16 Ocak 2011 Pazar

Bilinçaltı Muhasebesi

İnsanın harcamak için sahip olduğu üç şeyi vardır:
1-) Canı
2-) Malı
3-) Zamanı

İbadet ederken bunlardan en az birini geri dönüşsüz olacak şekilde kaybetmemiz gerekiyor. Ki bunu Allah rızası için yapmış olalım. Cihad için can; zekat için mal; namaz için zaman.

Cihad ve zekat konusunda bu kadar çekingen davranan insanoğlunun namaz konusunda neden cengaverleştiği sorusunun cevabını da burdan alabiliyoruz. Çünkü insan canı veya malını harcamada cimri zamanını harcamada ise müsriftir. Yani böyle insanın namaz kılması ibadet şuurundan dolayı değil farkında olmadan yaptığı iç muhasebede(içgüdüsel muhasebe) zaten harcamaktan çekinmediği bir şeyin gideceğinin farkına varmasından kaynaklanıyor.

İslamiyeti tebliğ vazifesini yerine getirdiğini iddia eden veya öyle olduğu sanılan, öyle olduğu için itibar gören insanların konuşmalarını namaz eksenli yaptıklarını görmek zor değil. Biraz da ahlak dersi. Nehy-i anil münker emri bil maruf yapmış oluyor. Karşısındaki de "imana"(!) gelmiş oluyor. Namazla hidayet buluyor. Yani iki taraf da görevini yapmış olmuş oluyor. Vicdan azabı diniyor.

Şunu söylemek isterim ki burada bu iki kesimi uyarmak isteyen insanlar sözlerinde bir tarafın, öbürü tarafından kandırıldığını söylüyor. Hayır, yanlış! Burada mağdur yok. Kimse kimseyi kandırmıyor adam zaten namazla işin bitmesini istiyor, kaybetmek istemiyor, başını belaya sokmak istemiyor. Biraz sonra detaylı bir şekilde anlatacağımız gibi burada mağdur yok. İnanın bana herkes hesabını biliyor. Herkesin hesabını biliyor olması sorun değil de bunu "görevlerimi de yapmış oluyorum" çerçevesinde aktarması problem. Bu yazımızın da konusu.

Başlamadan önce...

Bu sitede yazdıklarıma örnek verirken dizi, belgesel vb. gibi görsel metaryeli referans vermeye çalışmamdaki neden aynı anda ikimizin(yazar+okuyucu) aynı olaya tanık olmamazı sağlamak. Bunu niye söylüyorum. Çünkü bu yazıda bol miktarda, bu coğrafyada, bu zamanda yer almış insanların isim ve yazılarını vererek devam edeceğim. İnanın bu derece önemli bu meselede ortaya konuşmak doğru değil.

1-) Cihad:

Şöyle yapalım... Empati ile karşımızdaki gibi düşünelim. Ne diyebiliriz ki insanları bu vazifeden vicdan azabı duymadan kaçırabilelim. Doğrudan İslam'da cihad yoktur gibi sert bir ifade ile girsek, insanlar "ya bu sapık, yanlış vs." der bizden uzaklaşır. Amacımıza ulaşamayız. O kadar ayet hadis var. Bunlardan uzak durduğumuz gibi bir izlenim oluşmamalı ki ürkütmeyelim. Aslında bu ayetlerden uzak durmaya da gerek yok. Ayetlerle destekleyemeyeceğimiz yani aslında dinle alakası olmayan kendi fikirlerimizi aktarırken bu ayetleri koyarız hem ayetlerden kaçmamış oluruz hem yazı zengin gözükür hem de en önemlisi dini(!) bir yazıymış izlenimi verir. Tamam, ayetlerden kaçma işini hallettik ama ne yazmamız gerekiyor. Yazabileceğimiz tek bir şey var. O da yaptığımız her şeyin bir nevi cihad olduğunu aktarmak. Bunu örneklendirmek için başvurulabilecek bir numaralı isim tabi ki Fethullah Gülen'dir. Ben de öyle yaptım önce içimden üşengeç bir tavırla "ya şimdi nereden bulacam cihad hakkında sözlerini kitaplarından araştırma yapmam lazım" dediysem de kendisi beni çok yormadan hemen ilk aramamda şak diye karşıma çıkardı bulmayı umduğum şeyi. Evet, Cihad hakkında kitabı var ve tahmin edin İ‘lâ-yı Kelimetullah veya Cihad kitabının Cihadın Çeşitleri alt başlığındaki ilk cümlesi ne:

Cihad-ı asgar (küçük cihad), sadece cephelerde eda edilen bir cihad şekli değildir. Bu şekilde bir anlayış, cihad ufkunu daraltmak olur. Cihadın yelpazesi, şarktan garba kadar geniştir. Bazan bir kelime, bazan bir susma, bazan sadece yüzünü ekşitme, bazan bir tebessüm, bazan bir meclisten ayrılma, bazan da bir meclise girme, kısacası, yaptığı her işi Allah için yapma ve bu yolda sevgi ve öfkeyi O'nun rızasına göre ayarlama, bütünüyle İslâmî cihadın şümulüne girer.(...)
http://tr.fgulen.com/content/view/12413/3/
Ne tatlı bir kelime oyunudur o. "Ufuk daraltmak". Neyse..
Kitabın en başı da zaten şu meşhur küçük cihad - büyük cihad kavramına ayrılmış:
(...)Allah yolunda verilen kavga, içe doğru ve dışa doğru olmak üzere iki cephede cereyan eder. İçe doğru verilen mücadeleyi, insanın kendi özüne erme gayreti, dışa doğru verilen mücadeleyi de başkalarını özlerine erdirme ameliyesi olarak tarif edebiliriz. Bunlardan birincisine "büyük cihad", ikincisine de "küçük cihad", denir ki
(...)http://tr.fgulen.com/content/view/12411/3/

Yok hayır denmez. (Ufak bir dip not: Peygamber'e atfedilen “Küçük cihattan büyük cihada döndük. Büyük cihad, nefisle mücadeledir” sözü uydurma hadistir)Şu cihaddır. Bu cihaddır. Şurada şuna yapmak da cihaddır vs vs vs...
Yani cihad dışında herşey cihad.

