Yasal Hırsızlık: Devlet mekanizmasındaki açıkların istismarı ile ya da iktidarı elde etmek isteyenlerin suç kapsamında olan vaatlerini gerçekleştirmesi ile maaş başta olmak üzere çeşitli yollarla hak edilmeden gelir elde edilmesi durumudur. Burada suç kapsamında değerlendirilmesi gereken vaatlerin ya da açıkları bulunan yasaların arkasına sığınılmış olması yasal hırsızlığı diğer hırsızlıklardan ayırır. Örnek vermem gerekirse… - - Kıyak Emeklilik - - Din Görevliliği (ne demekse) - - Üniversitelerdeki akademisyenlerin bir kısmı - - Hiçbir işlevi kalmamış kurumlarda devlet görevlisi ya da bürokrat olarak durma - - Çeşitli seçilmişlerin kendilerine ayrılan bütçeyi üzerine vazife olmayan yerlerde kullanması - - Vergi affı(!) (Not: Arkadaşlar bir yerlerde “af” ya da “barış” sözcüklerini duyarsanız çok dikkatli olun.) Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi liste daha da genişletilebilir. Bu yazıda işleyeceğimiz şey kimlerin yasal hırsız olduğunu detaylandırmak olmayacak. Asıl olarak yapacağımız şey, kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üremenin yasal hırsızlığı ortaya çıkaran iki temel neden olduğunu ve yasal hırsızlığın da ekonomik krizi ortaya çıkaran ana neden olduğunu anlatmak olacak. Başlayalım. Bir yerde ekonomik kriz varsa, orada had safhada yasal hırsızlık vardır. Bir yerde yasal hırsızlık varsa orada kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üreme vardır. Mekanizma şöyle çalışıyor. İktidarı elde edenler, gücünü korumak için ya da iktidarı elde etme peşindekiler iktidarı elde etmek için seçmen sayısını artırmaya çalışır. Bunun en kolay yolu kolay seçmenlerdir. Birini kolay seçmen yapmanın en kolay yolu ise onu hak etmediği ile beslemektir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yasal hırsızların tamamı kolay seçmendir. İşte bu kolay seçmenler toplanan vergiler ile doyurulur. Fakat bu süreç beraberinde bir ters tepkiyi ortaya çıkarır. Şöyle: Kolay seçmenlerin sayısını artırmak demek yasal hırsızların sayısını artırmak demek, o da her adımda vergilerden daha fazla çalınması demektir. Bunun sonucu da ekonomik krizdir. Aslında ekonomik kriz yasal hırsızların, kolay seçmenlerin sayısının artık doyuma ulaştığını, belki var olanların da doyurulamaz hale geldiğini göstermektedir. Tam bu noktada siyasi parti tabelalarının çözmesi gereken iki sorun karşılarına çıkar. Birincisi yasal hırsız olan kolay seçmenler nasıl doyurulacak? İkincisi eğer ülke içinde kolay seçmen sayısı doyuma ulaştıysa seçmen sayısı nasıl artırılacak? Bu aşamadan sonra ise işler daha da çirkinleşir. Çünkü birincisi için satılmaması gereken herkese ait olan kamu toprakları veya taşınmazlar satılmaya başlanır. Yani iktidar bizzat kendisi yağmacılık yapar ve şuursuzca satılan taşınmazlar ile bir miktar daha yasal hırsızlar doyurulur. İkincisi içinse dışarıdan, dışarıdan derken elbette ki yine kontrolsüz üreyen cehaletin egemen olduğu toplumlardan, ithal ve kolay seçmen getirilir. Başka bir deyişle vatandaşlık satılır. İşte tam bu noktada hiçbir kayıt tutulmayan ve seçmene hiçbir sorumluluk yüklemeyen kontrolsüz seçim sistemi yapılan bütün bu ahlaksızlıkları koruma altına alır. Bu şekilde şerefi ile yaşamaya çalışanlara eziyet üstüne eziyet edilmiş olunur. Bunlar daha çok iktidarı ilgilendiren konulardı. Biraz da işin başka boyutundan bahsedelim. Neden ünlü oldukları, gündemde oldukları, maaş aldıkları ile ilgili hiçbir fikrimin olmadığı cehaleti