24 Temmuz 2023 Pazartesi

Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık

Okuyucunun, "Önleyici Mahiyette İdam Cezası” yazısının okuduğu varsayılmaktadır.

Terör örgütlerinin ya da terör örgütü olma yolunda emin adımla ilerleyen çeteleşmelerin lider diye sundukları adamları pazarlamaya çalışan örgüt mensupları, meşrebine göre bu işi ya çoğunlukla şarkılar, şiirler eşliğinde olmayan mağduriyet hikayeleri ile duygusallığa bağlayarak, ya da diğer meşrepten ise altı bomboş, hiçbir zaman doğrulanamayacak keramet, doğa üstülük hikayelerine bağlayarak yapmaya çalışırlar. Elde somut, övülecek hiçbir şey olmadığından, bunun eksikliğini anca böyle belirsizliğe çekerek kapatmaya çalışırlar.

O zaman hangi aşamasına bakarsan bak -ister din sosuna batırılmış olsun ister olmasın- bütün yağmacı çeteler aslında temelde aynı davranışı sergilemektedir. Onun için biz de bu konuda hem sağ-sol kurgusu üzerinden kurgu söylem geliştirmeye çalışanları hem de din sosuna batırılmış çeteleri ister istemez hedef almış olacağız. Çünkü bir tarafın şiirlerle, şarkılarla öteki tarafın keramet (çoğunlukla Allah’a iftira atma eylemi) üzerinden ilerliyor olması sizi şaşırtmasın, hepsi aynı yolun yolcusudur. Onun için birini hedef alınca ister istemez ötekisini de hedef almış oluyorsun.

O zaman konumuza altın değerindeki soruyu sorarak başlayalım.

En tepeden an alta kadar bu derece kötü durumda olan oluşumlar nasıl oluyor da bu kadar büyüyebiliyor?

Cevap: Para çarkı kurmayı başararak.

Buna geleceğiz. Ama önce terör ile mücadelenin aşamalarını yazarak başlayalım.

Terör örgütleri ile ya da henüz terör örgütü vasfı almamış olsa da o yolda emin adımlarla ilerleyen örgütlerle mücadele 3 aşamadan oluşmalıdır.

1. aşama, örgütlerin avam bağlarken kullandıkları söylemin hedef alınmasıdır.

Bu da 2 alt aşamaya ayrılır.

Birincisi, söylem namına dayandıkları noktanın herhangi bir gerçekliği olup olmadığına bakılır. 2006 yılından beri bu tip avam oluşumlarla uğraşan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, bugüne kadar hangisine baktıysam, hiç sekmedi, bu örgütlerin kendilerini dayandırmaya çalıştıkları “söylemlerinde(!)” yalandan başka bir şey bulabilmiş değilim. Örneğin sadece kurgu bir terminolojiden ibaret olan sağ-sol söylem ya da yalandan da öte aslında Allah’a iftira mahiyetinde olan keramet muhabbetleri…

Peki bu muhabbetler için yasal çerçevede nasıl suçlama ve cezalandırma gerçekleştirebiliriz?

Keramet muhabbetleri için söylüyorum, eğer devlet yapısı “İslamiyet hak dindir” ilkesini benimsemiş olsa işimiz kolaydı çünkü hiçbir zaman hiçbir yerde ispatlanmamış bu keramet muhabbetleri, en temelde çoğunlukla Allah’a iman etmek (mantığını kurmak) istemeyenlerin Allah’a iftira atarak bu işten kurtulmaya çalışması olduğundan ve işin içinde çoğunlukla Allah’a iftira etmek olduğundan bu keramet muhabbetlerini çıkaranlar oldukça sert bir cezalandırmadan geçirilir konu kapanırdı. Fakat mevcut düzende bunu yapamıyoruz fakat yine de elimiz kolumuz bağlı değil. Bu, canlı kanlı yaşayan insanlar hakkında, örgüt mensupları tarafından anlatılan ve hiçbir zaman ispat edilmemiş doğa üstülük muhabbetleri, dezenformasyon ve kitleleri yanlış yönlendirme kapsamına alınır ve cezalandırma süreci gerçekleşir.

