16 Temmuz 2011 Cumartesi

Kimlik Bunalımı: Kalem - 13

(...)James Robson hakkında endişelerim yok. O çocuğu zaten pek umursamazdım. Onun aramızda bulunması gerçek inançtan ziyade kimlik bunalımından dolayı.(...)
OZ, Sezon 5 Bölüm 7
diyordu Schillenger'in üstadı, Robson'ın özel bir durumunu sorduğunda. Tabi üstadı gerçek inancın ne olduğunu, savunduğu şeyleri neye dayandırarak savunduğunu da izah etmesi gerekiyordu. Elde hiçbir genetik delil olmadan nasıl oluyordu da ırkçılık(siyah-beyaz) yapıyordu da kendisini unutup başkasını kimlik bunalımı ile itham ediyordu.

OZ dizisi için şahsi kanaatim şudur ki uzak ara dünya tarihinin bir numaralı yapımıdır. Dizideki diyaloglar, karakterler öyle sağlam seçilmiş ki, inanın izlerken insanı çok sağlam tefekküre sürüklüyor -aynı yukarıda yaptığım gibi-.

Dizi boyunca insanların devamlı olarak harcandığına, uyanıkların harcamak için ne numaralar yaptığına şahit oluyorsun. Kendi başına ayakta duramayan, birey olamayan, bir oraya bir buraya savrulan insanların yalnızlıktan korktuklarından dolayı nasıl çeşitli çıkar grupların oyuncağı olduğunu görüyorsun. Üstelik gördüğün şey ne kadar gerçekçi olsa da sonuç itibari ile televizyon dizisi olduğu için biraz da makyajlı sunuluyor. Gerçek hayattakinin daha avam daha mide bulandırıcı olduğunu bilmek ziyadesi ile üzüyor mütefekkirleri.

Gelin bu kimlik bunalımının zararlarını yaşadığım coğrafyada şahit olduğumuz bir mesele ile açıklayalım.

PKK adı altında uyuşturucu kaçakçısı bir çete uzun zamandır Anadolu'nun doğusunda faaliyet halinde ve uzun yıllardır yapılan mücadele sonucunda kimi zaman çok azaltılsa da bir türlü bitirilemiyor.

Neden?

Askeri zaaf mı?
Hayır alakası bile yok.

Pkk mensuplarının iyi "savaşçı"(!) olması mı?
Tabi ki hayır. Ayrıca ortada savaş yok ki savaşçısı olsun. Dünya üzerinde, sıfırı tüketmiş her silahlı grup gibi onlar da serseri mayın gibi vurup kaçmaya çalışıyor. Bir de değerli göstermek için buna isim koymuşlar. Gerilla mı ne diyorlarmış. Bu gerilla saldırısı denilen şey hiçbir hedefi kalmamış, daha doğrusu zaten hiç bir zaman müspet bir hedefi olmamış, silahlı grupların sadece karşı tarafa sorun çıkarmak, yandaşlarına ise sanki iş yapıyormuş gibi gözükmek için eli mahkum yaptıkları faaliyettir.

Neden eli mahkum neden yapmak zorunda sorusunun cevabı orada terörün neden hiç bitmeyeceği sorusunun da cevabı:

Çünkü kaçakçılık ve uyuşturucudan büyük rant elde ediyorlar ve bu kolay parayı başkasına kaptırmak istemiyorlar. O rantı yok etmeden o bölgede PKK'yı bitirsen, ZKK diye yeni bir tanesi anında türer.

Şu çok önemli ki bu tip avam grupların çıkardığı bu tip bir meselede yapılacak en büyük hata haydutların, haydutluklarını gizlemek için attıkları sloganlara itibar etmeye kalkmaktır ki, daha önceki iktidar dönemlerinde "bir avuç çapulcu" denilerek son derece isabetli bir sıfat ile anılan bu meselede yapılabilecek en büyük hatayı yapmıştır mevcut iktidar.