paçalarından akan muhalefet denilen tipler dolaşıyor etrafta. Burada muhalefet derken, aşiretçilik, tarikatçılık, mezhepçilik gibi altı bomboş ayırt etmeler sebebiyle veya “size saldıracaklar, özgürlüklerinize saldıracaklar” gibi yine çoğunlukla altı bomboş korkularla oy verdiğiniz, bu sayede muhalefeti yani garanti kolay parayı garantilemiş bundan sonraki hayatını eğlencesine yaşayacak birikimsiz, niteliksiz tipleri kastediyorum. Siz hiç, ülkenizde, bunlardan cezalandırma hukuku ile alakalı bir vaat duydunuz mu? Hatırlamaya çalışın cezalandırma ile alakalı tek bir şey duymuşluğunuz var mı? Duymadınız mı? Acaba duymuyor oluşunuzun nedeni onların da kendi çaplarında aynı suçları işliyor olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Yani muhalefet dediklerinizin sadece yağmacılık sırasının kendilerine gelmesini bekleyen atanamamış iktidar olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Siz bunu düşünürken, ben yasal hırsızlığı anlatmaya devam edeyim. Yasal hırsızlığın başka bir versiyonu da göz boyama için yapılanıdır. Şovmenlikle iş başına gelenler, makamı elde ettiklerinde yapacak bir şey bulamayıp, hak etmeden elde ettiklerini kaybetmemek için 2 yola başvurur. Bunlardan birincisi, kendisine ayrılan bütçeyle üzerine vazife olmayan işlere girmesi. Örneğin lokantacılık yapmak gibi… Burada ana hedef niteliksiz olduğunu, üzerine vazife olanı yapamadığını göz boyayarak gizlemektir. Şunu not düşeyim: Lokantacıdan alınan vergi ile lokantacıya rakip olmak, vergi toplamayı “gasp” noktasına taşımış olur. İkincisi ise bedava(!) yapılmaması gereken hizmetleri sırf göz boyamak için bedava(!) yapmak. Elbette hiçbir şey bedava(!) yapılmıyor, sadece hesabı sana ödetiliyor. Yani yasal hırsızlık yapılıyor. (Bu noktada, kullanıldığı duyulduğunda dikkatli olunması gerektiğini söylediğimiz af, barış gibi kelimelere “bedavayı” da eklememiz gerekiyor.) Bitirirken şunu vurgulamak isterim ki: Kontrolsüz üreme, kontrolsüz cumhuriyet, yasal hırsızlık ve ekonomik kriz… Bunların hepsi birbirine zincirleme bağlı, şeytanın kurduğu bu Dünya düzenin taşıyıcı kolonlarıdır. Bu kolonlardan birini samimi olarak hedef almaya başladığınızda mutlaka diğerleri de karşınıza çıkacaktır. Diğerlerini de işlemek zorundasınız, eğer samimiyseniz. Eğer ki diğerleri karşınıza çıkınca toplumsal yadırgamadan korkacak ve diğerlerinden bahsedemeyecekseniz, örneğin ekonomik krizden bahsediyor ama kontrolsüz cumhuriyet ve kontrolsüz üremeyi ele alamıyorsanız, ya da “üniversitede arkadaşım var yasal hırsızlıktan bahsetmeyeyim, ayıp olur” diyorsanız, yaptığınız şey muhalefet değil, boşa zaman harcamadır. Siz de sistemin parçasısınız demektir. Kontrolsüz üreme, kontrolsüz cumhuriyet ve yasal hırsızlığın üçünü birden hedef almayan hiç kimseyi ciddiye almayın. Hayır beklemeyin. Hiçbir şeyi değiştiremeyecekler. Değişim sadece bu üçünün hedef alınması ile gelir. |
16 Ekim 2023 Pazartesi
Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık
at 21:01 0 comments
Labels: Genel
Nekrofili Örgütü