İlginç bir nokta daha var ki, cihad için binbir çeşit alternatif bulan insanlar, namaz için kesinlikle böyle bir şey yapmazlar. Neden? Çünkü Nehy-i anil münker emri bil maruf yapan dinine bağlı insan görüntüsü verirsin böylece diğer dediklerin de hemen terslenmez. Yani çıkarınla çatışmayan meselede sert ve tavizsiz görüntü çizmek çıkarınla çatışan konuda vereceğin taviz cümlelerinin vizesi olur. Namazla, ibadet sorununuz olmadığı halde bu insanların namazı tavsiye etmesinden rahatsızlık duyuyorsanız bu bir önceki cümlede yazdığım farkında olduğunuz yada olmadığınız iç muhasebenizden kaynaklanıyor.

Yukarıda değindiğim şekli ile cihad meselesinde bir tarafın diğeri tarafı kandırdığını düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Hayır kandırılmıyor, insanlar zaten böyle şeyler duymak istiyor ve buna sımsıkı sarılıyor. Bu kesinlikle kanma değil.

2-) Zekat:

Fethullah Gülen'le devam edelim. Fethullah Gülen'in başarısı hakkında çok çeşitli yorumlar vardır. Yandaşları bunu engin(!) hoşgörüsü, Allah'ın yardımı vs... gibi ifadeler ile anlatırken çeşitli karşıt gruplar bunu dış güçlerin yardımı şeklinde anlatmaktadır. Nasıl oldu da bu kadar insan dini bilgisi vasatın biraz üstünde olan bir cami hocasının peşine düştü. Nasıl oldu da bu kadar insanı örgütleyebildi? Mesela yukarıda ifade ettiğim gibi cihad gibi insanların çıkarlarına zarar veren meselelerde insanların vicdanlarını dini ifadelerle susturmaya yarayacak ifadeleri söylemiş olmak yeterli olabilir mi? Olamaz, bunu yapan başkaları da var. O zaman neden ne?

Neden, bu güne kadar kimsesinin -haya edip de- yapmadığı bir şeyi yapmak. Bu güne kadar hiç kimsenin tenezzül etmediği ve tenezzül etmemesi gerektiğini bildiği bir şeyi yapmak:

Ümmed-i Muhammed içinde bulunup buna rağmen kendi aralarında alışveriş edilebilecek firmalar listesi dağıtmak.

Sadece İslamiyet için değil herhangi bir oluşum mensupları tarafından dahi yapılmaması gereken bir hayasızlık.

Bu ümmedin yada herhangi bir oluşumun tarihinde gördüğü, görebileceği en büyük fitneyi başlatmak... Ve tabi bunu gören diğer İslami cemaatlerden kimileri de aynı şeyi yapmaya başladılar. Ve o oluşum paramparça!

Hristiyanlığı, sosyalizmi yada herhangi bir oluşumu paramparça etmek mi istiyorsanız, ufak bir cemaat oluşturun -aynı saadet zincir gibi- biz birbirimizden alışveriş edeceğiz deyin işi oluruna bırakın en fazla 5 sene sonra o oluşumun paramparça oluşunu kahvenizi yudumlayarak izleyebilirsiniz.

Dinle ilgilenmediği halde, birbirlerinden alışveriş yaptıklarını bildikleri için bu cemaatin sohbetlerinde boy gösteren insanlar biliyorum. Aynı zamanda üniversitelerde, devlet dairelerinde birbirini kayıran, iş ayarlayan bir oluşum elbette sayısını artırmakta geç kalmayacaktı.

Bir sonraki aşama ise Liselerde, üniversitelerde okuyup yardıma muhtaç insanlara el atıp yardım etmek. Normalde İslami kaide şudur: Yardıma ihtiyacın varsa yardım istersen, yardım edebilecek durumdaysan yardım edersin ama kimseyi borçlu bırakmadan.

(Bizzat şahit olduğum şeyleri yazıyorum). Bu oluşumda yardıma ihtiyacın olup olmadığı önemli değildir. Yardım almak ile mükellefsin. Neden? Çünkü kendini borçlu hissettirmek zorundalar. Bu şekilde saadet zincirinde kendilerinden alışveriş edecek müşterilerin devamını sağlıyorlar. Yani üniversitedeyken sana sözüm ona zekat(!) veriyorlar. Çünkü ileride onlara müşteri olarak geri döneceğinin farkındalar.

Burada tek bir şeye acıyorum. O da şu ki. İnsanın tercih etme hakkı vardır. Bir yerlerde olmayı, bir şeylere inanmayı, bir şeyler yapmayı tercih edersin. Durumları o kadar kötü durumda olan insanlar var ki işte bu tercih etme haklarını satmış duruma düşüyorlar ki işte buna gerçekten üzülüyorum. Yazık.

Yine ana konuya dikkat çekelim. Burada kandırılan hiç kimse yok. Zekat alan halinden memnun, veren de verdiği kişiler zamanla kendisine müşteri olarak geleceğini bildiği için memnun. Geleceğe yatırım. Zekatların en güzeli. Hem zekatı vermiş oluyorsun, hem de kaybetmiyorsun.

Zekat ve Cihaddan sonra Nefs-i Emmare'ye Teşekkür yazısında değindiğim konulara örnek olabilecek cinsten yaşadığım bazı olaylara değinmek istiyorum.

Daha önce bir yazımda daha söylemiştim -marifet olarak söylemiyorum, olayların akışı bu sonucu doğurdu- hiçbir oluşuma hiçbir zaman bağlanmadım. Din ile alakalı hiçbir gelirim olmadı, dini bir çevreye mensup da olmadım hiçbir zaman. Şimdi böyle olunca, çok sonraları fark ettim ki yıllar öncesinde anlam veremediğim olaylar aslında çok anlamlıymış.

İnsan kendini nasıl bilirse herkesi de öyle bilirmiş ya ben de herkesi din ile ilgi duyduğu, merak ettiği, tercih ettiği için ilgileniyor zannediyordum. Ama herkesi. Ve o yıllarda birçok kişinin söylediği sözlere anlam veremiyordum.

