkâr mı ediyorsun yoksa” gibi…

- Sanki onun için kavga ediyormuş gibi gözüküp insanların kendisine borçlu olduğunu zannettirme. Bunu terör örgütleri çok yapar.

Not: Yukarıdaki her madde ayrı ayrı daha önceki yazı ve videolarımızda uzun uzadıya işlenmiştir. Encodeum’un sıkı takipçileri ne demek istediğimi anlamıştır.

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; hayatları boyunca hak, hukuk, adalet, davamız, hedeflerimiz diye dolaşan sözde dava adamlarının bugün yaptıklarına şahit olan insanlar aslında o lafların baştan sona yalan olduğuna artık apaçık şahit oluyor.

Bakıyorsun lafta ülkenin ırmağının akışına öleceğini iddia eden, bugün hayatın gerçeğinde ülke yağmalanırken ses çıkarmayıp hatta yağmacıya suç ortağı olmak için fırsat kolluyor.

Manevi değerlerden bahseden adam ne manevi ne değer hiçbir konuda tutarlılığı yakalayamıyor, gücü elde eder etmez kitapta yazan ne kadar suç varsa tamamını işlemeye koyuluyor.

Uyuşturucu kaçakçısı, rezil, kepaze terör örgütleri ile yan yana gelmişlerden hiç bahsetmiyorum bile...

O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya tarihinde bugüne kadar ortaya konmuş ne bir dava ne bir ideoloji yoksa, siyaset adına söylenen şeyler baştan sona yalan dolan, ideolojik olduğu iddia edilen terminolojiler baştan sona kurguysa ve avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibaretse ve bunların hepsini adım adım anlattıysak neden buraların mensupları girdikleri yerlerden çıkamıyorlar?

Çünkü bir yere girerken, bir şeylerin doğru olduğunu gördükleri için girmediler ki, bir şeylerin yanlış olduğunu görünce çıksınlar. Takıldıkları yerlerde kendilerini, birbirlerini kandırıp duruyorlar.

Ama biz yine de çıkamayışlarını 4 madde ile özetleyelim.

Birincisi, arkadaş veya akraba çevresi olduğu için bağını koparmak dolayısıyla çıkmak oldukça güçleşiyor.

İkincisi, başı belaya girdiği için çıkamıyor. Eğer başı belaya girdiyse zaten artık konu çıkar noktasına ulaşmıştır. Oradan devam etmekten başka yolu kalmamıştır. Onun için örgütün eskileri yeni gelmişlerin mümkün mertebe en hızlı bir şekilde başlarını belaya sokmak için uğraşırlar.

Üçüncüsü ve en ağırı, çıkarsa kandırılmış biri olduğunu, çok kötü bir insan olduğunu alenen kabul etmiş duruma düşeceğinin farkında olduğu için çıkamıyor. Böyle biri olduğu gerçeğini alenen kabul edebilecek olgunluğu göstermek herkesin harcı değildir.

Not: Ha bu arada, F. Gülen, Apo vs. gibi insanların peşine düşüp yaptıkları katliamlar nedeniyle kısas edilmesi gerekirken, hapislere düşen insanlar! Kaç kişiyi katlettiniz ama ben yine de sizi kısastan kurtaracak bir yol sunayım. Şöyle yapalım. 3 ay boyunca sınırsız yetki ile bu ikisini teker teker ülkenin başına geçirelim. Tek bir ama tek bir sorunu çözmeyi başarsınlar hepiniz serbest kalacaksınız. Yoksa ne olduğunuzu alenen kendi ağzınızla kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Anlaştık mı? Lider bellediğinize güveniyorsunuz değil mi?

Güvenemiyor musunuz? Peki, sizin için işi biraz daha kolaylaştırayım. Ülkenin başına geçmelerine gerek olmasın. Bunların adı ile yayınlanmış kitaplar var ya, hah o kitaplarda dünya üzerinde herkese hitap eden cinste bir tane çözüm bulun, yine hepiniz serbest kalacaksınız. Tamam mı? Şimdi anlaştık mı?

Bu da mı olmadı? Yine mi yemedi?

Peki, sizin için işi bir kat daha kolaylaştırayım. Çözüm de bulmanıza gerek yok. O kitaplarda işe yarar, işe yaradığı ispat edilmiş tek bir şey bulun. Herhangi bir konuda, tek bir şey… Yine hepiniz serbest kalacaksınız. Yapamazsanız ne olduğunuzu alenen kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı?