Peki öteki taraftakiler ne olacak? -ist’leyenler?

Onlar da kullandıkları sözcüklerin tanımını yapmaya mecbur bırakılır. Öbür türlü yine bu olay dezenformasyon ve kitleleri yanlış yönlendirme kapsamına alınır ve cezalandırma süreci gerçekleşir. Böylece, kapitalist, sosyalist, komünist, faşist, zartist, zurtist diye -istlemeye başlamadan “ben bunları söylüyorum ama sorsalar tanımını yapabilecek miyim bunların? Hiç tanımları yapılmış bunların?” diye düşünerek konuşmaya başlar. Ve bir anda ortalık sessizliğe bürünür. Çünkü bu, kimi insanların yıllar yılıdır orada burada kullandıkları bu söylemlerin baştan sona kurgu bir terminolojiden ibaret olduğunu anlamalarına vesile olur.

İkinci alt aşama ise, bunların herhangi bir gerçekliği olsa da zaten kendilerini bağlayan hiçbir şeyin olmuyor olmasının anlatılması. Buna herhangi bir yasal düzenleme getirilemez ama kitlelere uyarmak için çalışmalar yapılabilinir. Bu konu ile alakalı yapılacak çalışmaların hemen her versiyonu sanıyorum encodeum çatısı altında yapıldı. Bilenler bilir.

2. ana aşama ise para çarkını hedef almaktır. 

Dünyada bütün suçlar en temelde hırsızlıktır. Hırsızlık ise 2 türdür. Birincisi herkesin suç olarak gördüğü çalma faaliyeti. Cezalandırma tam olarak suçu karşılamıyorsa da dünyada bununla ilgili yasalar bulunmaktadır. İkincisi ise yasaların arkasına sığınılmış, arkasına yasaları almış çalma faaliyeti. Örneğin kıyak emeklilik. Kıyak emeklilik en temelde hırsızlıktır ama yasaldır. Adil değildir ama yasaladır. Yasal olan her şey adil olacak diye, suç olmayacak diye bir şey yoktur. Genelde bu yasal çalmalar siyasi parti tabelalarının oy almak için yaptıkları suç kapsamında değerlendirilmesi gereken vaatlerinden kaynaklanmaktadır.

Dünyada mevcut yasalar çerçevesinde terörün finansmanlarına müdahale edildiği için ben burada bir kolay para kazanma yolu olan siyaset üzerinden dönen para çarkını kırmak üzerine bir şeyler yazacağım. Yani yasal hırsızlığı hedef alacağım.

Örgütler siyaset içindeki kolay parayı elde etmek için ne yaparlar?

Siyasi parti tabelası açarlar, seçime girerler. Muhalefeti garantileyebilirse, hazine yardımı alırlar. Amaçlarına ulaşmış olurlar. Eğer belediye vs. gibi bir kurumları da ele geçirebilirlerse, örgüt militanlarına ya da yakınlarına iş ayarlayarak o devlet mekanizmasını da istismar ederler. Bunların hepsi yasal hırsızlıktır.

Aslında bu durum, daha önce anlattığımız, dijital ortamda oy verilen ve verilen oyların da kaydı tutulan yani seçmenin verdiği oyun sorumluluğunu aldığı ve cezalandırma sürecine katılacağı seçim sistemi ile sorun olmaktan çıkacaksa da yine de gözden kaçabilecek durumlar için yapılabilecek bir şey daha var.

