GİRİŞ İsra 15-) Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz. İmam Eşari bu ayeti delil göstererek, kendisine bir resul tarafından tebliğ yapılmamış durumdaki her insanın(fetret ehli deniyor bu haldeki insanlara) doğrudan cennetlik olduğunun hükmünü vermiş, İmam Maturidi ise Enam 76-79 ayetlerinde anlatılan, doğayı gözlemleyip kıyas(mantık) yolu ile Allah'ın varlığına dair bir sonuç çıkarma sürecini delil getirerek; kendisine tebliğ yapılmamış olsa bile insanın aklını kullanarak Allah'a iman etmek ile mükellef olduğunun hükmünü vermiş. Yani, İmam Eşari'nin aksine, İmam Maturidi'ye göre, Hak dinin varlığından haberdar olmasa bile, Allah'ın varlığını ve birliğine iman etmekle mükelleftir her akıl sahibi. (Not:Tebliğ yapacak olan kişi illa ki peygamberlerden birinin bizzat kendisi olmak zorunda değildir. İsra 15.'te "resul"der. Resul bir insanın bir insan gönderdiği elçi manasına da gelmektedir. (Yusuf 12/50; Neml 27/35). Yani her hangi bir müminin tebliğ yapması insanın fetret devrinden çıkması için yeterlidir.) Bu iki büyük alim mutlaka dediklerini daha da detaylandırarak izah etmişlerdir. Yazımızın konusu bu olmadığı için bu alimlerin dediklerinin kritiğini yapmayacağım burada. Ama asıl varmak istediğim noktaya gelmeden önce bu meselede, İsra 15 ve En'am 76-79'a, Zilzal 7-8'i katarak değerlendirmenin gerekliliğini söyleyebilirim. Zilzal 7-8-) Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onu görür.Şöyle ki: Her insan, aklı ile bir yaratıcının varlığını fark etmek ile mükelleftir. -Yaratma, fark edilmesi en kolay sıfattır- Tebliğ yapılmamış insanın mükellefiyeti sadece bununla sınırlıdır ama iman noktasında. Yani, tebliğ yapılmamış insan, Allah'a karşı sorumluluğu olan imani konularda ve ibadet konularında, sadece Allah'ın varlığına ve yaratmasına iman etmekle mükelleftir. Allah'ın varlığı ve yaratması dışındaki (örneğin Allah'ın ezeli ve ebedi oluşunu kavrayamaması, yada zamandan bağımsız oluşu(kadere iman), yada hiçbir şeye benzememesi yada O'na karşı ibadet etmesi gibi...) meselelerde yaptığı hatalardan sorumlu değildir. İsra 15'te bildirilen azap ile karşılaşmayacağı husus Allah'ın varlığı ve yaratıcılığı dışında kalan "imani" kısımlardaki yapılacak hatalarıdır. Çünkü Allah'ı tanıyabilmezi sağlayabilecek olan sadece yine Allah'tır. O da sebepler dünyasında peygamberleri ve kitapları vesile kılmıştır. Bunlardan haberdar değilsen elbette yapabileceğin tek şey yaratıldığını bilmendir. Mükellefiyetin bununla sınırlırdır, imani konularda. Ama bu değildir ki Hak din ile hiç tanışmamış ve ona tanıtılmamış insan hayatta yaptığı iyilik ve kötülüklerde sorumlu değildir. Başkasına yapılan iyilikler ve kötülükler zerre miktarı ile karşılığı bulunacağı vadedilmişse, o zaman bu husus herhangi bir muaf tutulmaya tabi değildir. Toparlarsak; kendisine tebliğ yapılmış insan herşeyden mükellef; tebliğ yapılmamış olanlar ise Allah'ın varlığı ve yaratıcılığını kabul ve yaptıkları iyilik ve kötülüklerden sorumludurlar bunun dışındaki iman ve ibadet konularının hiçbirinden sorumlu değildir. Yani akıllı olmak tek başına imtihana tabi olmak için yeterlidir. Çünkü aklın yolu birdir. Bunları neden yazdım? Dünyada hangi ırka, kavme, inanışa, kültüre tabi olursan ol; kendini nasıl ifade ediyorsan et; ortak bir akıl ile ırk, dil, kültür ayırt etmeden herkese musallat olan kötülükleri yok ederek; adil bir dünya inşa edebiliriz: Yeni bir dünya düzeni. -Türkiye için konuşuyorum- Bu topraklar Cumhuriyet'ten