26 Mart 2017 Pazar

Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi

Not: “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü Atatürk’ün fazlasıyla yanlış anlaşılmış bir sözüdür bence. Çünkü yüzeysel bir bakış açısıyla buradaki Türklüğün, Ermeni olma ya da Rum olma ya da Fransız olmayı hedef alan bir ibare olduğu zannedilir. Hâlbuki bu söz Atatürk’ün Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlamaları sırasında yaptığı konuşmada geçer yani Kurtuluş Savaşında söylenmiş bir söz de değildir. Gazi Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşının en çetin döneminde bile böyle bir tutum içine girdiğini görmüyoruz ki savaştan sonra diğer kavimleri hedef almış olsun. O zaman bu sözü söylemedeki temel düşüncesi daha farklı olmalı.

Atatürk’ün iki büyük başarısı vardır ve aslında ikisi de birbirinden tamamen bağımsız konulardır. Birincisi Kurtuluş Savaşındaki komutanlığı, ikincisi Saltanatlıktan Cumhuriyete geçirmede yani rejim değişikliği ile birlikte bir devlet düzeni kurmadaki gösterdiği devlet adamlığı.

Hangisi için daha fazla zaman ve enerji harcamak zorunda kalmıştır derseniz… Kesinlikle ikincisi için derdim. Zaten üzerine en fazla konuşma yaptığı konu da budur. Ki öyle de olması gerekiyordu. Düşünsenize karşınızda 400 yıl boyunca Saltanatlık geleneği ile oluşmuş bir yapı var ama siz onlara Cumhuriyet’i anlatmalı ve buna adapte etmelisiniz. Kendisini saltanatlık tebaası olarak gören insanlara, artık seçme ve seçilme hakkı olan birer vatandaş olduklarını benimsetebilmelisiniz. İşte “Ne mutlu Türküm diyene” bu çabanın bir sonucudur. “Artık Saltanatlık tebaası değilsiniz, seçme ve seçilme hakkı olan birer Türk vatandaşısınız, ne mutlu sizlere” demenin Atatürkçesidir. Yani “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün tersi “Ne mutsuz Rum’um diyene” gibi bir şey değildir, “Ne mutsuz Osmanlı Tebaasıyım diyene”dir. Hedef aldığı yer burasıdır.

Elbette o yıllarda, az zamanda büyük bir iş başarılmıştır ama -seçme ve seçilme hakkı özelinde konuşuyorum- şu anda görüyoruz ki bu yeterli değildir ve iyi niyetle yapılan, örneğin seçmen olmaya hiçbir ölçüt getirilmemesi gibi şeyler zaman içinde istismara uğrayarak kötü sonuçlar da doğurmuştur. Ama tabii ki de seçmen olmanın ölçütlerinin belirlenmesi, ona uygun tedbir alınması o yıllar için çok büyük bir lüks olurdu. Onun için bu konuda yanlış yapılmış demek çok büyük bir haksızlık olur. Fakat bu konuyu şimdi bile konuşmuyorsak, artık biz büyük bir hata yapıyoruz demektir. Onun için, bu konu “1900’lü yıllarda dünyanın birçok ülkesinde yaşanan demokrasiye geçişlerin başarısını gölgeleyecek bir şey” ya da "onları kötüleyen bir şey" olarak görülmemelidir. Bu uzun notu düşme nedenim budur. 


- Milletin iradesine saygı duymak gerekmez mi?

Eğer ortada gösterilebilen bir “irade” varsa, elbette. Yoksa, üstelik tam zıttı olan şeye irade deniyorsa, hem buradaki hatayı göstermeli hem de seçim sisteminde iradeyi ortaya çıkarmanın bir yolunu bulmalıyız.

İrade ya da irade göstermek, nefsani isteklere karşı çıkma, fedakârlık yapma demektir. Kalabalıkların iradesi olmaz çıkarı olur. O çıkar da mutlaka hem başkasına hem de kendisine zarar olarak geri döner. O zaman, herkesin bir oy hakkı olduğu ve verdiği oydan da sorumlu olmadığı bu düzen için irade kelimesini kullanmak insanları aldatmak demektir. Üstelik kullanılan millet kelimesi herhangi bir kalabalığı da ifade etmemektedir. İrade gösterebilen insanların dâhil olabileceği kalabalıktır. (Bkz: İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 4 (İbrahim(as)) )