Duyuyorsunuzdur “kardeşi bilmem kaç kişiyi öldüren teröristin abisi şu belediyede işe başladı” diye. Olay şöyle gerçekleşiyor. Anaları bir 14 tane doğuruyor. İkisini terör örgütüne veriyor ve öldürülmelerini bekliyor. Öldürüldükleri haberi geldikten sonra, bunların ele geçirmeyi başardıkları kurumlarda öldürülmüş teröristin yakınlarına iş ayarlanıyor ya da bir şekilde bu kurumlar üzerinden aileye para aktarılıyor.

Yapılması gereken şu: Devlet dairelerine, kamu kurum ve kuruluşlarına, iştirak şirketleri dahil belediyelere personel alımında güvenlik soruşturması istenmeli (adli sicil kaydı değil, güvenlik soruşturması), bir kişinin kendinden yaşça küçük birinci dereceden yakını terör örgütüne katılmışsa bu kurumlarda çalışmasına izin verilmemelidir. Neden birinci dereceden akrabalık bağı olanların tamamı değil de yaşça küçük olanlar. Çünkü örneğin abilik kardeşlik ilişkisinde küçük kardeş büyüğün sorumluluğunu almak zorunda değildir. Ama ana, baba ya da abi, abla küçükten sorumludur. Bu akraba araştırması kuzen bağına kadar inilebilir.

Burada bu anlattığımız cezalandırma durumu, ana, baba, abi, ablanın; kardeşin veya evladın terör örgütüne katılımına engel olamadığı durumlar için geçerlidir. Eğer örgüte katılımına teşvik tespit edilirse, burada teşvik edenlerin tamamının “Önleyici Mahiyette İdam Cezası” kapsamında idamlarının gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Peki gerçekten ana, baba, abi, abla; kardeşin veya evladın arkadaş gazıyla örgüte katılmasına hâkim olamamış ise bu durumda haksız yere cezalandırılmasın diye bir şeyler yapılamaz mı?

Herkes çocuğundan veya küçük kardeşinden sorumlu oluyor olsa da yine de yapılabilecek bir şey var.

Burada akrabalıktan reddetme durumu üzerinden bir yumuşatmaya gidilebilinir.

Örgüte katılmış kişinin sorumluluğunda olanlar, şahsın yaptıklarını tasvip etmediklerini göstermek için, e-devlet üzerinden şahsı akrabalıktan reddederler. Bunun geri dönüşü olmadığı gibi, eğer ilgili şahısla, ona fayda sağlama bağlamında, herhangi bir şekilde görüştükleri tespit edilirse ve herhangi bir teşvikte bulunmadı ise eğer devlette çalışıyorsa yine iş akdi son bulur, eğer teşvik ve takdir ettiği anlaşılırsa idamı gerçekleşir.

3. aşama ise, “sempatizanın tek muhatabı askerdir” ilkesini işletmektir. Bu aşamada, örgüte katılmak isteyenlerin, tüm masrafları karşılanarak sınır ötesinde, istedikleri yere bırakılmaları sağlanmalıdır. “Örgüte katılacağını” beyan etmediğinden hiçbir şey ile suçlanamayacağını ve o anda üzerinde silah olmadığından hiçbir şey de yapılamayacağının garantisi verilerek bu süreç işletilmelidir.

Üniversiteler başta olmak üzere sağda solda örgüt sempatizanlarının gayet keyifli ve sorumsuzca bir yalanına bin katarak, bir yalanını başka bir yalan ile kapatarak nasıl da insanlara ızdırap olduklarını hatta insanları tehdit ederek rahatsız ettiklerini görmekteyiz. Burada çetecilerin şehirlerde, okullarda milleti, milletin çoluk çocuğunu teröristçilik oynayarak taciz etmelerine engel olmak nihai hedeftir. Çok meraklıysa buyurur çıkar dağa. Katılım ücretsizdir. Tüm masrafları karşılanacaktır.