günümüze devrimci olarak vasıflandırılabilecek iki kişi gördü. Birincisi dağılmış bir ülkeyi ve orduyu toparlayan; hem Cumhuriyeti, hem kalkınması, hem güvenliği açısından bir ülkeyi inşa eden, üstüne oturup Geometri kitabı dahi yazan Mustafa Kemal Paşa; ikincisi bu ülkenin gördüğü sayılı mühendislerinden olup bunca çelme takma girişimine, kendi nefsani çıkarları için, köşe başında sırtından bıçaklamak için bekleyen insanlara rağmen fabrikalar açıp, aç gözlü hazır yiyicilere kafa tutabilmiş tek isim Necmettin Erbakan Hoca. Bu fedakar insanlar ellerinden geleni yaptılar yaşadıkları çağın imkan ve nimetlerinden faydalanarak insanlara ihtiyaç duyduklarını sunma adına. Şimdi yepyeni bir çağdayız ve bu çağın nimetlerini kullanarak adil, barış dolu bir dünya kurmak hiç de zor değil. Bu hedef için yapmamız gereken 4 konuda adaleti sağlayabilmek: Atamada, seçim sisteminde, cezalandırmada ve ekonomide. Bizden öncekiler seçim sistemini getirdiler; biz dijital çağın nimetlerini kullanarak seçim sistemini vatandaşlık puanı dediğimiz bir kat sayı ile ağırlıklandırarak -olması gereken- adil bir noktaya taşıyabiliriz. Bizden öncekiler eğitim öğretim için okullar üniversiteler açtılar; bizler internet nimetini kullanarak kendisini kısa zamanda geliştirebileceğini bilen ve bu şekilde davranan insanların, zamanlarını çok daha yararlı kullanabilmelerinin mükafatı olarak, tüm atamalarını üniversite diploması şartı olmadan girilebilecek Lisans Seviye Belirleme Sınavı ile gerçekleştirebiliriz. Bizden öncekiler yazılı hukuk ve adalet mekanizmasını getirdiler ve hapis cezasını uyguladılar devletin hakkını alabilmesi için, bizler hem mağdur şahsın hem de devletin hakkını alması haline getirebiliriz cezalandırma sitemini. Tüm bunların neticesinde de ekonomide adalete adım adım yaklaşabiliriz inşallah. Belki yüzyıllardır, hemen hemen her farklı görüşe sahip insanlar, -eğer ulaşılırsa- kendilerinin bir parçası olacaklarını söyledikleri birliklerden bahsediyorlar. Hep slogan. Kimisi işçilerin birliğinden bahsediyor. Kimisi bağlı olduğu kavmi birliğinden bahsediyor(Türk, Rus, Arap vs....). Kimisi tabi olduğu dinin birliğinden bahsediyor(İslam birliği, Hristiyan birliği vs..). Bahsediyor da daha birlik kelimesinin ne manaya geldiğini, neden iyi bir şey olduğunu, tam olarak neyi çözeceğini, Türk yada Arap birliği diyorsan, bu birlikte bir kavmin mensubu olmayı nasıl belirleyeceğini, ya da Din birliği diyorsan kimin Müslüman olup olmadığını neye göre belirleyeceğini izah edemiyor. Yani, bugüne kadar ortaya çıkmış hemen hemen her oluşumun bahsettiği "birlik" ifadeleri slogandan öteye gidemiyor. Biz öteye götürmeye çalışalım. Birlikten kastedilen şey "hukuki" birliktir. Daha doğrusu birlik ifadesi hukuki bir altyapı sunuyorsa o gerçekten bir birlik davasıdır. Sunmuyorsa sadece slogandır ki, bu şekilde, yıllar içinde birlik olmaktan bahsedenlerin ne derece samimi olduklarını anlayabiliriz. Eğer ki bir birlikten bahsediyorsanız -ki kendi gözlemime göre, yüzyıllar içinde birliklerden bahsedenlerin büyük çoğunluğu herhangi bir birliğe inandıklarından yada mantığını kurduklarından değil, sadece slogan olsun ve bir menfaat örgütlenmesi oluşsun diye isimlerini duyurmuşlardır- eninde sonunda geleceğiniz ve samimi iseniz gelmeniz gereken nokta "hukuki" birliktir. Yada şöyle ifade edelim; bu zamana kadar samimi olarak söylenilmiş tüm birlikler sadece hukuki birliklerin isim değiştirmiş halidir. Eğer ki tüm birlikler aslında hukuki