1-) Birisini tanırdım - çok zaman önce-, İslam konusunda astığı astık, kestiği kestik... Ama bu kişinin aynı zamanda garip bir olayı vardı. Şu anda piyasada olmayan bir siyasi lidere kesinlikle laf ettirmiyor ve övüyordu. Allah Allah? İlginçti. Ama aynı zamanda bize herhangi bir cemaat mensubu olduğunu da çaktırmıyordu. Yıllar sonra o kişinin bir cemaat mensubu olduğunu öğrendim ve o yıllarda o cemaatin toplu olarak bir siyasi partiyi desteklediğini öğrendim. O yıllarda anlam veremediğim olay sonradan ortaya çıkmıştı. Adamın çıkarı varmış, çaktırmadan, tarafsız bakmış da karar vermiş gibi yapıyormuş.

2-) Gene yakın zamanda birisi ile bir yazışma oldu. Adam iyi bir dini eğitim almış, hadis okumuş, kelam okumuş falan... Dini konularda öyle tavizsiz olduğunu gösteren bu kişinin şu anda mevcut durumda iktidar olan AKP'yi desteklemesine imkan yok. Ama adam mesele o parti olunca bir anda tavır değiştiriyor. Taşları yerine oturtamıyorum, anlam veremiyorum. Sonradan öğrendim ki AKP'li bir belediyede iş ayarlamışlar buna orada çalışıyormuş. Baştan söylesene şunu.

3-) İman edemeyen insanların, bilinçaltı muhasebesinin sonucudur, "bir taraftar mantığı ile", iman ettiğini söyleyip hayatta gerçekten risk aldıracak konuların hiçbirisine bulaşmaması. (Bulaştığı zamanlarda da, örneğin bir kavgaya müdahil oluyormuş gibi gözüküyorsa, bilinçaltı muhasebesinde, yaptığı şeyin sonucunda kavgalı iki taraftan bir tarafın takdirini kazanacağını bilmesidir.) Aynı bir taraftar gibi, iman ettiğini söylemesi, eğer ki ahiret diye bir şey varsa, bu şekilde yani "söyleyerek", "taraftarlığını belli ederek" kendisini yine sağlama alabileceğini düşünmesi. Yani yine nefsin kendi kendisini son derece ilkel bir şekilde koruması. Başka hiçbir şey değil. Hatta bu avam bilinçaltı muhasebesinin yansıması bir söz bile vardır: "Ben Tanrı'ya inanırım çünkü eğer yoksa ona inanmakla hiçbir şey kaybetmem, ama eğer varsa inanmamakla çok şey kaybederim" Lukretius'e ait imiş. Midemi bulandırıyor bu söz. Yok böyle bir avam kurnazlık. Yaratanı, şeytana karşı adam toplayan bir ilah olarak düşünüp, bunun birebir yansımasını dile getirmiş söyleyen. Sanıyorum, Allah'a yapılabilecek en büyük hakaret. Ama bir saniye... Yoksa yaşayan ve yaşamış insanların çoğunluğu zaten böyle mi! Yaptıkları, ettikleri her şeyin altında bu ahmakça yapılmış nefsani hesap dışında hiç mi bir şey yok!

4-) Youtube'da bir videoya rastlamıştım çok önceleri. Şimdi linkini bulamadığım video'da Brezilyalı mı, Arjantinli mi bir bayan yanında da Fethullah Gülen'in cemaatinden başörtülü bir kadın var. O bayanı Müslüman yapmışlar. Kadın anlatıyor. Anlatmaya başlarken ne zaman anahtar cümleyi söyleyecek diye bekliyordum. Pek de hayal kırıklığına uğratmadı beni kısa bir zaman sonra gözyaşları içinde şu cümleyi söyledi:"O kadar iyiler ki benimle her şeylerini paylaştılar". O cümleden sonra hemen sayfayı kapattım. Zaten ağlayan insanları pek sevmem, nedense pek izleyemem de. (Burada da bir bilinçaltı muhasebesi olsa gerek. Neyse...)

Keşke ağlayan abla bir gün muhtaç olmadığı hali ile İslamiyet'i araştırıp tercih etmiş olsaydı.

Bilinçaltı muhasebesi çok çok karmaşık çalışır. Arka planda yapılan muhasebe, kötü bir şeylerin olduğunu sana hissettirir ve kendini içgüdüsel olarak uzak tutarsın, yada çıkarına yarayacak şeylerin iyi olduğunu düşünürsen bir anda yönelirsin. Ben yukarıda hep "kötü" olan bilinçaltı muhasebesi örnekleri vermiş olsam da, kişiliğine uygun olarak tercihini yapıyor insan. İyiyse iyi, kötüyse kötü.

Mekanizma karışık tefekkürünü okura bırakıyorum ama bu yazı burada bitmez...

11 comments :

avamtabaka dedi ki...

Burada size katılmadığım noktalar var.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; her ne kadar "marifet olarak söylemiyorum" notunu düşseniz de burada meselenin, herhangi bir dini çevreye mensup olmadan yaşamayı "bilinçaltında" (dikkat edin, bilinçaltında) bir yetkinlik ve özgüven sebebi olarak görmekle alakalı olduğunu düşünüyorum. Burada "marifet olarak söylemiyorum" dipnotunu düşmeniz de, böyle bir durumun marifet olarak görülebileceğine dair bir bilinçaltı yansıtmaktadır. Ama zaten bilinçaltı analizi yapılan bir yazıda yazarın kendi bilinçaltını da karşısına alabilmesi çok büyük bir başarı olurdu.

* Namaz konusunda, namazın diğer ibadetler arasında öne çıkmasının (veya size göre "öne çıkarılmasının") sebebi, zaman kaybının kulağa can ve mal kaybına nazaran daha tolere edilebilir gelmesi kadar basit değil. (Kaldı ki burada kıyaslamaya can kaybının eklenmesi de ilginç olmuş, bugün cihadı düşünen bir insanın aklına can kaybı gelmemektedir). Doğrusu, namaz en sembolik ve en kısa aralıklarla yapılan ibadet olduğu için, doğası gereği en ön planda olmak durumundadır. Bilinçaltına diğer ibadetlerden daha kolay geldiği için "çıkarcı amaçlarla cihadı kullanan cemaatçilerin" bunu "muhattabı hipnotize etme aracı" olarak kullandığı görüşü önyargılı olmuş. Namazın, içerdiği ibadet tarzından ve yaşantıdaki pozisyonundan dolayı temel meselelerden hemen sonraki konuma oturması kaçınılmazdır. Bu, namaz insanlar tarafından öne çıkarıldığı için olagelmiyor.