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Önleyici Mahiyette İdam Cezası

2008 – 2012 yılları arası yakın dönem Türkiye tarihinin en karanlık dönemiydi. Cehalet her tarafı sarmış; biri narko, diğeri ise sözde din üzerinden ilerleyen iki terör örgütü her tarafa egemenliğini kurmuş; altı bomboş beş para etmez iddiaları ile ortalıkta carcar geziyorlardı. Bilenler bilir bilmeyenler için olayın vahameti anlaşılsın diye söylüyorum, öyle bir dönemdi ki tam 4 yıl boyunca sayısız insan hakkında sayısız iddiada bulunuldu. Yahu bir tanesi doğru çıkmaz mı! Tek bir tanesi ama tek bir tanesi bile doğru çıkmadı. Öylesi bir kabus dönemden bahsediyorum. Bunun paralelinde ise bu alçaklığa, bu ahmaklığa karşı ses çıkarması gerekenler de pek ses çıkarmıyor, “bana dokunmadıkça sorun yok” mantığı ile olabildiğince ehli keyif olarak günleri geçirmeye çalışıyorlardı. 

Ortalığın tamamen sindiğini, yalan olduğunu bile bile söyledikleri beş para etmez iddialarına itirazın gelmediğini gören terör örgütü mensupları, bu akıl tutulmasına, bu itirazsızlık durumuna kendileri bile inanamaz bir halde azıttıkça azıtıyorlar; sınırları nereye kadar zorlayabileceklerini kontrol ediyorlardı. 

İyi de bu noktaya nasıl gelinmişti?

Bu noktaya şöyle gelindi: 80’li 90’lı yıllarda ana baba olanlar çocuklarını “aman siz hiçbir şeye karışmayın” telkinleri ile yetiştirmiş; ehli keyif olmak insanın işine geldiğinden, çocuklar da bu telkine çok itiraz etmemiş; sorumluluk alınması gereken, riskli hiçbir konuya girmemeleri gerektiği akıllarının bir köşesine yazılmış bir halde, 80’li 90’lı yıllarda güvenlik ve huzur içinde harika bir çocukluk dönemi geçirmişlerdi. Bu süreç tabi ki de bir fiyasko ile sonuçlanacaktı.

Peki neden 80’li 90’lı yıllarda ana baba olanlar çocuklarına “hiçbir şeye karışmayın” telkininde bulunuyorlardı?

Çünkü 60’lı 70’li yıllarda ortalığı karıştıran, şu anda ne kadar çabalansa da niteliksizlikleri yüzünden bir türlü efsaneleştirilemeyen kendisine "solcu" diyen (bir kısmı ilgi budalası, harcanmış; diğer kısmı ise niteliksiz dolandırıcı) insanları bizzat görmüşlerdi.

Onların ne kadar niteliksiz, ne kadar cahil olup da ne yapıyorlarsa sadece ilgiye olan açlıklarını, ünlü olma isteklerini siyasi arena üzerinden tatmin etmek için yaptıklarını biliyorlardı. Ayrıca bunun için nasıl da büyük büyük konuşan insan taklidi yapmaya çalıştıklarının da farkındaydılar. Bu uğurda her köşe başına açtıkları siyasi parti, dernek tabelaları da cabasıydı. Aslında iş versen iş yapamayacak, hiçbir konuda işe yarayamayacak durumdaki o insanların nasıl da ortalığı karıştırdığını, bugünlerde şarkılarla şiirlerle efsaneleştirilmeye çalışılıp bir türlü başarılamayan bu tiplerin nasıl da boş beleş bir şekilde harcandıklarına gözleri ile şahit oluyorlardı. Elbette çocuklarının da bu duruma düşmesini istemiyorlardı.

Onun için hiçbir şeye karışmamalarını tekrar tekrar telkin ediyorlar, bunun sonucunda o yılların çocukları hiçbir şeye bulaşmayan halleri ile huzur ve güvenlik içinde çocukluklarını geçiriyorlardı.

Peki neden 80’li 90’lı yıllarda güvenlik ve huzur içinde bir çocukluk dönemi yaşandı?