Neyse siz aramaya koyulurken ben bildiriye kaldığım yerden devam edeyim. Bol şans…

Dördüncüsü ise hiçbir zaman ispat edilemeyen, somut hiçbir delil getirilemeyen farklı olma iddialarının sağladığı yalandan mutluluktur çıkabilmelerine engel olan. Ayrıca farklı olma iddiasının haydutluk yapabilmelerine verdiğini sandıkları ehliyet de işin cabası olmaktadır.

Üstelik, “Birinin farklı olduğunu nasıl anladın, neden kabul ettin?” diye sorsan cevap veremeyecek alakasız insanlar “Farklılıklarımız zenginliğimizdir.” gibi laflar ile bu yalan seline hazır bedavadan arka çıkıyorken neden bundan vazgeçsinler değil mi!

Tüm bunları göz önüne aldığımızda mevcut dünya düzeninin kurucularına şunun hesabını sorabiliriz artık: İnsanoğlu bu haldeyken nasıl olur da gizli oy ilkesi ile seçim yapılmasına, insanların kontrolsüz üreyebilmesine ve cezalandırma hukukunun neredeyse yok edilmesine sebep olur ve buna uygarlık dersiniz!

Kurulmuş bu düzenin tek bir adı vardır. O da, Adaletsiz Dünya Düzenidir.

Ama adını koyup bırakmayalım. Adil bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını da 5 ana ilke ile adım adım anlatalım.

1. Cezalandırmada Adalet

- Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa

- Cezalandırmada Adalet – 2 

- Önleyici Mahiyette İdam Cezası 

- Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık 

- Sigara Dumanı ve Gürültü Saldırı Aracıdır 

Hırsızlık ile ilgili bir şey yazmadım bugüne kadar. Onu da hemen ekleyeyim. 

İster birisinden olsun, ister devlet kasasından, mutlaka çalınan miktar çalandan tahsil edilmelidir. Bu uğurda her şey yapılabilir olmalıdır. Peki ya parayı yediyse, gerçekten geri koyamıyorsa?

Parayı yediyse vücudundaki uzuvlarına girmiştir. Uzuvları ile geri ödeyecektir. Yine tahsilat gerçekleşmiş olacaktır. 

2. Seçim Sisteminde Adalet

- Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi 

- Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık 

- Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu? 

Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde, siyasette çok para dönüyor ve bu da yasal hırsızlıkların ve ekonomik krizlerin yolunu açıyor.

Her ilden milletvekili seçimi eski çağlara aittir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin olmadığı zamanlarda illerden haber getirmek gerekirmiş. Bu zamanda böyle bir şeye ihtiyaç yok. Toplamda, her birini ayrı ayrı iş tanımının yapıldığı 70 – 80 tane milletvekili olması yeterlidir. Ayrıca muhtarlıklar ve ilçe belediyesi gibi kurumlar da kaldırılmalıdır. Her ilde bir tane belediye başkanının olması ve her bölge için de bir tane bölge valisi olması yeterlidir. 

Siyasetteki para çarkı mutlaka kırılmalıdır. Hükümetler sadece adaleti ve güvenliği tahsis etmekle uğraşmalı ve bunun için asgari düzeyde personel istihdam etmelidir. Göreceksiniz para çarkı kırıldıktan sonra o parti tabelalarının tamamı bir anda kendi kendine yok olup gidecek zaten.

3. Geleceğin Eğitim Sistemi

- Kabustan Uyanış: Geleceğin Eğitim Sistemi 

4. Kontrolsüz Üremenin Engellenmesi

- Hadımlaştırma Yasası 

- Sığınmacı Sorunu ve Kontrolsüz Üreme 

Kontrollü üremeye geçmiş ülkeler mutlaka bunu uygulamayan ülkelere karşı tecrit uygulamalıdır. Yoksa yağmalanma ihtimali ile karşı karşıya kalırlar.

5. Ekonomide Adalet

Devrim Dersleri serisinin sonunda tamamlanmış olacak.

Tüm bu çalışmalarla, sizleri, adil bir dünya düzenine davet ediyorum. Duyanlar duymayanlara haber versin.

16 Ekim 2023 Pazartesi

Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık

Yasal Hırsızlık: Devlet mekanizmasındaki açıkların istismarı ile ya da iktidarı elde etmek isteyenlerin suç kapsamında olan vaatlerini gerçekleştirmesi ile maaş başta olmak üzere çeşitli yollarla hak edilmeden gelir elde edilmesi durumudur. Burada suç kapsamında değerlendirilmesi gereken vaatlerin ya da açıkları bulunan yasaların arkasına sığınılmış olması yasal hırsızlığı diğer hırsızlıklardan ayırır.