birlikteliğin isim değiştirilmiş hali ise, bu yazı bu hukuki birliğin omurgasını anlatma çabasıdır. Başlayalım... Önce; nedir bu Lisans Seviye Belirleme Sınavı? LİSANS SEVİYE BELİRLEME SINAVI Beyler, sizi hiç anlamıyorum. Bütün bu kitaplar... Koca bir dünya bilgi tam burada... Ve siz ne yapıyorsunuz? Bütün gece poker oynuyorsunuz.Se7en filminde, geceleyin büyük bir kütüphaneye bir konuyu araştırmak için gelen dedektifin, o kitap deryası arasında gece boyu nöbetçi kalıp, zamanlarını poker oynayarak geçiren nöbetçilere söylediği sözdü yukarıdaki replik. Film 1995 yılında çekilmişti. Bugün, internet çağında bu internet nimetini faydalı kullanmayan herkes o nöbetçilerden daha vahim durumda. Çünkü onlar merak ettikleri konuda kitapları teker teker raflarından indirip bakma zahmetine gireceklerken, bizim kitapları raflardan indirme zahmetine bile katlanmaya ihtiyacımız yok. Merak edip aradığımız ne varsa, ufak bir arama ifadesi ile yazılı, görsel ve video olarak karşımızda. Üstelik bir tane değil, binlerce kütüphanenin barındıracağı bilgi, tüm insanlığın bilgi birikimi evlerimizin içinde... Gelmeye çalıştığım nokta: Bu çağda üniversite sınavını kazanmak ve okumak... Girmek için içeriği ne zeka, ne akıl, ne yetenek belirlemeyen; konuları ise hayatta çoğunlukla hiçbir işe yaramayacak olan bir sınava yıllarca hazırlanmak. Bir ton zaman kaybı... Kazandıktan sonra belki başka şehre taşınmak; en büyük dert olan barınma sorunu ile cebelleşmek; yeme-içme derdi; burs bulmaya çalışmak... Bunların çoğu zaman üniversitedeki derslerin çıkarabileceği sıkıntının dahi önüne geçmesi. Daha dersler başlamadı bile. Dersler başlayınca ne oluyor? İnternetten bir tıklama ile ulaşabileceğin bilgiyi hoca geliyor tahtaya tebeşirle yazıyor. Sen de seyrediyorsun. Çoğunlukla, bu kadar. Sınav zamanı da daha önceki yıllarda sorulmuş soruları bul, sabahla. Değer mi bu kadar zaman ve para kaybına! Neden bizler şartlanmıştık üniversite okumaya. Diploma için mi? Artık kimsenin diplomayı miplomayı taktığı da yok. Hakikaten iş yapan bir kurumsa başvurulan; ciddi bir teknik mülakattan geçiriyor adayları. Bana işi bilen lazım diyor. Gerisi önemli değil... Ve günümüzde, insanlar rahatlıkla kendi başlarına çalışarak, okuyarak, merak ettiklerini internetteki gruplara sorarak, eğitim videoları seyrederek (ki dünyaca ünlü üniversitelerin dersleri bile artık internetten seyredilebiliyor) kendilerini yetiştirebiliyorlar ki, en zor dediğin 4 yıllık bölüm müfredatı 1 sene içinde hiç üniversite öğrenimi için yaşanılan süreçlerle vakit kaybetmeden öğrenilebiliyor. Yani liseden mezun olduktan sonra hiç üniversite kazanma için tarih, coğrafya, biyoloji, kimya vs. vs... çalışmaya vakit ayırmadan; kendisine uygun gördüğün bölüm yada bölümler için çalışarak zamanı değerlendirebilir insanoğlu. Hiç dört veya daha fazla yıl vakit kaybetmeden; her sene yapılacak lisans sınavı ile de derecesini görebilir. Üstelik bir bölüm için de değil, farklı farklı oturumlarda yapılacak farklı bölümler için de. İçeriği nasıl olabilir bu sınavın? Bölüm derslerinin son seneki müfredatlarını içeren konular üzerinden 150 belki 200 soruluk bir sınav olur. Zaman kısıtlaması çok önemli olmayan -çünkü maksat bilgiyi ölçmek- ama adayın tesadüfen doğru işaretlemesini engelleme adına da en az 6 şıklı sorularla farklı farklı bölümler için hazırlanmış sınavlar. Ben mühendislik için bir örnek yazayım: - Elektronik Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Elektrik Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Haberleşme Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Kontrol Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Yazılım Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Makine Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - İnşaat Bölümü Seviye Belirleme Sınavı - Kimya Bölümü Seviye Belirleme Sınavı (Daha başka bölümler de eklenebilir) Her birisi farklı zamanlarda yapılarak isteyen birden fazla bölümden derecesini de görebilir. 