Nekrofili için sözlükte, “ölülere karşı ilgi duyma” yazar. Burada ilgi duymadan kastedilen şey cinsel ilgidir. Bu bozukluğun sonucu olarak da ölü bedenlerin cinsel istismarı karşımıza çıkmaktadır. İyi de kendini savunamaz durumdaki ölülere yapılabilen tek istismar cinsel istismar mıdır? Nekrofili diye adlandırabilmek için illaki ölüye yapılan şeyin cinsel istismar mı olması gerekiyor? “Nasıl olsa cevap veremiyorlar” diye ölmüş insanların isimlerini kullanarak kendine delil getirme, yapılan ve yapılacak olan kötülüklere dayanak noktası olarak göstermeye çalışmak da yine ölülerin istismarı olmuyor mu? Bu neden hiç konuşulmuyor? Haydi biz konuşalım… Önce tanımda geçen “cinsel istismarı”, “ölünün maddi manevi her türlü istismarı” olarak değiştirelim. İstismar edilenin ölüden ibaret olmasını da genişletelim ve kutsal varlıkları da ekleyelim. Çünkü istismara uğrama bağlamında, ölünün vasfı şu anda cevap veremiyor olmasıdır. Şu anda cevap veremeyen, vermeyen varlıklar sadece ölülerden ibaret değildir. Kutsal varlıklar da bu durumdadır. O zaman tanımımızı yapalım. Nekrofili: Şu anda cevap veremeyecek, vermeyecek durumda olan kutsal ve ölü varlıkların bu durumlarından faydalanarak, onların maddi manevi her türlü istismarıdır. Biz bu yazıda, herkesin malumu olduğu için cinsel istismarı geçip, doğrudan manevi istismarı işleyeceğiz. Örneklerle... Yazı boyunca, işlenen suçun ağırlığı ile orantılı bir üslup kullanacağımızın uyarısını yapalım. A. “Hasan, Hüseyin” diyerek ağıt yakılması Genel olarak söylüyorum bunu: Tarihte yaşanmış bir olay ile bağı olduğunu düşünmek inanç değil akılsızlıktır. Tarihte yaşanmış bir olaya günümüzden bakıp “ben o zamanki olayın bir taraftayım” demek ise boş meydan kabadayılığıdır. Tarihte yaşanmış bir olay için günümüzde ayin düzenlemek ise ibadet değil, hayatın gerçeklerinden kaçmak için yapılan bir kandırmaca, boşa vakit harcamadır. Günümüzde yaşanan onlarca katliam, tecavüz göz önünde dururken, bunun tarihte yaşanmışı ile ilgilendiğinin ritüelini gerçekleştirme, sadece kendini kandırma, sorumluluklarından kaçma, sorumluluklarından kaçmak için ölüleri istismar etmedir. İşte günümüzde Hasan, Hüseyin, Ali vs. adına ağıt yakılması bunun somut bir örneğidir. Hem de ne acı ki birebir örneği bile değil, bir kat daha vahim örneğidir. Çünkü genel olarak tarihte yaşanmış bir olay ile bağlantın olduğunu söylemek kabul edilemez bir şeyse, bunun Arap tarihinden seçmek konuyu bir kat daha garip bir noktaya çıkarmaktadır. Neden böyle? Çünkü yazılı Arap tarihi diye bir şey yoktur. Arap tarihinden yazılı tek şey Kuran-ı Kerim’in kendisidir. Diğer her şey rivayetten ibarettir. Yani birisi size, “Tarihte yaşandığı iddia edilen bir olaya kendini bugün taraf etme saçmalığını geçtim, bana Hasan’ın, Hüseyin’in, Muaviye’nin, Yezid’in yaşadığına dair tarih metodolojisine uygun bir delil sunar mısın?” dese, bu ritüeli gerçekleştirenlerin yapacağı tek şey boş gözlerle bakmak olacaktır. Biraz komik olacak ama şunu da diyebiliriz: Bunu yapan kişinin Iron-Man için ağıt yakmasına engel olacak şey nedir? (Avengers: Endgame) Tarihte yaşandığı iddia edilen olaylara elbette inanabilirsin, ki ben inanıyorum, anlatarak kendine ders çıkarabilirsin ama buradan ne kendine ne de senin gibi olmayan insanlara sıfat çıkaramazsın, tarihte yaşanmış hiçbir olayı kendi kendine karar vererek sahiplenemezsin. Hele ki buna “inanç” diyerek de eleştirilmesine, karşı çıkılmasına engel olmaya çalışamazsın. “Tarihte yaşanmış olayla ilgileniyormuşum gibi yapıyorum, bu, beni günümüzde yaşanan olaylara karşı olan sorumluluğumdan kurtarıyor. Çünkü meşgulmüşüm gibi oluyor. Üstelik bunu bir de inanç kılıfının içine soktum ki kurcalansa altından sorumluluklarından kaçma ve boşa vakit harcama dışında bir şey çıkmayacak içeriğin ve ayinlerin eleştirilmesine engel oluyorum.” Peki senin inanç kılıfının içine sokman