8 Mart 2009 Pazar

Toplumları Yönlendirme Sanatı ve Taraftarlık

Profesyonel spor yani sporcunun çıktığı müsabaka başına ücret alması icat edilmiştir. Aynı ampulün icadı gibi… Ve aynı ampul gibi bu icadın da bir nedeni vardır. Profesyonel sporun icat edilmesinin nedeni amatörü özendirmektir. Yani amaç, profesyonel sporcu estetik, izlerken zevk uyandıran hareketler ile müsabakaya devam edecek ki seyirciler özenip spor yapmaya teşvik olsun.

Hepimizin bildiği gibi uzun zaman önce, profesyonel sporun vazifesi icat ediliş nedeninden sapmış, özendirici olma vazifesi tamamen unutulmuş(gerçi böyle bir vazifenin varlığından haberdar bile olunduğunu sanmıyorum ki unutmaktan bahsedelim) ve artık sporcular yapmak zorunda olduklarını sandıkları yeni görevlerine odaklanmışlar: Başarılı olmak.

Profesyonel sporda özendirici olmaktan, başarılı olmaya evirilen süreç bir yanlışa daha sebebiyet vermiş: İnsanların seyirci olmaktan taraftar olmaya dönüşü. İşte burası adaletsizliğin başlangıcı...

Taraftar olmayı psikologlar, (bir şekilde problemli)ferdin takımın başarısını kendi başarısı, başarısızlığını ise kendi başarısızlığı olarak görmeye başlamasına bağlıyor. Bu saçmalığa tutunulması elbette hayatta başarılı olamam ile doğrudan bağlantılı.

Taraftar olmayı, seninle hiçbir alakası olmayan meselede, olayın parçası olduğunu farz etme sanrısı olarak nitelendirebiliriz. (Aslında bu noktadan sonra bu yazıyı ehl-i şia(arapça taraftar) ve şiilik(arapça taraftarlık) meselesine yönlendirebilirim, hatta öyle düşünüyordum ama vazgeçtim fakat örnek olması açısından yıllar önce yaşanmış sahabelerin yaşadıkları sorunlara taraf olduğunu sanan insanlar, taraftarlığın sadece spor müsabakaları ile sınırlı olmadığını çok daha geniş yansıması ve zararları olduğunu göstermeli). Bu sanrı neticesinde zulüm gören ruh, boş işlerle uğraşıyorsun diye bangır bangır bağırırken, gelen utancı engellemenin tek yolu fanatiklikten geçiyor. Fanatiklik yani bir spor taraftarın gürültü(tezahürat) çıkarması, kavga etmesi... ya da bir sahabe taraftarı (olduğun sana)nın(şia) kendini kırbaçlaması, amaçsız işle meşgul olmanın yarattığı utancı bastırmanın ve kendine güveninin gelmesini sağlamanın en önemli aracı. Ne yazık ki bu sanal güvenin yarattığı zararlar hesap edilir cinsten değil.

Ben spor seyircisiydim bir zamanlar, kendim iki sene lisanslı olarak spor yaptım ve o dönem izleyebildiğim kadarı ile müsabaka izledim. Sporu bıraktıktan sonra bir daha doğru düzgün izlediğimi hatırlamam. Spor yapmak ve seyirci olmak çok doğru şeyler. Yöneticisinden, antrenöründen, hizmetlisine kadar altyapı tesislerinde faaliyet gösteren insanlar ve yaptıkları hizmetler kendine "doğru şekilde" güvenen, sağlıklı bireylerin yetişmesi açısından çok önemli. Zaten dediğim gibi bunun için profesyonel spor icat edilmiştir. Fakat taraftarlık, başarılı olma hedefi ve bunun neticesinde ortaya çıkan çeteleşme, kumar, doping gibi rezillikler bu meselenin ne noktalara vardığını gösteriyor. Sadece spor alanında mı! Ya diğer alanlarda yaşananlar... Yapılan anlamsız savaşlar, zulümler, kaybolan hayatlar... Neden bahsettiğimi biliyorsunuz.

Benim bu yazıyı yazma amacım, TV'de gözükme süresinin, insanın yaptığı işin önemi ile alakalı olduğunu sanan kitlelerin yanlışa özendirilmesi.