* Cihad konusunda, insanları ürkütmemek için tanımın masumlaştırılmaya çalışıldığı iddiası "saptırmadır" diye düşünüyorum. Çünkü Türk Dil Kurumu "cihat" kelimesinin anlamını "din uğruna yapılan savaş" olarak veriyor (http://tdkterim.gov.tr/bts/). Böyle bir yanlışı düzeltmek için "Türkçe yazılan" bir kitapta yapılan cihad tanımının ilk cümlelerinde cihadın sadece savaş olmadığının anlatılması doğaldır. Burada amaç insanları ürkütmemek değil, doğru bilinen yanlışı düzeltmek.

* Zekat konusunda, bahsettiğiniz "cemaat içi saadet zinciri oluşumu" gibi düşünceleri insanların cemaate sadakatini sağlamak gibi amaçlara bağlamak zannımca yine yanlış olmuştur. Burada da konu, ("bilinçaltında") kimseye bağlı olmamayı, beyni yıkanmış bir cemmatçi olmaya üstün görmek ve bu avam tabakasından sürekli aşağılık davranışlar beklemekle alakalıdır (bilinçaltı, lütfen dikkat edin). Benim düşüncem şu: Bu hareketin bu hızla büyümesinin sebebi bahsi geçen "saadet zincirine" duyulan minnet duygusu gibi güçsüz bir temele değil, meselenin özünün gerçekten benimsenmesine ve sahiplenilmesine dayanmaktadır. Bunun en güzel kanıtı da, bahsettiğiniz kesimin "aldığından"(!) kat ve kat fazlasını "vermesidir". Bunu "girişte alınanın"(!!) geri dönüşümüne indirgemek, iyimser ifadeyle "bilinçaltında daha düşük seviyeli görülen insanların başardığı işleri küçümsemeye çalışmak"'tır. (Almak-vermek ifadelerini sadece durumu daha net anlatmak için kullanıyorum)

Başta söylediğimi aynen kopyalıyorum; her ne kadar "marifet olarak söylemiyorum" notunu düşseniz de burada meselenin, herhangi bir dini çevreye mensup olmadan yaşamayı "bilinçaltında" (dikkat edin, bilinçaltında) bir yetkinlik ve özgüven sebebi olarak görmekle alakalı olduğunu düşünüyorum. Burada "marifet olarak söylemiyorum" dipnotunu düşmeniz de, böyle bir durumun marifet olarak görülebileceğine dair bir bilinçaltı yansıtmaktadır. Ama zaten bilinçaltı analizi yapılan bir yazıda yazarın kendi bilinçaltını da karşısına alabilmesi çok büyük bir başarı olurdu.

encodeum dedi ki...

Mental Institute'deki sessizlik bozulmuş. Misafirimiz var. Bu sayfada üzerinde çok fazla düşünülerek yazılmış bir dolu yazı ve bir şekilde bu sayfaya gelip zaman geçiren de bir çok insan olsa da pek yorum olmaz. (Gerçi ne konuda ne yorum gönderilmesi gerekiyor onu da bilmiyorum) Ama konu kısmen, çeşitli oluşumlar ve onların çıkarları üzerine olunca yıllardır süregelen sessizlik bozuldu.

Öncelikle, mesajda, ana fikir ile yazarın da sorgulanmaya çalışılmasının hoşuma gittiğini belirterek başlayalım.


***************
her ne kadar "marifet olarak söylemiyorum" notunu düşseniz de burada meselenin, herhangi bir dini çevreye mensup olmadan yaşamayı "bilinçaltında" (dikkat edin, bilinçaltında) bir yetkinlik ve özgüven sebebi olarak görmekle alakalı olduğunu düşünüyorum
****************

Yok hayır burası bilnçaltı kısmı değil. Gerçeklik kısmı, o da şu ki, herhangi bir dini oluşuma mensup olmadan, girip çıkmadan din ile iştigal etmek, yetkinlik ve özgüven değil, 'tam bağımsızlık' verir. E o zaman napalım, hiç örgütlenilmesin mi sorusu insanın bilnçaltında oluşabilir endişesi ile şunu göndermeye çalıştım okuyucunun bilinçaltına:
"Bir yerler mensup olarak da bağımsız kalabilirsin' zor, çok zor ama olabilir. Hem de örgütlü hareket etmek tek başına hareket etmekten daha iyidir. Bunu sadece İslami oluşumlar için söylemiyorum. Nerede olursanız olun neyi savunursanız savunun örgütlü olmak tek başına olmaktan iyidir. Ama ta ki örgütün mensupları yazıda anlattığım şeyleri yapmıyor olsun. Yapıyor ise tek başına kalmak daha iyidir. Amaç ne? Tam bağımsız olabilmek. Anlaşılmayan cümleyi genişleterek bir daha yazayım:
Tek başına iken tam bağımsızlığı çok rahat başarırsın ben öyle devam ettim. Ama böyle olmayı bir hedef olarak alma kendine çünkü örgütlenerek de tam bağımsızlığa ulaşma imkanı zor olsa da var.


******************
"Burada "marifet olarak söylemiyorum" dipnotunu düşmeniz de, böyle bir durumun marifet olarak görülebileceğine dair bir bilinçaltı yansıtmaktadır "
*******************

Bilnçaltı ile gerçeklik birbirine karışmış. Bir hareket de kendi başına ilerleyebilmek bir marifettir. Çünkü zordur ama çok güzeldir. Pek tavsiye edilen yöntem de değildir.

Bu konudaki karışıklığı çözdüğümüzü umuyorum.


*****************
"Namaz konusunda, namazın diğer ibadetler arasında öne çıkmasının (veya size göre "öne çıkarılmasının") sebebi, zaman kaybının kulağa can ve mal kaybına nazaran daha tolere edilebilir gelmesi kadar basit değil."
****************

Basitlik? O yorum basit bir yorum değil. Dikkat edersen ben birileri tarafında öne çıkarılması meselesinden başalayarak değil, insanın zaten buna meyilli olduğunu ifade ederek başladım. Bilnçaltı muhasebesi kavramı da burdan çıkyor. O kısmı bir daha okumanı tavsiye ederim.


****************
"Cihad konusunda, insanları ürkütmemek için tanımın masumlaştırılmaya çalışıldığı iddiası "saptırmadır" diye düşünüyorum
**************

"ürketmek" kısmını yanlış anlamışsın. Ürkütülebilecek insanları cihadı bizzat kendi anlamı olan savaş olarak kabul eden insanlar için kullandım. O kısmını bir daha okumanı tavsiye ederim.