Evet düşülen hatanın neticesinde kısa yoldan para kazanma telaşındaki kaçakçıların şarlatanlıkları ile muhatap olunuyor bu günlerde. Ne büyük zulüm! Sanki sıradan adi suçlu değillermiş gibi hareket etme fırsatı veriyorsun ki avamın da ihtiyaç duyduğu şey işte tam budur. Kendilerini değerli hissetmek ve bazı gerçeklerin üzerini örtmek için yaptıkları şarlatanlıklar televizyonlarda yayınlanır olmuş. Belki de günahlarını, suçlarını unuttular yada unutmaya mı çalışıyorlar tam emin değilim ama -tekrardan ifade edelim- burada en büyük hata, hayatta başarısız olduğunun farkında, yalnızlıktan korkan, bir yerlere ait olmaya çalışan avamın muhatap alınması.

Kimlik bunalımı yaşayan avam bazen sağda durur bazen solda durur; bir o tarafa vurur bir bu tarafa. Saygıya deli gibi muhtaçtır ki nedeni kendisine saygısının olmayışıdır. Aslında daha doğrusu saygı duyulacak hiçbir şeyinin olmadığının farkındadır. Birazcık ilgi ile, birazcık romantizm ile yaptıramayacağın şey yoktur.

Bu yazıda konu ettiğim meselenin iki kavram üzerinde geliştiğine şahit oluyoruz. Birincisi bazen sağa bazen sola vuran, kimlik bunalımı yaşayan, manipülasyona son derece açık avam ve bu avamın verdiği zararları gizlemek için yaptıkları şeyleri muhatap almak ile düşülen hata. Bu zamana has bir konuyu örnek vermem elbette bu meselenin bu zamana has olduğunu düşündürtmemeli, kimlik bunalımı yaşayan insanlar ve bunların verdikleri zararlar insanlık var olduğundan beri vardır ve insanlığın başlangıcından beri tekerrür eden bu mesele aynı diğerleri gibi Kuran'da bildirilmiştir. Kalem 13'te. Ne ilginçtir insanların kafasında soru işareti bıraktığını gördüğümüz bu ayet aslında yaşanılan acı gerçeklerin kaynağını ve ne yapılması gerektiğini bize anlatıyor. ( Kalem - 13 Ayeti ile ilgili okuduğunuz başka yorumlar yorum sahibini bağlar)

10. Ayrıca, (6) yemin edip duran alçağa uyma,

6 - Lafzen, "Ve". Arkasından sıralanan manevi/ahlaki zaaf türleri, tabii ki, sadece, "arzu ve özlemlerine" hiçbir şekilde aldırış edilmemesi gereken insan tipinin örnekleri olarak anılmışlardır.

11.[yahut] iğrenç dedikodular yapan iftiracıya,
12.[yahut] iyiliğe mani olana, [yahut] günahkar zorbaya,
13.[yahut] ihtiraslarına esir olmuş zalime, (7) ve bütün bunların ötesinde [hemcinslerine] hiçbir faydası dokunmayana. (8)

7 - Utul terimi -atele fiilinden türetilmiştir: "[bir kişiye veya bir şeye] kaba ve zalimce bir şekilde davrandı"- kendisinde hem zulüm hem de ihtiras özelliklerini birleştiren kişiyi tanımlar; bu sebeple ikili bir karşılık bulmayı tercih ettim.

8 - Müfessirler, zenîm terimine birbirinden çok farklı yorumlar getirmişlerdir. Zenemeh isminden türetilmiş olan zenîm terimi, keçinin kulaklarının altında sallanan yumruları veya her iki gerdanı gösterir. Bu gerdanlar fizyolojik bir fonksiyona sahip olmadıklarından zenîm terimi, "lüzumsuz kimse" [veya "şey"] anlamında kullanılır (Tâcu'l-Arûs): başka bir deyimle, âtıl veya faydasız şey. Bu nedenle, yukarıdaki bağlamda bu terimin sosyal anlamda tamamen faydasız bir kimseyi tanımladığını kabul etmek, mantıkî bir varsayım olur.

Kalem Süresi 10 - 11 - 12 - 13

Tefsirde ifade edildiği gibi ve bizim de bir örneğine bu zamanlarda, yüzlerce örneğine ise tarih içinde şahit olduğumuz zenimlik(kimlik bunalımı), soy ile ilgili bir ifade değil; toplumların içinde hiçbir şeye faydası dokunmayan; ilimle, kendisini meşgul edecek şeylerle uğraşmadığı için kimlik bunalımının pençesine düşmüş ve çeşitli adi suç şebekeleri tarafından oyuncak edilmiş insanlarla ilgili bir ifadedir.

