Yasal Hırsızların “bir şey savunuyormuş” gibi gözükmek için insanları tahrik edip, akabinde tepki görmesi zanaatlarının icrasıdır. Çünkü tepki görmek, insanların gözünde tepki görenin hedef alındığını düşündürtür ve bu da o hırsız ile ilgili “hayatta savunduğu bir şey var” algısını oluşturur. Böylece sadece sıradan basit bir yasal hırsız olduğu gerçeğini gizlemiş olur. Örneklerle gidelim. İlk örneğimiz devasa bütçeleri, uçsuz bucaksız harcamaları ile hükümet beslemesi olan bazı “din görevlileri(!)” olsun. (“Din görevlisi(!)” de ne demekse artık). Ne olduğunu, nerenin beslemesi olduğunu unutup, “Kardeşim sende bu kadar paranın ne işi var? Bu para kimin parası?” sorularına hiçbir cevap veremeyeceği hali ile “namus”, “ahlak” gibi sözcükleri kullanarak insanların kötü olduğunu ima edip birilerine sataşması ve akabinde bu konuda tepki alması, böyle birinin bu cümlenin başında saydığımız sıfatların hepsini gizlemesini sağlar. Çünkü tepki gördü ya sanki savunduğu bir şey varmış gibi oldu. Bunun yanında, “Namus, ahlak gibi sözcüklerin senin ağzında ne işi var!” denmekten daha öte hiçbir sözü hak etmedikleri o halleri ile zamanında büyük işlere imza atmış, savaşlar kazanmış, ülke, devlet kurmuş, tırnağı olamayacağı insanlara terbiyesizce laf atıp ve bu konuda da tepki görmeleri ile de tekrardan insanları ana konudan uzaklaştırmayı başarmış olurlar. Üstelik terbiyesizlik yapmaya çalıştıkları insanların büyük bir fedakarlıkla kurulmasına vesile oldukları ülkenin bütün nimetlerinden faydalanarak yaparlar bunları. (Aynı IŞİD’ten kaçan PKK’lıların, TSK’nın sağladığı güvenlikten faydalanmak için Türk sınırında kuyruğa girmeleri ama her fırsatta “ezildim, sömürüldüm, asimile oldum” türküsü söylemeleri gibi…) Bu davranışları sadece “din görevlisi(!)” sıfatındaki insanlardan değil, dini kimliği varmış gibi yapmaya çalışan birçok hükümet beslemesi yasal hırsızdan görebilirsiniz. Kabahatleri ile oturmaları gerekirken, bırak oturmayı; söküğünü dikemez, hayatın gerçeğinde bilim teknolojiden, tarım hayvancılığa kadar hiçbir alanda en ufacık bir katkısı olmayan o halleri ile, din ile ilgileniyormuş gibi yapıp, din sosuna batırılmış cümleler kurarak birilerine sataşmaya çalışırlar. O din sosuna batırılmış cümleler de zaten, dini değeri olduğu için değil, birilerine sataşarak iş yapıyormuş görüntüsü vermek için kurulur. Ne yazık ki bu davranışlarından dolayı kimi hükümetler tarafından gerçekten beslenmektedirler de. Şimdi ikinci örneğimize geçelim. Encodeum’un sıkı takipçileri iyi bilirler. Türk, İngiliz, Fransız gibi ulusların, zamanla izole kavimden ulus devlete evrildiklerini… İzole kavim oldukları zamanlarda örneğin “Neye göre Türk, İngiliz, Fransız’sın?” sorusu “Konuştuğum dile göre” denilerek cevaplandırılabilirken, teknoloji devrimi ve uluslararası firmaların ortaya çıkışı ile birlikte hemen herkesin en az 2 dil konuştuğu günümüz dünyasında artık bu cevabın da yeterli olmadığını… Günümüz ulus devletlerinde örneğin “Neye göre Türk’sün?” sorusunun, “Vatandaşlık bağıma göre Türk’üm” şeklinde cevaplanabilir olduğunu ve bunların hiçbirinin Kürt için geçerli olmadığını daha önceki çalışmalarımızda açıklamıştık. Çünkü izole kavimden ulus devlete evrilişin, var olduğu iddia edilen Kürt kavmi için gerçekleşmediğini, onun için “Bir insanın Kürt olup olmadığını nasıl anlıyorsun? Neye Göre Kürt’sün? Delilin ne?” sorularının bugün hiçbir cevabının olmadığı gibi bundan sonra da hiçbir zaman olamayacağını da eklemiştik. Daha da ilginci, bahsettiğimiz izole kavimden ulus devlete evrilişin “Kürt” için gerçekleşmeme nedenin Kürt diye isimlendirebilecek bir kavmin tarihsel olarak hiç var olmaması olabileceğini söylemiş… Farsça “Kürt”, “Ekrat” gibi kelimelerin tarihsel metinlerde etnik kimlik olarak kullanılmadığını… Bunu desteklercesine, var olduğu iddia edilen Kürtçe dilinin, dilbilimsel olarak müstakil bir dil olarak ele alınmasının ise çok zor olduğunu da özellikle vurgulamıştık. Kürt tarihi diye bir şey çıksın diye yapılan dezenformasyonları, tahrifatları bir kenara koyduğunda ne tarihsel olarak Kürt diye isimlendirilebilecek bir kavmin varlığı, ne dilbilimsel olarak Kürtçe diye isimlendirilebilecek bir dilin varlığı ikna edici bir şekilde ispat edilemiyorken… İspatlansa bile, dediğimiz gibi “Neye göre Kürt’sün?” sorusunun ne bugün ne yarın, hiçbir zaman bir cevabı olmayacakken… Ama eğer ispatlanamıyorsa da -ki eldeki verilerle öyle gözüküyor-, bırak “Neye göre Kürt’sün?” sorusunun ne bugün ne yarın, hiçbir zaman bir cevabının olamayacağını, bugüne kadar içinde Kürt sözcüğünün geçtiği cümlelerin tamamı boşa düşecekken… Zaten günümüz global dünyasında da bunların hiçbir önemi kalmamış, “olsa ne olur olmasa ne olur” noktasına ulaşmışken, “Neden Kürt kelimesi bir etnik kimlik olarak kullanmak için insanlar kendini zorluyor? Ve ispatla dense hiçbir şekilde ne tarihsel olarak varlığını ne dilbilimsel olarak dilini ne de kendisi için “Kürt’üm” ifadesini kullanıyorsa kendisinin, ne başkası için “Kürt” ifadesini kullanıyorsa o başkasının var olduğu iddia edilen “Kürt” kavmine mensup oluşunu ispat edemeyecek ve kendini de “iddia ettiğini ispatlayamayan” insan durumuna düşürecekken neden bu davranışı sergilemeye çalışıyorlar?” derseniz… Bunu yapan birinci grup; bir, doğrudan bir çıkarı olmayıp, “olmayan suçların suçluluk duygusunu yaşayan” saf insanlardan ve iki, eğer kendine Kürt demek zorunda olduğunu zannedenler doğuştan gelen ortak bir özelliğe sahip olup, o özellikleri hedef alınmış, kahramanını arayan bir grup olarak gözükürlerse, onlar da bunların aradığı kahraman olurlar belki diye umut taşıyan Woke kültürünün ucuz kahramanlarından oluşmaktadır. Ayrıca bu ucuz kahramanlar bu konuyu sinematografik cümle kurmak için bir fırsat olarak da görürler. Dur hemen biz de bir tane sallayalım: “Kürtlerin verdiği bağımsızlık mücadelesine saygı duyuyorum.” Kesinlikle böyle bir cümle ile karşılaştığınızda karşı tarafla senkronize olmayın. Hemen sormaya başlayın. Kürtler derken kimleri kast ediyorsun? Kast ettiğin kişilerin Kürt olduğunu nasıl anladın? Bağımsızlığın tanımı nedir? Bağımsızlık mücadelesi nasıl verilir? Kast ettiğin kişiler ne yapıyor da iddia ettiğin bağımsızlık mücadelesini vermiş sayıyorsun. Somut bir örnek verir misin? “Kürtler dediğim şunlar ve onlar da şu işi yaptılar işte bu, bağımsızlık mücadelesidir” şeklinde… Kimlerin Kürtler olduğunu açıklayıp, bağımsızlık mücadelesinin tanımını da yapıp, verildiğini ve saygı duyduğunu söylediğin o mücadele için de somut bir örnek verdikten sonra, bize Kürtler dediğin kişilerin şu anda neyi yapamadığını, var olduğunu iddia ettiğin mücadeleyi kazandıktan sonra neyi yapmaya, neyi başarmaya başlayacaklarını da söyler misin? Bunların hepsini bitirdikten sonra da senden saygı duymanın tanımını rica edeceğim. - “Ya ne yaptın sen. Bıraksana, şöyle ağız tadıyla derinliği varmış gibi olan bir iki tane sinematografik cümle kurup piyasa kasalım. Sal beni abicim. Sal beni.” İyi, peki. Bir tane daha sallayalım. Bunu da siz kendiniz yapın. “Asimilasyon ve soykırım süreçleri yaşamış Kürt halkının acılarını paylaşıyor, var olma mücadelesini saygıyla selamlıyorum.” Şimdi ikinci gruba geçelim. İkinci grup ise bu Narko-Terörizmin yarattığı ranttan doğrudan çıkarı olanlar, cebini dolduranlardır. Bunlar, bu konuya odaklanıldıkça arka planda dönen rantın gizleniyor olmasından oldukça memnundurlar. Narko-terörizmin sonucu olarak ortaya çıkan rantın bir kısmını, ne işe yaradıkları, neden maaş aldıkları hakkında hiç kimsenin bir fikrinin olmadığı, örgüt kadrosundan milletvekili olmuş, bedavadan kazandıkları paralar ile aldıkları pahalı markalı takım elbiseleri giymiş kravatlı teröristler yer. Bunlar, az önce anlattığımız gibi “Kürt” sözcüğünün etnik kimlik olarak alınmasındaki sıkıntıların hiçbirini açıklama zahmetine katlanmadan, her fırsatta Kürdistan sözcüğünü cümle içinde geçirerek, insanların sinir uçlarına dokunurlar ve tepki alırlar. Bu konuda tepki alarak, az önce de dediğimiz gibi, arkada dönen rantı gizlemiş olurlar ve üstüne bir de “savunduğu bir şey olan insan” görüntüsü verirler. Bu 2 gruptan hariç dönen rantı yiyen bir başka grup ise, hayatta kendini ispat edebildiği hiçbir başarısı olmayıp, kendisinin “Kürt” olduğu söylenmiş ve o da sorgusuz sualsiz kabul etmiş ve başka insanlardan farklı olduğunu düşünerek şeytani mutluluk yaşayan insanlardır. Bu şekilde “Kürt”, “Kürdistan” sözcüğü cümle içinde geçtiği zaman kendileri hakkında konuşulduğunu, kendilerinin gündem olduğunu zannederek tatmin olurlar. Bu biraz da manevi ranttır. Hatta, “Kürt”, “Kürdistan” gibi sözcükleri geçirenlerin gördükleri tepkileri üzerlerine alınarak taraf bile olurlar. Bunun sonucu olarak ikinci grupta anlattığımız rantçıya borçlu olduğunu düşünmeye başlarlar. Artık bu grup, bir üst paragrafta anlattığımız grup için her şey için kullanılabilecek bir rant haline dönüşmüş olur. Bir başka grup ise mücadele etme iddiasında olduğunu öne sürüp, dağda haydutluğa ehliyet aldığını düşündürerek dağda, mağarada, köyde her türlü suçu işleyenlerdir. Kimisi de şehirde her türlü hırsızlığı yapabileceğini iddia eder. Elektrik çalar, mafyalaşıp insanları gasp eder vs… Bu rantçıların hepsi, işledikleri suçları, katilliklerini, yağmacılıklarını, hırsızlıklarını konuşmanızı değil; “Kürt”, Kürdistan” gibi sözcükleri cümle içinde geçirerek tepkinizi bu konularda harcamanızı isterler. Bu konularda kal ne dersen de, ne tepki gösterirsen göster, onun için önemli değildir. Yeter ki bu konuların dışına