beni durdurabilir mi? Maalesef. Hatta daha da tetikler. Çünkü böyle bir konuda benim gördüğüm, insanların tarihte yaşandığı iddia edilen bir olaya taraf olmuş olması değil; gözünün önünde müdahil olabileceği bu kadar olay olurken, bunlardan kaçan ve kaçtığı belli olmasın diye hiçbir zaman müdahil olamayacağının rahatlığıyla tarihte olmuş bitmiş olaylarla ile ilgili boş meydan kabadayılığı yapıyor olduğudur. Aslında bu kadarla kalmış olsa yine iyi. Konu aslında daha da vahim. Tanımsız sıfatlar, çeteleşmeyi ve bağnazlığı da beraberinde getirir dedik ya. Bak şimdi çok ilginç bir noktaya varacağız. Hasan’a, Hüseyin’e eziyet edenler eğer bugün yaşasaydı onlara ne yapılacaktı? Hapishaneye atılacaktı. Doğru mu? Doğru. Peki sen son seçimde kime oy verdin? Dur ben söyleyeyim. Hapishaneleri dolaşıp, hapishane şartlarını iyileştirmeyi vadedenlere. Doğru değil mi? Peki bu ne demek? Tarihte yaşasaydın Yezid ve taraftarlarının rahat ettirilmesi için uğraşacaktın demek. Gördün mü? Bağnazlığın, seni Hasan’a Hüseyin’e değil, Yezid’e götürdü. Yani hiçbir farkın yokmuş başkalarından. Sadece bu yaptığın bile onların zamanında yaşasan karşı cephede yer alabileceğinin bir kanıtıdır. - Ama ben hep Ali, Hasan, Hüseyin falan diyerek ağlıyorum şimdi. + Olay olmuş bitmiş bugün ağlarsın. Şimdi ağlarsın. Şimdi ağlamakta hiç sorun yok ama o zamanda olsaydın muhtemelen en iyi ihtimalle hiçbir şeye karışmazdın en kötü ihtimalle aynı bugün yaptığın gibi kalabalığın yanında olurdun. Çünkü sen de herkes gibi bir gerekçe bulup, bağnazca çeteleşip, adaleti bozmaya çalışıyormuşsun. Seni farkın bunu Nekrofili ile gerçekleştirmen. Bu kadar. Mezhepçilik ile varacağın yer, sadece başkalarının yaptığı kötülüklere uzaktan ortak olmak olacaktır. İnsanların icraatına bakılır lafa değil. Ne kendi kendisine taktığı sıfatlara, müdahil olmadığı mağduriyet hikayelerini anlatmasına, ne de ortamın ambiyansına uymasına, histerik tavırlarına itibar edilmez. İnançta ise yalnızca mantığa bakılır. Mantığını kurmak, inanç sahibi olmaktır. Mantığı kurulmamış belirsizlikler ancak boşa vakit harcama, sorumluklarından kaçmadır. “İyi de insanlar tarihte yaşamış insanlar için ağıt yakamazlar mı?” Beni ilgilendirmez. O kadar boş vakti varsa elbette yakabilirler. Ama bunu inanç kalkanının arkasına alması, buradan sıfat çıkarması, hele ki sadece kendi gibi olanlara da değil, kendi gibi olmayanlara da sıfat çıkarması ve o sıfatlarla bağnazca çeteleşmesi kabul edilemez. B. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” İnsanlar tarihte yaşamış değerli insanların isimlerini saygı bağlamında zikredebilirler. Ama bu, beraberinde bir zorunluluğu getirir: Yaşadığın hayat ve yaptıkların ile ismini zikrettiğin kişinin hayatı arasında bir tutarlılık, benzerlik olmalı. Eğer burada bir tutarsızlık varsa, yapılan, değerli bir insanın adını saygı bağlamında zikretmek değil, nekrofilidir. O zaman, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere tek bir soru: Siz kime oy verdiğinizin, neye destek olmuş duruma düştüğünüzün, kimlerle yan yana geldiğinizin farkında mısınız? Farkında değilsen, yaptıklarınla tutarlılığı sağlayamıyorsan, ben sana neden Mustafa Kemal’den bahsettiğini anlatayım. Lafım tutarlılığı gerçekleştiremeyenlere, diğerleri üzerine alınmasın. Sana hiçbir konuya girme dendi, hiçbir söz dinlemeyen sen, bunu dinledin ve neredeyse sıfır fedakarlıkla bir hayat yaşadın. İşime bakarım, hayatıma bakarım dedin. Kaçabildiğin