10 Şubat 2023 Cuma

Siyaset: İlgi Delisinin Bedava Reklamını Yapmak

Adaleti bozabilmek için doğrudan adi suç şebekeleri, terör örgütleri tarafından açılmış ya da zamanla adi suç şebekesine dönüşmüş siyasi parti tabelalarını ve bu tabelaların kravatlı mensuplarının bağlı bulundukları bu adi suç şebekelerinin elini rahatlatmak veya yolsuzluk yapmak için, politikacı olma, siyasi parti mensubu olma kavramlarını nasıl kullandıklarını daha önceki çalışmalarımızda uzun uzadıya işlemiştik.

Fakat siyasetin, kötü niyetli insanlarla alakalı kısmı bundan ibaret değildir. Siyasi arena, doğası gereği, insanların takip ettiği, ilgi gösterdiği bir alan olduğu için, o ilgiyi kendilerine yönlendirmek isteyen ilgi delileri de üst perdeye çıkabilmek, önemli insan görüntüsü vermek için sanki bir davaları varmış, sanki bir şey savunuyormuş gibi yapmaya çalışırlar.

Ne ilginçtir, bunu yapabiliyor olmalarının en büyük destekçisi ise, bunlara karşı oldukları halde, yaptıklarına anlam yükleyerek farkında olmadan bunların bedava reklamını yapan o karşıt insanlardır. Burada kötü insanların suç ortakları için yaptıkları propagandadan bahsetmeyeceğiz. Tam tersine, bunlara karşı olanların, şikâyet eder bir halde “bunlar şunu yapmak istiyor” diyerek yaptıkları propagandayı anlatacağız. Kötü bir şey yapacaklarını söylemeye çalışırken, bu kişileri farkında olmadan nasıl da yücelttiklerini işleyeceğiz. Zaten ilgi delilerinin kendi yalanlarına kendileri inanır hale gelmesini sağlayan da işte bu propagandadır.

Örnekler üzerinden ilerleyelim.

İddia: Bunlar şeriat ile ülkeyi yönetmek istiyorlar.

Hiçbir kitaplı din ile bir ülkeyi yönetemeyeceğin gibi, hiçbir kitaplı dinin “bu kitap ülkenizi yönetmek içindir” diye bir emri de yoktur. Ülkeler din ile değil, adalet ile yönetilirler. Zaten dinin emrettiği de budur. Örneğin Kur’an “hükmettiğiniz zaman adalet ile hüküm verin” der. Bugün, aslında “yönetimi elde ederiz, keyfimize bakarız” niyetiyle davrananların şeriat diye sunmaya çalıştıkları şeylerin büyük bir kısmı eski Arap gelenekleridir.

Gerçi gelen haberlerin ne kadarı doğru bilmiyoruz ama örneğin Taliban ile ilgili duyduklarımız bunun en büyük delilidir. Hani devamlı olarak, kadınlara burka giyme zorunluluğu getirildi, kızlara okul okuma yasağı getirildi, dışarı çıkma yasağı getirildi diye duyduğumuz şeyler karar alıcı olamayacak durumdaki insanların, o hali ile iktidar olup yapacak bir şey bulamamasının sonucudur. “Yahu yıllar yılı iktidar olalım, yönetici olalım, dedik, en sonunda yönetimi elde ettik ama şimdi ne yapacağız, hiç bundan ötesini düşünmemiştik.” diyenlerin, hak etmediklerini elde etmesinden kaynaklı saçmalamasıdır tüm duyduklarınız. 

Çok zaman önce bir tartışma sayfasında, ezberden konuşan biri ile karşılaşmıştım. “Hüküm Allah’a aittir” diye konuşarak ilgi çekmeye çalışıyordu. Tabi söylediği şeyin ne anlama geldiğini ve o anda kimle muhatap olduğunu bilmediği hali ile bunu yapıyordu. Ben de ona “Köprü geçiş ücretleri ne kadar olmalı? Allah’ın bu konuda hükmü nedir?” diye sormuştum. Halâ cevap verecek.

