16 Ekim 2008 Perşembe

Makyaj Yapma: İçgüdüsel Olarak İmanlıyı Taklit Etme

Peygamberimiz boşu boşuna "her insan Müslüman doğar" dememiş. Müslümanlığa boyanabilecek fıtratta, ona uygun olarak yaratılmıştır ama ne yazık ki kimi zaman başka yollara saparak "aslında" kendi kendisine zulmeder insanoğlu. Fakat fıtrat değişmez olduğundan bundan bir türlü kaçamaz. Kaçamayışı hayatı boyunca gösterdiği farklı davranış ve tepkiler ile kendini gösterir. Bunlardan belki en ilginci bayanların kırmızı tonda makyaj yapmasıdır. Bir alıntı ile başlayalım.

(..)Çünkü adrenalin, heyecanlandığımız durumlarda salgılanan bir hormon. Herhangi bir tehlike sırasında, stres durumlarında ya da adından söz ettiğimiz fiziksel çekim sırasında salgılanarak sempatik sinir sistemini devreye sokuyor. Tüm bu tepkiler, kadınlarda yanakların ve dudakların kızarmasına neden oluyor. Evrimsel psikologlar, bu görüntünün erkekleri etkilediğinde hemfikir. Doğurganlığın yüksek olduğu dönemlerde de aynı fizyolojik tepkiyi veren kadınlardaki bu dönemsel değişim, onları karşı cins için daha çekici kılıyor. 

Kaynak: Bilim ve Teknik sayfa: 38, Ocak 2007

Yazarın, "Evrimsel psikologlar" olarak adlandırdığı insanların görüşü ile tam olarak aynı fikirde değilim. Doğurganlığı hisseden erkeğin tahrik olması doğrudur belki. Fakat "karşı cins için daha çekici kılınma" olarak ifade edilen durum yani erkeği karşısındaki bayana yaklaştıran şey dişinin utangaçlığıdır bunun sonucu ise kızarmasıdır. Utangaçlığın gayri ihtiyari dışa vurumu ise saflığını, temizliğini ve karşısındakine duyduğu derin hisse karşılık gelir. Saflık, temizlik ise erkeği en fazla etkileyen şeydir. Bu ise tahrik olma ile bağlantılı değil, âşık olma ile bağlantılıdır. Örneğin kaba saba konuşan bir bayan yada sert tavır takınan bir bayan asla bir erkek için çekici değildir ama bu tip bir erkek belki bir bayan için aşık olunacak karakterdir.

Bayan utanır, utangaçlığını dışarıya suratının çeşitli bölgelerinde kırmızı rengi yansıtarak gösterir. Bu durum erkeği cezbeder. İşte bayanların kırmızı tonda makyaj yapmalarının ve bu rengin yakışmasının nedeni budur. İçgüdüsel olarak utanmayı taklit etmesi.

Peki neden erkekler kırmızı makyaj yapmazlar, yapsalar bile güzel gözükmez diye bir soru gelebilir. Burada ne ilginçtir bayanın utangaçlığı erkeği cezbetse de, erkeğin utangaçlığı bayanı cezbetmez. (Buna belki karşı çıkacaklar olursa en azından erkeğin etkilendiği kadar etkilenmez diyelim) Çünkü erkeğin güçlü ve kendine güvenen olması asıl etkileyici faktördür. Ve hakikaten, erkekte salgılanan hormon tam bu işi görür:

(...)Oksitosin daha çok kadınların cinsel ve sosyal davranışlarında söz sahibiyken, vazopresin (ki yapı olarak oksitosinden yalnızca biraminoasitle ayrılıyor) erkeklerin cinselliğini kontrol ediyor. Bu kontrol, kadınlara kur yapma davranışlarının yanı sıra güç, erkekler arası rekabet ve saldırganlık hislerini de düzenliyor.

Kaynak: Bilim ve Teknik sayfa: 38, Ocak 2007

Yani erkek duyduğu aşk ile birlikte utanma bir yana daha da güçlendiğini, büyüdüğünü, hissediyor. Olduğundan daha sert, ciddi... Hisler erkekte bu şekilde dışarı vuruluyor.

Bayanın saflığı yüzünden kızarması, erkekte merhameti de beraberinde getiriyor ve bu durum karşısındakini sahiplenmeye kadar itiyor. Belki hiç aşık olmayacağı bir bayana bir utangaçlık sonucu kızarma ile kendini onun sahiplenmiş bir halde buluyor ki bayanın istediği de yerine gelmiş oluyor. Karşılık müthiş bir denge, ahenk...