kadar kaçtın. Bütün makamlar boş kaldı. Oralar suç şebekeleri hatta terör örgütleri tarafından dolduruldu. Sen de gittin onlara oy verdin. Şimdi bu noktaya varmanın sonuçları ile karşılaşıyorsun ama onlarla yüzleşmemek için başlıyorsun nekrofiliye. Sanki tarihte yaşasaymış, keyfini bozup Mustafa Kemal’le birlikte cephede savaşacakmış gibi! Ben sana hayatının gereceğini söyleyeyim mi? Sen, sana zerre hayrı dokunmayacak, zaten böyle bir derdi de olmayan, terör örgütleri tarafında ele geçirilmiş bir yere oy veren, buna alternatif olarak da elinde sadece, hayatta hiçbir kutsalı olmayan niteliksiz şovmenler olan, bunlardan medet umuyor olmanın da ne kadar küçük düşürücü bir durum olduğunun farkında olan ve bu gerçeklerle yüzleşmemek için tarihte yaşamış başarılı bir insanın ismini istismar eden birisin. Bu kadar. Ha bu arada, oy verdiklerin ne yapıyordu biliyor musun? Karakolları çevreleyip Mehmetleri, Hasan'ları, Hüseyin'leri alçakça katlediyordu. Hasan'ları, Hüseyin'leri çevreleyip katletmek… Bu manzara tanıdık geldi mi? Tarihte yaşasaydın nerede olacağını hissetmeye başladın mı? Aslında ne olduğuna ikna olmaya başladın mı? C. Keramet Hikayeleri “Bir gün şeyhimiz gökyüzünde dolaşırken Cebrail(as) ile karşılaştı. Ona sordu ki…” diye başlayan bu ve bunun gibi bin bir çeşit hikâye… Anlatırken o kadar rahat, o kadar profesyoneller ki… Tabi üzerlerinde yalanlarına alet ettikleri kutsal varlıkların gökyüzünde belirip “Bu kişi yalan söylüyor” demeyecek olmanın verdiği rahatlık bulunuyor. Şimdi nekrofilinin bir başka yönünü, kutsal varlıkları yalanlarına alet etmeyi inceleyelim. Peygamberin döneminde yaşayıp kınanan 2 tip insan vardı: Birincisi, peygamberi kabul etmeyenler. İkincisi, kabul ettiğini söyleyip, ehli keyif olmaktan
vazgeçemeyenler.(Bu nasıl kabul etmeyse artık...) Bu ikincisi için, Tevbe 86-87 ve 93. ayetlere bakılabilir. Bunlara savaşta geride kalanlar denir. Bunlar gözle görülür hiçbir mucizesi olmayan bir insanın peşine düşme riskini alamayanlar, pek keyiflerini bozmak istemeyenlerdi. Peki sizce sabah akşam keramet hikayeleri anlatan, dinleyen ve keramet hikayesi olmadan adım atmayan biri, gözle görülmüş hiçbir mucizesi olmayan birinin peygamberliğini kabul edip, peşine düşer miydi? O zamanki insanlardan ne farkı var ki? Yalan dolan fantastik hikayelerle bomboş bir ömür tüketen, o fantastik hikayeleri kendine, belki günahlarına kalkan yapan biri, aklını kullanmaya ve risk almaya davet eden biri ile birlikte hareket mi edecekti? Böyle insanların bugün kutsal varlıklardan bahsediyor olmaları, bahsederken saygı gösteren sıfatlarla anıyor olmaları, onlara iman ettiklerini mi gösteriyor? Peygamberlerin zamanında yaşasalar, onlarla birlik olacakları anlamına mı geliyor? Yoksa kutsal varlık kavramını, yalan söylerken kullanılabilen bir aparat olarak gördükleri anlamına mı geliyor tüm bunlar? Kutsal varlıkların isimlerini kullanarak kendilerine delil getirenlerin, hayatları boyunca anlattıkları hikayelere bakın. Hiç mücadele diye bir şeyin olmadığını göreceksiniz. Yaşantılarınıa bakın yine hiçbir şey bulamayacaksınız. Ne hikmetse, Peygamberlerde bile olmayan şeyler bunlara olur! Hatta anlattıkları hikayelere bakınca iman etmek için sorgulamaya, çabalamaya bile gerek olmadığını göreceksiniz. Arkadaşlar bu kerametçilerde, hurafe ve cehaletten başka hiçbir şey yoktur. Ehli keyiflerin kaçışları... Hep kaçış. Boşa zaman harcama ve harcatma uzmanları. Farkları