Bu, din üzerinden hüküm vererek konuşma gösterileri hak etmediğini elde etmeye çalışan insanların; üstünlük gösterme, üst perdeden konuşma isteklerinin din sosuna batırılmış halidir. “Yönetici oldum ve ben yönetiyorum” büyüklüğünün dışarı vurumudur. Bunun basit bir nefsani durum olduğunu anlayamaz ve bunları söyleyenlere “bunlar ülkeye şeriat getirmek istiyorlar” gibi bir cümle kurarsanız, hem böyle bir insana dini bir kutsallık atfetmiş olursunuz, hem de sanki bir şeyleri yönetebilecek niteliği varmış da yapamıyormuş gibi bir görüntü verdirirsiniz. Hem de tüm bunları bedavaya yapmış olursunuz. Adam da gördüğü ilgi karşısında, kendi yalanına inanarak “vay be ben aslında ülkeyi yönetebilirmişim ama izin verilmiyormuş” diye dolaşmaya başlar.

İddia: Solcular ülkeye komünizmi getirmeye çalışıyorlar.

“Solcular” diye sıfat taktığın insanlar ülkeye komünizmi getirmeye çalışmadığı gibi, ne komünizm diye tanımı yapılmış bir ideoloji ne de solcu sıfatının bir karşılığı vardır. Yani ortada 5 kelimelik bir cümle var ama bu kelimelerden ikisinin tanımı yok.

Eğer solculuk diye bir ideolojinin olduğunu, solcu olarak adlandırılan sıfatın bir gerçekliği olduğunu zannediyorsanız, bu, sizin hayatta bir şeyi çok fazla kere duyduğunuzda onun var olduğunu düşünme hatasına düşebilen bir insan olduğunuzu gösterir. İster negatif ister pozitif anlamda solcu, solculuk gibi ifadeleri cümle içinde geçirirken, yaptığınız şey, sadece, yanlış yönlendirildiğinizi göstermiş olmaktır. Bu kadar. Ama yine bu durumu kendinize yakıştıramıyor ve bu dediklerime direnme içgüdüsü hissediyorsanız lütfen samimi olarak bir kere kendinizi sorgulayın: Solculuk adı altında bugüne kadar hiç; bir mantık, bir mekanizma içeren bir düşünce sistematiği ya da herhangi bir konuda bir çözüm duymuşluğunuz var mı?

“Yok hayır duymadım ama yine de olabilir” diyecekseniz de… Elinizin altında internet ve dolayısıyla sınırsız kaynağa erişim imkânı var. Araştırın ve kendi gözlerinizle görün ve lütfen gerçekle yüzleşin.

Tarafsız bir gözle bakın, günün sonunda solculuk için varacağınız yargı: “Muhalefeti garantileme taktiği” olacaktır. Solculuk en temelde, kimse kendilerinden iş istemesin diye gerçeklenebilirliği sıfır olup, gerçeklenmesinin de kimseye bir fayda sağlamayacağı uçuk kaçık, altı bomboş fantastik vaatlerle göz boyama taktiğidir. Meclise girecek kadar oy almaya çalışırlar. Bunu başardıklarında ise “faydalı, iyi şeyler yapmak istiyor ama çalışmasına, iyilik yapmasına fırsat verilmiyor” pozisyonunu koruyarak maaş almaya devam ederler. Onun için döndürülen bu çarka dolandırıcılık dememizde hiçbir sakınca bulunmamaktadır.

Bu alenen ortaya çıkmasın diye de “Birilerinin kötü olduğunu söylemek bana iyi insan görüntüsü katar” düz mantığı ile, sürekli olarak iktidar mensuplarının “kötü” olduğunu söylerler ama hayatın gerçeğinde onlarla aynı bankamatikten aynı maaşı çekmesini, aynı ayrıcalıklardan faydalanmasını da iyi bilirler.

Solculuk ve alt dalları kurgu bir terminolojiden öte hiçbir şey değildir arkadaşlar. Eğer ki bunları göremez ve bu solculuk muhabbeti için “Bunlar ülkeye komünizm getirmeye çalışıyorlar” diye konuşursanız, hem insanları kandırmaya çalışan ilgi delilerinin bedavadan reklamını yapmış olur, hem de komünizm diye bir ideolojinin olduğu kanısını oluşturursunuz. Yani adam hem seni kandırmış olur hem de üstüne sana bedava reklamını yaptırmış olur. Ve aynı bir önceki örnekteki gibi, zamanla kendi yalanına inanarak “vay be ben aslında ülkeyi yönetebilirmişim, süper şeyler yapabilirmişim ama izin verilmiyormuş” diye dolaşmaya başlar.

İddia: PKK bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyor.