1-) ATAMADA ADALET Kamu personeli atama sınavı yapılıyor. Tarih coğrafya soruları ile "mühendis" ataması yapılıyor. Gelecek nesiller gülerek anımsayacaklar. Tüm atamaları akademik değeri olan Lisans Seviye Belirleme Sınavı ile yapmak çok mu zor bir şey. Üstelik bu sınava girmek için de üniversite mezunu olmaya gerek olmasa... Bir insan işi öğrenmişse, öğrenmiştir. Üniversite okumadan da öğrenebilir; işte çalışarak da öğrenir. Artık mühendis, tekniker diye mezun olunan bölüm üzerinden yapılan ayrımı ortadan kaldırarak, lisans seviye belirleme sınavı ile insanların liyakatı ölçülüp ataması yapılsa... İnsan var, mühendislik mezunu değil; derler ya 40 mühendisi cebinden çıkarır, zamanla işte öğrenmiş yapması gerekenleri. Yada dediğimiz gibi liseden itibaren yavaş yavaş bir disiplin altında kendini yetiştirir. Böyle insanlar ne diye üniversite sınavına hazırlanma, üniversite okuma süreçlerine tabi tutulsun ki; üstelik "diploma almanın" günümüzde hiçbir şekilde bilgi birikimini belirten bir şey olmadığı herkesin kabul ettiği bir gerçek iken; bir ton zaman ve para kaybına neden insanlar tabi tutulsun. İnsanlığın bütün bilgi birikimi internet vasıtası ile hepimizin evinin içinde olduğu bu çağda neden böyle bir şeye şartlandırılıyor ki insanlar. Üniversite okumak da işi öğrenmek için değil mi? Önemli olan hedef ise ve hedef de işi öğrenmiş olmak ise, neden insanların 4 yıl boyunca üniversite okumaları zorunlu tutulsun ki. Hedefe ulaşan ulaşmış zaten. İnsanın kendisine uygun seçtiği bölüm yada bölümlerle ilgili bilgi birikim ve yeteneğini ölçecek bir sınav insanların o konularda hem motivasyonunu artıracak, hem kendini disipline etmeyi öğrenecek hem de gereksiz büyük bir masraf ve zahmetten insanlardan kurtaracaktır. Peki bu durumda üniversitelere gerek yok mu? Ya kendi kendisini disipline edip bir bir buçuk sene sürecek eğitime tabi tutamayacaksa? Bir insan kendi başına ders çalışamıyor illa ki sınıf ortamında ders öğreniyorsa, üniversiteler açık. Kapansın demiyorum. Diplomam olsun diyene de açık. Ama atamalar diploma şartı aranmadan yapılacak olan Lisans Seviye Belirleme Sınavı üzerinden yapılmalı. Buna ek olarak da kesinlikle "sözlü sınav" denilen yukarıda saydığım adalet sürecini baltalayacak mülakat süreci de uygulanmamalı. Adil bir şekilde atamaların yapıldığını ve yapılacağını bilen insanların geleceğe dair umutları artacağı gibi, üretmeyi öğrenmeye dair motivasyonları da artacaktır. Şu anda uygulanan düzende varolan, aldığın puana göre bölüm seçip, bu bölümü angarya olarak -hatta tabiri caizse işkence gibi- okuyan bireylerden; kendine uygun olanı seçmiş, üretme amaçlı(ister bir nesne üretme, isterse de kamu hizmeti üretme) okuyan bireylere dönüşüm ulaşılması gereken hedeftir. Bu da sağlıklı bireylerden oluşan sağlıklı bir toplum yapısını oluşturacaktır. 