nekrofili örgütünün üyeleri olmaları. D. Suçları ve Görevleri Allah’a Atmak Hırsızlıktan, ki çoğunlukla kendilerinin de dahil olduğu hırsızlıktan, korkunç bir ekonomik kriz yaşanıyor. Cehalet ile alınan yanlış kararlar ile insanlar boğuluyor. Bunları yapanlara dokunamıyor da suçu Allah’a atıyor. “Allah bizi sınıyor” diyor. Sanki ortada bir kaza varmış gibi. Bir ülke başka bir ülkeyi soykırımdan geçiriyor. Görevi Allah'a atıyor. “Allah onları kahretsin” diyor. Hayır kahredecek olan sensin. Güçlü olacaktın ve anında müdahale edecektin. Güçlü olmak için teknolojik ve bilimsel konularda ilerlemiş olman gerekiyordu. Yaptın mı? Hayır. Peki ne yaptın? Boşa vakit harcadın. Aklını kullanmadığını, ezbere yaptığını fark ettiğin konularla zaman öldürdün. Şimdi bunun sonuçları ile karşılaşıyorsun ve hemen görevi Allah’a atıyorsun. Görevi atıyor ve kaldığın yerden hayatına devam ediyorsun. Hayır kabul etmiyorum. “Allah kahretsin” diyemezsin. Kendi kendini düşürdüğün bu kötü durumu, dini bir ifade kullanıyormuş gibi yaparak örtmeye çalışamazsın. Sen nesin biliyor musun? Sen hayatı boyunca bomboş işlerle uğraşan, dinle uğraşması,
ibadet etmesi bile en temelde “ezbere iş yapma” olan, ezbere iş yapmak olduğunu
hissettiği herhangi bir işi hangi motivasyonla yapıyorsa aynı motivasyonla
ibadetleri yapan, aklını kullanmanın hiçbir aşamasında yer almak istemeyen, tüm bunların sonuçları ile
karşılaştığında ise Nekrofili yapan birisin. Bu kadar. Sonuç “Ben tarihte yaşamış iyi olarak damgalanmış insanların isimlerini söyleyip duruyorum. O zaman onların zamanında yaşamış olsam onlarla birlikte hareket etmeyecek miydim?” Onlara düşmanlık etmiş kötü insanlardan da bahsediyorsun ya. Onların sıfatlarına, yaptıklarına bak, bir de kendi yaptıklarına bak. Kararını kendin ver. Ha ama keşke dediğiniz gibi olsaydı… Keşke tarihte yaşamış başarılı ya da mağdur ya da buna benzer makbul özelliği olan insanların isimlerini söylediğimizde onların başarılarına, mağduriyetlerine, çektikleri iddia edilen acılara ortak olmuş olsaydık. Böyle sıcak odalarda bol bol isim zikretmelerle bağ kurabilseydik. Hem de günümüzdeki riskli konulara hiç bulaşmamış olurduk. Ama olmuyor. Olmadığı gibi konu istismara giriyor. Bunun sonucunda taraftarı, parçası olunan tek örgütün Nekrofili Örgütü olduğu ortaya çıkıyor. Hukuki jargona uygun olarak ifade etmek çok zor olacaksa da, çok fazla mensubu olan bu örgüte karşı yasal düzenleme şarttır. Önce Nekrofilinin tanımı, yazının başında yaptığımıza benzer şekilde genişletilmeli ve bununla bağlantılı olarak bir yasal düzenleme yapılmalıdır, diyerek bitirelim. Bitirirken, seni, sadece yaptıklarının ifade ettiğini tekrardan vurgulayıp uzun uzadıya yazdıklarımızı kısaca özetleyelim. İcraatta Yezid’in yandaşı, lafta Hasan’ın, Hüseyin’in. İcraatta Zararlı Cemiyet’in askeri, lafta Mustafa Kemal’in. İcraatta Ebu Cehil’in yoldaşı, lafta Hz. Muhammed’in. Güzel gidiyoruz, konu dışı 2 tane daha yazayım. İcraatta kimsenin şahsına geçmemesi gereken kamu mallarının yağmalanmasına göz yuman, hatta destekleyen hatta yağmadan kendine pay düşsün diye uğraşan, düşmediğini görünce zırlayan kısaca icraatta yağmacının önde gideni ama lafta ırmağının akışına ölen. İcraatta “kapitalist, emperyalist” dediklerinin kongrelerinden kendileri için kaç para ayrılacağı haberini büyük bir heyecanla bekleyen, lafta “kapitalist, emperyalist” dediği ülkelere karşı olduğunu söyleyen. |
at 20:58 0 comments
Labels: Genel