çıkıp, hayatın gerçeğinde basit bir yağmacı, hırsız, katil olduklarını işleme. Diğer örneğimize geçmeden, konu dışı olarak şunu not etmek isterim: İzole kavimden, ulus devlete evrilişin bir sonraki aşaması “Kontrollü Üreyen Uluslar vs Kontrolsüz Üreyen Uluslar” şeklinde olmalıdır. İnsanlar, Kontrollü Üreyen bir aileye, bir ulusa ait olup olmadığına göre kendilerini sıfatlandırmalı ve koydukları yasalar ile kontrollü üremeye geçmiş ülkeler kontrolsüz üremeye devam edenlere karşı set çekmeli, sınır güvenliğini sağlamalıdır. Bu tip hayatın gerçeğine ait, insanların can ve mal güvenliğine ait konularda; işgüzarlık yapmaktan, ilgi çekmeye çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayan Woke kültürü ve onun ucuz kahramanları dikkate alınmamalıdır. Bir diğer örneğimiz ise solculuk iddiasının arkasındaki ranttır. Bugüne kadar hiçbir yerde tanımı yapılmamış solculuk muhabbeti de aynı diğerleri gibi bir yasal hırsızlık yöntemidir. İnsanların boş beleş bir şekilde ayırt edilerek karşı karşıya getirilip üzerlerinden rant elde etme çabasıdır. Kendisini bu sıfatla anan, “sol dernek” adı altında açılmış yerlerde takılan niteliksiz, vasıfsız, hayatta hiçbir konuda hiçbir şeye faydası dokunmamış ve o halleri ile kendilerinin ve oraya gelen çömezlerin farklı olduğunu, başkalarının başka bir -ist kendilerinin başka bir -ist olduğunu söyleyen o cahil tipleri gidin bir görün. Görün, arkada döndürdükleri dolapların fark edilmemesi için altı bomboş sloganlarla nasıl ortalığı bulandırdıklarını, gündemi meşgul etmeye çalıştıklarını. Es kaza birisi yanlışlıkla hedef alsın. Ortalığı ayağa kaldırırlar "beni hedef aldırlar" diye. Onlar da rantları ortaya çıkmasın diye, “Düşünceleri(!) var” ve “O düşünceleri(!) hedef alınıyor” algısının oluşturup, sizin de o çerçevenin içinde kalmanızı istiyorlar. Bunlara küfür etmekten tutun da yanılmış ve solculuk diye bir ideolojinin var olduğunu kabul etmiş halinizle “Gerçek(!) solculuk bu değil” demeye kadar, ne söylerseniz söyleyin zarar veremezsiniz. Hatta tam tersi bu çerçevede kaldığınız için memnun edersiniz. Altı bomboş, olmayan ideolojilerini hedef alıp, arkada döndürdükleri dolabı kurcalamaya başladığınız zaman gerçekten iş yapmış olursunuz. Gerisinin bir önemi yok. Bir başka örnek olarak özellikle Anadolu’nun doğusundaki bazı tarikatlara gidin. Anormal servetlere ulaşmış, “Allah dostu” diye sundukları cehaleti paçalarından akan adamları görün. Övülecek hiçbir şeyi olmayan bu tipleri övmek için nasıl şirkin içine battıklarını, Nekrofilinin dibine vurduklarını görün. Görün, bu şekilde nasıl da arkada dönen rantı gizlediklerini. Olur da bir yerde es kaza ufacık bir işe yarasınlar ortalığı ayağa kaldırırlar "bizim şeyhimiz işe yaradı" diye. Bunları da hedef almaya kalktığınızda, din sosuna batırılmış hallerini hedef alırsanız, ya da ne bileyim, dini hiçbir değeri olmayan o giydikleri giysilerini falan hedef alırsanız onların istediklerini vermiş olursunuz. Onlar da zaten konunun bu noktada kalmasını, arkadaki rantın hedef alınmamasını istiyorlar. Rantçılar, yasal hırsızlar sizin tepkinize muhtaçtır. Böylece hayattaki tek vasıfları ve tek kırmızı çizgileri olan yasal hırsızlıklarını, yağmacılıklarını gündem dışı bırakırlar. Bunlara istediğin kadar tepki gösterin, hatta istediğin kadar argo kelimeler kullanın vız gelir tırıs gider. Yeter ki her ay hesabına yatan hak etmediği paraya dokunmayın; haydutluğunu, gaspçılığını, hırsızlığını kurcalamayın. Yasal hırsızlığını konuşmadıktan sonra, Cezalandırma Hukuku hakkında konuşmadıktan sonra söyleyeceğin hiçbir söz onu tahrik etmeyecektir. Tetiklemeyecektir. Hatta senin sinirlenişin ve onun sakinliğini koruması, belki konunun özünü bilmeyenin gözünde “efendiliğini(!) korumak” gibi bile anlaşılabilir. Öyle berbat bir düzende yaşıyoruz ki, neden karnının doyduğunu, neye faydasının dokunduğunu, neden hesabına para yattığını sorguladığında -çok affedersiniz- alçak bir yasal hırsız olan adam, takım elbisesi üzerinde verdiği pozu ile saygın bir insan rolü oynamaya çalışıyor yüzsüz yüzsüz. Sen de konuyu bilmeyenin gözünde agresif bir insan oluyorsun. Onun için bu tip rant çeteleri ile muhatap olup, mücadele eden insanlara çok saygı duyduğumu ve belki bu hayatta yapılacak en kutsal işi yaptıklarını düşündüğümü söylemek isterim. Bu rehberi yazma nedenim de işte o insanlardır. Bitirelim. Yasal hırsızlık sahte cennettir. Dünyada bu sahte cenneti yaşayanların bizden görecekleri hiçbir saygı yoktur. Kravatlı teröristlerden, hükümet yalakası din görevlilerine… Bunların gerçek yüzlerini ortaya dökmek mi istiyorsunuz? Sadece parayı konuşun. Neden karnının doyduğun... Ne vasfı olduğunu... İnsanlığa faydası olacak ne gibi çalışma ortaya koydu da hangi yüzle ağzını açtığını... Konuyu dağıtmak, ana konudan uzaklaştırarak gündemi meşgul etmek için ne konu açarlarsa açsınlar, hiçbir şekilde senkronize olmadan, “Bırak sen onu. Sen neden maaş alıyorsun? Onun cevabını ver” deyin. Başka da bir tepki göstermeyin. Onların tek derdi seni o ispatsız, o belirsiz konularda tutmaktır. Bütün yasal hırsızlar dolandırıcıdır ve dolandırıcılar belirsizlik isterler. Ve arkada dönen rantı fark etmemeniz, o boş beleş konularda kalmanız, dışarı çıkmamanız için sizi tahrik ederek sadece o konularda kalmanızı sağlamaya çalışırlar. Çünkü o konularda kaldıkça isterseniz küfredin, yine ona hizmet etmiş oluyorsunuz. Ve son olarak şunu söyleyeyim. Bu tuzağı kuran yasal hırsızların sadece bir kısmı bunu bilinçli yapıyorlar. Geriye kalanları o kadar cahil, o kadar şuursuz ki hakikaten bir şey savunduğunu ve savunduğu şeyin hedef alındığını falan sanıyor. Örneğin daha önce hiç “Neye göre Kürt’sün? Delilin ne?” sorusunu duymamış, gerçekten kendisinin farklı olduğunu zannedenlerden, ya da ciddi ciddi kendisini Müslüman olduğunu düşünüp, İslamiyet’in kılık kıyafet dini olduğunu sanıp bunun hedef alındığını ve bunun çok çok önemli olduğunu, çöldeki insanlar gibi, insanların kafalarına sarık takarak dolaştığında, Dünyadaki bütün sorunların çözüleceğini, insanlığın kurtulacağını falan zanneden insanlardan bahsediyorum… Bunlar gerçekten cahildir ve gerçek yasal hırsızları taklit etmeye çalıştıklarından öyle konuşurlar. Muhtemelen hırsız bile değillerdir. Garibandır. Bu noktada işler bir kat daha zorlaşır. Çünkü bu tip ispat edemeyeceği şeyleri iddia ederek bu konular üzerinden iddialara kalkışanlar bunu gerçekten kötü olduğu için mi yoksa kandırılmış oldukları için mi yapıyorlar bunu tespit edip, ona göre tavır takınmak gerekiyor. Birinci gruptaysa kurtulma şansı düşük, ikinci grupta ise kurtulma şansı daha yüksektir. Bilginize… Bu rehber, adil bir dünya düzeninde yeri olmaması gereken: - Altı bomboş farklılık iddialarını - Bu iddiaların propagandası ile birlikte ortaya çıkan adi suç şebekeleri ve terör örgütlerini - Cezalandırma Hukukun yok edilmesinden aldıkları cesaretle işledikleri bin bir çeşit suçları - Suçun işlenmesine engel olması gereken devlet mekanizmasının adi suç şebekeleri tarafından ele geçirilmesine olanak sağlayan kontrolsüz seçim sistemi ve bunun sonucunda ortaya çıkan yasal hırsızlık yöntemlerini - Hem terör örgütlerine insan sağlayan yegâne şey olan, hem de yağmacılığı ve çeteciliği ortaya çıkaran, hem de kontrolsüz seçim sistemi ile birleşerek kötülüğün çoğunluğu oluşturmasını ve dolayısıyla iktidarı elde etmesini sağlayan kontrolsüz üreme gibi konuları işlediğimiz son çalışmadır. Bir daha bu tip konularda yazı yazacağımı ya da video hazırlayacağımı zannetmiyorum. Çünkü sanıyorum bu son yazı ile birlikte, Cezalandırma Hukukunun yok edildiği Şeytan tarafından kurulmuş mevcut Dünya Düzenini tüm yönleri ile işlemiş ve Cezalandırmada Adaletin sağlandığı adil bir Dünya Düzeninin nasıl olması gerektiğini de tüm yönleriyle anlatmış olduk ve geriye de bir şey bırakmamış olduk. Suç ve suçlu ile mücadele devletin adalet ve güvenlik kurumlarının göreviyse de suç şebekelerinin propagandası ile mücadele onların görev tanımlarının biraz dışında kalmaktadır. Umarım encodeum çatısı altında yayınladığımız bu çalışmalar ile bu açığı kapatmış ve Adil Dünya Düzeni savaşçılarına da büyük, kült bir içerik bırakmışızdır, naçizane. Bu çalışmalar genele yayıldıktan ve aklı başında, mantıklı, adil insanlar tarafından benimsendikten sonra, fırsat olursa -yazılımcı jargonu ile- Adil Dünya Düzenini canlıya da alırız. Bundan sonra, o gün gelene kadar inşallah, aynı eskisi gibi, bilimsel, teknik konularla ya da inanç ile alakalı evrensel niteliği olan çalışmalarla devam edeceğiz. Görüşmek üzere… |
8 Eylül 2024 Pazar
Rant Çeteleri ile Mücadele Rehberi
at 13:53 0 comments
Labels: Genel
30 Haziran 2024 Pazar
Adil Emeklilik Sistemi
Bir ülke düşünün ki, suç batağındaki Cehaletin Babasından cezalandırma hukuku, Narko-terörizmin çıraklığını yapan ana muhalefetinden ise cezalandırma hukuku vadederek iktidarı elde etmesini bekliyor. Çok kötü bir şeymiş gibi söyledim bunu ama, bir toplumun Cezalandırma Hukuku beklentisi içinde olabilmesi bile aslında büyük bir niteliktir. Ne yazık ki bazı toplumlarda bunu bile göremiyorsun. İşte öyle bir ülke düşünün ki, Cezalandırma Hukuku diye bir beklentisi
bile olmayıp, yine de her şeyin büyülü bir şekilde düzelmesini bekleyen
insanlardan oluşuyor. Ne seçmen yapılmış yığınlar, talep etmeleri gereken şeyin
Cezalandırma Hukuku olması gerektiğinin farkındalar ne de o ülkenin siyasi
arenasında boy gösteren şovmenler, Cezalandırma Hukuku vadetmesi gerektiğinin
farkında. O derece geri kalmış bir toplumdan bahsediyorum burada.