Örnek vermem gerekirse…

-          - Kıyak Emeklilik

-          - Din Görevliliği (ne demekse)

-          - Üniversitelerdeki akademisyenlerin bir kısmı

-          - Hiçbir işlevi kalmamış kurumlarda devlet görevlisi ya da bürokrat olarak durma

-          - Çeşitli seçilmişlerin kendilerine ayrılan bütçeyi üzerine vazife olmayan yerlerde kullanması

-          - Vergi affı(!)

(Not: Arkadaşlar bir yerlerde “af” ya da “barış” sözcüklerini duyarsanız çok dikkatli olun.)

Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi liste daha da genişletilebilir.

Bu yazıda işleyeceğimiz şey kimlerin yasal hırsız olduğunu detaylandırmak olmayacak. Asıl olarak yapacağımız şey, kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üremenin yasal hırsızlığı ortaya çıkaran iki temel neden olduğunu ve yasal hırsızlığın da ekonomik krizi ortaya çıkaran ana neden olduğunu anlatmak olacak.

Başlayalım.

Bir yerde ekonomik kriz varsa, orada had safhada yasal hırsızlık vardır. Bir yerde yasal hırsızlık varsa orada kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üreme vardır.

Mekanizma şöyle çalışıyor.

İktidarı elde edenler, gücünü korumak için ya da iktidarı elde etme peşindekiler iktidarı elde etmek için seçmen sayısını artırmaya çalışır. Bunun en kolay yolu kolay seçmenlerdir. Birini kolay seçmen yapmanın en kolay yolu ise onu hak etmediği ile beslemektir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yasal hırsızların tamamı kolay seçmendir. İşte bu kolay seçmenler toplanan vergiler ile doyurulur. Fakat bu süreç beraberinde bir ters tepkiyi ortaya çıkarır.

Şöyle: Kolay seçmenlerin sayısını artırmak demek yasal hırsızların sayısını artırmak demek, o da her adımda vergilerden daha fazla çalınması demektir. Bunun sonucu da ekonomik krizdir. Aslında ekonomik kriz yasal hırsızların, kolay seçmenlerin sayısının artık doyuma ulaştığını, belki var olanların da doyurulamaz hale geldiğini göstermektedir.

Tam bu noktada siyasi parti tabelalarının çözmesi gereken iki sorun karşılarına çıkar. Birincisi yasal hırsız olan kolay seçmenler nasıl doyurulacak? İkincisi eğer ülke içinde kolay seçmen sayısı doyuma ulaştıysa seçmen sayısı nasıl artırılacak?

Bu aşamadan sonra ise işler daha da çirkinleşir.

Çünkü birincisi için satılmaması gereken herkese ait olan kamu toprakları veya taşınmazlar satılmaya başlanır. Yani iktidar bizzat kendisi yağmacılık yapar ve şuursuzca satılan taşınmazlar ile bir miktar daha yasal hırsızlar doyurulur.

İkincisi içinse dışarıdan, dışarıdan derken elbette ki yine kontrolsüz üreyen cehaletin egemen olduğu toplumlardan, ithal ve kolay seçmen getirilir. Başka bir deyişle vatandaşlık satılır. İşte tam bu noktada hiçbir kayıt tutulmayan ve seçmene hiçbir sorumluluk yüklemeyen kontrolsüz seçim sistemi yapılan bütün bu ahlaksızlıkları koruma altına alır.

Bu şekilde şerefi ile yaşamaya çalışanlara eziyet üstüne eziyet edilmiş olunur.

Bunlar daha çok iktidarı ilgilendiren konulardı. Biraz da işin başka boyutundan bahsedelim.

Neden ünlü oldukları, gündemde oldukları, maaş aldıkları ile ilgili hiçbir fikrimin olmadığı cehaleti paçalarından akan muhalefet denilen tipler dolaşıyor etrafta. Burada muhalefet derken, aşiretçilik, tarikatçılık, mezhepçilik gibi altı bomboş ayırt etmeler sebebiyle veya “size saldıracaklar, özgürlüklerinize saldıracaklar” gibi yine çoğunlukla altı bomboş korkularla oy verdiğiniz, bu sayede muhalefeti yani garanti kolay parayı garantilemiş bundan sonraki hayatını eğlencesine yaşayacak birikimsiz, niteliksiz tipleri kastediyorum.