3-4 saat boyunca bir masanın etrafında oturmuş insanların, takımların ya da bireysel olarak sporcuların neden başarılı olunup olunmadığı ile ilgili konuştuklarını biliyorum. Bir kişi de çıkıp demez mi "Size ne yahu" diye. Bir keresinde 5-10 dakikalık görüntülerine şahit oldum. Ortamda böyle bir gerilim oluşmuş, niyeyse, -zaten konu yok tartışmanın tartışmasını yapıyorlar- sunucu teker teker sordu: "Siz şunun kötü oynadığını kabul ediyor musunuz?"
-Ediyorum
Diğerine sordu:
-Siz?
-(Kafa sallayarak) Ediyorum
-Ya siz
-Ben de ediyorum
-(diğer tarafa) Siz?
-Ben de

Allah'ım, "fikir"(!) birliğine vardılar. "Fikir"(!) ayrılığı yaşamadılar. Ortak hareket ettiler.

Burada ben bir spikerin ya da belki maç esnasında yorum yapanlar hakkında konuşmaya çalışmıyorum. Benim burada söylemeye çalıştığım şey, bu görülen manzara 3-4 saat ekranda kalması ile toplum nazarında itibar görmeye başlaması. Yani yapılması diğer şeylerden daha elzem bir işi yaptıklarını düşünmeye başlamaları ve o noktaya kanalize olmaları.

Hepsinin üstüne profesyonel sporcuların aldıkları korkunç paralar, sosyal adaleti baltalayan bir diğer husus. (Reklam gelirleri haricinde) bu miktarda paraların ödenmesi kabul edilir şey değil. Eğer ödeniyorsa bu iş çığırından çıkmıştır. Müsabakaya gelen kişilerden alınan bilet parası neyin nesi? Bu yapılan işin profesyonel spor ile uzaktan yakından zerre kadar alakası kalmamıştır.

Hele ki, bu kadar boş aktivitede bulunurken, bir de karşılaşmanın önemli bir olayla birleştiğinde, çıkıp ciddi ciddi konuşmaları yok mu. Örn., bir ülke bir ülkeye saldırmış ve o ülkenin spor takımı başka bir yere giderken saldırıya uğramış olsun, bu aşamadan sonra bu işle alakadar olan şahısların ciddi, önemli bir iş yaptıklarını düşündürtecek şekilde konuşmaları yok mu!

Ya da birisi yaralandı, sakatlandığı ya da öldüğü zaman, el ele tutuşma sahneleri, "birlik beraberlik figürleri"...

Sözün özü, profesyonel spora bu kadar itibar edilmesi ya da kaybettikleri bu kadar zamana yanacaklarına üstüne bir de "zamanlarını doğru şekilde değerlendirdikleri" şeklinde düşünülmeye başlanması ya da bu aktivitenin mensuplarının yaptıkları "bu galibiyeti insanlığa" ya da "şu andan bilmem nerede bilmem ne zorluklar çeken insanlara hediye ediyoruz" gibi açıklamaları, vb. gibi şeylerin toplamı, toplum nezdinde yapılan işin çok ciddiye alınması fikrini oluşturuyor. Bunu sonucunda taraftarlık, sonucunda fanatiklik, kaybolan zamanlar; sonucunda büyük paralar, sonucunda çeteler, kumar, tehditler ortaya çıkmaya başlıyor. Ve bireyler spor yapmaya değil, galip gelmeye ve hatta bunu yaparken illa ki profesyonel sporcu olmaya teşvik ediliyor.

Bu toplumların yanlış yönlendirilmesine ilk örnekti.