Burada ne ilginçtir ki Cenab-ı Hak zenimi zikrederken, ona [lafzen] uyma yani [lafzen] onu muhatap alma dediği de görülmektedir. Çünkü muhatap almazsan yaptığı hatayı görür ve ebedi cehennemden kurtulma şansı yakalayabilir. Öbür türlü, muhatap alındığını gördükçe zenimliğine daha da yapışacaktır.

Tefekkür edilirse inşallah bu ayetin çelişki uyandıracak bir ayet değil, tam aksine dünyadaki bütün zulümlerin ana kaynağına işaret eden ve o kaynağı nasıl etkisiz hale getireceğini gösteren bir ayet olduğu anlaşılır. Tabi anahtar nokta: tefekkür etmek.


Not: Bu ve bundan önceki yazılarımda defalarca söylediğim "hayatta başarısız olma"yı, sadece ve sadece ilim ve tefekkürle meşgul olamamaya bağlamaktayım. Ne dünyevi sıfatlar ne mal mülk ne de alınan/alınamayan diplomalar bizim için başarının kıstası değildir. Bu konu yanlış anlaşılmasın.

15 Temmuz 2011 Cuma

İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 1

Modern dünyanın sosyopolitik yapısının, doğru ve tutarlı bir analizi ile, sorunlarına çözümler üretilen nasıl daha ileri götürülebileceğini izah eden davadır ümmetçilik. İlk 2006 yılında kullanmaya başladım "ümmetçilik" ismini. Bu isim adı altında yazdığım, sonrasında kaldırdığım ilk yazı denemelerimde yapmaya çalıştığım, tanıma uygun olarak, modern dünyanın sosyopolitik yapısını doğru bir şekilde tanımlayan yazılar yazmaktı. Şimdi, bu seri ile hem ümmetçiliğin ne olduğunu, hangi kaynakları nasıl delil getirdiğini, hem modern dünyanın analizini hem de buna nasıl bir alternatif sunulabileceğini işlemeye çalışalım.

- Türk müsün?
+ Evet
- Delilin ne?

Neye göre Türksün neye göre Arapsın? Neye dayanarak söylüyorsun? Delilin ne?

Sizler bu sorunun cevabını düşünürken ben 2 farklı meseleye değineyim.

Bu yazıyı yazdığım şu günlerde, Türkçe olimpiyatları adı altında, anadili Türkçe olmayan insanlara Türkçenin öğretildiğinin sergilendiği bir tören düzenlenildiği konuşuluyor. Bu faaliyetin şölen havasında, canlı yayınlarla yapıldığını göz önüne alırsak, bu işe müdahil olmuş insanların, Türkçe öğretmenin marifet olduğunu düşünüyor ve düşünmemizi de istiyor olduklarını varsayıyorum. Bu vitrin çalışmasının, "himmet gecelerinde" para toplayan ve verenlerin karşılıklı bir bilinçaltı muhasebesi olduğunu görmek çok zor değil.

"Burslu olarak" aldıkları çeşitli ülkelerin fakir insanlarına Türkçe öğretildiğini gördüğümde aklıma şu soru geldi yahu bir insan niye Türkçe öğrenmek istesin ki?

Ben İngilizce öğrenmek zorundaydım. Bunu çok istemiyordum ama zorundaydım. Niye? Çünkü akademik ve teknik yayınların tamamı İngilizce yazılıyor. Yani İngilizce olarak yayınlanmış ve yayınlanmaya devam eden devasa bir külliyat var. Yani gerek teknik ilim gerekse de iş için gerekli. Türkçe olimpiyatları diye reklamı yapılan ve takdir edilmeye beklenilen romantik söylemden gerçek hayata dönüldüğünde söylem sahipleri de "İngilizce yeterliliği olan eleman aranıyor" iş ilanı veriyor.

Yada Arapça hatta belki İbranice öğrenmek isterim çünkü Arapça ve İbranicede kutsal bir külliyat var. Yada tarihe meraklıysan Latince öğrenmek isteyebilirsin Eski Roma'da da ciddi bir uygarlık bulunuyor.

