Teorileri tutarlı, izahatları
çoğunlukla doğru ve akılcı olsa da, bu, Marx'ın temel bir
noktada hata yapmasına engel olamamıştı ne yazık ki; "günümüze kadar
süregelen tüm insanlık tarihinin, sınıfların çatışma
tarihinden ibaret" olduğunu söyletmişti insanı doğru analiz
edemeyişi. Bunun sonucunda da insanların istifadesine sunduğu
birikiminin, hata yaptığı bu temel nokta üzerine inşa edilmiş
olan kısımları da kaçınılmaz olarak yanlış
çıkıyordu. Hele ki, "şiddet" ile ilgili söyledikleri
yağmacılar için büyük bir istismar kaynağı olacaktı, yıllar içinde.
Not: Yukarıda söylediğim, insanı
doğru analiz edilemeyişi ile ortaya çıkan hatalar silsilesinin
sonuçlarını, daha önce, İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 2 (A'RÂF - 181) yazısında kısmen değinmiştim. O yazıyı
tekrardan hatırlatmış olalım bu vesile ile.
İnsanları kategorize etmem istense,
insanların sadece ikiye ayrıldığını söylerdim. Birinci grup,
hak etmediğini elde etmiş yada elde etme hayali ile yaşayan
insanlar; ikinci grup ise elde ettiğini hak etmediğine inanan
insanlar.
Birinci grup çok çok kalabalıktır,
ikinci grup çok çok az; birinci grup korkak, ikinci grup cesur;
birinci grup avam, ikinci grup havas(avam ve havaslıktan kastedilen
şeyin cahillik yada bilgili, diplomalı vs... olma olmadığını
tekrardan vurgulayalım, nefsi ile hareket edip etmeme durumudur
sadece...); birinci grup taklit ehli, ikinci grup takva; birinci grup
kaybedenler, ikinci grup müslümanlar... ("Ben müslümanım"
diyor ama sorumluluk alması gereken yerlerde hiçbir şeye
karışmıyorsa veya elde ettiklerini kaybetmeyi göze alamıyorsa,
müslümanlığının sadece laftan ibaret olduğunu anlaması lazım
insanın; insanların çok büyük bir çoğunluğu gibi sadece
taklit ehli olduğunun, "nasıl olsa riskini almıyorum hiçbir
şeyin, inandığımı söyleyeyim de eğer Allah varsa başım
belaya girmesin" olarak özetleyeceğimiz dünyanın en mide
bulandırıcı bilinçaltı muhasebesi ile hareket ettiğinin...)
Daha kısa bir ifade ile, elde ettiğini hak etmediğine inananlar ve
diğerleridir, tüm insanlığın sınıflandırılması.
Marx'ın
hatası insanları ve doğasını
doğru analiz edemeyişindedir. Eğer ki insanlık tarihi bir çatışma
üzerine kurulu ise -ki öyle- bu çatışmanın nedeni, birinci
grubun yani "diğerlerinin", hem kendi gibilere hem de
kendisi gibi olmayan ikinci grup insanlara çıkardığı sorunlar,
vermeye çalıştığı zararlardır. Yani mesele "sınıf
farkı" değildir. Bilinç farkıdır. -Marx'ın kendi jargonu ile yazarsak-
Hak etmediğini elde etme
hayali kuran -ve hatta hakkı yenen- bir işçi ile, elde ettiği
şeyleri kaybetmek istemeyen bir kapitalistin temelde hiçbir farkı
yoktur. Daha henüz elde edememiş olan, sadece zamanını
beklemektedir. Yani mesele sınıf farkının olması değildir. İnsanların
hangi bilinçle hareket ettiğidir. Bir insanın hakkının yeniyor olması o
insanı doğrudan iyi insan kategorisine sokmaz. Kötülerle mücadele
edeceği anlamına da gelmez.
Bu yazının asıl konusuna, sayıları
çokça az olan ama her birisi bir orduya bedel, elde ettiklerini
hak etmediğine inanan yani cesur, fedakar insanlara geçmeden önce
birinci grupla yani diğerleri ile ilgili son bir şey daha eklemek
istiyorum. Kuran'da bazı ayetlerde(Maide 60 – Bakara 65 –
Araf 179), kimi insanlarda soru işareti bırakan, insanoğlundan
kimilerinin hayvandan bile daha aşağılık hale büründüğünün
söylenmesi de nefsini doyurma isteği ile meşgul bu insanların,
ihtiyacı olmadığı veya hak etmediği şeylerle her doyuruşunun
bir son değil, bir sonraki isteğini daha da güçlendirmesi
olduğundandır. Allah'ın lanetlemesi de işte bu doymayan kendi ve
eğer varsa suç ortaklarının girdiği körleşme sürecidir, tövbe
kapısının kapanmasıdır. Ne garip, anladığım kadarıyla bu
sürece girildiğinin önemli bir emaresi de yapılanlara dini
ifadeler kullanılmaya başlanmasıdır. Oysa ki yapmamız gereken ve
ihtiyacımız olan şey aklımızı ilim ve tefekkürle meşgul
etmek. Bu kadar.