************************

Şarkıcı olduğunu tahmin ettiğim bir bayan ben bu noktaya tırnaklarımla kazıyarak geldim diyordu. Tırnaklarla kazınacak bir iş(!) olsaydı yaptığın emin ol bunu yapmazdın. Nedense, kısa yoldan, kolay yoldan para kazanmayı başarmış herkes devamlı olarak çok çileler çektiğinden bahsediyor. Ya da çektiğinin çile olduğunu sanıyor aynı geldiği yerin bir nokta olduğunu sanması gibi... Kolay yoldan para kazanmanın bir başarı olduğunu söylemem dikkat çekmeli, çünkü herkes kolay yoldan kazanmak istiyor ama herkes bunu yapamıyor, demek ki bunu yapabilen bunu başarmış. Evet, her insan istiyor ama herkes yapamıyor. Kimseye ahlak dersi vermek için yazmıyorum bu yazıyı. Fakat burada değinmemiz gereken şey bu başarıların istisnasız tamamı yanlış yollardan geçmesi ve tırnaklarla kazınmadan, çok kötü yerlerde kötü insanlarla kötü bir şekilde muhatap olunması. Ama bunun üstüne TV'de, gazetede ya da internette boy gösteren bu insanlar kendi durumlarını nedense çok kıymetli bir halmiş gibi anlatması. Ve insanlar bunları ciddi ciddi dinliyor. Ve gündemde saatlerce kalıyorlar.

Yukarıda profesyonel sporculardan bahsettik, şimdi şarkıcı, bunların üstüne dizi, film oyuncaları, modelleri vs. de ekleyelim.

Ölen bir çiftçinin, ya da devre tasarımcısının ya da grafikerin ya da mobilyacının haberinin yapılmaması fakat yukarda saydığım işlerden birinin ölümünün haberinin yapılması, onların daha kıymetli olması değil, onların medya sektörünün insanları olmasıdır elbet. Ama saydığım (profesyonel sporculuk, oyunculuk vs.) devamlı olarak medya sektöründe(TV, internet, gazete) yer alması sadece bu insanların eğlence sektörünün mensubu olması değildir.

Bir komedyen, çeşitli yerlere başvurularda yer alan mesleğiniz nedir sorusuna ne cevap vereceğini bilmediğinden bahsetmişti.
Bu insanların (ortak)vasfı nedir? Bu insanların ortak vasfı nedir ki yaptıkları her şey hakkında haber yapılabiliyor? Ortak vasıf:

Dedikodusu yapılabilir insanlar olmaları.

TV'de hiç tanımadığı insanın dedikodusunu yapmayı öğrenen bireyin, TV'yi kapadıktan sonra yan komşusunun ne yaptığını merak etmeye başlaması ile medyanın sosyal hayatın zedelenmesine nasıl vesile olduğunu konuşmayacağım. O işin ayrı bir boyutu. Burada söylemek istediğim, dedikodusu yapılabildikleri için gündemde kalan bireyin kitleler için özendirici olmaya başlaması. Bunun üstüne bir de çok çileler çektiğinden bahsetmesi, tırnaklarla kazımaktan bahsetmesi bu meseleden fazlasıyla etkilenildiğini göstermekte. Artık herkes şarkıcı, oyuncu olmak istiyor, olmaktan bahsediyor; bunların yarışmaları bile düzenleniyor dünya genelinde.

İnsanların bu meseleye yönlendirilmesi, özendirilmesi... Hem bu işe gerçekten yapanlar için çok zararlı hem de kolay yoldan para, ünlü olmak için yola çıkanlar için zararlı. Önceden dedikodunun yapılması ne kadar ayıptı şimdi artık insanlar kendi dedikoduları yapılsın diye atmadıkları takla kalmıyor. Aynı çıplak beden görmenin zevk vermesi nedeni ile çıplaklığın her daim müşterisi olması gibi, dedikodunun da her daim zevk vermesi nedeniyle "dedikodusu yapılabilir insanların" yaptıklarının da her daim müşterisi bulunabiliyor. Yani eğlence sektöründe olmaları nedeniyle bu kadar gündemde kalmıyorlar, nefsin en büyük lezzet araçlarından biri olan dedikodu yapabilmeye vesile olmayı başardıkları için bu kadar gündemde kalıyorlar. Ve dediğim gibi, üstelik bir de kendileri için çok ulvi cümleler kuruyorlar ve kalabalıklar nezdinden özenilecek birey profili çizmeye başlıyorlar.

Bu toplumların yanlış yönlendirilmesine bir başka örnekti.