İyi de Türkçe'de ne var? Ne amacı olabilir bir insanın Türkçe öğrenmede? Türkçe bir yayın yok, çalışma yok. Hadi Osmanlı Uygarlığı desen, onun külliyatı da Osmanlıca. Okumaya, anlamaya imkan yok. İş imkanı desen, öyle uluslararası bir sektör zaten yok. Olamaz da zaten çünkü -dediğimiz gibi- uluslararası geçerliliği olan bir sektör için eşsiz akademik çalışma ve yayınlara ihtiyacın var. Onu da dünya üzerinde nerede olursan ol İngilizce yapıyorsun.

Bir de, öğretenlerin bahane olarak sunduğu "Türkiye'yi dünyaya tanıtma" yada "Türkiye'yi seven sayan insanlar yetiştirme" gibi sözlerine baksak, acayip bir durumla karşılaşıyoruz ki. O da bunu diyenin "Sen İngilizce'yi öğrenirken, İngilizlere karşı sevgi saygı mı besledin?" yada "Fransızlara karşı sevgi saygı beslememenin nedeni Fransızca bilmemek mi" Yada "Bir insan Türkçe öğrendi diye Türklere sevgi saygı besleyecek de, Yunanca öğrendiğinde de Yunanlara mı beslemeye başlayacak" sorularına ne cevap vereceği. Bir cevap verecek değil. En başta dediğimiz gibi mesele sadece yardım toplayanların "bakın faydalı işler yapıyoruz vitrinini göstermesi"...

(En başta sorduğum sorunun cevabını tefekküre devam edelim. Neye göre Türksün? Neye göre Yunansın? Elinde var mı bir genetik delil?)

Romantizm üzerine, avam davranışlar üzerine çok fazla yazı yazdım tekrardan tanımları ile uğraşmayacağım. Bunlara örnek olabilecek cinsten bir yapılanmanın ismi geçiyor yıllardır. Terör örgütü bile olmayı başaramamış uyuşturucu kaçakçısı bir örgüt, pkk.

Adi suçların bin bir türlüsünü işlemiş insanlardan müteşekkil; kaçakçılıktan, uyuşturucudan iyi para kazanılması neticesinde palazlanmış bir oluşum. Birazcık kurcalayınca, bağıra çağıra söyledikleri şeylerin sadece boşluğun gürültüsü olduğunu anlıyorsun. E tabi, utancı slogan atmadan bastıramazsın.

-Şaka gibi- Lider(!) diye ortaya sürdükleri şarlatanların yazdıkları şeyleri birazcık zorlayınca patır patır dökülüyor. Söyledikleri şeyler hiçbir soruna cevap olmuyor. Çünkü ortada sorun yok.

Kendilerinin bile söylerken inanmadığı kurgu sorunlar(?) yaratıp bunlara çözüm(?) bulan insan imajı çizmeye çalışmaları. Avamın ucuz kahramanlığı. Kurgu ideolojilerin kurgu sorunlara kurgu çözümler.

Okulda dersten, öğrenmekten kaçanlar, hiçbir halt olamadığını anlayınca dağa çıkıp uyuşturucu kaçakçılarının uşağı olmuş da bunu saklamak için "anadilde" eğitim istiyoruz gibisinde, bir şeylerin söyleminde bulundukları görüntüsü vermeye çalışıyorlarmış. Karşımdakine "Yok hayır istemiyorlar" deyince şaşırdı, "bir şeyi istemek başka şey istediğini söylemek başka şeydir" dedim, biraz kafası karıştı. Tüm dünyada eğitimin dili İngilizceyken bunların uyuşturucu kaçakçısı olduklarını gizlemek için uydurdukları kurgu isteklerin neyini, kim muhatap alıyor anlamıyorum. Avamın neyini kim muhatap alıyor yahu. Bu şarlatanların söylediklerini yazıp rezilliğini göstermek bile bizler için utanç verici. Diğer yazılarımıza hakaret etmek gibi.

Hayatta başarılı olamamış, eğitim seviyeleri son derece düşük vasıfsız insanların uyuşturucu tacirlerine uşak olması. Bu kadar. Ha tabi her uşak gibi onların da karınları sahipleri tarafından doyuruluyor. Onlar uyuşturucudan, haraçtan, hırsızlıktan paraları topluyorlar, sonra o paralar devasa silah şirketlerine yatırılıyor ve dinamo çalışıyor. Kapitalizmin dinamosu. Liberal dünyayı ayakta tutan romantik söylemlerle gaza getirilmiş soytarı sürüsü.

Şimdi ana konumuza geri dönelim.