*******************
"Bunun en güzel kanıtı da, bahsettiğiniz kesimin "aldığından"(!) kat ve kat fazlasını "vermesidir"
*******************

O kesim için değil, herhangi bir kesim için konuşalım. Yukarıda ifade ettiğim kötü özellikleri sağlayan herhangi bir oluşum
aldığından daha fazlasını veriyor olsun. Değil bu yazıyı, bu sayfadaki tüm yazıları, İslamiyeti red ederim. Bu söz tefekküre muhtaç.

avamtabaka dedi ki...

Cevabınız için teşekkür ederim. Öncelikle söylemek istediğim bir şey var. Daha önce yazdığınız yazılarınıza göz attım biraz önce. İslami ilimler noktasında etkilendiğim ve not aldığım çok güzel tespitleriniz var. Ama burada konu çok farklı. Daha çok toplumsal bir konudan bahsediyoruz.

***
Amaç ne? Tam bağımsız olabilmek.
***

Amaç tam bağımsız olabilmek(!) Bağımsız olmak "amaç" olabilir mi? Doğrusu, amaç şu veya bu şekilde doğru yolda bulunmak. Bilinçaltı burada devreye giriyor bence. Bir oluşuma bağlı olanın doğru yolda olabileceğini hayal edememek... Belki de bağlı olma halini farklı şekillerde algılıyoruzdur. Ya da her bağlanmanın doğru yoldan çıkma olduğu zannına kapılıyoruz. Tam bağımsızlığı "amaç" edinen biri, cemaatle namaz kılıyorsa kendiyle çelişiyor demektir. "Ama o farklı". Hayır farklı değil. Ya da bağlı olmak sandığınız kibi karamsar bişey değil. Tam bağımsız olmak, sizin tabirinizle tefekküre muhtaç.

***
Basitlik? O yorum basit bir yorum değil. Dikkat edersen ben birileri tarafında öne çıkarılması meselesinden başalayarak değil, insanın zaten buna meyilli olduğunu ifade ederek başladım. Bilnçaltı muhasebesi kavramı da burdan çıkyor. O kısmı bir daha okumanı tavsiye ederim.
***

Söylemek istediğimi tam anlatabildim mi emin değilim. İnsanın zaten buna meyilli olduğunu ifade ederek başladınız, doğru. Ama yazının devamında, yazının büyük bir bölümü boyunca, dolaylı olarak, bazı kesimlerin insanların bu bilinçaltından haberdar olduğu ve kasti olarak bunu kullandığı gibi bir anlam çıkıyor. Basitlik tabirini böyle bir iddia için kullandım. Çünkü burada anlatılanlar belki de farkında olmadan karalama formatında farklı bir noktaya bağlanmış. Karalama eyleminin de basit olmadığı söylenemez.

***
Yukarıda ifade ettiğim kötü özellikleri sağlayan herhangi bir oluşum aldığından daha fazlasını veriyor olsun. Değil bu yazıyı, bu sayfadaki tüm yazıları, İslamiyeti red ederim. Bu söz tefekküre muhtaç.
***

İnsanlarla ilgili herhangi bir konudaki düşüncelerinizden "İslamiyeti reddedecek kadar" emin olabiliyorsunuz. Asla yanılmam diyebiliyorsunuz. Yani, ayette hak din belirtildiğinden, "Bu konu şöyle şöyleyse Allah'ın varlığını reddederim" diyebiliyorsunuz. İlginç. Yorumunuzun bu bölümü hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Çünkü söyleyeceklerim oraya ulaşmaz.

Selamlar.

encodeum dedi ki...

"Bir oluşuma bağlı olmak"

Bir oluşuma bağlı olmaktan ne anlıyorsun. İçinden, aklından ilk ne geçtiyse onu yazarsan çok sevinirim. Ondan sonra diğer yazdığın konular hakkında da konuşarak cevap edeceğiz inşallah.

Bir yere bağlı olmak ne ifade ediyor, ne fark doğuruyor? "Birisi birisne bağlanmış" dendiğinde 'dürüst olarak' aklına ilk neler geliyor?

avamtabaka dedi ki...

Yine burada da, "birisi birisine bağlanmış denince ne anlıyorsunuz" şeklindeki ifade olaya bakış açısını yansıtıyor. Bağlı olmak, belki kelime anlamından, belki de geçmişte yaşanılanlardan, tarafınızca "bağımlı olmak" şeklinde algılanıyor sanırım. Veya "grubun çıkarları"(!) için her şeyi yapmak. Oysa ki doğru yolda olduğu varsayılan bir toplulukta grubun çıkarları(!), temel doğrularla çelişmez. Yani gruba tabi olmak, "grubu amaçtan ve herşeeyden üstün tutmak" veya "doğrulardan sapmak" olarak ifade edilmez.

"Ne fark doğuruyor?" Cemaat olmanın önemini bundan önceki yorumunuzda siz vurguladınız zaten. Bağlı olmanın tavsiye edilen yöntem olduğunu siz söylediniz. (Umarım burada "ben bağlı olmak tavsiye ediliyor demedim, bağımsız olmak tavsiye edilmiyor dedim" şeklinde devam etmeyiz) O yüzden oraya girmiyorum. Onun yerine razı olunan bir grubun her bir ferdinin o grubun şahsı manevisine dahil olması üzerinden devam edebiliriz isterseniz.

encodeum dedi ki...

Cevaplar kısmında Ctrl+F yapın ve "bağlı" kelimesini aratın. Bu kelimeyi kullanan ilk sizsiniz. Yazıda da bakabilirsiniz. Yazardan önce söyleyen siz olduğunuzdan, ben de dedim ki "bağlı olmak" size ne ifade ediyor. Bunu illa ki "bağlı olduğunuz" cemaat açısından sormamıştım. Samimi bir cevap istedim ama pek istediğim olmadı. Ama yine de kısmen cevap gelmiş:

****************

"grubun çıkarları"(!) için her şeyi yapmak

***************

(Burada küçük bir not düşeyim "bağlı olmak" kavramı uzun zamandır aklımdaydı ve bir şekilde bu kavramı içeren bir yazı yazmak istiyordum)

Bilir misiniz bu ilahiyi, ritmi güzeldir:
Kıl şeyhe hizmet.
Ver kalbe safvet.
Bulursun elbet.
Bedr-i kemâli

İnternette "şeyhe hizmet" diye bir aratın isterseniz. Bakın ilk yoklamada ne çıktı:
"Bazı sûfîler meşâyıha hizmeti nâfile ibâdetten üstün görüyorlardı."