Boş ver devlet kurmayı falan, bir lego versem birleştirebilirler mi? Hiç birleştirmişler mi? Hiç hayatında çalışan bir mekanizma ortaya koymuşlukları var mı bu PKK’lıların?

PKK, tarihin en cahil, en boş terör örgütüdür. Lider diye sundukları adamın “taşeron” diye tanımladığı rezil kepaze bir oluşumdur.

Böyle bir yapının militan bulabilmesinin toplumsal gerekçesi ise ailesinin dünyaya getirirken hiçbir gelecek hazırlamadığı çoğunlukla çok kardeşli çocukların; dersten okuldan, adil hayat mücadelesinden kaçmaya çalışma içgüdülerinin, akraba bağı, arkadaş gazı ile birleşmesidir. Bu şekilde örgüte militan bulabilmekte, 2 cümleyi bir araya getiremeyen örgüt militanlarının ölmeleri, öldürmeleri sağlanabilmektedir.

Bunun yanı sıra bir de işin şu boyutu var. Kontrolsüz üreyen insanların çoğunlukta olduğu bölgelerde, başarısızlık oranı çok yüksektir. Bu tip insanlar ise, ilgiye çok açtırlar. Farklı oldukları, özel oldukları telkinine ise çok çabuk kanarlar, hiç sorgulamadan. Bu telkin, aklını kullanmaktan kaçış ile birleşir ve örgüte katılım gerçekleşir. Bu şekilde militan, hayatında hiçbir zaman görmediği ve muhtemelen de göremeyeceği bir ilgi ile karşılaşacağını düşünür. Çünkü çok büyük kötülükler, katliamlar yapılmakta ve insanların bu konuya ilgi göstereceğinin farkındadır. Bu şekilde ilgiye açlığı tatmin olmuş olur. Ama bu durum, PKK meselesinin yalnızca ilgi deliliği olmasının sadece bir bacağıdır. Bunun 2 sacayağı daha vardır.

İkinci ise örgüte katılmayanların ilgi açlığını tatmin şeklidir. Örgüte katılmayanlar, örneğin kendilerine “Kürt” diye bir ifade kullanıyorlarsa, PKK da silahlı eylem yaparken bunu “Kürt” olma iddiasına dayandırıyorsa, bu konu gündemde kaldıkça kendilerine “Kürt” diyenler de gündemde kalacaklarını düşünmektedirler.

Onun için bazı insanların “Ben PKK’dan vazgeçmem” dediklerini görürsünüz. Vazgeçemediği şey ortada bir ideolojinin, bir davanın olması değil, bu konu gündemde kaldıkça gördüğü ve göreceği ilgidir. Onun için vazgeçemez, çünkü PKK olmasa insanların onu hiçbir şekilde fark edemeyeceğinin farkındadır. Kim bilir ne kadar tatlı geliyordur hak etmediği ilgiyi elde etmek.

Gerçekten de Doğu’da Güneydoğu’da yaşayan insanlar PKK olmasa bu kadar gündemde olabilir miydi?

Olamazdı. Durduk yere böyle bir şeyin olmasına da gerek yok zaten. Örneğin Afrika’da yaşayan insanlar var ve neredeyse hiçbir şey bilmiyorum haklarında. Sen de bilmiyorsun. Çünkü ne sana bana hitap eden bir başarıları yok. Onun için özel olarak ilgi göstermeye de gerek yok. Fakat şu da var: Ortada ilgi göstermeye değecek bir fayda, başarı olmasa da çok büyük bir kötülük yaparsa birileri yine ilgi gösteririm. O zaman şunu diyebiliriz ki: Fayda üreterek elde edeceğin ilginin aynısını, belki daha fazlasını, kötülük yaparak da elde edebilirsin. İlgi delisiysen, derdin ilgi görmekse o zaman ne gereği var faydalı olacağım diye o kadar çalışmaya! Değil mi!

İşte kendisine “Kürt” diye sıfat takmış ve PKK’ya da dışarıdan destek veren insanların PKK üzerinden yaşadığı durum budur. Önceden “İşçi Partisi”, bu sıralarda ise “Kürt” olma iddiası ile yapılan silahlı eylemler var. Haliyle insanlar bu konuya ilgi gösteriyorlar. Bunun sonucunda, bu yoğun ilgiyi görünce, PKK’ya dışarıdan destek verenler kendileri hakkında konuşulduğunu düşünerek mutlu oluyorlar. Övülmek isteyen ama hayatına baktığında kendisi hakkında neredeyse hiçbir konuda konuşulamayacağını hisseden ilgi delileri, bu konun gündemde kalması üzerinden tatminlerini sağlıyorlar. Ne fena bir şey! Halbuki dünyadaki en büyük başarının zararsız yaşamak olduğunu bir bilebilseler.