Birinci grupla ilgili mesele bundan
ibarettir.
Bugün, dünyada az biraz adalet varsa,
az biraz düzen varsa, az biraz huzur, güvenlik varsa bunların
hepsini tarih içinde ortaya çıkmış ikinci grup insanların cesaretlerine borçluyuz.
Onları farklı kılan, yaptığı
fedakarlıkları yapabilmesini sağlayan, inancıdır. Elde
ettiklerini hak etmediğine inanmasıdır. Bu da Allah inancından
kaynaklanır ki, bir insan elde ettiği şeyleri hak etmediğine
inanmıyorsa, aslında Allah'a da inanmıyordur. Eğer ki inanıyorsa;
Fakirlikten, mal varlığının elinden
alınacak olmasından hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını
anlatır, çünkü tokluğu hak ettiğine inanmaz.
Hapsedilmekten, tutsaklıktan hiç
korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü özgürlüğü
hak ettiğine inanmaz.
Küçük düşürülmekten, yalnız
kalmaktan hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü
saygınlığı hak ettiğine inanmaz.
Ölmekten, öldürülmekten hiç
korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü yaşamayı
hak ettiğine inanmaz.
Ve keşif ehlidirler mutlaka, başka
türlü hakkın mantığını anlayamaz ve anlatamaz. İnsanların
karşılaştıkları, çok geniş perspektifte meseleleri izah eden
keşifler yaparlar çünkü akıllarını kullanmaktan korkmazlar.
Tüm zamanlarını büyük bir aşkla ilime ve tefekküre harcamaktan
hiç çekinmezler.
Yani
her anında kendini hep harp
halinde bulmuş olacaktır(Şuara/51-73). İnsanlık tarihinde çok
farklı renklerde gözükmüş olan, insanları harcamaya çalışmaktan
başka hiçbir şey yapmayan zalim rant çeteleri(ihtiyaçları olmayanı,
hak etmediklerini elde etmeye çalışan avam toplulukları) ile hep
karşı karşıya bulmuş olacaktır kendisini, istese de istemese de. Öbür
türlü olanlara göz yummuş olurdu. Bu karşı karşıya buluş insanların
karar vermesi üzerine değil sünnetullah üzerinedir.
Tevazu
işte tam budur. Bir şey
dendiğinde, lafta, "aman efendim estağfurullah" yada
belli başlı kelime, tavır şablonlarını sunmak demek
değil. Elde ettiği şeyleri hak etmediğine inanmaktır. Elde
ettiklerini hak etmediğine inanmayı başaran kişi mütevazi olmayı
da başarmıştır. Mütevazi olduğu için cesur ve mücadele ehli olmuştur.
Onlar mücadele etmişler, insanlar az biraz da olsa rahat yüzü görmüşler.
Cesur olmak, rant çetelerine -ne kadar
kalabalık olursa olsunlar- taviz vermemek, tevazu, kul hakkı
taşımamak, adil olmak; elde ettiğin hak etmediğine inanmak,
fedakar olmak. Hepsi birbirine eşittir. Biri var da öteki yok diye
bir şey olamaz. Hepsi birbirine ve en sonda ise müslüman olmuşluğa
eşittir.
Dedim ya, insanlık tarihinde çok az
sayıda olan ve yaptıkları ile mücadeleleri ile bugün az biraz da
olsa rahat ve adalet yüzü görmemize vesile olan bu insanlardır ve
koca koca ordulara bedeldirler diye. Ümmetçiliğin Temelleri
serisinde mutlaka anlatılması gereken, bu dava için
gösterilebilecek örnek insanın tasvirini işaret ettiğini
düşündüğüm ayette(AllahuAlem) ne gariptir ki, Allah -"ümmet"
kelimesi ile- bize, bu davaya örnek gösterilecek o tip bir insanın
başlı başına bir "ümmet" olduğunu bildirmiş:
Ayrıca, yine aynı peygamber için, ismi ile birlikte anılan bir de "millet"e işaret edilmiştir: Al-i İmran 95. De ki: "Allah Teâlâ sâdıktır. Artık Hanîf olan İbrahim milletine tâbi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır"
Allah'ın, İbrahim(a.s) adı ile bir
"millet"e işaret etmesi, kendisi için ise başlı başına
"ümmet"ti demesi ve bunlarla birlikte, gerçekleştirdiği kıyamını, müşriklere(rant çetelerine) hiç taviz
vermemesini vurgulaması, bu davanın yolcusunun kendisine alacağı
örnek olmalıdır
|
13 Nisan 2013 Cumartesi
İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 4
at 14:40 0 comments
Labels: Dini
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)