Belki de helak olmanın eşiğindeler ya da parça parça helak oluyorlar onun bile
farkında değiller. Ümmetçilik gereği, ahlaksız insanın ahlaklıyı, ahlaklının
ahlaksızı seçmesi, ona destek vermesi diye bir şey olamaz. Çünkü Adalet Günü
deterministiktir. Ahlaklı ve akıllı bir aday bütün sorunların Cezalandırma
Hukuku ile çözüleceğini bilir ve vaatlerini bu çerçevede gerçekleştirir. Ahlaklı
ve bilinçli seçmen de zaten cezalandırma hukuku talep eden kişidir. Zaten onları
ahlaklı ve bilinçli yapan şey de Cezalandırma Hukukunun gündemlerinin bir
numarası olması, ahlaksız yapan da Cezalandırma Hukukunda kaçabilmek için her
yolu deniyor olmalarıdır. Bu kaçışların cezası ise kendilerine fakirlik ve
yüksek enflasyon olarak geri döner. Çünkü bu tip toplumlarda, Cezalandırma
Hukukunun içinin boşaltılıp, adaletin ayaklar altına alınması sonucu had
safhada hırsızlık, yolsuzluk ve bunun sonucu olarak da had safhada enflasyon ortaya
çıkar. Burada sadece hükümet eliyle yapılanlardan değil; suç şebekeleri, terör
örgütleri tarafından ele geçirilmiş belediyelerin yaptıklarından da
bahsediyorum. Zaten onları iş başına getiren de komisyonculuk, kaçakçılık başta
olmak üzere hırsızlığın her türlüsünü mübah gören seçmen yapılmış yığınlardır.
Zaten bir süre sonra bu tip sözde siyasi parti mensuplarını ve seçmenlerini
birbirine bağlayan tek şeyin işlenen suçlar üzerinden kurmuş oldukları ortaklıkları olduğunu görmekteyiz. Ne yazık ki onların bu kadar rahat hareket etmelerini sağlayan da
Kontrolsüz Üreme ve Kontrolsüz Cumhuriyet rejimidir. Çoğunluğun verdiği oyu kutsayan bu sistem, bir yandan
seçmene “Oy ver geç. Nasıl olsa kaydı tutulmuyor. Bir sorumluluğu yok. Rahat
ol” derken; bir yandan da seçilmişe “Çoğunluğun oyunu aldın. Çoğunluğun oyu
eşittir mükemmel bir şey, boyun eğilmesi gereken bir şeydir. Rahat ol
istediğini yapma hakkın verildi” demektedir. Özellikle geri kalmış ülkelerde, bu
koruyucu kalkanın altında, seçilmiş hükümetler ve aynı zamanda belediyeler
hırsızlıkların tamamına yasal bir düzenleme getirerek, onları “yasal hırsızlık”
haline getirirler. İster merkezi almış partiler ister yerel yönetimi almış partiler,
istismar edebilecekleri her yolu bulur ve kullanırlar. Zaten bir süre sonra
ardı ardına açılan tabelaların bundan başka bir gündemi de olmaz. Tabi burada hırsızlığın en büyüğü komisyonculuk ve uçsuz
bucaksız, hesapsız harcamalar ile yapılır. Bunlar için kurulacak bir mekanizma,
söylenecek bir söz yoktur. Çünkü bunlara karşı yapılacak şey çok basittir: Hükümet
olduğun andan itibaren kesmeye başlayacaksın. Önce 1 birim paralık işi araya
girerek 20 birim paraya fatura eden komisyoncuların, ya da hesapsız harcama
yapan bürokrat tayfanın bunu yapabildikleri yolları keseceksin. Daha
sonra hırsızların bugüne kadar çaldıklarını da geri alıp yerine koyacaksın. Vermiyor
mu? Yargıladıktan sonra “kese kese”(5/38) alıp yerine koyacaksın. Bu kadar. Eğer ekonomiyi düzeltme diye bir hedefin varsa, geri alıp koyma dışında bir yolun bulunmamaktadır. Yani ortada bir
mekanizma yok. Geri alıp yerine koyma var. Onun için “burada kurulacak bir mekanizma
bulunmamaktadır” dedim. Fakat gereksiz kadro ve emeklilik dağıtma konusunda bir
mekanizma koyabiliriz. İstismardan bahsettim ya… Bir istismar yöntemi örneği vererek
ana konumuza başlayalım. Bir zaman önce, geri kalmış cahil bir ülkede, kendi
başarısından(!) başka bir şeyi ve bir adım sonrasını düşünmeyen sorumsuz bir
siyasetçinin(!) aklına, başbakan olmak için vaatlerinde kullanabileceği müthiş
bir istismar yöntemi geldi. “Emeklilik devlet mekanizması içinde değil mi? Evet. O zaman ben erken emeklilik vadedebilirim. 30’lu yaşlarında emekli olacaklarını gören insanlar da bana oy verir. Binaenaleyh ben de başbakan olur, kendimi tatmin eder. Bu şekilde enerjimi atarım.” Hani dedim ya ahlaksız mutlaka ahlaksızı seçer diye… O
siyasetçi bunu vadettiğinde ne gibi bir tepki oluştu biliyor musunuz? Hiçbir
şey. Karşısına “Ne yapıyorsun sen! Bu yaptığın bizim şimdi işimize yarar ama
açtığın bu küçük gedik zamanla devasa bir oyuk haline gelip, ülkeyi mahveder.”
diyen bir seçmen kitlesi çıkmadı. “Ver o erken emekliliği bize. Ver! Ver!”
dediler. (Bu arada not: Geçim derdi olmayıp, heyecan aradığından
siyaset sahnesinde boy gösteren cahil şovmenlerden uzak durun. Size
verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece kaybettirirler.) Gerçekten o sorumsuzun iktidar olduğu o ülkede insanlar
30’lu yaşlarında emekli olup evlerine geçmeye başladılar. Başka ülkelerin
insanları enayi(!) gibi yazılım, donanım devrimleri gerçekleştirmek için
gecelerini gündüzlerine katarken, o ülkenin süper zekâları(!) 30’lu yaşlarında
emekli olup ölene kadar her ay hesaplarına yatacak para ile bedavadan rahat
rahat karın doyuracaklarını düşünerek köşelerine geçip oturdular. Muhteşem bir şeydi bu. Sanki cennet. Herkes emekli,
herkesin hesabına para yatıyor. Ve o para ile alışveriş yapılıyor. Ama
emeklilerin sayısı artmaya başladıkça, ufak çaplı bir sıkıntı çıktı bu sahte
cennette. Yatırılan paralar ile ihtiyaçlar karşılanamaz olmuştu. Elbette böyle
olacaktı. Çünkü devletin kasasına öyle bir para girmiyordu ki, sana, seni mutlu
edecek para ödeniyor olsun. Vadedilen miktar ödeniyor olsa bile bu ancak para
basılarak ödenecek o da enflasyonu patlatacak yine yatırılan para senin işini
görmeyecekti. Yani kasada, başka bir deyişle havuzdan para çeken ne kadar insan
varsa, kaçınılmaz olarak, senin alım gücün o kadar düşecekti. Öyle de oldu.
Emeklilerin sayısı çığ gibi büyümeye başlayınca herkesin payına düşen de bir o
kadar azaldı. Yani bu ödeme sisteminde havuzda toplanan paradan senin payına ne
düşüyor ise, onun alım gücünü asla değiştiremiyorsun. Bu Havuz Ödeme
Sistemidir. Bu konu ile alakalı bir yasa yok gibi gözükse de aslında var olan
doğal ödeme sistemi budur. Daha sonra erken emeklilik bir vaat olarak o ülkenin cahil,
ahlaksız siyasetçileri tarafından kullanılmaya devam etti. Ha bu arada bunlara “siyasetçi”
diyorum da… Aman da ne siyasetçiler, sorma gitsin! Elde ettiğini hiçbir şekilde
hak etmeyen enerjisini atmaya çalışan cahil yaşlılar (Vurgulamaya çok gerek olmasa da yine de söyleyelim: İster yaşlı ister genç bilgi birikim sahibi, faydalı olmak isteyen bilge insanları kastetmiyorum elbette) ya da heyecan arayan cahil
zenginler. Bu kadar. Neyse… Tabi sadece emeklilik dağıtma değil, şuursuzca dağıtılan gereksiz
kadrolar da tüm bu sürecin üstüne tuz biber oldu. Yani o ülkede istismarlar
artık sadece hükümetler tarafından değil, belediyeler eliyle de yapılmaya
başlanmıştı. Artık sayısız, uçsuz bucaksız insanın hesabına devlet kasasından
para yatmaya başlamış ve aynı oranda bu paranın alım gücü de havuza eklenen her
emekli veya gereksiz kadrolu ile az önce açıkladığımız Havuz Ödeme Sisteminin
kaçınılmaz sonucu olarak biraz daha düşmeye başlamıştı. Eğer bir ülkede domates
tarlada 1 birim para iken markette 20 birim para ise, o ülkede ihale
komisyoncularına ve şuursuzca dağıtılmış kadro ve emeklilere para
yetiştirilmeye çalışılıyordur. Peki, bu noktaya gelindiyse, yapacak hiçbir şey kalmadı mı?