Bu, PKK meselesi üzerinden ilgi deliliğinin ikinci tatmin versiyonudur.

Üçüncüsü ise, ucuz kahramanlara ait olandır. Hani dedik ya, PKK bu günlerde, yaptıklarını “Kürt” olma iddiası ile yapıyor diye. Bu ucuz kahramanları bu konuya girmeye teşvik eden de budur. PKK’nın kendisini küçük etnik bir grup olarak göstermesi ve aynı siyahi insanların zamanında yaşadığı gibi doğuştan gelen bir özelliklerinin hedef alındığını iddia etmeye çalışmasıdır. Bu konunun, kahramanını arayan küçük etnik bir grup olarak lanse edilebileceğini düşünen ucuz kahraman adayları, bu konuya, örgüte, örgüt mensuplarını bile hayrette bırakacak anlamlar yükleyerek girerler. Çünkü o aranan kahraman kendisi olacakmış. Bu gazla, bir Narko-Terör Örgütünden, kahramanını arayan, bağımsızlık isteyen küçük bir etnik grup çıkarmaya çalışırlar. Çünkü onların da tek derdi hak etmedikleri ilgiyi elde etme çabasıdır.

Uyuşturucu, kaçakçılık, hırsızlık gibi faaliyetlerle menfaat elde etme dışında, terör örgüt mensupluğu sadece ilgi deliliğinin tatminidir. Başka hiçbir derinliği yoktur. Eğer ki bunları göremez ve “bunlar bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyorlar” dersen, sadece bedavaya ilgi delilerinin reklamını yapmış olursun.

Ha bu arada yeri gelmişken söyleyeyim: İsteyen istediği yere, istediği devleti kurmakta özgürdür. Daha doğrusu buna teşebbüs etmekte özgürdür. Yeter ki silahlı mücadele ile toprak koparmayı başarsın. Mesela yine PKK’yı ele alalım. Eğer toprak koparabilirlerse Kürt Devletinden, Hebele Gübele Devletine kadar istediği devleti kurabilirler. Ha tabi eline silah alıp toprak koparmak için uğraşırken başına gelenler için “ezildim, sömürüldüm, hapsedildim” vs. diye zırlamayı kabul etmiyoruz. Sen toprağı kopar, dediğim gibi istersen Hebele Gübele devleti kur.

- “Yok ben Kürt Devleti kuracağım”

- Neden?

- “Çünkü Kürt olmak benim etnik kimliğim. Aynı Arap Devleti, Fransız Devleti, Türk Devleti, Fars Devleti gibi Kürt Devleti kuracağım.”

- Ha böyle dersen, o zaman orada açıklaman gereken ekstra bir konu daha karşına çıkar. Çünkü Kürt olmanın etnik kimlik olduğunu iddia edebilmen için, Kürtçenin Türkiye Farsçası olmadığını ve tarihsel olarak Kürt diye isimlendirilebilecek bir etnik kimliğin olduğunu ispat etmen gerekir. Bunu ispat edemediğin müddetçe, olur da kurabilirsen, kurduğun Kürt Devleti, Hebele Gübele Devleti gibi bir şey olmaktan öteye gidemeyecektir. Bilgine.

O zaman Kürt Devleti kurmanın sıralaması söyle olması gerekiyor.

Önce senin devlet kurabilecek nitelikte olman gerekiyor.

Hadi bu noktaya vardın diyelim. Sonrasında ise toprak koparman gerekiyor.

Hadi bunu da yaptın diyelim. Sonrasında ise dil bilimsel olarak Kürtçe diye bir dilin olduğunu, bunun Türkiye Farsçası olmadığını ve tarihsel olarak da Kürt diye isimlendirilebilecek bir etnik kimliğin olduğunu ispat etmen gerekiyor. Ondan sonra nur topu gibi bir devletin olmuş olacak. Tabi bu kadar zahmetten sonra bu ne işe yarayacak, o da ayrı bir konu.