Herkesin eşit oy hakkı olduğu sistemin doğru olup olmadığı tartışmasının yüz yıllar öncesinden başladığı, başlangıç sebebinin de soyluların, ekonomik geliri düşük olanla bir tutulmak istememesi olduğu söylenir. Dolayısıyla bunu duyan bir insanın, bu tip, zenginlerin fakirlerle bir tutulmak istememesi ile başlayan(başladığı söylenen) bir konunun savunucusu olma sıfatının üzerine yapışmaması için, bu meseleden uzak durmaya çalışması büyük bir olasılıktır. Oysaki bu konu böylesi basit bir propaganda ile geçiştirilemeyecek kadar büyük bir öneme sahiptir ve herkese oy hakkı verme, özellikle geri kalmış ülkelerde felaketlerin en temel nedenidir.

Bir zaman önce şahit olduğum, içimde yer eden bir olayı anlatmak isterim. Olan şey şuydu: Kendisini dinleyenlerin olduğunu gören birisi, ekonomi ile alakalı bir konuda her şeyi birbirine katarak öyle bir konuştu ki… Tamamı yanlış bilgi üzerine inşa edilmiş yorumlarını söylerken öylesine kendinden emindi ki... Hani derler ya: "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur" diye... Evet, cehalet kötü bir şeydir ama inanın hayatımda ilk defa tebrik edesim geldi gördüğüm cehaleti. O kişi nasıl ki o anda orada bulunan insanları yanlış yönlendirerek zarar veriyorsa, oy verirken de aynı zararı verecek. Çünkü onun da oy hakkı var ve verdiği oy sebebiyle aldığı hiçbir sorumluluk yok. Niye buna katlanılıyor ki!

- Peki, doğrusu anlatılsa, uyarılsa?

Herkesle böyle teker teker uğraşmaya insanlar mecbur mu? Ne yükümlülüğü var insanların? Kaldı ki anlatsan bile sonuç alabileceğine emin misin?

- O zaman, ne yapılabilir?

Yazdığım yazılara bir göz attım. Bu konuyla alakalı ilk Mayıs – 2007’de İslamiyet, Demokrasi ve Siyaset başlıklı yazıda bir şeyler yazmışım. Daha sonra Ocak – 2013’de Yeni Dünya Düzeni isimli yazıda işlemişim. Hepsinde de seçmen olmanın kriterlerinin ne olması gerektiği, irade gösterecek insanı nasıl tespit edilmesi gerektiği ile ilgili bir çözüm bulmaya çalışmışım.

İyi de niye kimin seçmen olup olmayacağının kriterlerini en doğru bir şekilde bulmaya çalışalım ki?

İnsanlar seçmen olup olmamaya kendileri karar versinler.

- Nasıl olacak ki bu iş? Kim vazgeçer ki bundan?

Verdiği oyun sonuçlarına katlanacağını bilen insan.

Şöyle: Elektronik oylama sistemi ile herkesin verdiği oy kendi vatandaşlık veri tabanına kaydedilecek. Gizli oy diye bir şey de olmayacak. (Zaten oylama neden gizli yapılır onu da anlamış değilim.) İşte tam bu noktada, eğer oy verdiğiniz parti bir terör örgütünü desteklerse ya da yolsuzluk yaparsa ya da bunun gibi bir organize suça bulaşırsa bunun sonucunda oy verenlerin tamamı para cezasına çarptırılma ya da mal varlıklarına el konma gibi yaptırımla karşılaşacak. Ayrıca bir dahaki seçimde seçmen olma hakkını da kaybedecek.

- Seçmen, seçtiğinin her suça mı ortak olmuş olacak?

Tabiki de hayır. Burada, örneğin birisiyle husumeti sonucu işlediği bir suç gibi bireysel suçları  kastetmiyoruz. Vatana, Millete, Devlet Hazinesine karşı işlediği terör destekçiliği, yolsuzluk gibi suçlardan bahsediyoruz. 

Ayrıca, insanlara, en baştan, seçmen olmama hakkı da tanınacak. O da şöyle işleyecek: Tüm bu sürecin başında insanlara, verecekleri oy ile, oy verdikleri partinin organize olarak işleyeceği suçlara ortak sayılacakları ve yaptırım ile karşılaşmayı kabul etmiş olacakları beyan edilecek. Eğer istemiyorsa, seçmen olmama hakkını kullanacak ve oy kullanmayacak.