Siz hiç, ülkenizde, bunlardan cezalandırma hukuku ile alakalı bir vaat duydunuz mu? Hatırlamaya çalışın cezalandırma ile alakalı tek bir şey duymuşluğunuz var mı?

Duymadınız mı?

Acaba duymuyor oluşunuzun nedeni onların da kendi çaplarında aynı suçları işliyor olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Yani muhalefet dediklerinizin sadece yağmacılık sırasının kendilerine gelmesini bekleyen atanamamış iktidar olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?

Siz bunu düşünürken, ben yasal hırsızlığı anlatmaya devam edeyim.

Yasal hırsızlığın başka bir versiyonu da göz boyama için yapılanıdır. Şovmenlikle iş başına gelenler, makamı elde ettiklerinde yapacak bir şey bulamayıp, hak etmeden elde ettiklerini kaybetmemek için 2 yola başvurur.

Bunlardan birincisi, kendisine ayrılan bütçeyle üzerine vazife olmayan işlere girmesi. Örneğin lokantacılık yapmak gibi… Burada ana hedef niteliksiz olduğunu, üzerine vazife olanı yapamadığını göz boyayarak gizlemektir. Şunu not düşeyim: Lokantacıdan alınan vergi ile lokantacıya rakip olmak, vergi toplamayı “gasp” noktasına taşımış olur.

İkincisi ise bedava(!) yapılmaması gereken hizmetleri sırf göz boyamak için bedava(!) yapmak. Elbette hiçbir şey bedava(!) yapılmıyor, sadece hesabı sana ödetiliyor. Yani yasal hırsızlık yapılıyor. (Bu noktada, kullanıldığı duyulduğunda dikkatli olunması gerektiğini söylediğimiz af, barış gibi kelimelere “bedavayı” da eklememiz gerekiyor.)

Bitirirken şunu vurgulamak isterim ki: Kontrolsüz üreme, kontrolsüz cumhuriyet, yasal hırsızlık ve ekonomik kriz… Bunların hepsi birbirine zincirleme bağlı, şeytanın kurduğu bu Dünya düzenin taşıyıcı kolonlarıdır. Bu kolonlardan birini samimi olarak hedef almaya başladığınızda mutlaka diğerleri de karşınıza çıkacaktır. Diğerlerini de işlemek zorundasınız, eğer samimiyseniz. Eğer ki diğerleri karşınıza çıkınca toplumsal yadırgamadan korkacak ve diğerlerinden bahsedemeyecekseniz, örneğin ekonomik krizden bahsediyor ama kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üremeyi ele alamıyorsanız, ya da “üniversitede arkadaşım var yasal hırsızlıktan bahsetmeyeyim, ayıp olur” diyorsanız, yaptığınız şey muhalefet değil, boşa zaman harcamadır. Siz de sistemin parçasısınız demektir. Kontrolsüz üreme, kontrolsüz cumhuriyet ve yasal hırsızlığın üçünü birden hedef almayan hiç kimseyi ciddiye almayın. Hayır beklemeyin. Hiçbir şeyi değiştiremeyecekler. Değişim sadece bu üçünün hedef alınması ile gelir.

Nekrofili Örgütü

Nekrofili için sözlükte, “ölülere karşı ilgi duyma” yazar. Burada ilgi duymadan kastedilen şey cinsel ilgidir. Bu bozukluğun sonucu olarak da ölü bedenlerin cinsel istismarı karşımıza çıkmaktadır.

İyi de kendini savunamaz durumdaki ölülere yapılabilen tek istismar cinsel istismar mıdır? Nekrofili diye adlandırabilmek için illaki ölüye yapılan şeyin cinsel istismar mı olması gerekiyor? “Nasıl olsa cevap veremiyorlar” diye ölmüş insanların isimlerini kullanarak kendine delil getirme, yapılan ve yapılacak olan kötülüklere dayanak noktası olarak göstermeye çalışmak da yine ölülerin istismarı olmuyor mu? Bu neden hiç konuşulmuyor?

Haydi biz konuşalım…

Önce tanımda geçen “cinsel istismarı”, “ölünün maddi manevi her türlü istismarı” olarak değiştirelim.