Ortada hiçbir şey yok arkadaşlar. Ne devlet kurabilecek birileri var ne de böyle bir şeyin anlamı var. Sadece zamanında cehaletle bu işe girmişler ve artık geri dönemeyenler var. Ortada ne bir dava ne bir inanmışlık var. Yaptıkları şeyin ne büyük cehalet ne büyük ahmaklık olduğunu kabul etmemek için gösterilen inat var. O kadar.

Son olarak siyaset ile ilgileniyormuş gibi yapmaya çalışan tüm ilgi delilerinde gözüken ortak bir özellikten bahsetmek istiyorum. O da “X olduğum için, geçmişte şöyle bir olay yaşadım” iddiasıdır. “X olduğum için lisede şöyle bir şey yaşadım”, “Askerde başıma şu geldi”, “Üniversitedeyken böyle oldu” gibi sözlerle geçmişte bazı mağduriyetler yaşadıklarını, hedef alındıklarını iddia ederler. Gözünüzle şahit olmadıktan sonra, geçmişe dair anlattıklarına kesinlikle itibar etmeyin. İnanın, bunların insanlığa katacak hiçbir bilgi birikimleri olmadığı için, bu açığı bu hikayelerle kapatmaya çalışmaktadırlar.

Toparlayalım.

Bir iki tane risk alan, söylenmesi gerekenleri söyleyen vatansever insan dışında, ki onların sayısı da az olur, siyaset dediğin şey, dolandırıcıların, ilgi delilerinin üst perdeden konuşma tripi atma, ucuz kahramanlık peşinde koşma alanıdır. Ne bir faydaları vardır ne de iktidar olduklarında fayda üretebilecek bir bilgi birikimleri. Lütfen bunun ayrımına varalım ve laf olsun torba dolsun diye konuşanların yaptıklarına kendilerini bile hayrette bırakacak anlamlar yüklemeyelim.

Unutmayalım: Yukarıda saydığım üç grup insan tek millettir. Hak etmediği ilgiyi görmeye çalışan ilgi delileridir. İnsanları tahrik ederek beslenirler. “Bunlar şunu istiyor, bunu istiyor” diyerek ihtiyaç duydukları besini onlara sağlamış olmayalım. İnanın ehli keyif olmaya çalışmak dışında hiçbir istekleri bulunmaktadır.

5 Şubat 2023 Pazar

Adalet Günü Deterministiktir

Bir insan neden Gülen cemaatine katılır?

Birinin Gülen cemaatine katıldığını duyduğunuzda ne düşünürsünüz? Aklınıza ne gelir?

Benim aklıma çıkarını düşünmesi, iş bulurken, eş bulurken kıyak çekileceğinin, kendisine sahip çıkılacağının hesabını yapması yani adaleti bozmaya çalışması, adil hayat mücadelesinden kaçmaya çalışması geliyor.

Samimi olarak cevap verin, hiç aklınıza dini gerekçeler, Allah’ın rızası falan gelir mi?

Yani mesela Gülen’in kitaplarını okudu, sohbetlerini dinledi, çok etkilendi ve o cemaatin mensubu oldu diye bir şey olabilir mi? Tarafsız bir gözle bakıp, kitaplarını okuyarak o yapılanmanın içine girmiş bir kişi bile var mıdır?

Mümkün değil. Olamaz. Neden mümkün değil? Neden olamaz?

Çünkü böyle bir şey sadece, herkese hitap eden işe yarayacak bir şeyler bulmuş olması ile mümkün olabilir. Başka türlü zaten dikkat çekemez.

Peki, Gülen’in herhangi bir konuda orijinal bir açıklamasını, benzersiz bir tespitini gördünüz mü hiç? Bir yaraya merhem olduğunu?

Yaraya merhem olmayı bırak. Ben bir iki sohbetine şahit oldum. Özellikle ilk dönem İslam tarihi ile alakalı yaşandığını söyleyip ağlayarak anlattığı şeylerin bir kısmı hiç yaşanmamış, bir kısmı da onun anlattığı gibi yaşanmamıştır.

Peki, elde avuçta övülecek hiçbir vasfı olmayan bu tip bir insanı nasıl översiniz?

Gülen özelinde değil, genel olarak soruyorum, objektif olarak baktığında ortaya koyduğu tek bir fayda gösteremeyeceğin bir insanı övmen istense bunu nasıl yapabilirsin? 

Bu soruyu aklımızda tutalım.

