13 Nisan 2013 Cumartesi

İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 4

The history of all hitherto existing society is the history of class struggles
Manifesto of the Communist Party, Marx/Engels
Teorileri tutarlı, izahatları çoğunlukla doğru ve akılcı olsa da, bu, Marx'ın temel bir noktada hata yapmasına engel olamamıştı ne yazık ki; "günümüze kadar süregelen tüm insanlık tarihinin, sınıfların çatışma tarihinden ibaret" olduğunu söyletmişti insanı doğru analiz edemeyişi. Bunun sonucunda da insanların istifadesine sunduğu birikiminin, hata yaptığı bu temel nokta üzerine inşa edilmiş olan kısımları da kaçınılmaz olarak yanlış çıkıyordu. Hele ki, "şiddet" ile ilgili söyledikleri yağmacılar için büyük bir istismar kaynağı olacaktı, yıllar içinde.

Not: Yukarıda söylediğim, insanı doğru analiz edilemeyişi ile ortaya çıkan hatalar silsilesinin sonuçlarını, daha önce, İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 2 (A'RÂF - 181) yazısında kısmen değinmiştim. O yazıyı tekrardan hatırlatmış olalım bu vesile ile.

İnsanları kategorize etmem istense, insanların sadece ikiye ayrıldığını söylerdim. Birinci grup, hak etmediğini elde etmiş yada elde etme hayali ile yaşayan insanlar; ikinci grup ise elde ettiğini hak etmediğine inanan insanlar.

Birinci grup çok çok kalabalıktır, ikinci grup çok çok az; birinci grup korkak, ikinci grup cesur; birinci grup avam, ikinci grup havas(avam ve havaslıktan kastedilen şeyin cahillik yada bilgili, diplomalı vs... olma olmadığını tekrardan vurgulayalım, nefsi ile hareket edip etmeme durumudur sadece...); birinci grup taklit ehli, ikinci grup takva; birinci grup kaybedenler, ikinci grup müslümanlar... ("Ben müslümanım" diyor ama sorumluluk alması gereken yerlerde hiçbir şeye karışmıyorsa veya elde ettiklerini kaybetmeyi göze alamıyorsa, müslümanlığının sadece laftan ibaret olduğunu anlaması lazım insanın; insanların çok büyük bir çoğunluğu gibi sadece taklit ehli olduğunun, "nasıl olsa riskini almıyorum hiçbir şeyin, inandığımı söyleyeyim de eğer Allah varsa başım belaya girmesin" olarak özetleyeceğimiz dünyanın en mide bulandırıcı bilinçaltı muhasebesi ile hareket ettiğinin...) Daha kısa bir ifade ile, elde ettiğini hak etmediğine inananlar ve diğerleridir, tüm insanlığın sınıflandırılması.

Marx'ın hatası insanları ve doğasını doğru analiz edemeyişindedir. Eğer ki insanlık tarihi bir çatışma üzerine kurulu ise -ki öyle- bu çatışmanın nedeni, birinci grubun yani "diğerlerinin", hem kendi gibilere hem de kendisi gibi olmayan ikinci grup insanlara çıkardığı sorunlar, vermeye çalıştığı zararlardır. Yani mesele "sınıf farkı" değildir. Bilinç farkıdır. -Marx'ın kendi jargonu ile yazarsak- Hak etmediğini elde etme hayali kuran -ve hatta hakkı yenen- bir işçi ile, elde ettiği şeyleri kaybetmek istemeyen bir kapitalistin temelde hiçbir farkı yoktur. Daha henüz elde edememiş olan, sadece zamanını beklemektedir. Yani mesele sınıf farkının olması değildir. İnsanların hangi bilinçle hareket ettiğidir. Bir insanın hakkının yeniyor olması o insanı doğrudan iyi insan kategorisine sokmaz. Kötülerle mücadele edeceği anlamına da gelmez.

Bu yazının asıl konusuna, sayıları çokça az olan ama her birisi bir orduya bedel, elde ettiklerini hak etmediğine inanan yani cesur, fedakar insanlara geçmeden önce birinci grupla yani diğerleri ile ilgili son bir şey daha eklemek istiyorum. Kuran'da bazı ayetlerde(Maide 60 – Bakara 65 – Araf 179), kimi insanlarda soru işareti bırakan, insanoğlundan kimilerinin hayvandan bile daha aşağılık hale büründüğünün söylenmesi de nefsini doyurma isteği ile meşgul bu insanların, ihtiyacı olmadığı veya hak etmediği şeylerle her doyuruşunun bir son değil, bir sonraki isteğini daha da güçlendirmesi olduğundandır. Allah'ın lanetlemesi de işte bu doymayan kendi ve eğer varsa suç ortaklarının girdiği körleşme sürecidir, tövbe kapısının kapanmasıdır. Ne garip, anladığım kadarıyla bu sürece girildiğinin önemli bir emaresi de yapılanlara dini ifadeler kullanılmaya başlanmasıdır. Oysa ki yapmamız gereken ve ihtiyacımız olan şey aklımızı ilim ve tefekkürle meşgul etmek. Bu kadar.