2-) SEÇİM SİSTEMİNDE ADALET Neden herkese bir oy hakkı veriliyor? Herkesin bir canı var diye mi? Artık dünyada birçok ülkede oylama dijital olarak yapılıyor. Yakın zamanda tüm dünyada böyle oy verilecek. Tüm dünya dijital olarak oy kullanma ve oyların bir veri tabanında toplanması kolaylığından faydalansak ve her insanın hayatı boyunca yaptığı iyilikler ve kötülükler üzerinden hesaplanan bir vatandaşlık puanı olsa ve verdiği oy, genel seçim sonucuna vatandaşlık puanı ile ağırlıklandırılarak etkilese, adil bir seçim sistemi icra edilmiş olmaz mı? Nedir bu vatandaşlık puanı, nasıl belirlenecek? -rakamlar örnek olması açısında verilmiştir- Örneğin, her insanın doğuştan 500 puanı olacak. Bu puanına hayattaki fedakarlıkları ve kötülükleri ile çıkarma ve eklemeler yapılacak. Puan eksiltmeye bir örnek verirsek: Adi bir suç işleyenden(çeteleşme, gasp, soygun vs...) 499 puan çıkarılacak. Ve adi suç işleyen 500 kişinin oyu bir sabıkasız sade vatandaşın oyuna bedel olacak.(Bu oranlar artırılabilir, azaltılabilir; işlenen suça göre farklılık arz edebilir.) Puan eklemeye de Lisans Seviye belirleme sınavında aldığı puanın vatandaşlık puanına eklenmesini bir örnek olarak gösterebiliriz. Lisans Seviye belirleme sınavının tavan puanı 5000'e çekilerek, bu sınavda yüzde yüz başarı sağlayabilecek seviyedeki bir insanın oyu bu sınava hiç girmemiş 10 insanın oyuna bedel olacak. Eğer adi suç işlemişse isterse sınavda tam puan yapsın oyu tekrardan 1'e inecek. Detayları tartışmaya açık bu meselenin mantığı şudur: Her insan, insanlığa yaptığı fedakarlıklar ve kötülükleri ile yaşar. Eğer bir insan kötülük yapıyorsa aldığı eğitimden hiçbir şey almamış demektir. Başkalarına zarar veren kötülük yapanlar başka hiçbir özelliğine bakmadan puanı 1'e yada işlenen suça göre belirlenen değere iner. Böyle bir durum yoksa, hayatta hem kendine hem insanlığa yaptığı iyilikler, fedakarlıları ile puanını artırır. Lisans Belirleme Sınavına kendini hazırlaması, askerliğini yapması, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi... Bunlar artı puanlardır. 3-) CEZALANDIRMADA ADALET Bir iki yüzyıldır uygulanan cezalandırma sisteminin kim adil olduğunu, vicdanları tatmin ettiğini söyleyebilir! Sadece hapsetme ile sınırlandırılmış cezalandırma sistemi... Bir örnekle anlatayım. Adamın bir tanesi yolun ortasında kadını on yerinden bıçaklıyor. Ceza olarak tatbik edilen şey, sadece hapis yatırılması. Oysa ki burada hakkını alması gereken iki mağdur var birincisi devlet ki o hapis yatırarak hakkını alıyor: ikincisi ise mağdur durumundaki insan. Devlet hapis yatırarak; kurallara karşı gelmesinin, üzerinde silah taşımasının bedelini ödetiyor. Ama ya o kadının hakkı? Cezalandırmada adaletin sağlanabilmesi için önce mağdur şahsın adaletinin sağlanması lazım ki örneğin bu durumda suçlunun vücuduna saplanacak 10 bıçak darbesidir bunun hakkı. Eğer hayatta kalmayı başarmışsa daha sonra hapis cezasını çekmeli. Eğer öldürmüşse bunun karşılığı olarak da öldürülmeli saldırgan. Bu noktada idam cezası ile ilgili olarak bir not düşmek istiyorum. İdam cezası sadece başkasını sebepsiz yere öldürene ve tecavüzcülere uygulanmamalı. İdam cezasını uygulanması gereken bir yer daha var ki; o da eğer ki yargıda çeteleşme faaliyeti gerçekleşmiş ise bunu yapanlar ivedilikle idam edilmeli. Çünkü devletin, insanların ihtiyaç duyduğu iki görevi vardır. Birincisi adalet, ikincisi güvenlik. Bu iki yerde çeteleşme demek, hukukun yıkılması demektir. Hukukun yıkılması ise devletin yıkılmasıdır. "Devlet yıkmak" budur. Eline silah alıp haydutlukla devlet mevlet yıkılmaz. Cezalandırmada adaletin de detayları uzun uzadıya tartışılabilir ama ben ana mantığı şöyle ifade edeyim: Suç işleyen iki şeye karşı suç işlemiştir birincisi mağdura ikincisi devlete (yani hukuk düzenine). Hapis yatırma devletin hakkını alması, kötülük yapanın yaşattığı şeyin aynısını yaşaması ise mağdurun hakkını almasıdır. Nedense mevcut dünya düzeninde sadece devletin hakkını alması uygulanıyor ve bu durum bu adaletsiz dünya düzeninin temelini oluşturuyor. 