Çünkü yakın dönemin en büyük devlet adamı Kenan Evren, sorumluluk alıp, ne köy ne kasaba olur, sırf ilgi açlıklarını tatmin etmek için ortalığı karıştırmaya çalışan, cehaletleri paçalarından akan bu ilgi delilerinin kökünü kazımıştı.

Buradan şunu anlıyoruz ki; gücü eline alan bir kişi faydalı olma niyeti ile sorumluluk alıp, korkusuz bir şekilde, adaleti tahsis etmeye çalışıp, suçluya hak ettiği cezayı kestiğinde yıllar yılı huzur içinde yaşanabiliyordu. Yani her daim yapılması gereken en önemli şey: Suçluya hak ettiği cezayı veren sistemi kurmak.

Fakat bu durum, rahata fazla alışan insanların sorumsuzca davranmaları yüzünden kötü bir şekilde sonuçlandı. Dediğimiz gibi ebeveynler çocuklarına, örgütlenmeler tarafından harcanmasınlar diye, -ki oraların insan harcama merkezleri olduğunun herkes bilinçaltında farkındaydı-, hiçbir şeye karışmamalarını telkin ettiler. Bunun neticesinde, sorumluluklarının bilincinde, ahlaklı, dürüst insanlar tarafından doldurulması gereken kadrolar boş kaldı. Boşluğu terör örgütü militanları kadrolaşarak doldurdu. Zaten en başta ahlaksız oldukları için o örgütlere girmişler, aynı tutarlılıkla ahlaksızlığa devam edip "Beni bu konuma onlar getirdi. Onlar ne derse yaparım" diyerek tüm devlet mekanizmasını çökerttiler. Sonuç tam bir fiyasko oldu.

Hatta bu durumdan hala ders çıkarılmadığına şahit olmaya devam ediyoruz. Bugün Türkiye’de umut bağlanan, medet umulan tiplere bakıyorsun. Ortalık, hiçbir kutsalı olmayan cahil şovmenlerden; kendisine sıfat takılsın, kendi efsanesini yaşasın diye yanyana gelmediği kimse kalmamış tiplerden; işlemediği suç kalmadığından cezalandırma hukuku hakkında konuşamayacağının farkında olan güç sahiplerinden geçilmiyor. 

Yani neymiş? Eğer hiçbir şeye karışmazsan, günün sonunda kendini cahil şovmenlerden ya da muhalefeti dolayısıyla hazine yardımını garantileyip terörist beslemelerini doyurma ve onlara da kendini övdürme derdindeki mezhepçilerden medet umar bir halde bulurmuşsun.

Onun için 80'li 90'lı yıllarda doktor, mühendis vs olmak için çabalayan sınıfın çalışkanları, fedakarca mücadele edilmesi gereken siyasi kadroları boş bıraktıkları için, "dur şu siyasi parti tabelasına yakın durayım, bir şeyler ayarlarız" diyen sınıfın çok da çalışma derdinde olmayanlarından medet umar bir halde buldular kendilerini. Bu tip insanlardan medet umuluyor olması mı daha kötü yoksa bunların, tesadüfen bir yerlere geldikten sonra "Dur şimdi filmlerdeki gibi, 'ideallerimiz için yaşar, davamız için ölürüz' tadında cümleler kurayım" diyerek yaptıkları konuşmalara şahit olmak mı daha kötü, karar vermek çok zor. Ve bugün, bu durumdan hala ders çıkarılmadığına şahit olmaya devam ediyoruz. 

Az bir insan hariç, insanların büyük bir kısmı şeytanın kurduğu bu dünya düzenin tadını çıkarmaya çalışıyor. Kimisi başarıyor, kimisi başaramıyor. Başaramayanlar ise bir gün tadını çıkaracakları umudu ile ömür tüketiyor.

Şeytan ise kurduğu bu dünya düzeninde iki şeyin bozulmasını istemiyor.

Bir, kontrolsüz üremenin kontrol altına alınmasını. Hemen hemen bütün kötülüklerin ana kaynağı budur.