Tekrardan soruyorum birisine bağlanmak ne ifade ediyor. Ben birisine bağlıyım dediğin zaman artık ne değişmiş oluyor?

- O kişinin iyi dediği şeyi iyi bilmek kötü dediği şeyi kötü bilmek
- O kişinin iyi dediği insanı iyi bilmek kötü dediği insanı kötü bilmek
- Her halükarda korumaya kalkmak.

Peki öbür taraf açısından bakalım. O oluşumun lideri ne anlıyor, kendisine bağlanıldığının söylendiğinde. Mesela "ben sana bağlandım" desem bundan ne anlaman gerekiyor? Aklına ilk ne geliyor?

Benden herşeyi isteyebileceğin mi?
Belki (varsa)para mı?
Belki (varsa) karı, kızımı, kardeşimi mı?
Belki birilerini saldırma mı.
Belki o oluşuma adam toplama mı.
Belki o oluşumun diğer mensuplarını çeşitli yerlerde kayırma mı.
Kendisine bakmamı mı?

Bunları istemeycekse geriye ne anlamı kalıyor "bağlı olunmamnın" ve "bağlanmanın"?

Bak bunları sadece senin "bağlı bulunduğun" için söylemiyorum. Genel itibari ile... Bunları kendine ve bağlı bulunduğun yere saldırı gibi alırsan işin özünü kaçırırsın.

Şimdi bir önceki mesajınla birlikte cevaplara geçelim:

************

Bağımsız olmak "amaç" olabilir mi? Doğrusu, amaç şu veya bu şekilde doğru yolda bulunmak.

***********
Orada ne demek istediğimi anladın. Doğru yolda olabilmek bağımsız olabilmekten geçer. Ve "bağımısız olmak" illaki "tek başına kalmak" olmadığını uzun uzadıya yazdım diye hatırlıyorum.

***************

"kasti olarak bunu kullandığı gibi bir anlam çıkıyor"

******************
Ne yazık ki yazı düzgün okunmamış.
Yazıda çeşitli kere demişim ki:
"...farkında olmadan yaptığı iç muhasebede..."
"...farkında olduğunuz yada olmadığınız iç muhasebenizden kaynaklanıyor..."
Yazı tam idrak edilmeden cevap verilmeye çalışılması belki de bu konuya bir örnek olabilir. Ama tabi olduğun senden böyle bir şey mi istedi?
Hayır istemedi. Peki niye yapıyorsun?
Kendini buna yapmaya borçlu mu hissediyorsun? Yukarıda yazılanların istisnasız hepsi doğru. (yazım hatalarını saymazsak, onu çok yaprım). Ama sen gene de cevap vermek istiyorsun üstelik tam anlamıyla okumamış olarak.

**********

İnsanlarla ilgili herhangi bir konudaki düşüncelerinizden "İslamiyeti reddedecek kadar" emin olabiliyorsunuz. Asla yanılmam diyebiliyorsunuz

***********
O konuda evet.

********

Bağlı olmanın tavsiye edilen yöntem olduğunu siz söylediniz

********
Bağlı olmanın mı? Cemaat olmanın mı?
Ne farkı var olabilir?
Mesela o oluşumun lideri, şeyhi yada hocası olarak takdim edilen kişini kitaplarını okusak bağlanmış mı oluyoruz? Mesela siz burdaki yazıları okudunuz burayı bağlanmış mı oldunuz?

Değilse demek ki bir fark olmalı. Nedir bu fark? Ve nedir "bağlı olmak" ile cemaat olmak arasındaki fark?

avamtabaka dedi ki...

Büyük oranda emin oldum ki "bağlı olmak" ifadesini tamamen farklı anlıyoruz. (Gerçi bu konuda emin olup, yanlışsa İslamiyeti reddederim diyecek kadar yiğit değilim, kesin eminim diyemiyorum. Çünkü önceki birkaç yazınızda çoğu cümleden sonra parantez içine copy-paste yaptığınız gibi "en doğrusunu Allah bilir" Belki de bağlı olmak kelimesi burada doğru kelime değildi. Benim anladığım gibi anlamanızı beklememem gerekirdi.

Yaptığınız aramada seçtiğiniz anahtar kelimeler bile olayı ne kadar farklı anladığımızı yansıtıyor: "Şeyhe bağlı olmak"

Belki de şu cümlemden hareketle benim "bir şahsa" bağlanmayı kastettiğimi düşünmüşsünüzdür: ...kimseye bağlı olmamayı, beyni yıkanmış bir cemmatçi olmaya üstün görmek... Halbuki ben bu cümleyi sizin bakış açınız üzerinden kurdum. Burada "kimse"den kasıt "hiçbir şahıs" değil. Bağlanmak da şahsa veya oluşuma yapılan bir fiil değil. Belki de bağlanmak kelimesi güçlü bir anlam içerdiği için böyle anlaşılmıştır. Ya da böyle anlaşılmak isteniyordur. Belki de daha önce görülen örnekler o yöndedir. Emin değilim. Belki söylemeye çalıştığımı anlatan farklı ifadeler sayarsam önyargınızı aşabiliriz. Bir harekete gönül vermek, dairede bulunmak, razı olmak, vesile olanlara muhabbet duymak. Yani açık ifadeyle bağlı olmak "şeyhe bağlı olmak" değil, harekete bağlı olmak. Dolayısıyla yorumunuzun "ben birine bağlı olsam" ve "biri bana bağlı olsa" bölümlerini fazlasıyla enteresan(!) buldum ve hızlıca geçtim. Çok büyük ölçüde eminim ki, arama motorunda karşınıza ilk çıkan uygulamalar her yönüyle yanlıştır, doğru yolda olmak degil, yolu doğrudan saptırmaktır. Yapılmamalıdır. Yanlıştır. (Ama ben, "en doğrusunu ben bilirim" diyemiyorum sizin gibi)

Sonraki yorumda farklı bir yere değinmek istiyorum.

avamtabaka dedi ki...