4-) EKONOMİDE ADALET Bakara 219. Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.Kaç kişi bu ayeti tatbik ediyor hayatında. Aynı namaz, oruç gibi bir farz olan bu emri kaç kişi uygulayabiliyor? Allah, şehadet için kendimizi feda etmemizi istiyorsa, bunu yapabilmek de aslında bu ayetin tatbikinden geçiyor olmasın. Korkunun kaynağı elde ettiklerini kaybetmekse, -belki de elde ettiklerini hak etmediğinin farkındaysan ve kaybedersem bir daha elde edemem diyorsan- insanı şehadetten alıkoyan ve belki de sonsuzluğunu kaybettiren bu ayetin tatbik edilmeyişi mi yoksa!. Göz göre göre insanın nefsini yenemeyişi. Lisans Seviye Belirleme Sınavı ile atama sistemi beraberinde bir olumlu süreci daha getirir ki, o da, eğer ki sen mühendisliğin bir dalında kendini geliştirdin ve güzel bir puan alarak atandıysan, o işe mahkum değilsin, 5 sene sonra -mesela- maliye konularına çalış, o konuda kendini geliştir, puanını al ve atamanı gerçekleştir. Bir 5 sene sonra, mühendisliğin apayrı bir bölümü ile ilgilen arta kalan zamanlarında, gir sınavına al puanını ve farklı bir iş kolunda çalış. Ve hemen hemen her konuda yavaş yavaş, bilgi birikim sahibi, kendine kendine yeten birey ol. Hayattaki tüm korkuların bitsin. De ki: Gelsinler elimdeki her şeyi alsınlar, nasıl olsa üretmeyi biliyorum baştan kazanırım. Hayata karşı hiçbir korkum yok. Üret, ihtiyacın kadarını al gerisini fedakarlık olarak insanların hizmetine sun. Üret, tasarla insanlığın hizmetine sun. Ekonomide adalet, tatbik edilecek son ve en zor aşamadır. Ekonomide adalet aşamasının tatbiki üzerine kafa yoran düşünürler tarafından bireylerin olgunlukları ile doğrudan alakalı olduğu üzerine kurulmuş iken, insanoğlu güvenilmez olduğundan, insan faktörünü en aza indirip sınav ve kura sistemleri ile ekonomide adalete ulaşılabilir. Ama bunun için yukarıda saydığımız üç aşamanın da geçilmesi lazım. 3 aşamanın geçildiğini varsayarak devam edersek; ilk etapta yapılması gereken, özelleştirme denilen -uygulanışının atıl durumdaki tesislerin "istihdam yaratma" amaçlı özel sektöre satışı olması gerekirken- durduğu yerde bile milyonlarca dolar kar elde eden kurumların "özel sektör" denilen bir iki şahsa tabiri caizse "abi şu deli gibi kârı sen kasana indir; devletin, milletin kasasına gireceğine senin kasana girsin" diye devredilme ve sadece edilen kârı kaybetme değil, var olan istihdamı dahi yok etme durumun durdurulmasıdır. Kaybedilenlerin geri alınmaya başlanması. Kamu işçilerinin mesleki beceri ve birikimleri ile atanması ile elde edilen kâr doğrudan kamu çalışanlarının cebine girmesinin sağlanması ki, tüm bunların sonucunda; dünya öyle bir hale gelecek ki inşallah bir insanın üç beş sene çalışarak elde ettiği zenginlik ona bir ömür boyu yetecek. Özel sektörün tamamen bitirilmesi gibi bir durum -ki herkes kamu işçisi olmak zorunda değil- söz konusu değil. Zamanı geldiğinde özel sektör diyeceğimiz işçilerin oluşturduğu kolektiflere işler projeler verilecek. Burada dikkat edilmesi gereken husus, çeşitli projeler için açılan ihaleler yahut ta yeri güzel olduğu için para