Komisyoncular, vergi affı(!) alanlar vs. ile ilgili ne yapılması gerektiğini
söyledik de bu erken emeklilik ve hesapsız kadro dağıtma ile ilgili bir şey söyleyemez
miyiz? Yapılabilecek hiçbir şey kalmadı mı? Elbette yapılabilecek şeyler var. En önce yapılması gereken,
hükümeti elde eden ahlaklı insanların bir öncekilerin imza attığı bu
ahlaksızlıkları ortadan kaldırmasıdır. Yani dağıtılan kadro ve emekliliklerin
iptal edilmesidir. Ayrıca bundan sonra erken emekliliğin bir vaat olarak
kullanılamayacağı mutlaka bu konuda çıkartılacak yasa ile yasaklanmalıdır. Çünkü
erken emeklilik tarzı yasal hırsızlık uygulamaları ile içinde bulunduğun toplumu
sadece çürütürsün. Eğer yaşadığınız toplumda büyük bir ahlaki çürüme var ve
artık rezillik diz boyu ise, mutlaka orada erken emeklilik, vergi affı(!),
vergi barışı(!), imar affı(!), imar barışı(!), her yapılan ihalede araya komisyoncuların
sokulması gibi yasal hırsızlık yöntemleri de mutlaka vardır. Bunların sonucu
olarak enflasyon artık dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştır. Hele bir de din
görevliliği(?) vs. gibi ne olduğu belirsiz sıfatlarla dağıtılan kadrolar,
belediyeleri kazanan cahil şovmenlerin terör örgütlerine dağıttığı kadrolar da
varsa, iş tamamen çığırından çıkmıştır. Ama yine de düzeltilebiliriz. Hadi başlayalım. Ne dedik? Önce erken emeklilik vadetme yasaklanacak kanun
ile. Hemen sonrasında bir daha böyle bir istismar yaşanmasın
diye, Havuz Ödeme Sistemi yasallaştırılacak. Bu Havuz Ödeme Sistemi nasıl çalışacak? Şöyle: Hiç kimsenin sabit maaşı olmayacak. (Zaten hiç
kimsenin sabit maaşı yoktur. O maaşın alım gücü her defasında azalmaktadır.) Devletin
kasasına o ay giren paradan emeklilere ve kamu çalışanları için unvanlarına uygun olarak orantısal bölüşüm
yapılacak. “Bu ay, şu kadar erken emekli girdi, artık bölüşüm bu kadar insan
arasında olacak” şeklinde bilgilendirerek… Böylece insanlar yandaşlara,
yoldaşlara şuursuzca dağıtılan gereksiz kadroların ve aynı şuursuzlukla
dağıtılan erken emekliliklerin kendilerine felaketten başka bir şey getirmeyeceğini
gözleri ile görmüş olacaklar. Dediğim gibi zaten olan şey de budur. Burada
yasallaştırma yolu ile bu mekanizmayı insanların gözlerine sokmuş olacağız. O
kadar. Yoksa yasalaştırmasan da zaten sistem böyle çalışıyor. Buraya kadar anlattıklarımız yaş bazlı emeklilik sistemini
uygulayan ülkeler içindi. Fakat burada çok önemli bir soru var (aslında 3 tane soru
var) yaş bazlı emeklilik sistemi uygulayanların cevaplandırması gereken: Emeklilik
yaşı kaç olmalıdır? Erken emeklilik ne demektir? Bir insanın erken emekli
olduğunu nasıl anlarız? Dünya üzerinde çoğunlukla emeklilik yaşı için 65-70 arası
yaş değerleri belirlenmiş. Neden böyle, belli değil. Bir insan 65 yaşında da sağlıklı ve dinç olabilir. Neden
emekli ediyorsun ki böyle birini? Doğrudan bir cevap yok. Ya da bir insan daha
50’sine bile varmadan elden ayaktan düşmüş olabilir. Bunun da çalışması
zulümdür. Bu noktada elbette iş göremezlik raporu verilerek yapılması
gerekenler yapılıyor. Gayet güzel. Peki bu iş göremezliği emeklilik ile
birleştirerek yeni bir sistem kuramaz mıyız? Evet kurabiliriz. Bir insanın emekli olmasını belli bir yaşa
bağlamak yerine, elden ayaktan düşmeye bağlayabiliriz. Şöyle: Bir insan elden ayaktan düşmüşse kaç yaşında olursa
olsun emekli edilir. Bu şekilde kaç yaşında emekli olursa olsun o erken
emeklilik olmayacaktır. 30 yaşında bile bu duruma gelmişse yine emekli
olmasında yanlış bir durum yoktur. Ama elden ayaktan düşmeden 70’inde bile
emekli olsa o erken emekliliktir. Burada tıbbi rapor ile emekli edilme
mekanizması kurulmalıdır. Bu şekilde, iş göremez raporu tabanlı emeklilik
sistemi ve Havuz Ödeme Sistemi ile birlikte rapor bazlı emeklilik sistemi hayat
geçmiş olacaktır. Fakat bu seferde “iş göremezliği” neye göre adil olarak
tespit edeceğimiz sorusu karşımıza çıkacak. Evet bir insan vücut olarak iş göremezdir belki ama beyin
fonksiyonları yerinde olduğu için mesela yazılım işi yapabilir. Eğer hem
bedenen hem aklen iş göremezlik tespitini adil bir şekilde yapabilirsek, ki bu
durumun tespitinde makul değerleri tıpçıların cevaplaması gerekiyor, en ideal
emeklilik sistemi bu olacaktır. Tabi bunun için toplumun hem bedenen hem aklen
iş yapabilir nitelikte olan bireylerden oluşan ideal bir toplum olması
gerekiyor. Gördüğünüz gibi 2 emeklilik yönteminin de cevaplaması
gereken birer sorusu bulunuyor. Yaş bazlı emeklilikte “Yaşı neye göre
belirledin, kriterin neydi?” sorusu. Rapor bazlıda ise “Adil bir iş göremezlik
raporunu neye göre hazırlayacaksın?” sorusu. Fakat ben bu soruları tam olarak cevaplamaya gerek olmadan
uygulanabilecek hibrit bir çözüm sunayım size. Yaş bazlı emeklilik devam edecek. Fakat erken emekli olup
olmadığını, emekliliği hak edip etmediğini birey daha sonraki davranışları ile
kendisi belirleyecek. Adil bir seçim sisteminin nasıl olması gerektiğini
anlattığımız daha önceki yazılarımızda, nasıl seçmen oy verdiğinin işlediği bütün
suçlara ortak olacak, böylece seçmen olmayı hak edip etmediği oy verdikten
sonraki süreçte kendisi belirlemiş olacak diye anlatmıştık. Burada da aynı
durum olacak. Şöyle: Sizin de bildiğiniz gibi, keyif verici maddelere bağımlılıkları
(sigara, alkol, kumar vs.) olan, kendini bağımlı yapmış insan kendisine saygısı olmayan insandır. Neden böyledir? Çünkü bir
süre sonra bağımlılıklarını tatmin etmek hayatının tek amacı olacak ve bu
şekilde ömrünü bomboş bir şekilde tüketecek, belki de bir bakmışsın bunlara
ulaşmak için akıl almaz, “bu, bunu hayatta yapmaz” dediğin şeyleri yapmaya
başlayacak. Ne yazık ki böyle birisi için ne dense az. Daha önce içki ve sigaranın başkaları ile paylaşma noktasında
bir suç olduğunu ve bu durum ile ilgili ne yapılması gerektiğini Önleyici Mahiyette İdam Cezası yazısında yazmıştık. Ayrıca başka bir yazımızda da sigara
dumanının saldırı aracı olduğunu belirtmiş bunun sonucu olarak kamuya açık
alanlarda sigara içmeyenlerin sigara içenlere karşı nefsi müdafaa kapsamında
istedikleri şekilde cevap verme hakları olması gerektiğini de söylemiştik. Belki
bu noktada sigara içmeyenlerin, içenlere karşı bireysel silahlanma haklarının
olması bile sağlanabilir. Ayrıca sigara kullananların kademeli olarak toplu
ulaşımdan men edilmesi de sağlanmalıdır diye de eklemiştik. Çünkü hiç kimsenin,
kullandığı kimyasalın zararlarını başkasına yaşatmaya hakkı yoktur. Bu
yasaklamaları e-devlet sistemini kullanarak çok rahat bir şekilde
gerçekleyebileceğimizi de izah etmiştik. Ama şans oyunları oynama ile ilgili
hiçbir şey yazmamıştık. İşte bu konuyu bununla birleştirebiliriz. Üstelik bunu
hem yaş bazlı hem de sağlık raporu bazlı adil emeklilik sistemi için uygulanabilir
hale getirebiliriz. Şimdi bir taşla iki kuş vurma anı. Bir insan, 65’inde emekli olmuşsa bile bu onun için erken
emeklilik ise evde bütün gün durarak nasıl enerjisini atacak? Atamayacak.
İnanın bana eninde sonunda kahvehanedeki o okey masasına oturacak. Biz de onu
orada yakalayacağız. Kriterimiz şu olacak: Bir insan eğer kumar oynayabiliyorsa,
emekli olması gerektirecek bir durum da oluşmamıştır. Kuralımız ise şu olacak: Şans
oyunları oynarken yakalanan emeklinin ilk yakalanmasında 1 ay emekli maaşı
kesilir. İkinci yakalanmasında 3 ay kesilir. Üçünü yakalanmasında ise tamamen
kesilir. Rapor bazlı emeklilikte de ise bu durum daha da
genişletilerek devam edecek. Burada emekliliği iptaline sadece şans oyunları
değil, sigara ve alkol tüketimini de ekleyeceğiz. Çünkü rapor bazlıda
kriterimiz, elden ayaktan düşmeydi. Mantığı şu: Bir insan alkol ve sigaranın herhangi birini
tüketebiliyor ya da şans oyunları oynayabiliyorsa elden ayaktan düşmemiştir. Rapor
yanlış verilmiştir. Emekli olmayı da hak etmiyordur. Dolayısıyla emekliliğinin
iptal edilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Her iki durum için de bireyin şans oyunları oynayıp
oynamaması emekliliği hak edip etmediğini doğrulamada ana kriterimiz olacak.
İdeal toplum yapısı oluşur da rapor bazlı emekliliğe geçilirse de buna alkol ve
sigara tüketimi de eklenecek. Tüm bu sürecin sonunda şöyle bir soru sorulabilir: Neden
sigarayı, alkolü ve şans oyunlarını tamamen yasaklayıp konuyu kapatmıyor da bu
kadar uzatıyoruz bu meseleyi? Evet o da olabilir siz o şekilde de savunabilirsiniz. Belki
doğru olan da budur. Ama ben şahsen insanlara karışılmasını doğru bulmuyorum.