İki, hiçbir cezalandırmanın olmadığı sözde cezalandırma(!) hukukunun hedef alınmasını. Suçlunun hak ettiği cezayı almadığı bu düzen şeytanın gücünü aldığı yerdir.

O zaman biz onun gücünü alığı yeri hedef almaya devam edelim. Sizler de bunları hedef alın. Bundan başka bir konunuz olmasın.

Böyle olalım ki, kendi efsanesini yaşayamaya çalışan, muhalif(!) pozisyonunu koruyarak hiçbir riskli konulara girmeden, ilgi açlığını tatmin eden nitekliksizlerden medet umar bir halde bulmayalım kendimizi. Bunların sadece vakit kaybı olduğunun ayrımına varalım. Bunlardan medet umuyor olmanın ne kadar büyük bir utanç olduğunu anlayalım.

Hakikati söyleme konusunda korkusuz olmak, yadırganmaktan korkmamak gerekiyor. Biz öyle yapmaya çalışalım ve hakikati söylemeye devam edelim.

Kontrolsüz üremenin kontrol altına alınması ile ilgili çalışmalarımızı yaptık. Yayınladık.

Kaydı tutulmayan seçim sistem sistemine karşı da çalışmalarımızı yaptık. Yayınladık. 

Cezalandırma hukuku üzerine de bir sürü çalışma yaptık. Yayınladık. Ama yetmez. Yapılması gereken en önemli işi yapmaya yani cezalandırma hukukunun üstüne gitmeye devam etmek gerekiyor.

Gidelim o halde. 

Bu uzun girişten sonra konu başlığımıza başlayalım.

Birisi, başka birini kasıtlı olarak haksız yere öldürdü ve bunun sonucunda adaletin sağlanması bağlamında kesinlikle yapılması gereken şey olan idam cezası uygulandı diyelim. İyi de uygulanan idam cezası öldürüleni geri getirir mi? Getirmez. Peki o zaman neden bir katili idam edelim ki? Olan olmuş.

“E o zaman katiller cezalandırılmasın mı?” diyebilirsiniz. Elbette idamla cezalandırılsın ama önemli olan kişi suçu işlemeden cezalandırmayı gerçekleştirmedir. Hiç kimse bir anda karar vererek birini öldürmez mutlaka bunun öncesinde aralarında bir şeyler geçmiştir. Yani yapacağı şey ile ilgili mutlaka sinyaller verecektir. Bu süreci, verilen sinyalleri takip ederek masum katledilmeden idamın gerçekleştirilmesi gerekiyor. Yani olay olmadan; masumu koruma, suçu önleyici mahiyette idam cezasını gerçekleştirmeliyiz. 

Hatta bir katili idam ile cezalandırmanın mantığı, sadece öldürmenin bedelini ödetme değil, “bir kere öldürdü ise bir kere daha yapabilir” olmalı yani önleyici mahiyette olmalıdır. Bu şekilde yapma, birilerini öldürme niyetinde olanların bu işten hapis yatarak kurtulamayacaklarını gösterme olarak ekstra bir fayda ile gelecektir.

Yani idam cezası her daim önleyici mahiyette uygulanmalıdır. Bu mantığı genele uyguladığımızda, idam cezası sadece öldüreni değil, öldürmeye niyet edeni, ölüme gidişin yolunu yapanları da hedef almalıdır.

O zaman, örnek olması bağlamında idam cezasının uygulanması gerekli durumların bir listesini yapalım.

1. Kasıtlı olarak haksız yere insan öldürme durumunda.

Ayrıca katilin yakın çevresi ile irtibatına bakılır. Onu destekleyen, cesaretlendiren birileri var ise onlar da idam edilir.