İşte burada şunu belirtmemiz gerekiyor ki ne yazık ki modern toplumlarda utanma utanılacak bir hal halini almış durumda. Ve gerçekten çok şeyler yaşayan, yaşayamasa da aklı hep bu şekilde meşgul olan bireyler artık utanmıyor. Utanamıyor. O kendisine bahşedilen doğal güzelliğini ise ne yazık ki kaybediyor. Kaybettiği şeyi ise makyaj malzemeleri ile yapay olarak geri getirmeye çalışıyor.

Son olarak, kırmızı makyaj içgüdüsel olarak "utanmayı taklit etme" ise neden "imanlıyı taklit etme" başlığını attım diye bir soru gelirse. Yazıya başlarken yaptığımız gibi açıklamayı Peygamberimize bırakalım:

"Haya/utanma imandandır"

Buhari, Sahih, K. İman, hadis 24, 5767, Müslim Sahih, İman, hadis 36

NOT: Yukarıda "modern birey" olarak adlandırdığım kişiyi belirleyen faktör olarak giyiniş tarzını, çevresini, okuduğu okulu yada belli bir cinsiyeti vs.. parametre olarak almamaktayım. Örn: İsterse en koyu giyiniş tarzına sahip olsun bin çeşit şeyin dolaştığı akla sahip bir erkek/kadın olabileceği gibi bu, son derece modern giyinişe sahip gene aklında bin çeşit kötü şeyin dolaştığı bayan/erkek de olabilir. Çünkü iman akıl ile vardır, giyiniş yada çevre ile değil, o dindarlık ile alakalı. Neden başlıkta "imanlıyı taklit" dediğim buradan bir kez daha anlaşılabilir. Saflığımızı kaybederek, imanımızı da kaybediyoruz. Yada belki ibadetlere devam ediyor olsak bile tam bir imana ulaşamadığımızdan yada kaybetmeye başlamamızdan saflığımız, utanmamızı, sahiplenmemizi, bağlılığımızı da kaybediyoruz. Birçoklarımız dahildir bu meseleye. "Ben modern birey değilim" diye düşünmemekte fayda var. Bu siteyi takip eden arkadaşlarımız için belki gereksiz bir not ama gene de ifade etmekte fayda var diye düşünerek yazdım...

14 Ağustos 2008 Perşembe

Hidayetin Allah'tan Olması Üzerine

Nasıl oluyor da aynı cümleler birinde hiçbir tesir etmezken, diğerinin hayatını değiştirebiliyor?
Cevap kısa tutuluyor: Hidayet Allah'tandır. Biz biraz daha açmaya çalışalım inşallah, önce bir iki soru.

Âşık olduğunu çıplak düşünebilir misin?
Utanırken kafanı kaldırabilir misin?
Merhamet ettiğine sert davranabilir misin?

Aşk, utanma, merhamet...

Kimileri Ruh'un delili olup olmadığını soruyor. Tefekkür eden için yeterlidir sanırım yukarıdaki üç soru...

Daha önceki yazılarda aşk ile arzunun farkından bahsettiğimi hatırlıyorum. Aşkın Ruh'tan, arzunun nefsten kaynaklandığını söylediğimi. Aynı zamanda Ruh'un da Allah'tan olduğunu.

Eğer Ruh Allah'tan ise, aşk da Ruh’tan; o vakit hidayette de aşktan kaynaklanıyor demektir.

-Nasıl?

Tamam. Bir kere daha adım adım yazalım

Hidayet Aşktandır. Aşk Ruh'tan. Ruh ise Allah'tan.

Dolayısıyla hidayet Allah'tan.

Ne tip bir sonuca götürür bu bizi?

Eğer birilerine bir şeyler öğretmek istiyorsanız, önce onu kendinize âşık etmek zorundasınız.
Eğer birilerinden bir şeyler öğrenmek istiyorsanız önce ona âşık olmak zorundasınız.

Oysa ki hiç kimse isteyerek birine âşık olamaz ya da isteyerek aşık edemez. İnsanın hâkimiyetinin olmadığı bir alandır bu. Burada, hidayet için çabalarken aynı anda aşkın da hissedilmesi gerekiyor. İşte o zaman çabanın sonucu hidayet olabiliyor.