Bir insan kendisine zarar vermek istiyorsa buyursun versin. Ama başkasına verdiği
zarar kabul edilemez. Sigara, alkol ve şans oyunları üzerinden koyduğumuz
kurallar hep kullananın başkasına zarar vermeye başlaması ile başlamaktadır. Sigara içebilirsin ama kamuya açık alanlarda değil. Kimse
senin sigara dumanını çekmek zorunda değildir. Alkol kullanabilirsin ama başkasına içmesini teklif edemezsin,
ısmarlayamazsın. Sigara için de bu geçerlidir. Şans oyunları oynayabilirsin. Ama bunu emekli maaşın ile yapamazsın. Kumar oynayarak vakit öldüresin diye emekli edilmeyeceksin, elden ayaktan düştüğün için emekli edileceksin. Yaş bazlı emeklilikte elden ayaktan düşmesen bile, yine emekliliğe ihtiyacın olduğu için emekli edileceksin. Kumar oynayasın diye de sana emekli maaşı bağlanmayacak. Geçimini sağlayasın diye bağlanacak. Eğer şans oyunları oynayabiliyorsan her iki durum için de emekliliğe ihtiyacın yok demektir. |
at 13:58 0 comments
Labels: Genel
6 Nisan 2024 Cumartesi
V for Vendetta'nın İdeolojisi
- “Fikirlere kurşun işlemez” + İyi tamam işlemesin. Hadi şimdi bir fikir söyle. - “Beni öldürebilsin ama fikirleri öldüremezsin” + Tamam abi öldüremem biliyorum. Hadi şimdi işe yarayacak
bir fikir söyle. - “Fikirler acıyı hissetmez. Kanamaz. Onları öpemezsin de” + Abi sen bir tane fikir söyle. Ben öpeceğim. İşe yarar bir
şey söyle göreceksin direk öpeceğim. Kendisine sosyalist, komünist, kapitalist, liberal diyen
insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl bir sistemi savunuyorlar? Tamam aklınıza ne geldiyse bir kenarda tutun. Bugüne kadar yaşadığınız bütün ülkelerdeki yasal
partilerden, yasadışı örgütlenmelere kadar bütün oluşumları düşünün. Aklınızda
yer ettiği haliyle, istisnasız hepsi hakkında, “Şöyle bir ideolojisi var. Şöyle
bir hedefi var ama ulaşmasına izin verilmiyor” kalıbı ile bir şeyler
söyleyebilirsiniz. Değil mi? Hatta yıllar yılı, on yıllar boyunca tek başına
iktidarda kalmış olanı için dahi söyleyebilirsiniz değil mi bunu: “Bir şeye
ulaşmaya çalışıyor ama engel olunuyor.” Hepsi bir şeye ulaşmaya çalışıyor pozisyonunda… Peki ulaşmaya çalıştıkları şeyin bir gerçekliği olup
olmadığını sorguladınız mı hiç? Hadi somut örnekler içeren diyaloglar yazalım. - “Komünistler ülkeye Komünizmi getirmeye çalışıyor ama izin
verilmiyor”. + Ama bir ton milletvekili maaşı alıp, bir sürü
ayrıcalıklardan yararlanıyorlar ve görünürde de hiçbir faydaları yok. - “Tamam işte komünizmi getirmeye çalışıyorlar ama izin
verilmiyor. İzin verilse o kadar çalışacak, o kadar faydalı olacaklar ki… Ama
engel olunuyor.” … - “PKK Fars devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor.” + Niye ne işe yarayacak? - “Ne işe yarayacağını onlar biliyordur herhalde.” + Sayısız insanı katletmişler. Ucu bucağı olmayan, hesap
edilebilirliğin fersah fersah üstünde zarar vermişler. Niye bu kadar zarar
veriyorlar? - “İşte Fars devleti kurmak istiyorlar ya ondan. Devlet
kuracaklar, kanuna hukuka uyacaklar, haydutluk yapmayacaklar ama izin
verilmiyor. Bu kurma sürecinde her şeyi yapmaya hakları var.” + Ondan mı o kurma süreci hiç bitmiyor acaba! … + Sapkın sözde dini fırkalar var. Hırsızlıktan,
haksızlıktan, uğursuzluktan artık deliye dönmüşler. İşlemedikleri suç kalmamış.
Onlar hakkında ne diyeceksin? - “Onlar da din devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor.
Aslında izin verilse, hiç hırsızlık yapmayacaklar. O kadar yararlı olacaklar, o
kadar çok çalışacaklar ki ama izin verilmiyor. Onun için başkalarının hakkını
gasp edip haksızlık yapma hakları; hırsızlık, uğursuzluk yapma hakları oluyor.
Kuramadıkları için.” Peki V’nin ideolojisi neydi? Nasıl bir sistem istiyordu? Aklınıza ne geliyor? Siz bunu düşünürken, ben okudukça, düşündükçe her insanın
yaşaması gereken 2 aşamalı uyanışı anlatayım. Birinci uyanış, az önce saydığımız kendini sosyalist,
komünist, liberal vs… diye tanıtan insanların hiçbir ideolojilerinin olmadığını
fark etmedir. Uyanışın ikinci aşaması ise belirsizlik sunan şeyin ideoloji
olamayacağını görmek ve Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ideolojinin ortaya
konmadığını fark etmedir. Onun için az önce “Kendisine sosyalist, komünist,
kapitalist, liberal diyen insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl
bir sistemi savunuyorlar?” dediğimde küçük bir ihtimalle, aklınıza, sorgulansa
hiçbir şekilde altını dolduramayacağınız sağdan soldan duyduğunuz bir iki ezber
cümle geldi, büyük bir ihtimalle hiçbir şey gelmedi. Hiçbir şeyin gelmemesi,
birincisinden daha iyidir. Rahat olun. Dünyada hiç kimsenin aklına bir şey
geliyor değil. Birbirinizi kandırıp duruyorsunuz. Onun için V for Vendetta filminde, film boyunca devam eden o
kadar muhabbet, özlü sözler, derin anlamı varmış gibi söylenen sözler filmin
sonunda somut hiçbir yere varmadı. Varamazdı da. Koştular ve durdular. Bu
kadar. Çünkü dünya tarihinde ideoloji diye bir şey hiçbir zaman olmamıştır. “Yok ya vardır herhalde bir şeyler” diyecekseniz. Hadi bir
tanesinin üzerine gidelim. Mesela PKK’lı gibi konuşalım. - Bizler Fars Devleti kurmak istiyoruz. Bunu istediğimiz
için bu uğurda her türlü katliamı, uyuşturucu ticaretini gerçekleştirebilir,
tecavüz çiftlikleri kurabiliriz. + Niye ki ne işe yarayacak Fars Devleti. Bir işe
yarayacaksan, buyur Türk Devletinin başına geç. - (Ulan hakikaten ne işe yarayacak! Dur itiraz edilemez
pozitif anlamlı bir şeyler söyleyeyim) Anadilde eğitim olacak. Böylece Fars
çocukları Farsça eğitim alabilecekler. + İyi de sen önce sorun olarak anadilde eğitimi söyledin.
Sonra Farsça eğitim dedin. Anadilde eğitim sorununu çözmüş olmadın ki. Kurduğun
sistemde, birisi “ben Ugandaca eğitim istiyorum” dediğinde bile sistemin bunla
ilgili istihdamı ve altyapıyı sağlıyor, herkesi farklı farklı dillerle sınav
yapabiliyor ve buna rağmen ortak bir sıralamaya sokabiliyor olması lazım. Değil
mi? Bunların hepsini düşündün, planladın ve hazırladın. Değil mi? - Ya ben bunları daha önce düşünmemiştim. Genelde “ana dilde
eğitim” dediğimde kimse ötesini sorgulamıyor böylelikle devamlı olarak eğitim
isteyen insan pozisyonunu koruyabiliyordum. Arkadaşlar! İdeoloji diye duyduklarınız, siyasi arenada
insanları kandırmak için uğraşanların blöfüdür. Mutlaka üzerine gidin. Örneğin
“işçiler, emekçiler” diye konuşuyorsa, “Bir insan ne olursa işçi olur? Ne
olmazsa işçi olmaz? İşçinin tanımı ne?” diye sorgulayın. Ya da mesela
liberalizm diyerek özgürlükten bahsediyorsa, özgürlüğün tanımını isteyin. Bu
arada, hiçbir şekilde özgürlüğün tanımını alamayacaksınız. Özgürlüğün tanımını
Devrim Dersleri – 5’te yapacağız. Bu şekilde ezberlerini bozdukça nasıl saçmaladıklarını ne
kadar yetersiz olduklarını, aslında her şeyin blöf olduğunu apaçık
göreceksiniz. İşte, blöf olduğu için, ne yazık ki, şovmen ve
dolandırıcıların oyun alanı haline dönüşmüş sözde siyasi arenada, istisnasız
hepsi “bir ideolojisi var, bir şeyler yapmak istiyor ama engel olunuyor”
pozisyonunu korumaya çalışmaktadır. Bunun bir adım ötesini görmediniz,
göremeyeceksiniz de. İşte bu belirsiz ortamda, örgütler tarafından siyasi parti
tabelaları ardı ardına açılır. Hem böylece savundukları bir şey varmış gibi
yapmış olurlar hem de siyasette dönmemesi gereken ama ne yazık ki dönen korkunç
bir parayı elde ederler. Para döngüsünün kurulmasının ardından, hepsinin suç
ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlesi oluşur. Siyasi parti tabelaların
ardı ardına açılması ve suç ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlelerinin
oluşması ortada bir görüş olduğuna dair insanları bir kat daha yanıltır. İşte bu suç ortakları, propagandalarla herhangi bir yerin
suç ortağı olmamış seçmenlerin “tepki oylarını” yönlendirmeye çalışarak merkezi
ya da yerel yönetimleri elde etmeye çalışır. Bütün bu sürecin sonunda, tepki
oyları sebebiyle yönetimler değiştikçe sadece kadrolar değişir. Bu kadar. Bu sürecin en üzücü yanı ise tepki oyu vererek yönetimi değiştirenlerin bir şey başardıklarını zannetmeleridir. Filmin sonunda seçimi kazananlar, ister merkezi ister yerel yönetimin başına geçmiş olsun, aynı öncekiler gibi “çok çalışmak
istiyor ama engel olunuyor” pozisyonunu korumaya devam eder. Hiçbirinin bir şey istediği yoktur. Sadece haydutluklarına
yol yapıyorlar. Zaten istiyoruz dedikleri şeylerin de bir gerçekliği yoktur.