2. Tehdit edilme durumunda.

Kimse kimseyi tehdit edemez. Niyet eden yapmış gibidir prensibi uygulanır. Bir şahıs, tehdit edildiğini gösterebilirse, tehdit eden idam edilir. Tehdit geçene, idam tamamlanana kadar ilgili kişi açılacak sığınma evlerinde, gerekirse çocukları ile birlikte bütün masrafları karşılanarak misafir edilir. Önce tehdit edenin idamı gerçekleşir. Daha sonra çevresi ile ilişkisi kontrol edilir. Onu destekleyen, cesaretlendiren birileri var ise onlar da idam edilir.

Bunun sonucunda herkes kimin ile arkadaşlık yaptığına dikkat eder. Tehlikeli adamlar ile takılıp o işten kurtulma ortadan kalkar. Bu şekilde çeteleşmelerin de önüne geçilir.

3. Tütün, alkol, kenevir vs. gibi maddeleri kullanmayan birine bunları ikram etme veya satma durumunda.

Bir insanı ölüme götürme de idam ile cezalandırmalıdır. Bu bağlamda madde bağımlılığı olmayan bir insana bağımlıklık yaratan maddeleri satma veya ikram etme de idam ile cezalandırılmalıdır.

İyi de bir insanın tütün, alkol vs kullanıp kullanmadığını nasıl tespit edebiliriz?

Çok kolay. E-devletten kendi beyanı ile. Kişi e-devlet üzerinden bağımlılık yapan zararlı maddeleri kullandığını işaretler. Sigara, alkol satan işletmeler, satış anında şahsın girdiği bilgiyi e-devlet üzerinden kontrol ederek sigara ve alkol satışı yapar Bu bilgiyi girmemiş kişiye satış yapmak idam ile cezalandırılır.

Bir arkadaşına alkol ısmarlamak isteyen kişi de e-devlet üzerinden kontrol ederek ısmarlamayı gerçekleştirir.

Eğer bir hükümet sigara kullanan kişilere memuriyet vermek istemiyorsa da bu şekilde bunu rahatlıkla başarır. Ya da sigara içenlerin toplu taşıma araçlarını kullanmasını yasaklamak istiyorsa yine bu şekilde bunu rahatlıkla başarır.

Birisi devamlı olarak sigara alkol kullanıp kullanamama seçeneğini işine geldiği gibi "evet kullanıyorum", "hayır kullanmıyorum" şeklinde değiştirmesinin önüne nasıl geçilir? Önüne geçilmez bunu kaç defa değiştirdiğinin de sayısı tutularak istismar edip etmediğine bakılarak o yönde tedbir alınır. Örneğin 4 kere değştirdi ise kalıcı olarak "sigara kullanıyor" bilgisi işaretli kalır.

4. Belli bir sayıda suç kaydının oluşması durumda.

“Bilmem ne kadar suç kaydı olan kişi yeni suçunda yakalandı, adli kontrol şartı ile salıverildi” gibi haberleri kaç defa duymuşsunuzdur. Bir insanın adi suç kapsamında belli bir suç kaydı hakkı olmalı. Bunu aştığında idam gerçekleşmeli. Örnek olarak 4 suç kaydı hakkı olmalı. Beşinci suçu ne olursa olsun idamı gerçekleşmeli. Bu sayıyı zamanla daha da azaltabiliriz.

5. Adalet ve güvenlik kurumu çalışanlarının görevlerini istismar etmelerinde.

Hâkim, savcı, polis, asker olup belli başlı çetelerle bağı olanların, ya da örneğin birisi hakkında şikâyette bulundunuz ve şikâyet edilene, şikâyet edenin bilgilerinin paylaşılması gibi bir durum yaşandığında yapanın idamı gerçekleşmelidir.

6. Akıl hastalığı durumunda.

En baştan söyleyeyim, burada kesinlikle down sendromlu veya buna benzer durumdaki insanları kastetmiyorum. Psikopat durumda olup, hatta normal bir katilin bile yapamayacağı akıl almaz işkence metotları ile insanları öldürebilenleri hedef alarak yazıyorum. Biraz sonra açıklayacağım şeyi bu başlık altına yazmam illa ki idam olsun dediğimi de zannettirmesin. Ama onunla eşdeğer bir durumdan bahsedeceğim için bu başlık altına yazıyorum.