Bir başka deyişle, eğer birinden bir şeyler öğrenebiliyorsanız yani hidayete erebiliyorsanız ona âşık olmuşsunuz, eğer birisi sizden bir şeyler öğrenebiliyor yani hidayet buluyor ise size âşık olmuş demektir. Ve âşık olmak ya da âşık olunmak insanoğlunun karar vererek ulaştığı bir duygu değildir. Nasiptir.

Bunun için hidayet ne ona erenden ne de yapmaya çalışandan kaynaklanmaz.
İşte bunun için hidayet Allah'tandır.

Not: Okuduğum bir cümlesi ile bu kısa yazıya ilham kaynağı olan bir abiye teşekkür ederim...

13 Şubat 2008 Çarşamba

Nefsini İlah Edinenin Şükrüne Reddiye

"Allah"tan başkasını ilah edinip tapma durumu Kuran'da çeşitli ayetlerde ifade edilmiştir. Furkân (25) 43; Câsiye (45) 23. ayetlerde "nefsini ilâh edinen" olarak, Meryem (19) 44. ayetde ise "Babacığım, şeytana tapma(...)" olarak...

İfade edilmiştir de daha bu güne kadar bu ayetleri üzerine alınan tek bir kişi bile çıkmamıştır. Bundan sonra da çıkmayacaktır. Kendisini Kuran'da zikredilen günahkar, cahil ve bunun gibi kötü sıfatlarla tanımlayanlar çıkmıştır ama asla "nefsini ilah edinmeyi/şeytana tapmayı" üzerine alınan çıkmamıştır ve çıkmayacaktır da. Neden bu kadar kesin?

Çünkü insanlar Efendimizin deyimi ile ikiye ayrılmışsa; (Allah'ın karşısında sorumluluğunun bilincinde)mümin ve (nereden gelip nereye gideceğini unutmuş)gafil olarak; müminler zaten bu sıfattan beri iken, mü'min olmayanlar da doğrudan "küçük düşmüşlük" belki "aptallık" olarak kabul görmüş bir sıfatı nefsani olarak asla üzerine alınmazlar. Dikkat edin nefsiniz her türlü kötülüğü yaptırtmaya çalışırken, asla başkasının yanında küçük düşmeyi kabul etmez. Onun için nefs başkasının gözünde kötü duruma düşeceğini bildiği davranışı yaptırtmaz çoğunlukla. Kendi isteğinden bir başka isteği yüzünden vazgeçer.

Allah'a inanmayanın yada bir inanıp bir inanmayanın, yada bu meselelerler hiç mi hiç ilgilenmeyenin otomatik olarak nefsine uyması ve her türlü pis işe(hırsızlık, tecavüz, cinayet vs...) bulaşması gerekirken/beklenirken teorik olarak, bunları görememizin nedeni budur:

Nefsin kendini küçük göstermek istemeyişi.

Nefs eğer çok "aşağılıkça" bir davranışta(bundan kastım, yaptığınız takdirde başkasının sizin hakkınızda "aşağılık" olarak düşüneceğini bildiğiniz her şey) bulunursa başkalarının kendisini "küçük göreceğini" fark etmesi nedeniyle kendini frenler. Nefsin küçük düşme korkusu biranda diğer isteklerinden vazgeçmesi ile sonuçlanır.(Tabi bununla birlikte; Ruh'dan gelen utanma faktörünü de belirtmem gerekir.) Burada müthiş bir denge ve imtihan var. Nefsini yendiğini ve dolayısıyla "iyi" bir insan olduğunu sanan fertlerin din olmadan da "iyi" insan olunabileceği yanılgısı buradan destek alır. Oysa ki buradaki geçici(belki de hiçbir zaman patlama fırsatı bulamayacak ve dolayısıyla hayat boyu sürecek bir geçici) müspet tavır yada oynadığı "iyi insan rolü" gene nefsinden kaynaklanır insanın.

Bunun için insan hangi zümreye dahil olursa olsun nefsine/şeytana taptığını kabul etmemesi gene nefsinden ileri gelir. Çünkü inanan/inanmayan herkes bu tip tapınma sıfatının eşittir çok küçük düşürücü bir sıfat olduğunu bilir. Nefs bizzat kendisini bile ilah kabul etmeyecek kadar pişkindir. Onun için "Allah"ı ilah edinmeyenler içgüdüsel olarak (gerçekte imkansız olan) "biz inançsısız" ifadesini kullanmaktadır. Keza aynı şekilde "Allah"a inandığını sanıp, ibadet edenler de asla nefsine taptıklarını kabul etmezler. Çok günahkar olduklarını kabul etseler de, nefslerine taptıklarını kabul etmezler.