Bunların hepsi blöftür. “Al sana toprak veya al sana makam, hadi yap yapmak
istediğini. Kur devletini, hukuk ve ekonomik düzenini” de. Bak ne oluyor! “Yok yapma, ezberimi bozma. Ben devamlı isteyeceğim. Sen de
devamlı vermeyeceksin. Bu belirsizlikte her türlü haydutluğu, hırsızlığı,
katilliği, tecavüzcülüğü, uyuşturucu kaçakçılığını yapma hakkım olacak. İşi
ciddiye bindirme lütfen. Bir adım ötesine geçme. Bırak bedavadan her ay
hesabıma yatan parayı gece, kulüplerde yemeye, sabah ise çok umurumdaymış gibi,
sanki bir çözümüm varmış gibi “ülkede ekonomik kriz var” edebiyatı yapmaya
devam edeyim.” Belirsizlik yaratma ve çok faydalı olacakmış ama engel
olunuyormuş pozisyonunu koruma, dolandırıcılığın ilk ayağıydı. İkincisi ise hedef alındıkları algısını oluşturma
çabalarıdır. “Hedef alınıyorsam demek ki önemliyim, hedef alınıyorsam demek ki
bir şey savunuyorum, bir davam var” algısını oluşturmadır. “Kim bunları neden hedef alsın yahu” dediğinizi duyar
gibiyim. Zaten onun için, hedef alınacak hiçbir yanlarının olmadığını
bildikleri için, sırf hedef alınıyor görüntüsü vermek için insanları tahrik
edip dururlar. Örneğin, sosyal medyada özellikle YouTube’da kendini
Müslümanmış gibi gösteren bazı tahrik üstatlarının, tarihte yaşamış ve
gerçekten büyük işler başarmış ve onların tırnağı olamayacak kişilere hakarete
varan sözler söylediklerini duyarsınız. Bunun karşılığında da küfür yer
dururlar. Arkadaşlar bu insanların sabah akşam küfür yiyor olmaları,
senin bilmediğin bir şeyi biliyor da onun için hedef alınıyor olduğunu
zannettirmesin. Öyle zannedilsin diye zaten küfür yiyecekleri konuyu özellikle
seçip insanları tahrik ediyorlar. Ayrıca bu şekilde sanki senin için
savaşıyormuş, sen ona borçluymuşsun gibi bir durum oluşturmaya çalışıyorlar.
Bunları yemeyin. Kendinizi bu, vakit kaybından ibaret bomboş karakterler için
taraf etmeyin. Hedef alınma konusunun başka bir versiyonu olarak
kendilerine sanal düşmanlar da yaratırlar. Bunu yazarken tam, internetten
kendine düşman yaratmaya bir örnek bakacaktım ki, Twitter’da harika bir örnek
düştü önüme. Bakın şimdi kimler nereleri hedef almış da kahramanımız nereleri
kimlerin elinden kurtaracakmış. “Tarım Bakanlığı’nı Bill Gates Vakfı’nın tasallutundan,
Sağlık Bakanlığı’nı Dünya Sağlık Örgütü’nün vesayetinden, Millî Eğitim
Bakanlığı’nı Amerikan Fulbright Komisyonu’nun vesayetinden kurtarmak için
gereken mücadeleyi mecliste etkili bir şekilde yapacağız” Normalde bir psikiyatriste söylediğinde şizofreni tedavisi
başlattıracak sözleri, kamuya hitaben söylüyorlar. İnsanların da hoşuna mı
gidiyor acaba “Bill Gates tarafından hedef alındığını” düşünmek. Elbette hepinizin bildiği gibi, bakanlıklar tarikat, aşiret,
örgüt gibi bilumum ilkel yapılanmaların; “tepki oyu veriyorum” diyen insanlar
yüzünden çeşitli belediyeler de kravatlı teröristlerin işgali altındadır. O
kurumların bunlardan temizlenmesi gerekmektedir. Tabi bunları hedef alamadığı
için sanal düşmanlarla insanları oyalayıp duruyor. Fakat mevcut düzende seçime girerek bunları yapacaksan zaten
bu ilkel yapılanmaları hedef almaman gerekiyor. Tahmin edin neden? Doğru bildiniz. Çünkü bunların ciddi bir oy potansiyeli var.
Mevcut seçim sisteminin, kontrolsüz cumhuriyet rejiminin ne kadar yanlış
olduğunu buradan bir kere daha teyit ediyoruz. Bu arada filmde V için yaratılan düşman ne kadar basit
yazılmıştı öyle. Çizgi filmlerde kötü karakteri çocuk anlayabilsin diye
yapılanlar seviyesindeydi. Fakat ben bir şey sormak istiyorum: Bu kötü karakter ne yapıyordu da kötüydü? V ne yapıyordu da
iyiydi? V’de olan ama kötü karakterde olmayan şey neydi? En temelde o da
hırsızdı bu da hırsız. Yapılan makyajları kaldırsan ikisi arasında ne fark
bulabilirsin ki? Neyse… Şimdi insanları kandırmaya çalışan sözde dava
adamlarının üçüncü ve son özelliğine geçelim. Bakanlıklar, çeşitli ilkel örgütlenmelerin işgali altında
dedik ya. O zaman kadro sever suç şebekelerinin üçüncü özelliğini, “bir
ideolojileri varmış gibi yapmak için sembol karakter yaratma çalışmalarını” bu
kadrocu tarikatlar üzerinden anlatalım. Ama öncesinde bir benzetim yapmak istiyorum. Programcı
arkadaşlar bilirler. Çok kanallı program yazarken kanallar arası
senkronizasyonu sağlamak için senkronizasyon nesneleri kullanılır. Sen ne zaman
bir senkronizasyon nesnesi yaratsan, Windows çekirdek için söylüyorum,
çekirdekte de bir isimli nesne yaratılır. Çekirdekte yaratılan o senkronizasyon
nesnelerinin nesi vardır, biliyor musun? İsimleri. Bu kadar. Onun için isimleri
de “isimli nesnelerdir”. O isimler üzerinden senkronizasyon sağlanır. Sadece isim.
İşte isimden başka hiçbir şeyin olmaması durumu, lider diye birilerini
pazarlayarak haksızlık yapan örgütlenmelerin birebir eşleniğidir. Ne zaman
“bilmem neciler” diye isim duysam, aklıma bu isimden başka bir şeyi olmayan
isimli nesneler gelir. Ciddiye alıp bu kadar ismi zikredilen kişi ne yapmış
diye bakıyorsun, hiçbir şey yok ya. Hiçbir şey. Ondan sadece isim duyuyorsun,
devamlı birilerinin isimleri söyleniyor. İsimden öteye geçilmiyor. Örneğin, bu günlerde bin bir çeşit rezilliği çıkan bir
tarikat var. Lider diye şu anda yaşamayan bir şahsın ismi söyleniyor. İsmini
zikrettikleri şahıs lokomotifte mi vagonda mı ne Arapça sağdan sola okuma
öğretmiş. Anlata anlata bitiremiyorlar. Elbette anlata anlata bitiremedikleri
şeyin bu olması, elde başka bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Ciddiye alıp
"İyi güzel de anlata anlata bitiremediğin şeyi herhangi bir Arap ülkesinde
her gün yapıyorlar. Ne bu şimdi?” desen. Muhtemelen “Ya kardeşim ne ciddiye
alıyorsun. Söyleyecek başka bir şey bulamıyoruz. Ondan bunu inanılmaz bir
şeymiş gibi anlatıyoruz” diyecekler. O zaman öyle demeyelim de şöyle bir soru
soralım. Vagonda Arapça sözcük okutmuş birini ruhani lider diye
belledin ya, böyle yaptığına göre haksızca kadrolaşma, yasal hırsızlık, tarikat
yurtlarında küçük çocuklara tecavüz gibi şeyleri yapmayacaksınız değil mi? Aaa
bir dakika, siz bunların hepsini zaten yapıyorsunuz. E ne işe yaradı o zaman adlarını söyleyip durduğun sözde sembol karakterler, anlata anlata bitiremediğin o ulvi
davranışları? Arkadaşlar! Kendilerine ne diyorlarsa desinler, avamın
örgütlenmesi çıkar çetesinden ibarettir. Böyle değilmiş gibi yapmak için
kendilerine taktıkları sıfatların ya da birilerini düşman belleyip onlara
taktıkları sıfatların ve bunları çok fazla kişiden gayet kendilerinden emin bir
şekilde duyuyor olmanız sizi yanıltıp, bu sıfatların herhangi bir tanımının olduğunu
zannettirmesin. Bu kurgu terminolojiden uyandığınızda sanki farklı kulvardaymış
gibi gözüken bu ilkel çeteleşmelerin tamamının aynı davranışları sergileyen tek
bir millet olduğunu göreceksiniz. Bu arada, kurgu terminoloji dedik ya… Bak ben size sağcı,
solcu, liberal denince aklınıza gerçekten ne geldiğini söyleyeyim. Siz doğru ya
da yanlış deyin kendi kendinize. Solcu deyince aklınızda beliren şey, cinsel
ilişki konusunda daha esnek davranan insan profilidir. Sağcı deyince aklınızda
beliren şey ise cinsel ilişki konusunda biraz daha tutucu davranan insan
profilidir. Bu kadar. Yani birinin ya da bir yöre halkının cinsellik konusunda daha esnek davrandığını gördüğünüzde solcu diyorsunuz daha tutucu
davrandığını gördüğünüzde ise sağcı diyorsunuz. Peki liberal deyince? “Hayatıma bakarım, çıkarıma bakarım, yer içer keyfime
bakarım, çıkarım yoksa hiçbir şeye bulaşmam ama yine de kendimle ilgili bir şey
söylemem lazım. Hmm o zaman yaz! Liberal!” Toparlayalım. Bu çalışma ideolojiler kapsamında yaptığımız son çalışmadır.
Bugüne kadar neleri neleri işledik… Siyasi arenayı meşgul eden hayatta hiçbir kutsalı olmayan
şovmen ve dolandırıcıları… Onların yarattığı bomboş rüzgâra kapılan ve bunların aslında
kurtulmak istediği ile birebir aynı özelliklere sahip olduğunu anlayamayan
insanları… Bu insanların seçmen yapılıp seçimin kaydının da
tutulmayışını ve bunun zararlarını… Kurgu terminolojileri, olmayan düşmanları, olmayan sembol
karakterleri… Yapılan ölü istismarlarını… Hiçbir yeterliliği olmadığı halde bir şekilde makam elde
etmiş insanlardan medet umarak kaybedilen vakitleri… Aslında hiçbir davalarının olmadığını, zaten ortada bir
davanın da olmadığını… Olmayan davalarına tarih çıkarmak için yapılan
dezenformasyonları… Değişimin sadece cezalandırma hukuku ile gelebileceğini, ne
siyasi arenanın dolandırıcı ve şovmenlerinin ne de bunların seçmen kitlesinin
tüm vaatlerin Cezalandırma Hukuku çevresinde olması gerektiğinin farkında bile
olmadığını… Bunları ve çok daha fazlasını enine boyuna gerek yazı gerek
video olarak inceledik. Bir daha bu konuları işleyemeyeceğim. Bu çalışma son
olacak. Yalnız bitirmeden önce gördüğüm 3 konu var onları da bu
konuya eklemek istiyorum. Birincisi her gün gündem yorumlayan insanlar ile ilgili. Fark etmişsinizdir, Youtube sayesinde her gün gündemi
yorumlayan insanların sayısında baya bir artış oldu. Tabi işleri bu olduğu için
devamlı bir şeyleri yorumlamak zorundalar ama gündem o kadar ahım şahım konular içermiyor. Bu kadar yorumlanıyor olması, gündemdeki
olayların önemli olaylar olduğunu ya da adı geçen insanların bu derece
isimlerinin zikredilmesini hak edecek nitelikte işler yapıyor olduklarını
zannettirmesin. İkincisi ise gerçekten çok sinir bozucu. Yaşadığım ülkede bir terör örgütü tarafından ele geçirilmiş
fakat “Atatürk'ün partisi” adı altında isimlendirilmeye çalışılan bir parti
var. Ne zaman bu partinin yönetici pozisyonunda insanları terör örgütü lehine
açıklama yapsalar buraya oy verenler ışık hızıyla "2 oy için bunu yapmaya
değer mi" gibisinden sözler söylüyorlar. Hayır bunu oy için yapmıyorlar. Hatta bırak oy için yapmayı
bunu yaptıkları için oy kaybediyorlar. O kadar cahiller ki ama o kadar cahil ve
niteliksizler ki, o kadar hak etmiyorlar ki o makamları, terör örgütünün bir
ideolojisi olduğunu ve haklı olduğunu zannediyorlar. Yani bir Narko-Terör
Örgütü için fedakârlık yapıyorlar. İşte bunlara oy verip geçenler, bu gerçek ile
karşılaştıklarında, “Oy için bu yapılır mı” diye hesap sorma görüntüsü veriyor
ki, insanlar bunun fedakârlık için değil, oy için yapıldığını sansınlar diye.