Öncelikle şunu söyleyeyim. "Cezai ehliyeti yoktur" kavramını kabul etmiyorum. Cezai ehliyeti olmama durumunu çocuk olma ve akıl hastası olma durumu için söylüyorlar. Katılmıyorum. Kasıtlı olarak suç işleyebilen herkesin cezai ehliyeti vardır. Sadece çocuk için şunu söyleyeyim. Suç işleyen çocuk bizzat cezalandırılmayacaksa bile ana babası cezalandırılır. Yine cezalandırılma gerçekleşir.

Akıl hastalığı konusuna gelirsek...  

Mevcut dünya düzeninde “cezai ehliyetleri yoktur” denilerek akıl hastası raporu almış insanların cezalandırılmalarının dahi önüne geçilmektedir. Biz burada bir adım önüne geçelim. Sadece, suç işledikten sonra cezalandırmaları sağlanmamalı, heyet kararı ile bu durumdaki insanlar suç işlememiş olsa bile dışarıya salınmasına engel olunmalıdır.

Bu madde en tartışmalı madde olacaktır. Ama birilerinin bu doğruyu anlatması gerekmektedir. Tekrardan söylüyorum, burada down sendromlu veya buna benzer durumdaki insanlardan bahsetmiyorum. Çivici katil vs. insanlardan bahsediyorum. Akıl hastanelerin hapishane bölümüne gidip, oradakilerin hangi tip yöntemlerle ne tip suçlar işlediklerini okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. İşte bu durumdaki insanların şiddet eğilimi göstermeye başlaması ile birlikte tıbbi rapor ile önleyici tedbir alınmasından bahsediyorum. Çünkü amacımızın masumların katledilmesini engellemek ve masumların katledileceği yolların hepsini kapatmak olduğunu söyledik. Bu noktaya giden sinyalleri takip etmek ve ona göre tedbir almaya mecburuz. Yazdığım alt başlıkların tamamı bu prensip gereği yapılması gerekenleri içermektedir.

Konunun daha iyi anlaşılması için akıl hastalığı konusu için bir örnek vermek istiyorum.

Diyelim bir psikopat sana veya bir yakınına kafayı taktı ve seni öldürmesi gerektiğini düşünüyor. Seni veya bir yakınını bir şekilde ele geçiriyor. Saatlerce, günlerce belki haftalarca süren işkenceden sonra öldürüyor. Sen neden böyle bir şey yaşayasın ki? Üstelik mevcut cezalandırma hukukunda bu gibiler için "cezai ehliyeti yoktur" denmesi de cabası...

Soru şu: Çivici bir katil var, şizofrenik bir şekilde senin ölmen gerektiğini düşünüyor ve seni bir yerde kıstırıp saatler süren işkence ile öldürecek. Bunu yapamaması için ne yapmalıyız? Yaptıktan sonrasını konuşmuyorum. Yaptıktan sonrası için zaten idamı olmalıdır. Ama önemli olan bu olmadan müdahale edebilmek. İşte onun için bu listeye "Akıl hastalığı durumunda" alt başlığını bir madde olarak ekledim.

Eğer ki bir insan bu durumdaysa, tıbben bunun teşhisi konabiliyorsa, idam şart değil ama idam ile eşdeğer bir durum olarak dışarı hiç salmamak gerekiyor. Cezai ehliyeti yok diyorsan, dışarı salamazsın. Başkaları ile aynı ortamda bulunduramazsın.

Dediğim gibi idam olmayabilir. Ama idam ile eşdeğer bir durum olarak dışarı salınması yasaklanmalıdır.

Suçlunun hak ettiği cezayı gördüğü bir dünya düzeninde yaşama ümidiyle...