Birinci grupla ilgili mesele bundan ibarettir.

Bugün, dünyada az biraz adalet varsa, az biraz düzen varsa, az biraz huzur, güvenlik varsa bunların hepsini tarih içinde ortaya çıkmış ikinci grup insanların cesaretlerine borçluyuz.

Onları farklı kılan, yaptığı fedakarlıkları yapabilmesini sağlayan, inancıdır. Elde ettiklerini hak etmediğine inanmasıdır. Bu da Allah inancından kaynaklanır ki, bir insan elde ettiği şeyleri hak etmediğine inanmıyorsa, aslında Allah'a da inanmıyordur. Eğer ki inanıyorsa;

Fakirlikten, mal varlığının elinden alınacak olmasından hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü tokluğu hak ettiğine inanmaz.
Hapsedilmekten, tutsaklıktan hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü özgürlüğü hak ettiğine inanmaz.
Küçük düşürülmekten, yalnız kalmaktan hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü saygınlığı hak ettiğine inanmaz.
Ölmekten, öldürülmekten hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü yaşamayı hak ettiğine inanmaz.
Ve keşif ehlidirler mutlaka, başka türlü hakkın mantığını anlayamaz ve anlatamaz. İnsanların karşılaştıkları, çok geniş perspektifte meseleleri izah eden keşifler yaparlar çünkü akıllarını kullanmaktan korkmazlar. Tüm zamanlarını büyük bir aşkla ilime ve tefekküre harcamaktan hiç çekinmezler.

Yani her anında kendini hep harp halinde bulmuş olacaktır(Şuara/51-73). İnsanlık tarihinde çok farklı renklerde gözükmüş olan, insanları harcamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayan zalim rant çeteleri(ihtiyaçları olmayanı, hak etmediklerini elde etmeye çalışan avam toplulukları) ile hep karşı karşıya bulmuş olacaktır kendisini, istese de istemese de. Öbür türlü olanlara göz yummuş olurdu. Bu karşı karşıya buluş insanların karar vermesi üzerine değil sünnetullah üzerinedir.

Tevazu işte tam budur. Bir şey dendiğinde, lafta, "aman efendim estağfurullah" yada belli başlı kelime, tavır şablonlarını sunmak demek değil. Elde ettiği şeyleri hak etmediğine inanmaktır. Elde ettiklerini hak etmediğine inanmayı başaran kişi mütevazi olmayı da başarmıştır. Mütevazi olduğu için cesur ve mücadele ehli olmuştur. Onlar mücadele etmişler, insanlar az biraz da olsa rahat yüzü görmüşler.

Cesur olmak, rant çetelerine -ne kadar kalabalık olursa olsunlar- taviz vermemek, tevazu, kul hakkı taşımamak, adil olmak; elde ettiğin hak etmediğine inanmak, fedakar olmak. Hepsi birbirine eşittir. Biri var da öteki yok diye bir şey olamaz. Hepsi birbirine ve en sonda ise müslüman olmuşluğa eşittir.

Dedim ya, insanlık tarihinde çok az sayıda olan ve yaptıkları ile mücadeleleri ile bugün az biraz da olsa rahat ve adalet yüzü görmemize vesile olan bu insanlardır ve koca koca ordulara bedeldirler diye. Ümmetçiliğin Temelleri serisinde mutlaka anlatılması gereken, bu dava için gösterilebilecek örnek insanın tasvirini işaret ettiğini düşündüğüm ayette(AllahuAlem) ne gariptir ki, Allah -"ümmet" kelimesi ile- bize, bu davaya örnek gösterilecek o tip bir insanın başlı başına bir "ümmet" olduğunu bildirmiş:
Nahl 120. Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi(İnne ibrâhîme kâne ummeten), tek bir hanîf olarak Allah'a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı
Ayrıca, yine aynı peygamber için, ismi ile birlikte anılan bir de "millet"e işaret edilmiştir:
Al-i İmran 95. De ki: "Allah Teâlâ sâdıktır. Artık Hanîf olan İbrahim milletine tâbi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır"
Allah'ın, İbrahim(a.s) adı ile bir "millet"e işaret etmesi, kendisi için ise başlı başına "ümmet"ti demesi ve bunlarla birlikte, gerçekleştirdiği kıyamını, müşriklere(rant çetelerine) hiç taviz vermemesini vurgulaması, bu davanın yolcusunun kendisine alacağı örnek olmalıdır

0 comments :