Şimdi yeni bir soru. İnsanları nasıl kimliklendireceğiz?

İnsanı diğerlerinden ayıran belli başlı özellikler vardır. Cinsiyeti, rengi, ebeveyni, dili ve dini.

Bunlardan dört tanesinin ayrımcılığını yapmak haram fakat bir tanesi helal ve insan fıtratına uygun olandır. O da din ayrımcılığı. Din insanın seçtiği yoldur(sadece İlahi dinler anlamında söylemiyorum, ateizm bile bir dindir sözünden hareketle bunu söylüyorum) ve kendi sorumluluğundadır. İnsanları seçtiği yol ile itham ederiz ve ayrımcılığını yaparız.Fakat insanın kendine seçtiği yol değişken olabilir. Bir gün bir şeyin peşindeyken ertesi gün bırakabilir. Dolayısıyla din kimliklendirme için uygun değildir.(savaş hali hariç)

Cinsiyet'in genetik delili vardır ama sadece iki cins olduğu için belirleyici faktör olarak alamayız.

Rengin de genetik delil vardır ama bunu da belirleyici olarak alamayız.

Dilin genetik delili yoktur. Gene belirleyici olamaz.

Geriye tek bir şey kalıyor o da ana-baba ve ismi. Bu kimliklendirme doğru ve sağlıklı olandır.

Şimdi en baştaki soruya geri dönelim ve cevabını verelim.

- Neye göre İngilizsin? Delilin ne?
- Neye göre Fransızsın?
- Neye göre Türk'sün?

Cevap: Konuştuğum dile göre Türk'üm.
(...)Renkler ve diller Allah'ın ayetlerindendir(...)
Rum - 22
Renginiz ırkınızı diliniz kavminizi gösterir. Renk sabittir. Dil ise değişkendir.

Toparlayalım.

a. Renginiz(siyah, beyaz, kızıl) ırkınızdır, ayrımcılığı ırkçılıktır. Haramdır.

Delil:
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır
- Veda Hutbesi -
b. Diliniz(Türk, İngiliz, Arap) kavminizdir. Diliniz değiştikçe kavminiz değişir. Şu anda Türk'sün, günlük hayatında İngilizce konuşmaya başlarsan İngiliz olursun. Ayrımcılığı kavmiyetçiliktir. Haramdır.
Not: Kavim kelimesi Kur'an'ı Kerim'de çok defalar geçmekte ve genel olarak herhangi bir ortak değeri paylaşan topluluk manasındadır. (Örneğin aynı cinsi paylaşan erkekler de bir kavim olarak nitelendirilmiştir). Ama biz burada, diğer ortak değerlerden daha belirgin olan, ayrımcılık yapmaya müsait olan "dil"i referans aldık.

Delil:
KASAS 15. Ve (Musa), halkının [şehirde olup bitenden] habersiz [evlerinde oturdukları bir gün] (13) şehre indi; ve biri kendi halkından, (14) ötekisi düşmanlarından olan iki adamın birbiriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi düşman tarafından olan kişiye karşı o'nu yardıma çağırdı; bunun üzerine Musa onu yumrukla devirip işini bitirdi. [Ama hemen sonra kendi kendine:] "Bu düpedüz Şeytan'ın işi!" dedi, "Doğrusu o [insanı] yoldan çıkaran apaçık bir düşmandır!" (15)

13 - Lafzen, "halkının (hiçbir şeyin) farkında olmadığı bir anda".

14 - Yani, İbranîler'den.