İstismar edilenin ölüden ibaret olmasını da genişletelim ve kutsal varlıkları da ekleyelim. Çünkü istismara uğrama bağlamında, ölünün vasfı şu anda cevap veremiyor olmasıdır. Şu anda cevap veremeyen, vermeyen varlıklar sadece ölülerden ibaret değildir. Kutsal varlıklar da bu durumdadır.

O zaman tanımımızı yapalım.

Nekrofili: Şu anda cevap veremeyecek, vermeyecek durumda olan kutsal ve ölü varlıkların bu durumlarından faydalanarak, onların maddi manevi her türlü istismarıdır.

Biz bu yazıda, herkesin malumu olduğu için cinsel istismarı geçip, doğrudan manevi istismarı işleyeceğiz. Örneklerle...

Yazı boyunca, işlenen suçun ağırlığı ile orantılı bir üslup kullanacağımızın uyarısını yapalım.

A. “Hasan, Hüseyin” diyerek ağıt yakılması

Genel olarak söylüyorum bunu:

Tarihte yaşanmış bir olay ile bağı olduğunu düşünmek inanç değil akılsızlıktır.

Tarihte yaşanmış bir olaya günümüzden bakıp “ben o zamanki olayın bir taraftayım” demek ise boş meydan kabadayılığıdır.

Tarihte yaşanmış bir olay için günümüzde ayin düzenlemek ise ibadet değil, hayatın gerçeklerinden kaçmak için yapılan bir kandırmaca, boşa vakit harcamadır. Günümüzde yaşanan onlarca katliam, tecavüz göz önünde dururken, bunun tarihte yaşanmışı ile ilgilendiğinin ritüelini gerçekleştirme, sadece kendini kandırma, sorumluluklarından kaçma, sorumluluklarından kaçmak için ölüleri istismar etmedir.

İşte günümüzde Hasan, Hüseyin, Ali vs. adına ağıt yakılması bunun somut bir örneğidir. Hem de ne acı ki birebir örneği bile değil, bir kat daha vahim örneğidir. Çünkü genel olarak tarihte yaşanmış bir olay ile bağlantın olduğunu söylemek kabul edilemez bir şeyse, bunun Arap tarihinden seçmek konuyu bir kat daha garip bir noktaya çıkarmaktadır.

Neden böyle?

Çünkü yazılı Arap tarihi diye bir şey yoktur. Arap tarihinden yazılı tek şey Kuran-ı Kerim’in kendisidir. Diğer her şey rivayetten ibarettir.

Yani birisi size, “Tarihte yaşandığı iddia edilen bir olaya kendini bugün taraf etme saçmalığını geçtim, bana Hasan’ın, Hüseyin’in, Muaviye’nin, Yezid’in yaşadığına dair tarih metodolojisine uygun bir delil sunar mısın?” dese, bu ritüeli gerçekleştirenlerin yapacağı tek şey boş gözlerle bakmak olacaktır.

Biraz komik olacak ama şunu da diyebiliriz: Bunu yapan kişinin Iron-Man için ağıt yakmasına engel olacak şey nedir? (Avengers: Endgame)

Tarihte yaşandığı iddia edilen olaylara elbette inanabilirsin, ki ben inanıyorum, anlatarak kendine ders çıkarabilirsin ama buradan ne kendine ne de senin gibi olmayan insanlara sıfat çıkaramazsın, tarihte yaşanmış hiçbir olayı kendi kendine karar vererek sahiplenemezsin. Hele ki buna “inanç” diyerek de eleştirilmesine, karşı çıkılmasına engel olmaya çalışamazsın.

“Tarihte yaşanmış olayla ilgileniyormuşum gibi yapıyorum, bu, beni günümüzde yaşanan olaylara karşı olan sorumluluğumdan kurtarıyor. Çünkü meşgulmüşüm gibi oluyor. Üstelik bunu bir de inanç kılıfının içine soktum ki kurcalansa altından sorumluluklarından kaçma ve boşa vakit harcama dışında bir şey çıkmayacak içeriğin ve ayinlerin eleştirilmesine engel oluyorum.”

Peki senin inanç kılıfının içine sokman beni durdurabilir mi?

Maalesef.

Hatta daha da tetikler.

Çünkü böyle bir konuda benim gördüğüm, insanların tarihte yaşandığı iddia edilen bir olaya taraf olmuş olması değil; gözünün önünde müdahil olabileceği bu kadar olay olurken, bunlardan kaçan ve kaçtığı belli olmasın diye hiçbir zaman müdahil olamayacağının rahatlığıyla tarihte olmuş bitmiş olaylarla ile ilgili boş meydan kabadayılığı yapıyor olduğudur.