Stratejik davranıyorlarmış gibi olsunlar diye. Çünkü şunun farkındalar: Yönetici pozisyonundaki, bir terör örgütü için fedakârlık yapacak kadar alçalıyorlarsa, seçmeni olarak onlara
da aynen bu durum yansımış olacak. Onun için fedakârlık yapılmadığının
stratejik davranıldığının algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Hayır anlamadığım
şey şu, stratejik davranıyor olmuş olsaydı bile bu senin yaptığını
masumlaştırmayacaktı, neden uğraşıyorsun bu kadar? Ayrıca "Ben tepki oyu verdim. İsteyerek vermedim"
demek de narko-terörizm ile yan yana gelmiş olduğun gerçeğini değiştirmiyor.
Ehli keyif olup oturduğun yerden maaşın yatmasını bekleyeceğine gidip partine
sahip çıksaydın. Ve son olarak, "Ben Atatürk'ün partisine oy
verdim" diyerek kendini eleştirilemez noktaya çıkarmış da olmuyorsun. Atatürk 1938 yılında vefat etti. Ve ortada Atatürk’ün partisi diye bir parti de
bulunmamaktadır. Atatürk’ün partisi sözüyle yapılan şey, geçmişte yaşamış,
herkesin takdir ettiği, başarılı bir insanın istismar edilmesinden başka bir
şey değildir. Güya, aklınca Atatürk’ü referans gösterecek, Atatürk’ün adını
duyunca kimse ondan yaptığının hesabını soramayacak. Herkes onun doğru bir şey
yaptığını düşünecek ve bu şekilde düştüğü durumu gizlemiş olacak. Üçüncü ve son konu ise, -ki bu beni çok rahatsız etmiyor ama
uyarmak istiyorum-, kalabalığa hitap ederken, bugün dahi, “Yüce Türk Milleti”
şeklinde hitapta bulunmaktır. Bu hitap, günümüzde kabul edilebilir bir hitap
değildir. Bu hitap çoğunlukla Atatürk tarafından kullanılırdı ve onun da
karşısında Kurtuluş Savaşını kazanmış ve ardından yeni bir devlet kurmuş bir
kitle vardı. Bugün herhangi bir savaşı kazanmış bir kitle yaşamamaktadır.
Zamanlarının büyük bir kısmı, genel olarak boş ve hatta bir kısmı tamamen
yanlış bir eğitim müfredatı ile boşa harcanmış; belki çıkış yolu olarak ömrünü kolay
para kazanma yollarında israf etmiş, belki böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı
halde yine de bu şekilde hayatını israf etmiş, bir kısmı yasal hırsız olmuş, belki büyük bir kısmı fırsat gelmediği için yasal hırsız olamamış ama sırada bekleyen, ayrıca bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşında kazanılmış taşınmazları satışa çıkmış ve bu
konuda sesi bile çıkmayan, belki “benim param yatsın da ne yaparlarsa
yapsınlar” diyen bir kitle var. Elbette istisnalar da var. İşte o istisnalar
Büyük Türk Milleti’dir. Onları ortaya çıkaracak düzen ise Adil Dünya Düzeni Bildirisinde anlatılan düzendir. Dikkatli okursanız, Adil Dünya Düzeni büyük bir
eleme sistemidir. İşte o eleme sürecinden sonra gördüğünüz her kalabalığa, Türkiye
için söylüyorum, “Büyük Türk Milleti” şeklinde hitapta bulunabilirsiniz. Ama
eğer şimdi yapar ve o insanların doğru tercihler yapmaları noktasında bir
beklenti içine girerseniz büyük büyük hayal kırıklıkları ve mahcubiyetler
yaşarsınız. Unutmayın: Yasal hırsızların da oy verdiği bir düzende yasal
hırsızlığı bitireceğin vaadinin işe yarayacağını beklemek hayalperestliktir. “Benden uyarması” diyerek ideolojiler konusunu
bitirelim. Artık yeni ve farklı çalışmalarda görüşmek umuduyla… Not: Devrim Dersleri serisinin sonunda Dünya Tarihinin ilk
ideolojisini yayınlanmış ve ilk ideolojik siyasi partisini kurmuş olacağız. |
at 14:11 0 comments
Labels: Genel
13 Mart 2024 Çarşamba
Adil Dünya Düzeni Bildirisi
Farklı düşüncelere sahip, farklı insanların olduğunu söyleyen; bunun bizim için bir zenginlik olduğunu ve tüm bu düşüncelere saygı duymamız gerektiğini söyleyen insanlara hayatınızın bir döneminde mutlaka denk gelmişsinizdir. Bu içi doluymuş ve itiraz edilemez, evrensel bir doğru
içeriyormuş gibi gözüken sözlerin bir anlamı, bir doğruluğu var mı sizce? "Gerçekçi değil ki, doğru olsa ne yazar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Barbielerle,
Kenlerle, Pamuk Prenseslerle dolu bir dünyada yaşıyor olsaydık belki bir anlam
ifade edebilirdi ama bu haliyle hiçbir gerçekçiliği yoktur bu sözlerin. Üstelik
bu sözler ile birlikte, söyleyenin cevaplaması gereken bir dolu soru da beraberinde
gelmektedir. Birincisi, düşünce nedir? Ağızdan çıkan her şey düşünce
midir? Ben cevaplayacak olursam… Muhtemelen evet. Örneğin; akraba bağı, arkadaş gazı ile örgütlenmelere,
özellikle terör örgütlerine girip boğazına kadar pisliğe batmışların
başkalarının da başı belaya girsin yalnız kalmasınlar diye söyledikleri
yalanlar, yaratmaya çalıştıkları provokasyonlar da görünürde bir düşüncedir. Sapkın tarikatlara girmişlerin, tarikat liderinin ya da
tarikatın diğer mensuplarının yediği haltları örtmek için yüzsüz yüzsüz
söylediği yalanlar da bir düşüncedir. Parti liderinin ya da başka bir partilisinin yaptığı
hırsızlığı örtmek için konuyu çarpıtmaya çalışan, rakip parti ile korkutmaya
çalışanın söyledikleri de bir düşüncedir. Girdiği terör örgütünün yaptığı haydutlukları, katliamları,
alçak bir katil olmaktan başka hiçbir sıfatlarının olmadığı gerçeğini gizlemek
için konuyu sulandırma çabası da bir düşüncedir. Kriterin yoksa bunların hepsini düşüncenin dışa vurumu
olarak değerlendirebilirsin. O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Bir şeyi saygı duyulur
yapan şey nedir? İyi niyettir. Yani bu dünya, ancak tamamen iyi niyetli, hiç tanımadığı
insanlara bile faydalı olmak isteyen insanlardan oluşan bir dünya olmuş olsaydı, “Her
düşünce değerlidir, her düşünceye saygı duymalıyız. Farklı düşünceler
zenginliğimizdir.” tarzında cümleler kurabilirdin. İyi de, bir insanın ne niyette olduğunu bilme imkânımız var mı?
Yani niyet ölçerimiz var mı? Hayır yok. O zaman en kötü durum senaryosuna göre kendimizi hazırlamalıyız.
Daha doğrusu hazırlamalıydık. Ama maalesef öyle olmadı. İşte bu dünya düzeninin
en büyük problemi budur. İnsan olmanın muhteşem bir şey olduğu, herkesin iyi
niyetli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır. Düzenin kurucuları, “Suçlunun, kurbanına yaptığını yapamayız” demişler,
cezalandırma hukukunu neredeyse yok etmişler. “İşkence insanlık suçudur” demişler. İşkencenin tanımını
yapmamışlar. “Herkes çocuk sahibi olabilir, en temel insani haktır”
demişler. Kontrolsüz üreme ile hem doğan çocuğa ve doğuran anaya
kaldırmayacakları yükleri yüklemiş, hem de dünyanın sonunu getirebilecek bir
yol açmışlar. “Herkes oy kullanabilir, herkesin seçme ve seçilme hakkı
vardır ve verilen oylar gizli olmalıdır, sorumluluğu alınmamalıdır. Çünkü bu, halkın
kendi kaderini tayinidir” demişler. Siyasi arenayı, dolandırıcı ve şovmenlerin
oyun alanı haline getirmişler. Üstelik “Halk ne demek? Halkın kendi kaderini
tayini ne demek?” cevaplamamışlar. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki: Şeytanın kurduğu mevcut
dünya düzeninin üzerine oturduğu varsayımların hiçbirisi doğru değildir. Peki
hayatın gerçekliği nedir? Bunu cevaplamak için en başta söylediğimiz “Her düşünceye
saygı duymalı, değer vermeliyiz” muhabbetine geri dönelim. İnsanlar neden ağızlarını açarlar? Neden konuşurlar? Bu soruyu dini bir metinden alıntı yaparak cevaplamak
istiyorum.
