18 Haziran 2012 Pazartesi

Zina ve Recm

Devlet aracına neden ihtiyacımız var?

Çünkü adalet ve güvenliğe ihtiyacımız var. İnsanların anlaşmazlığa düştüğü konularda; sorunlarını tarafsız bir şekilde ele alıp çözecek otoritenin varlığına ihtiyacımız var. Yani hukuka. Eğer ki yoksa, her insanda bulunan adalet duygusu kendi adaletini kendin sağlama mekanizması haline dönüşecek ve elbette bunun doğal sonucu olarak sınırlar aşılacak; çeteler, kan davaları yani barbarlık ortaya çıkacak.

Peki ya uygulanan hukuk tam anlamıyla adaleti sağlayamıyorsa?

Devlet otoritesinin zayıflığı yada uygulanan hukukun tam anlamıyla adaleti sağlayamaması da aynı sonuca götürmektir. Yani barbarlığa...

-8.03.2023 tarihli ekleme-

2012 yılında yayınladığım yazıda zina ve recm konusunu farklı farklı konulardan da örnekler getirerek uzun uzadıya işlemiştim. Fakat sadeleştirerek tekrardan yazmak istedim. Zina ve recm konusunun mantığı şu şekildedir.

Eğer ki bir günah sadece kendine değil, başkasına zarar veriyorsa devlet aracı devreye girer ve cezalandırma uygulanır.

“Evlilik dışı cinsel ilişkide taraflar birbirinden razı ise zarar gören kimdir?” diye soracaksanız.

Doğabilecek olan çocuk ve eğer varsa aldatılan eş.

Eğer evlilik dışı cinsel ilişki yaşamada bir kadın tek bir doğurganlık döneminde birden fazla kişi ile cinsel ilişki kurmuşsa, doğacak olan çocuğun babası belli olamayacak, eski zamanları düşünürsek, bu da çocuğun hayata belki 10-0 yenik başlamasına sebep olacaktır. Aile hayatı elinden alınmış olacaktır. Onun için İbrahimi dinlerde zina devlet aracı tarafından cezalandırılan bir aktivite olmuştur.

Günümüzde ise bir genetik test ile bu konu aşılabilir.

Tabi işin bir de aldatılan eş durumu var. İlişkide evli bir taraf yani aldatılan eş durumu varsa yine ceza hukuku uygulanmalıdır. Çünkü evlilik hukuku çiğnenmiştir.

O zaman, ilişkide, taraflar birbirinden razı ise, hamilelik durumu yoksa, ortada aldatılan bir eş de yoksa bu durumda yaşanılan şey zina olmayacaktır. Zinaya götüren yol olacaktır. Günah olacaktır. Ama devlet aracının karışacağı bir durum bulunmayacaktır.

Bu kadar basit bir şekilde açıklanabilecek durum yıllar içinde kendine konu bulamayan din üzerine fetva veren insanlar tarafından öyle çetrefilli hale getirilmiş ki inanılır gibi değil. Bunu aynı kader konusunun akıbetine benzetiyorum. Kader, Allah’ın her şeye muktedir olması  ve bunun bir sonucu olarak Allah’ın zamandan bağımsız olması iken, yani bize ait olan, zamanın akması konusunun O’nun için geçerli olmayıp, her an her zamanda olması iken; bu konuyu yanlış anlayıp Allah’ı zamandan bağımsız olmasını tasavvur edemeyenlerin, kaderi “Allah yazdı biz oynuyoruz” noktasına getirip bir de bunu kabul etmeyenleri “Kaderi inkar etti, kafir oldu” deme noktasına gelmelerine benzetiyorum. Kadının şöyle yapması haram, böyle yapması haram diye diye konuyu öyle bir noktaya getirmişler ki, zannedersin din sırf kadını kısıtlamak için inmiş.

Zina meselesi, üçüncü bir tarafın zarar görmesi üzerine kuruludur. Bu kadar. Taraflar razı ise, üçüncü bir taraf -çocuk veya aldatılma kavramlarından bahsediyorum- zarar görmüyorsa ortada bir cezalandırma hukukunu uygulayacak bir durum da olmayacaktır. Geriye kalan şeyler dinen zinaya götüren yollardır, günahtır ama cezalandırma hukuku ile alakalı değildir.