Aslında bu kadarla kalmış olsa yine iyi. Konu aslında daha da vahim.

Tanımsız sıfatlar, çeteleşmeyi ve bağnazlığı da beraberinde getirir dedik ya. Bak şimdi çok ilginç bir noktaya varacağız.

Hasan’a, Hüseyin’e eziyet edenler eğer bugün yaşasaydı onlara ne yapılacaktı?

Hapishaneye atılacaktı. Doğru mu?

Doğru.

Peki sen son seçimde kime oy verdin?

Dur ben söyleyeyim. Hapishaneleri dolaşıp, hapishane şartlarını iyileştirmeyi vadedenlere. Doğru değil mi?

Peki bu ne demek? Tarihte yaşasaydın Yezid ve taraftarlarının rahat ettirilmesi için uğraşacaktın demek.

Gördün mü? Bağnazlığın, seni Hasan’a Hüseyin’e değil, Yezid’e götürdü. Yani hiçbir farkın yokmuş başkalarından.

Sadece bu yaptığın bile onların zamanında yaşasan karşı cephede yer alabileceğinin bir kanıtıdır.

- Ama ben hep Ali, Hasan, Hüseyin falan diyerek ağlıyorum şimdi.

+ Olay olmuş bitmiş bugün ağlarsın. Şimdi ağlarsın. Şimdi ağlamakta hiç sorun yok ama o zamanda olsaydın muhtemelen en iyi ihtimalle hiçbir şeye karışmazdın en kötü ihtimalle aynı bugün yaptığın gibi kalabalığın yanında olurdun.

Çünkü sen de herkes gibi bir gerekçe bulup, bağnazca çeteleşip, adaleti bozmaya çalışıyormuşsun. Seni farkın bunu Nekrofili ile gerçekleştirmen. Bu kadar. Mezhepçilik ile varacağın yer, sadece başkalarının yaptığı kötülüklere uzaktan ortak olmak olacaktır.

İnsanların icraatına bakılır lafa değil. Ne kendi kendisine taktığı sıfatlara, müdahil olmadığı mağduriyet hikayelerini anlatmasına, ne de ortamın ambiyansına uymasına, histerik tavırlarına itibar edilmez. İnançta ise yalnızca mantığa bakılır. Mantığını kurmak, inanç sahibi olmaktır. Mantığı kurulmamış belirsizlikler ancak boşa vakit harcama, sorumluklarından kaçmadır.

“İyi de insanlar tarihte yaşamış insanlar için ağıt yakamazlar mı?”

Beni ilgilendirmez. O kadar boş vakti varsa elbette yakabilirler. Ama bunu inanç kalkanının arkasına alması, buradan sıfat çıkarması, hele ki sadece kendi gibi olanlara da değil, kendi gibi olmayanlara da sıfat çıkarması ve o sıfatlarla bağnazca çeteleşmesi kabul edilemez.

B. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”

İnsanlar tarihte yaşamış değerli insanların isimlerini saygı bağlamında zikredebilirler. Ama bu, beraberinde bir zorunluluğu getirir: Yaşadığın hayat ve yaptıkların ile ismini zikrettiğin kişinin hayatı arasında bir tutarlılık, benzerlik olmalı. Eğer burada bir tutarsızlık varsa, yapılan, değerli bir insanın adını saygı bağlamında zikretmek değil, nekrofilidir.

O zaman, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere tek bir soru: Siz kime oy verdiğinizin, neye destek olmuş duruma düştüğünüzün, kimlerle yan yana geldiğinizin farkında mısınız?

Farkında değilsen, yaptıklarınla tutarlılığı sağlayamıyorsan, ben sana neden Mustafa Kemal’den bahsettiğini anlatayım. Lafım tutarlılığı gerçekleştiremeyenlere, diğerleri üzerine alınmasın.

Sana hiçbir konuya girme dendi, hiçbir söz dinlemeyen sen, bunu dinledin ve neredeyse sıfır fedakarlıkla bir hayat yaşadın. İşime bakarım, hayatıma bakarım dedin. Kaçabildiğin kadar kaçtın. Bütün makamlar boş kaldı. Oralar suç şebekeleri hatta terör örgütleri tarafından dolduruldu. Sen de gittin onlara oy verdin. Şimdi bu noktaya varmanın sonuçları ile karşılaşıyorsun ama onlarla yüzleşmemek için başlıyorsun nekrofiliye. Sanki tarihte yaşasaymış, keyfini bozup Mustafa Kemal’le birlikte cephede savaşacakmış gibi!