15 - "Şeytan'ın işi" ifadesiyle ilgili olarak bkz. 115:17 hk. 16. notun ilk yarısı. 16-17. ayetler göstermektedir ki, yukarıda anlatılan olayda Mısırlı değil, İsrailoğullarından olan adam suçludur (karş. sonraki not). Görünüşe bakılırsa Hz. Musa, olayda hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya çalışmadan, kavmî insiyâkına kapılarak İsrailoğullarından olan adamın yardımına koşmuş; ama hemen sonra, sadece bir adam öldürdüğü için değil, fakat bunu kabilevî -ya da bugünkü deyimle- ırkî peşin hükümlerle yaptığı için ciddî bir suç işlemiş olduğunu fark etmiştir. Açıkça görülmektedir ki, Kur'an'ın Hz. Musa'nın kıssasının bu bölümünde asıl işaret etmek istediği husus budur. Bu konudaki Kur'ânî anlayışa Hz. Peygamber tarafından da her fırsatta dikkat çekilmiştir; o'ndan bu konuda rivayet edilen meşhur Hadisler'den biri şöyledir: "Kabilevî asabiyetle ortaya atılan kişi bizden değildir; kabilevî asabiyet yüzünden kavgaya giren bizden değildir; kabilevî asabiyet yüzünden ölen bizden değildir" (Cubeyr b. Mutim'den rivayetle Ebû Dâvûd). Kendisinden "kabilevî asabiyet"in ne olduğu konusunu açıklaması istendiğinde, Hz. Peygamber, "haksız oldukları bir konuda insanın kendi halkına/kabilesine arka çıkmasıdır" demiştir (a.g.e. Vâsile b. Eskaya dayanarak).
c. Ebeveyniniz soyunuzdur, ayrımcılığı soyculuktur. Haramdır.

Delil:
BAKARA 124. Ve [şunu hatırlayın:] Rabbi, İbrahim'i buyrukları ile sınadığında ve İbrahim de bunları yerine getirdiğinde (100) ona "Seni insanlara önder yapacağım!" demişti. İbrahim de sormuştu: "Benim neslimden de mi [önderler çıkaracaksın]?" [Allah] cevap vermişti: "Benim ahdim zalimleri kapsamaz."(101)

100 - Klasik müfessirler, bu buyrukların (kelimât, lafzî anlamı "kelimeler") neler oldukları konusunda birçok spekülasyona başvurmuşlardır. Ancak Kur'an onları belirlemediği için, burada kasdedilenin, sadece Hz. İbrahim'in Allah'tan aldığı her buyruğa tam bir teslimiyet içinde uyması olduğunu kabul etmek zorundayız.

101 - Bu pasaj, önceki iki ayet ile bağlantılı olarak okunduğunda, Allah tarafından "insanların önderi" kılınan Hz. İbrahim'in soyundan gelmeleri sebebiyle "Allah'ın seçilmiş halkı" olduklarına inanan İsrailoğulları'nın bu iddiasını reddeder. Kur'an, Hz. İbrahim'in yüce konumunun, fiziksel olarak o'nun soyundan gelenlere ve hele onların içindeki günahkarlara kendiliğinden benzer bir konum kazandırmayacağını açıklığa kavuşturur.

HUCURAT 13. Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, (15) ve sizi kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. (16) Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.

15 - Yani, "her birinizi bir anne ve babadan yarattık" (Zemahşerî, Râzî, Beydâvî) -biyolojik orijindeki bu eşitliğin bütün insanlar için geçerli olan insan onurundaki eşitliğe yansıdığına işaret.

16 - Yani, hepinizin birbiriniz üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insanlık ailesine mensup olduğunuzu bilesiniz (Zemahşerî). Bu, önceki iki ayette geçen, insanların birbirlerinin onurunu koruma ve gözetmeleri tavsiyesi ile bağlantılıdır. Başka bir deyişle, insanların "kavimler ve kabileler"e dönüşmesi, görünürdeki farklılıklarının ardındaki temel insanî birliği/birlikteliği anlama ve takdir etme eğilimini azaltmayı değil, tersine bu eğilimi arttırmayı amaçlamaktadır. Ve bunun karşılığında da bütün ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabilevî önyargılar (asabiyye) kınanmıştır. Kur'an'da zımnen, Hz. Peygamber tarafından ise daha açık bir şekilde kınanmıştır (bkz. 28:15, not 15'in ikinci bölümü). Ayrıca, Hz. Peygamber, insanların kavmî veya kabilevî geçmişlerini yüceltmeleri konusunda şunları söylemiştir: "Bakınız, Allah, atalarını yüceltmeye dayanan cahiliyye şirkinin kibrini sizden uzaklaştırdı. İnsan, ya Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olan bir mümin, yahut çaresiz bir günahkardır. Bütün insanlar Hz. Âdem'in evlatlarıdır ve Hz. Âdem balçıktan yaratılmıştır" (Ebû Hureyre'nin rivayetiyle Tirmizî ve Ebû Dâvûd'da nakledilen Hadisin bir bölümü).


d. Hayat tarzınız
dininizdir, ayrımcılığı caiz ve insan fıtratına uygun olandır.