************************

Şu anda bir bölgede, yakında seçimler var ve seçimler 2 "zıt" (olduğu düşünülen) partinin rekabeti ile geçecek sanıyorum. (Birisine A partisi, diğerine C partisi diyelim) Seçimler yaklaşırken bu iki partinin mensuplarının söylem olarak elle tutulur, neredeyse hiçbir şey ortaya koyamadıklarını görmek çok da garip değil. Bir tanesi bağırıyor:
"Ülkeyi C zihniyetinden kurtaralım", oy vereceklere de dönüp sessizce deniyor ki "oylar bölünmesin". Diğeri diyor ki:
"Ülkeyi A zihniyetine teslim etmeyelim", oy vereceklere de deniyor ki "onlara karşı birleşmeliyiz".

Yukarıdaki mutualist(iki tarafın da karşılıklı fayda sağladığı) açıklamalarından başka daha akılcı söylemlerinin olmaması şaşırtıcı da değil, gerisi gündelik, beş para etmez polemikten ibaret. Çok da ilgilenmiyorum açıkçası.

Burada dikkat çekmeye çalıştığım mesele, bu avam, sadece "karşı taraf" edebiyatı ile oy toplamaya çalışılması ve ne ilginçtir bunu başarılması. Sorun bu. Hatta aynı şekilde ırkçı olmayı bile başaramamış, adına siyasi parti denen iki oluşumu da buna dâhil etmek gerek.

Yani meclise topu topu 4 parti girecek ve ikiye iki ayrılmış bir şekilde devamlı olarak karşı tarafı işaret ederek oy istiyorlar.

"Eğer bana vermezsen oylar bölünür karşı tarafa yarar". Ve kalabalıklar da bu ucuz söylemi hiç mi hiç yadırgamıyor. Yoksa İslam’da kalabalıklara oy hakkı verilmemesinin nedenlerinden biri bu mu?! (Şuraya bakın lütfen)

Ve bu edebiyatın ardından kendilerini bir tarafın "taraftar"ı olarak bulmaları ve buna göre oy vermelerini "kendi tercihleri olduğunu sanıyorlar". Sinirleri bozacak kadar komik. Kimisi de "halkın kendi kaderini tayin" diyor. Sadece bu söz için sayfalarca yazabilirim. Ama şu kadar söyleyeyim, içinde halk kelimesi geçen cümleler boşluğun gürültüsüdür.

Neyse;

Kendi tercihin olduğunu sanma... Kutuplaştırarak, insanlara karşı taraf göstererek ikna etme... Noam Chomsky buna ikna etme sanatı* diyordu.

Yanlız burada bir şeyi belirtmem gerekiyor ki, ikna etme sanatı, toplumları yönlendirme, verdiğin kararı onların kendi kararı gibi düşündürtme gerçekten bir zekanın mahsulüdür. (Hatta belki örnek olarak Lost dizisi 4.Sezon 11. Bölüm 21.Dakikadan sonraki diyaloğa bakabilirsiniz) Ama bahsettiğim lokal bölgede yaşanan, bilinçli olarak yapılan bir şey değil. İktidar talipleri de hakikaten karşı tarafı iktidara getirmemenin bir "dava" olduğunu falan sanıyorlar. Yani davasızlıklarında samimiler. Çok acı!

Yönlendirilmiş kitlelerin (kendi tercihleri olduğunu sanarak) verdikleri kararlar ile adil, zararsız, masum insanlar da yönetiliyor ve sonuçlar onlara da ulaşıyor ne yazık ki! Adaletsizlik gün gibi ortada… Düşünen birey için çözüm de.
Bu da üçüncü ve son örnekti.

************************

Yaşı küçük olanların, daha henüz kişilikleri belirmediğinden, kolay kandırılabilir olması, özenilmemesi gereken şeylerin özenilecek bir şey olarak benimsetilmesi, grup psikolojisine açık olmaları normal olsa da, bunun belli bir yaşı geçtikten sonra devam etmesi topluma zarar vermesi nedeniyle bizim için önemli. Keşke zararı kendisi ile sınırlı kalsa da bize de bu yazıyı yazmak düşmemiş olsa idi...

İnşallah yanlışa yönlendirilmeme noktasında okuyanlara ufak da olsa bir katkı sağlar bu yazı.


*Yazının başlığını buradan esinlendiğimi belirtmem gerek