Günahkar, cahil vs. olduğunu kabul ediyor da insan neden bunu etmiyor?

Çünkü o kabuller, aslında biraz da belirsiz kabullerdir ve aslında temlinde gerçekten düşünülen durumu gizleme vardır. Tabi içinde bir miktar "mütevazilik gösterisi" barındırdığını da söylemek lazım.. Doğrudan doğruya gerçek sıfatı(nefsini ilah edinen kişi) barındırmayan hatta onu gizleyen aynı zamanda da karşınızdakinde "ne kadar da mütevazi" hissini uyandıracağını bildiğimiz cümleler... Oysa ki delikanlı gibi ortaya çıkıp "ben nefsimi ilah ediniyorum ona tapıyorum, o ayetler şu, şu sebepten dolayı aynen beni anlatıyor" diye izah eden bir kişi dahi ne gördük, ne de göreceğiz.

Aslında bunun en temel nedeni insanların(bizim) neyin nefsten, neyin Ruh'tan olduğunu fark edememeleri. İşte burası çok önemli: Neyin Ruh'tan neyin nefsten olduğunun ayrımına varmadan bir anda hissettiklerinle "bir şeye" yönelmek, ibadete başlamak...

Bundan bir iki ay önce kanalları gezerken, galibiyet ile sonuçlanmış bir futbol müsabakasının ardından, o maç ile alakalı yetkili bir kişinin gözyaşları içinde gayet mutlu bir şekilde söyledikleri ile karşılaşmıştım. Aradım en sonunda tam metnine ulaşabildim. Hatırladığım kadari ile bu cümlelerin hemen hemen her birisi en az iki üç defa tekrarlandı:

"(...)Bir teşekkür de yüce halkımıza iletiyorum, hepsinden dualarını istedim, onların duaları futbolcu kardeşlerime geldi ve sahaya müthiş mücadeleler koydular(...)Allah'a şükürler olsun bugünleri gösterdi bize(...)Allahım bizim Avrupa Şampiyonasına katılmamızı istedi.(...)Allah bana tüm güzellikleri verdi.(..)Herkesin bir hesabı vardır. Ama Yüce Allah'ın da bir hesabı vardır ve o tuttu"

Komik biraz da, sanki İslam ordusu ile Kafirler ordusu karşı karşıya gelmiş.

Anlaşılan o ki fert nefsani olarak birileri ile zıtlaşmış\iddialaşmış. Ve gene nefsani olarak İslamiyet ile uzaktan yakından alakası olmayan bir alanda kendi haklılığının ispatı peşinde ve bu bir anda karşısında belirince, o kadar mutlu oluyor ki başlıyor şükretmeye. Mutluluğu hissetti ve hemen başladı şüküre. Ama bu mutluluğun kaynağı nefs mi, Ruh mu belli değil. Şükrederken kurduğu cümlelerin hepsinin öznesi kelime olarak "Allah". İşte şimdi şu yukarıda bulunan ve gayet içten bir şekilde kurulmuş cümlelerde "Allah" kelimesi yerine nefs kelimesini koyup tekrardan okuyun. Nefsinin kendine tattırdığı bu mutluluk ve zevk karşısında teşekkürlerini sunuşunu görün.

Tabi bu kısa yazıda yaptığım somut bir örnek ile açıklanmak zorunda olduğunu düşündüğüm çok çok önemli bir kavramı izah etmeye çalışmak yoksa herhangi bir kişiyi hedef göstermek yada bir kişinin yaptığı bir davranışı yargılamak değil. Üstelik, biliyorum ki içinde yaşadığımız toplum bu ve bunun gibi cümleleri duyduğunda nefsini ilah edinen ayetlerinden haberi olsa da olmasa da kesinlikle "nefsini ilah edinen bir kişi" sonucunu çıkarmaz. Bana göre çıkaramayan da nefsini ilah ediniyordur. Çünkü her şey fark etmekten geçiyor. Yanlış bir şey yapıldığını ne yapan düşünüyor ne de gören fark ediyor çünkü dediğimiz gibi neyin nefsimizden neyin Ruhumuzdan geldiğini anlayamıyoruz.

İnşallah nasip olur anlayan kullar zümresine dahil oluruz.
Selamlar...