İşte, insanların muhtemelen büyük bir kısmı aynen böyledir. Sadece karın doyurma ve cinsel ilişkiye girme hedefi için çene
çalarlar. Bu uğurda da hiçbir sınır gözetmeden para elde etmeye çalışırlar. İşte biz de bu gerçeği göz önüne alarak düzeni tasarlamalıyız. Hatta insanların çok az kısmı böyle olmuş olsaydı bile, biz yine de insanların tamamı böyleymiş gibi düşünerek dünya düzenini oluşturmalıyız. Peki, eğer buna göre tasarlamazsak ne olur? Günümüzde, gözümüzün önünde olan şey olur. Suçlu hem suçlu
hem güçlü olur. Ayaklar baş olur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Mevcut dünya
düzeninin az biraz cezalandırmasını bile yaşamamak için adi suç şebekeleri, terör
örgütleri siyasi parti adı altında tabela üstüne tabela açarlar. Çözüm üretmesi gereken
siyasi arena dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı olur. İnsanların payına da
bunlardan medet umuyor olmanın küçük düşürücülüğünü yaşamak kalır. Ne bir çözüm
ne bir fayda üretecek bilgi birikimleri vardır ne de böyle bir şeye niyetleri
vardır. Ama bu beklentiyi gargaraya getirmek ve kendilerine adam bağlamak ve
sanki hayatta savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için
geliştirdikleri bin bir çeşit taktikleri vardır. Hemen alt alta yazalım. 1. Faydalı olma beklentisini gargaraya getirmek için
yapılanlar: - Devamlı olarak isteyen pozisyonunu, aslında çok şeyler
başarabilecekmiş ama izin verilmiyormuş pozisyonunu korumak. Böylece hiçbir sorumluluğu olmadan aldığı
maaşı hak ediyormuş gibi oluyor ve hatta kendince her türlü kötülüğü yapmaya da hak kazanmış olur. - Ana konuya odaklanılmasın diye detaya girmek - Üzerine vazife olanı yapamadığını gizleme için vazife
olmayan ile zaman öldürme, onu gündemde tutma 2. Sanki fikirleri, savundukları bir davaları varmış gibi
göstermek için yapılanlar: - Kendine tarih çıkarma ve Nekrofili yapma. - Olayların kronolojik sırasını değiştirme. - Olmayan düşmanlar yaratıp, boş meydan kabadayılığı yapma. - Cehaletini ukala taklidi ile örtme. Böylece sanki konuya
hakimmiş ve derin bir şeyler söylüyormuş izlenimi uyandırma. - Sembol karakter yaratma çabaları ve bunun için ilgili kişinin zamanında yaptığı bazı faaliyetlerinden bahsetme. Bana göre en sinir bozucu olan bu özelliği en sona bıraktım. Kendilerinden daha önce yaşamış aynı kendileri gibi alelade birini sanki sembol bir karaktermiş, dava adamıymış ya da -dini bir kimliği var gibi gösteriliyorsa- kutsal insanmış gibi gösterme çabaları zaten yeterince sinir bozucuyken bir de bunu övülecek hiçbir yanı olmayan bir iki faaliyetini sanki övülecek bir şeymiş gibi anlatmaları, bu özelliklerini daha da katlanılmaz bir noktaya taşıyor. "Bahsettiği kişiden bir sembol çıkmayacağından mı bahsetsem" ya da "övgü ile bahsettiği zamanında yapılan o faaliyet her ne ise onun da övülecek bir şey olmadığından mı bahsetsem" diye karar veremez, muhatap olduğun seviye karşısında kalakalırsın. 3. Adam bağlamak için yapılanlar: - Suçluluk duygusu yaratmaya çalışmak. “Farklı olduğumu
kabul etmiyor musun yoksa”, “Beni inkâr mı ediyorsun yoksa”, “Öz benliğini(?) inkâr mı
ediyorsun yoksa” gibi… - Sanki onun için kavga ediyormuş gibi gözüküp insanların kendisine
borçlu olduğunu zannettirme. Bunu terör örgütleri çok yapar. Not: Yukarıdaki her madde ayrı ayrı daha önceki yazı ve
videolarımızda uzun uzadıya işlenmiştir. Encodeum’un sıkı takipçileri ne demek
istediğimi anlamıştır. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; hayatları boyunca hak,
hukuk, adalet, davamız, hedeflerimiz diye dolaşan sözde dava adamlarının bugün yaptıklarına şahit olan insanlar aslında o lafların baştan sona yalan olduğuna artık apaçık
şahit oluyor. Bakıyorsun lafta ülkenin ırmağının akışına öleceğini iddia
eden, bugün hayatın gerçeğinde ülke yağmalanırken ses çıkarmayıp hatta
yağmacıya suç ortağı olmak için fırsat kolluyor. Manevi değerlerden bahseden adam ne manevi ne değer hiçbir
konuda tutarlılığı yakalayamıyor, gücü elde eder etmez kitapta yazan ne kadar suç
varsa tamamını işlemeye koyuluyor. Uyuşturucu kaçakçısı, rezil, kepaze terör örgütleri ile yan
yana gelmişlerden hiç bahsetmiyorum bile... O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya tarihinde bugüne
kadar ortaya konmuş ne bir dava ne bir ideoloji yoksa, siyaset adına söylenen
şeyler baştan sona yalan dolan, ideolojik olduğu iddia edilen terminolojiler
baştan sona kurguysa ve avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibaretse ve
bunların hepsini adım adım anlattıysak neden buraların mensupları girdikleri
yerlerden çıkamıyorlar? Çünkü bir yere girerken, bir şeylerin doğru olduğunu
gördükleri için girmediler ki, bir şeylerin yanlış olduğunu görünce çıksınlar. Takıldıkları
yerlerde kendilerini, birbirlerini kandırıp duruyorlar. Ama biz yine de çıkamayışlarını 4 madde ile özetleyelim. Birincisi, arkadaş veya akraba çevresi olduğu için bağını koparmak
dolayısıyla çıkmak oldukça güçleşiyor. İkincisi, başı belaya girdiği için çıkamıyor. Eğer başı
belaya girdiyse zaten artık konu çıkar noktasına ulaşmıştır. Oradan devam
etmekten başka yolu kalmamıştır. Onun için örgütün eskileri yeni gelmişlerin
mümkün mertebe en hızlı bir şekilde başlarını belaya sokmak için uğraşırlar. Üçüncüsü ve en ağırı, çıkarsa kandırılmış biri olduğunu, çok
kötü bir insan olduğunu alenen kabul etmiş duruma düşeceğinin farkında olduğu
için çıkamıyor. Böyle biri olduğu gerçeğini alenen kabul edebilecek olgunluğu
göstermek herkesin harcı değildir. Not: Ha bu arada, F. Gülen, Apo vs. gibi insanların peşine
düşüp yaptıkları katliamlar nedeniyle kısas edilmesi gerekirken, hapislere
düşen insanlar! Kaç kişiyi katlettiniz ama ben yine de sizi kısastan kurtaracak bir
yol sunayım. Şöyle yapalım. 3 ay boyunca sınırsız yetki ile bu ikisini teker
teker ülkenin başına geçirelim. Tek bir ama tek bir sorunu çözmeyi başarsınlar
hepiniz serbest kalacaksınız. Yoksa ne olduğunuzu alenen kendi ağzınızla kabul
edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Anlaştık mı? Lider bellediğinize güveniyorsunuz değil mi? Güvenemiyor musunuz? Peki, sizin için işi biraz daha kolaylaştırayım. Ülkenin başına geçmelerine gerek olmasın. Bunların adı ile
yayınlanmış kitaplar var ya, hah o kitaplarda dünya üzerinde herkese hitap eden
cinste bir tane çözüm bulun, yine hepiniz serbest kalacaksınız. Tamam mı? Şimdi anlaştık mı? Bu da mı olmadı? Yine mi yemedi? Peki, sizin için işi bir kat daha kolaylaştırayım. Çözüm de
bulmanıza gerek yok. O kitaplarda işe yarar, işe yaradığı ispat edilmiş tek bir
şey bulun. Herhangi bir konuda, tek bir şey… Yine hepiniz serbest kalacaksınız. Yapamazsanız ne olduğunuzu alenen kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Neyse siz aramaya koyulurken ben bildiriye kaldığım yerden
devam edeyim. Bol şans… Dördüncüsü ise hiçbir zaman ispat edilemeyen, somut hiçbir
delil getirilemeyen farklı olma iddialarının sağladığı yalandan mutluluktur çıkabilmelerine engel olan. Ayrıca farklı olma iddiasının haydutluk yapabilmelerine verdiğini sandıkları ehliyet de işin cabası olmaktadır. Üstelik, “Birinin farklı olduğunu nasıl anladın, neden kabul
ettin?” diye sorsan cevap veremeyecek alakasız insanlar “Farklılıklarımız
zenginliğimizdir.” gibi laflar ile bu yalan seline hazır bedavadan arka
çıkıyorken neden bundan vazgeçsinler değil mi! Tüm bunları göz önüne aldığımızda mevcut dünya düzeninin
kurucularına şunun hesabını sorabiliriz artık: İnsanoğlu bu haldeyken nasıl olur da
gizli oy ilkesi ile seçim yapılmasına, insanların kontrolsüz üreyebilmesine ve cezalandırma hukukunun neredeyse yok edilmesine sebep olur ve buna
uygarlık dersiniz! Kurulmuş bu düzenin tek bir adı vardır. O da, Adaletsiz Dünya Düzenidir. Ama adını koyup bırakmayalım. Adil bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını da 5 ana ilke ile adım adım anlatalım. 1. Cezalandırmada Adalet - Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa - Önleyici Mahiyette İdam Cezası - Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık - Sigara Dumanı ve Gürültü Saldırı Aracıdır Hırsızlık ile ilgili bir şey yazmadım bugüne kadar. Onu da hemen ekleyeyim. İster birisinden olsun, ister devlet kasasından, mutlaka çalınan miktar çalandan tahsil edilmelidir. Bu uğurda her şey yapılabilir olmalıdır. Peki ya parayı yediyse, gerçekten geri koyamıyorsa? Parayı yediyse vücudundaki uzuvlarına girmiştir. Uzuvları ile geri ödeyecektir. Yine tahsilat gerçekleşmiş olacaktır. 2. Seçim Sisteminde Adalet - Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi - Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık - Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu? Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde, siyasette çok para dönüyor ve bu da yasal hırsızlıkların ve
ekonomik krizlerin yolunu açıyor. Her ilden milletvekili seçimi eski çağlara aittir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin olmadığı zamanlarda illerden haber getirmek gerekirmiş. Bu zamanda böyle bir şeye ihtiyaç yok. Toplamda, her birini ayrı ayrı iş tanımının yapıldığı 70 – 80 tane milletvekili olması yeterlidir. Ayrıca muhtarlıklar ve ilçe belediyesi gibi kurumlar da kaldırılmalıdır. Her ilde bir tane belediye başkanının olması ve her bölge için de bir tane bölge valisi olması yeterlidir. Siyasetteki para çarkı mutlaka kırılmalıdır. Hükümetler sadece adaleti ve
güvenliği tahsis etmekle uğraşmalı ve bunun için asgari düzeyde personel istihdam
etmelidir. Göreceksiniz para çarkı kırıldıktan sonra o parti tabelalarının tamamı bir anda kendi
kendine yok olup gidecek zaten. 3. Geleceğin Eğitim Sistemi - Kabustan Uyanış: Geleceğin Eğitim Sistemi 4. Kontrolsüz Üremenin Engellenmesi - Sığınmacı Sorunu ve Kontrolsüz Üreme Kontrollü üremeye geçmiş ülkeler mutlaka bunu uygulamayan
ülkelere karşı tecrit uygulamalıdır. Yoksa yağmalanma ihtimali ile karşı
karşıya kalırlar. 5. Ekonomide Adalet Devrim Dersleri serisinin sonunda tamamlanmış olacak. Tüm bu çalışmalarla, sizleri, adil bir dünya düzenine davet ediyorum. Duyanlar duymayanlara haber versin. |
at 21:51 2 comments
Labels: Genel