Bu kadar.

Herkesin oy hakkı olması ve verdiği oy ile ilgili hiçbir yaptırıma uğramaması adaletsizliktir, saçmalıktır.

Bu sorunu çözmek için verilen oyu ağırlıklandırma bir çözüm yolu olabilir. O da, ağırlıklandırmada uygulanacak kriterler doğru bir şekilde belirlenebilirse… Bu da gerçekten çok zordur. Eğitim seviyesi desen, olmaz. Bir insanın, örneğin Kuantum Mekaniğine hâkim olması, onu illaki irade sahibi bir insan yapacak değildir. Ya da başka herhangi bir konuda doğru bir tavır takınması oy verirken çıkarı ile değil iradesiyle oy vereceğini garantilemez. Ama elbette bu bile, hiç bir kriterin olmadığı herkesin bir oy hakkı olduğu mevcut seçim düzeninden daha doğru bir düzendir. Fakat yine de tam bir çözüm değildir.
   
En sağlıklı çözüm: Seçmen olup olmamaya bireyin kendi karar verdiği, seçmen olmayı kabul etmesi ile verdiği oyun sonuçlarına katlanmayı da kabul ettiği sistemdir. Böylece hem kararı kendi vermiş olur, dışardan karar verici bir mekanizmanın olmadığını bilir (örneğin kriter belirlemede kriterler başkaları tarafından belirleniyor, doğru bile olsa başkalarının verdiği karara insanlar tabi olmuş oluyor) hem de verdiği kararın sorumluluğunu almış olur. Oy verdiğin parti terör destekçisi ise, yolsuzluk yapıyorsa veya buna benzer organize bir suç işliyorsa bedelini sen de ödeyeceksin. Göze alamıyorsan, seçmen olmayı reddetme hakkını kullanacaksın. Bu şekilde milletin iradesi ön plana çıkabilecek, çok çok büyük sorunların ana kaynağı yok edilmiş olacak, adalet toplumuna gidiş için çok büyük bir mesafe alınmış olacaktır.

2 comments :

Soner Karaömeroğlu dedi ki...

Ütopya. Şimdi 5 milyon kişi falanca partiye oy verdi ve o parti terör faaliyetleri ile iltisaklı bulundu dediğiniz gibi. Peki bu 5 milyon kişiye uygulanacak müeyyide nedir, uygulama imkanı nedir. Hadi bir müeyyide bulundu diyelim buna verilecek tepkinin nasıl olacağı, toplumsal çalkantı çıkarıp çıkarmayacağı, insanları kutuplaştırmayacağı belli mi? Hadi bunlarıda geçtik bu işin suistimale çok müsait olduğu ayan beyan ortada değilmidir?

encodeum dedi ki...

Çok güzel sorular

1-)" Şimdi 5 milyon kişi falanca partiye oy verdi ve o parti terör faaliyetleri ile iltisaklı bulundu dediğiniz gibi. Peki bu 5 milyon kişiye uygulanacak müeyyide nedir"
Para cezası ve bir sonraki seçimde seçmen olamama.

2-)"uygulama imkanı nedir"
Tarihin en kolay en pratik yöntemle yapılacak ceza uygulamaları: Tamamen dijital ortamda banka hesabından ya da maaşından kesintiler ve yine dijital ortamda seçmen olma imkanının ortadan kaldırılması.

3-)"Hadi bir müeyyide bulundu diyelim buna verilecek tepkinin nasıl olacağı, toplumsal çalkantı çıkarıp çıkarmayacağı, insanları kutuplaştırmayacağı belli mi?"
Birincisi, adalet için bir kişi ile 1 milyar kişi arasında nazarımızda fark yoktur. Gerekirse tüm dünyayı karşımıza alırız. İkincisi, seçimden önce herkese bu durumun yaşanması halinde verilecek cezalar tebliğ edilecek ve kabul ediyorsa seçmen olacak. En güzel yanı da bu zaten.

4-) "Hadi bunlarıda geçtik bu işin suistimale çok müsait olduğu ayan beyan ortada değilmidir?"
Suistimal edilecek hiçbir nokta ben göremiyorum. Hatta suistimale en uzak seçim sistemi diyebilirim. Her şey açık ve net. Baştan sona adaletsizlik ve suistimal üzerine kurulu mevcut seçim sisteminin yanında bu sistemde ne gibi suistimal olabilir merak ediyorum.