kazandıran tesislerin işletme hakkını en düşük teklifi verene verilmesi sistemi değil, bedelini devletin belirleyip kabul edenlerin arasında yapılacak kura sistemi ile işin verilmesi tatbik edilmeli. Bir işi alanlar belirlenecek belli bir süre ihalelere girememeli. Böylece mafyalaşmanın, paranın tekellerde birikmesinin bu açıdan önüne de geçilmiş olunur. Ekonomide adaleti sağlarken özel sektör devlet ilişkisi böyle olmalı. Burada anlatılan insanların ev, araba, yazlık sahibi olamaması ve bunları miras olarak bırakabilmesini engellemek değil. Üretim noktasında insanların, şu anda "özel sektör" denilen mafyalaşmış, tekelleşmiş, kâr eden tesisleri bile son derece komik rakamlara akrabalık, cemaatçilik, yandaşlık bağları ile elde eden, hiçbir liyakatı olmadığı hali ile dahi yine aynı bağlarla ihaleler alan; patron denilen kişilerin üretim sürecine hiçbir katkı sağlamadan fiyat artırarak hak edenin alması gerekeni kendi kasasına indiren acayip düzene ve ayrıca piyasadaki parayı hiçbir şey üretmeden insanları borçlandırarak kasalarında hapseden bankalara ihtiyacı olmadığını gösterebilmek. SONUÇ Mevcut dünya düzeninde özelleştirme ve "özel sektör" denilen yapılanma, bırak istihdam yaratmayı bizzat istihdamı yok eden ve para dağılımını üç beş kişide birikmesini ve insanları işsizlik ve fakirlikle boğma noktasına götüren şeytanın iki numaralı oyunu ve düzenidir. İnsanların liyakatının akademik bilgileri ile ölçülmesi ve atanmalarının yapılması bunun ilacıdır inşallah. Şeytanın bir numarası ise, herkese bir oy hakkı verilen "seni razı ve yapılacaklara ortak eden" sistemin iyi bir şey olduğunu zannettirmesidir. Sanki seçim sistemi geldiğinde çıkar odakları tarafından desteklenmeyen birilerinin sesini duyabiliyormuşsun gibi. Yapılacak kötülüğe, oy verdirerek seni de dahil eden ve isyan etmeni bastıran; isyan ne demek tevillerle haklı çıkarmanı sağlatan düzendir mevcut dünya düzeni. Belli bir zaman sonra oy vermiş insanların yaptıkları tek şey, oy verdiklerinin günahına ortak olduğunu bildiğinden ve hesabın kendisine de sorulacağını fark ettiğinden, oy verdiğinin çıkarını kendi çıkarınmış gibi savunmaya kalkmak. Şeytan bu şekilde kendi çıkarını savundurtuyor. "Onları azdıracağım ve -lafzen- kendi kötülüklerime ortak yapacağım" diyor ya İblis(Hicr 39-40). Vadettiğini de gerçekleştiriyor. "Oy ver, oy ver" diye zorluyorlar çünkü adı duyulmuşlar dışındakilere oy verilmeyeceğini biliyorlar. Sonra oy verdiğinin üzerinden istediklerini yapıyorlar. Sen de günaha ortak olmuş ve sesini çıkartamaz halde buluyorsun kendini. Bu dünya düzeninin zulmünün bir numaralı faktörü: ufak bir iki menfaat karşılığı satın alınan oylar, avamın oy verdiği ile arasında oluşan şahsi menfaat köprüsü. Eğer üretmeyi bilen, kendini geliştirmek için zaman harcamış, fedakar insanların özellikleri ile verilen oylar ağırlıklandırılırsa, bu konuda yapılan haksızlıkların önüne geçilmesi açısında çok çok büyük bir adım atılacak ve bu konuda da hak edene hak ettiği kadarı verilmiş olacak. Meslek edinimi ve hayatını kazanma sürecinde ise, uygulanacak Lisans Seviye Belirleme Sınavı ile insanların hiç bir kula muhtaç olmadıklarını, sadece mesleki bilgi birikimi ile atanacaklarını, kendilerini geliştirdikleri, faydalı oldukları sürece mutlaka emeklerinin karşılığını alacaklarını bildikleri sistem adil bir dünya düzeninin ana parçadır. |
20 Ocak 2013 Pazar
Yeni Dünya Düzeni
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 comments :
Yorum Gönder