Merak etmeyin, içiniz rahat olsun, yazınızı birden çok kere okdudum. Ve şu anda çok ilginç bir noktada olduğumuzu görüyorum. Çünkü yazıda (hadi "farkında olmayarak" diyelim) bazı kesimlerin bazı şeyleri yontarak gösterdiğini anlatıyorsunuz ve bunu eleştiriyorsunuz. (Her ne kadar yazıda farkındaymış anlamı veren ifadeler kullansanız da) Ama benzer bir durum yorumlarınız için geçerli. Yazıyı masumlaştırmaya gerek yok. Aşağıda bu yazıda kullanılan bazı ifadeleri hatırlatıyorum:


"...Ne tatlı bir kelime oyunudur o. Ufuk daraltmak. Neyse..."

"...Yandaşları bunu engin(!) hoşgörüsü, Allah'ın yardımı vs.. gibi ifadeler ile anlatırken..." (Ünlem işaretine dikkat)

"...herhangi bir oluşum mensupları tarafından dahi yapılmaması gereken bir hayasızlık..."

"...herhangi bir oluşumun tarihinde gördüğü, görebileceği en büyük fitneyi başlatmak..."

"...Yardım almak ile mükellefsin. Neden? Çünkü kendini borçlu hissettirmek zorundalar. Bu şekilde saadet zincirinde kendilerinden alışveriş edecek müşterilerin devamını sağlıyorlar..."

"...Çünkü ileride onlara müşteri olarak geri döneceğinin farkındalar..."

"...Zekat alan halinden memnun, veren de verdiği kişiler zamanla kendisine müşteri (burada müşteri kelimesi seçilmiş, ilginç) olarak geleceğini bildiği için memnun. Geleceğe yatırım..."


Yeni özetle "Farkında değiller ama... Ah onlar yok mu onlar, ben onların ciğerini bilirim" ifadeleri... Son yorumda ise bu durum masumlaştırılmaya çalışılmış.

Ben bu yorumları yazmak zorunda değilim. Kimse bunu benden beklemiyor. Ama konuyu "Ben size laf atıyorum diye cevap vermek zorunda mısınız"a getirmek biraz komik. Lütfen yazınızı tekrar okuyun. "Bir ihtimal" ne demeye çalıştığımı anlamanıza yardımcı olur.

Son yorumunuzdan sonra çelişki çemberinin tamamlanması için gereken üçüncü şart da oluştu. Şöyle ki:

Şimdi bu yazının yazarı dursun ve düşünsün. İnsanın düşünce yapısını belirleyen bilinçaltıdır. Bunu ikimiz de kabul ediyoruz. O zaman hiçbir insan, "bilinçaltı sahibi" değilmiş gibi davranıp başka birinin bilinçaltı hakkında konuşamaz. İnsanları bilinçaltının farkına varamayıp iyiyi/kötüyü ayıramamakla suçlayamaz. Çünkü kendi bilinçaltının farkına varamaz, iyi mi kötü mü olduğundan emin olamaz. Daha doğrusu, bu doğrudur diyemez. Ben en doğruyum diyemez. Bunu yapıyorsa, yani diğer bütün insanları "bilinçaltının farkında olmadığı için iyi/kötüyü ayıramamakla" suçlayabiliyorsa, kendi bilinçaltı, kendini bütün insanlardan ayrı görüyordur. Ama en acı tarafı da, bunun farkına varmayacaksınız.

1)Eğer insan bilinçaltı muhasebesinin farkında olamaz diyorsanız, bilinçaltı hakkında yazdığınız yazının kesin doğru olduğunu iddia edemezsiniz. Çünkü bilinçaltının doğru olduğunda ısrar etmek, yazıda eleştirdiğiniz insanların özelliği.

2)Eğer "Yok aslında farkında olabilir" diyorsanız, çıkar amacıyla (her ne kadar bu hidayet gibi güzel bir amaç olsa da) bilerek insanların zaaflarının istismar edildiği şeklinde bir üslup var. Ve önceki yorumda "öyle demek istemedim" diyerek yaptığınız savunma çürüyor.

3)"Hiçbir şey demiyorum" diyorsanız, son yorumunuzda da yazıyı çıkarlar doğrultusunda masumlaştırmaya çalışma var. Ama bu hareket de yazıda eleştirmeye çalıştığınız bir şey.

Çelişki çemberi.

Ha bir de şu vardı: "Yukarıda yazılanların istisnasız hepsi doğru"

İşte bu çok iyiydi...

encodeum dedi ki...

*************

Benim anladığım gibi anlamanızı beklememem gerekirdi.

*************
Bağlanmak ifadesini benim nasıl anladığımı sen nasıl anladın? Ben "bağlı olmak" ifadesi ile ilgili hiçbir fikir beyan etmedim. Aksine bir sürü soru sordum ve ne demişim:
"Bunları kendine ve bağlı bulunduğun yere saldırı gibi alırsan işin özünü kaçırırsın."
işin özünü fena halde kaçırmışsın. Hatta burada konuyu birikte tefekkür noktasına taşımaya çalışırken, sen devamlı olarak kendi bağlı olduğun yerle ilgili tespitler hakkında birşeyler söylemeye çalışıyorsun. Böyle yapacağını ve bu konuya mesaj yazmanın nedeninin de bu olduğunu bildiğimden dedim ki:
"Orada yazılanların hepsi doğru". Yani benim yazıda ne dediğimle ilgilenme o konu hakkında konuşman senin nefsani tepkilerin -biraz sonra göstereceğim gibi-, oysa biz sorulara cevap bulmaya çalışırak birlikte tefekkür etmeye çalışalım.

**************

Belki de şu cümlemden hareketle benim "bir şahsa" bağlanmayı kastettiğimi düşünmüşsünüzdür: ...kimseye bağlı olmamayı, beyni yıkanmış bir cemmatçi olmaya üstün görmek...

****************
Hala daha "üstünlük", "küçük görme" vs. meselsindesin. Ben öyle şeylerle ilgilenmem. Geç o işleri boşver.

*****************

Bağlanmak da şahsa veya oluşuma yapılan bir fiil değil.