Ben sana hayatının gereceğini söyleyeyim mi?

Sen, sana zerre hayrı dokunmayacak, zaten böyle bir derdi de olmayan, terör örgütleri tarafında ele geçirilmiş bir yere oy veren, buna alternatif olarak da elinde sadece, hayatta hiçbir kutsalı olmayan niteliksiz şovmenler olan, bunlardan medet umuyor olmanın da ne kadar küçük düşürücü bir durum olduğunun farkında olan ve bu gerçeklerle yüzleşmemek için tarihte yaşamış başarılı bir insanın ismini istismar eden birisin. Bu kadar.

Ha bu arada, oy verdiklerin ne yapıyordu biliyor musun?

Karakolları çevreleyip Mehmetleri, Hasan'ları, Hüseyin'leri alçakça katlediyordu.

Hasan'ları, Hüseyin'leri çevreleyip katletmek… Bu manzara tanıdık geldi mi?

Tarihte yaşasaydın nerede olacağını hissetmeye başladın mı?

Aslında ne olduğuna ikna olmaya başladın mı?

C. Keramet Hikayeleri

“Bir gün şeyhimiz gökyüzünde dolaşırken Cebrail(as) ile karşılaştı. Ona sordu ki…” diye başlayan bu ve bunun gibi bin bir çeşit hikâye… Anlatırken o kadar rahat, o kadar profesyoneller ki… Tabi üzerlerinde yalanlarına alet ettikleri kutsal varlıkların gökyüzünde belirip “Bu kişi yalan söylüyor” demeyecek olmanın verdiği rahatlık bulunuyor.

Şimdi nekrofilinin bir başka yönünü, kutsal varlıkları yalanlarına alet etmeyi inceleyelim.

Peygamberin döneminde yaşayıp kınanan 2 tip insan vardı:

Birincisi, peygamberi kabul etmeyenler.

İkincisi, kabul ettiğini söyleyip, ehli keyif olmaktan vazgeçemeyenler.(Bu nasıl kabul etmeyse artık...)

Bu ikincisi için, Tevbe 86-87 ve 93. ayetlere bakılabilir. Bunlara savaşta geride kalanlar denir. Bunlar gözle görülür hiçbir mucizesi olmayan bir insanın peşine düşme riskini alamayanlar, pek keyiflerini bozmak istemeyenlerdi.

Peki sizce sabah akşam keramet hikayeleri anlatan, dinleyen ve keramet hikayesi olmadan adım atmayan biri, gözle görülmüş hiçbir mucizesi olmayan birinin peygamberliğini kabul edip, peşine düşer miydi? O zamanki insanlardan ne farkı var ki?

Yalan dolan fantastik hikayelerle bomboş bir ömür tüketen, o fantastik hikayeleri kendine, belki günahlarına kalkan yapan biri, aklını kullanmaya ve risk almaya davet eden biri ile birlikte hareket mi edecekti?

Böyle insanların bugün kutsal varlıklardan bahsediyor olmaları, bahsederken saygı gösteren sıfatlarla anıyor olmaları, onlara iman ettiklerini mi gösteriyor? Peygamberlerin zamanında yaşasalar, onlarla birlik olacakları anlamına mı geliyor? Yoksa kutsal varlık kavramını, yalan söylerken kullanılabilen bir aparat olarak gördükleri anlamına mı geliyor tüm bunlar?

Kutsal varlıkların isimlerini kullanarak kendilerine delil getirenlerin, hayatları boyunca anlattıkları hikayelere bakın. Hiç mücadele diye bir şeyin olmadığını göreceksiniz. Yaşantılarınıa bakın yine hiçbir şey bulamayacaksınız. Ne hikmetse, Peygamberlerde bile olmayan şeyler bunlara olur! Hatta anlattıkları hikayelere bakınca iman etmek için sorgulamaya, çabalamaya bile gerek olmadığını göreceksiniz. 

Arkadaşlar bu kerametçilerde, hurafe ve cehaletten başka hiçbir şey yoktur. Ehli keyiflerin kaçışları... Hep kaçış. Boşa zaman harcama ve harcatma uzmanları. Farkları nekrofili örgütünün üyeleri olmaları.