****************
Peki ne? Şimdi bir önceki mesajıma geri dönmeli ve soruları cevaplamaya çalışmalısın.

***************

Belki söylemeye çalıştığımı anlatan farklı ifadeler sayarsam önyargınızı aşabiliriz

****************
Önyargı mı? Allah Allah?
Önyargıyı nerde gördün ya?
Bak kendi kendine "büyük görme küçük görme" meselesine takıldın onunla cebelleşiyorsun. Büyük küçük görme ithamları ile ilgili yıllar öncesinde bir yazı yazdığımı hatırlıyorum. Okumuş olduğunu sanıyorum.

******************

"Bir harekete gönül vermek, dairede bulunmak, razı olmak, vesile olanlara muhabbet duymak"

*************************
Çok muğlak da olsa ilk defa seni çekmeye çalıştığım ana fikirle alakalı birşeyler söyledin çok şükür.

Şimdi sen müslüman olarak zaten İslamiyet'e gönül vermiş oluyorsun. FAkat sen ekstradan bir harekete daha gönül(?) veriyorsun(?). Niye? Neden böyle bir şeye ihtiyaç duydun?
Yine ana fikirden kaçmaya çalışma diye söylüyorum. Şöyle başlayabilirisn:
"İslamiyeti kabul ederken müslüman oldum evet ama onu öğrenme ve yaşama konusunda örgütlü hareket etmek bana 'manevi' olarak çok şey katacağını düşündüm." şeklinde başlayıp devam edebilirsin.

encodeum dedi ki...

Aslında senin şu halin yazıda ve mesajlarımda aktarılanlara çok güzel bir örnek.

*************

ve hızlıca geçtim

****************
Bu çok güzel bir ifade. Evet birçok şeyi hızlıca geçiyorsun ve seni asıl ilgilendiren şeyle ilgileniyorsun. Çünkü senin bu konuyu mesaj atmanın nedeni konuyu anlaman değil; sadece, kendi bağlı bulunduğun yerin çıkarları ile çatışacak kısımları olması. Ben boşu boşuna o yazıyı "bu yazı burda bitmez" diye bitirmedim.
(Şunu da ifade edeyim o ifaden yüzünden bu yorumlarını onaylamamayı bile düşündüm)
Baklım hızlıca geçip nereye gelmişiz:

Şimdi kendi bağlı olduğun yerler ilgili benim tespitlerimi koymuşsun ve altına bunu bilinçaltında onaylandığı farkedilince bir ilkel refleks gelmiş -ciğerli cümlede bahsediyorum- ve "masumlaştırmak"tan bahsetmişsin ki diyorum ya sadece refleks gösterdiğinden yazdıklarımı anlamakta güçlük çekiyorsun. Bak bilinçaltını "ciğer" cümlesi ile bir daha açıklayayım:

Ben konuyu örneklendirirken bağlı bulunduğun yerle ilgili bazı acı gerçekleri anlattım. Bunların yanlış olamdığının hakkını mantığınla verdin ona kimse engel olamaz. O tespitleri alt alta koyduktan sonra yazan hakkında negatif anlam uyandırması gereken bir cümle geldi refleks olarak. O cümleyi yazmadan önce içinden geçenleri bir daha düşün yazılanları anlamlandırmaya başlayacaksın inşallah.

****************

"Ben size laf atıyorum diye cevap vermek zorunda mısınız"a getirmek biraz komik

****************
Bu ayıp bir cümle olmuş. Yukarıda yazılan tespitleri "laf atma" mertebesinde olduğunu ifade etmenin nerden geldiğini, bir önceki ciğer örneğini okuduğunu varsaydığımdan, artık biliyorsun. Üzerinde durmaya gerek yok sanırım.

encodeum dedi ki...

**************

düşünce yapısını belirleyen bilinçaltıdır

**************
Düşünce yapısı derken neyi kastettiğin belli değil. Başını belaya sokacak şeylerden seni dini gerekçeler göstererek seni rahatlatan bir insana bağlanmak bir düşünce yapısı değildir. Yada birilerinin kendisine müşteri olarak döneceği hesabında olan birinin bu hareketi düşünce yapısı değildir. Ne yazık ki bilinçaltı kavramı pek anlaşılamamış. FAkat ona rağmen bu kadar mesaj yazılmış ve gönderilmiş. Nedenini hakkında az önce yazdığımı sanıyorum.

**********

O zaman hiçbir insan, "bilinçaltı sahibi" değilmiş gibi davranıp başka birinin bilinçaltı hakkında konuşamaz.

*****************
???

*****************

İnsanları bilinçaltının farkına varamayıp iyiyi/kötüyü ayıramamakla suçlayamaz

*****************

Bilinçaltının farkına varmamak mı?
İyiyi kötüyü ayıramamak ve suçlamak mı?
Tavsiyem biraz daha sakin olup, sakin bir kafa ile tekrardan düşünmen. Eyvah Eyvah,çok fena karıştırmışsın. Neyse olur öyle şeyler Mental Institute'de. Adı üzerinde Mental Institute.

Yazdığın 3 madde knuyu karıştırmaktan mütevellit yaznlış olmuş. Bak sana kısaca özetliyeyim:
- Her olay karşısında bir hesap yaparsın. Hesap yaptığının ister farkına var ister varma. İster uy ister uyma. Ama illa ki yaparsın.

- Yapılan hesap senin iyi yada kötü oluşunla lakalıdır. Benim verdiğim örneklerin hepsi kötüler üzerineydi.

- Bilinçli yada bilinçsiz yaptığın hesap sonucu yapaman gerektiğine inandığın şeyi yapman gene senin kendinle alakalıdır.

- Tefekkür ederden, başkalarının hesaplarını da rahatlıkla tespit edebilirsin.

- Mesela kendimden bir örnek vereyim. Ben bir teknik konu ile çok ilgilenmişitm. çok ilgilendim ama sonradan farkettim, beni onu yapmaya meyleden şey, anlayamadığım başka bir teknik konudan kaçmamdı. Sevdiğimden değil yani. Yani bir olayla karşılaşmışım. Ve o andan anlayamamışım neden öyle davrandığımı sonradan düşündüğümde arka planda yaptığım hesabı farkettim. Bunu farkediyor olmak hesap yapmaya engel değildir. Yapılan her hesap da dediğim gibi menfi manada değildir. Umarım bilinçaltı meselesini çözmüşsündür, daha da önemlisi konuya vakıf olmadan bu kadar mesaj yazamnın ve devamlı olarak bir parça ile ilgilenmenin nedenini görmeyi başarmışsındır.