D. Suçları ve Görevleri Allah’a Atmak

Hırsızlıktan, ki çoğunlukla kendilerinin de dahil olduğu hırsızlıktan, korkunç bir ekonomik kriz yaşanıyor. Cehalet ile alınan yanlış kararlar ile insanlar boğuluyor. Bunları yapanlara dokunamıyor da suçu Allah’a atıyor. “Allah bizi sınıyor” diyor. Sanki ortada bir kaza varmış gibi.

Bir ülke başka bir ülkeyi soykırımdan geçiriyor. Görevi Allah'a atıyor. “Allah onları kahretsin” diyor. Hayır kahredecek olan sensin. Güçlü olacaktın ve anında müdahale edecektin. Güçlü olmak için teknolojik ve bilimsel konularda ilerlemiş olman gerekiyordu. Yaptın mı? Hayır.

Peki ne yaptın?

Boşa vakit harcadın. Aklını kullanmadığını, ezbere yaptığını fark ettiğin konularla zaman öldürdün. Şimdi bunun sonuçları ile karşılaşıyorsun ve hemen görevi Allah’a atıyorsun. Görevi atıyor ve kaldığın yerden hayatına devam ediyorsun. Hayır kabul etmiyorum.

“Allah kahretsin” diyemezsin. Kendi kendini düşürdüğün bu kötü durumu, dini bir ifade kullanıyormuş gibi yaparak örtmeye çalışamazsın.

Sen nesin biliyor musun?

Sen hayatı boyunca bomboş işlerle uğraşan, dinle uğraşması, ibadet etmesi bile en temelde “ezbere iş yapma” olan, ezbere iş yapmak olduğunu hissettiği herhangi bir işi hangi motivasyonla yapıyorsa aynı motivasyonla ibadetleri yapan, aklını kullanmanın hiçbir aşamasında yer almak istemeyen, tüm bunların sonuçları ile karşılaştığında ise Nekrofili yapan birisin. Bu kadar.

Sonuç

“Ben tarihte yaşamış iyi olarak damgalanmış insanların isimlerini söyleyip duruyorum. O zaman onların zamanında yaşamış olsam onlarla birlikte hareket etmeyecek miydim?”

Onlara düşmanlık etmiş kötü insanlardan da bahsediyorsun ya. Onların sıfatlarına, yaptıklarına bak, bir de kendi yaptıklarına bak. Kararını kendin ver.

Ha ama keşke dediğiniz gibi olsaydı… Keşke tarihte yaşamış başarılı ya da mağdur ya da buna benzer makbul özelliği olan insanların isimlerini söylediğimizde onların başarılarına, mağduriyetlerine, çektikleri iddia edilen acılara ortak olmuş olsaydık. Böyle sıcak odalarda bol bol isim zikretmelerle bağ kurabilseydik. Hem de günümüzdeki riskli konulara hiç bulaşmamış olurduk. Ama olmuyor. Olmadığı gibi konu istismara giriyor. Bunun sonucunda taraftarı, parçası olunan tek örgütün Nekrofili Örgütü olduğu ortaya çıkıyor.

Hukuki jargona uygun olarak ifade etmek çok zor olacaksa da, çok fazla mensubu olan bu örgüte karşı yasal düzenleme şarttır. Önce Nekrofilinin tanımı, yazının başında yaptığımıza benzer şekilde genişletilmeli ve bununla bağlantılı olarak bir yasal düzenleme yapılmalıdır, diyerek bitirelim.

Bitirirken, seni, sadece yaptıklarının ifade ettiğini tekrardan vurgulayıp uzun uzadıya yazdıklarımızı kısaca özetleyelim.

İcraatta Yezid’in yandaşı, lafta Hasan’ın, Hüseyin’in.

İcraatta Zararlı Cemiyet’in askeri, lafta Mustafa Kemal’in.

İcraatta Ebu Cehil’in yoldaşı, lafta Hz. Muhammed’in.

Güzel gidiyoruz, konu dışı 2 tane daha yazayım.

İcraatta kimsenin şahsına geçmemesi gereken kamu mallarının yağmalanmasına göz yuman, hatta destekleyen hatta yağmadan kendine pay düşsün diye uğraşan, düşmediğini görünce zırlayan kısaca icraatta yağmacının önde gideni ama lafta ırmağının akışına ölen.

İcraatta “kapitalist, emperyalist” dediklerinin kongrelerinden kendileri için kaç para ayrılacağı haberini büyük bir heyecanla bekleyen, lafta “kapitalist, emperyalist” dediği ülkelere karşı olduğunu söyleyen.