İnsanlar neden doğa üstülük isterler?

İman etmekten, sorgulamaktan kaçmak için. Peki iman etmek nedir?

İman etmek, mantığını kurmaktır. Bu kavram dinler tarihinde hep yanlış anlaşılmıştır. İman etmenin inanmak olduğu sanılmıştır ama bu yeterli değildir. İman, aklını kullanarak mantığını kurmaktır. Ama eğer doğa üstülük varsa hiç mantık kurmaya, mantık kurabilmek için bilgi birikim sahibi olmaya çalışmaya gerek yok demektir. 

Yani mucize, keramet gibi doğa üstülük beklentisini tetikleyen temel dürtü imandan kaçıştır. Adaletten kaçış da diyebiliriz. Mucize, keramet gibi şeyler geleneksel din tarihinde dini bir şeymiş gibi sunulması sizi aldatmasın. Bunlar iman etmekten kaçmaktır. Ve o kaçış, o kadar tatlıdır ki, dine en uzak şey, din sosuna batırılarak sunulmuştur yıllar yılı.

Şimdi az önce sorduğumuz soruya geri dönelim. Elde avuçta övülecek hiçbir vasfı olmayan bir insanı nasıl översiniz?

Onun hakkında hiçbir zaman ispatlayamayacağın ve aynı zamanda da çürütemeyeceğin olağanüstülük hikayeleri anlatarak. Yani kaçak dövüşerek.

Mucize, keramet beklentisi imandan yani adil sınanmadan kaçış, çeteleşme de adaletten kaçış ve çete liderini doğa üstülük muhabbeti ile övme de adaletten kaçış ise, o zaman din sosuna batırılmış çete mensubu olmak ile, o çetenin liderini olağanüstülük ile övme ve iman etmekten kaçmak için olağanüstülük hikayelerine meyletmenin tamamı aynı dürtüden kaynaklanır. Yani bunlardan birinin bir insanda görülmesi ile birlikte diğerlerinin de mutlaka görülüyor olması tesadüf değildir. Biri varsa mutlaka diğerleri de vardır.

İşte onun için din sosuna batırılmış çeteleşmiş oluşumlar, keramet muhabbetlerini de çıkaran yerlerdir. Eğer birisi günlük hayat mücadelesinde adaleti bozabilmek niyeti ile bir tarikata girmişse, mutlaka tarikat liderini doğa üstülük ile övecektir ve en temelde iman etmekten kaçmak için de mucize, keramet gibi bir beklenti içindedir. İşte bir oluşumu tarikat yapan şey bunlardır. Şunu not edeyim: Burada tarikat deyince İslam coğrafyasında görülenlerden bahsetmiyorum sadece, dünyadaki din görünümlü bütün tarikatlardan bahsediyorum. İnceleyin hepsinde bu özelliklerin tamamının görüldüğüne şahit olacaksınız.

Bahsettiğim olağanüstülük muhabbetine bir örnek vermek istiyorum. Gülen Cemaatinin zamanında kendi aralarında bolca anlattıkları bir hikâyedir bu:

Bir gün mübarek bir zat Peygamberimizin mezarına gitmiş. (Bu arada, bu olay için neden mezara gidiliyor onu da anlamış değilim. Hikâyenin inandırıcılığı artsın diye belki). Ellerini açıp, “Ya Resulallah, ne olacak bu Türkiye’nin hali?” diye sormuş. Bir anda Peygamberimiz zuhur etmiş ve “Biz orayı Fethullahilere bıraktık” demiş.

Ne kadar da rahat Peygamberin adını kullanıyorlar değil mi. (Bu arada, tarikatlarda bu tip hikayelerin kat be kat fantastik versiyonları anlatılır.)

Bu hikâyeden anladıkları: 1-) Doğaüstü bir olay yaşanıyor, demek ki din var. Çelişki, iman gibi konularla uğraşmaya gerek yok. 2-) “Bu doğa üstülük bizle alakalı demek ki biz iyi şeyler yapıyoruz”. Oh mis gibi cevazı aldı istediği yağmacılığı yapabilir artık!

Örgüt mekanizması ise şöyle çalışıyor: Önce örgütün eskileri, yeni gelmişler için adaleti bozuyor. Bir yerlere sokuyorlar. Sonra o sokulan da bir sonraki tertipte gelecekler için adaleti bozuyor. Çark böyle dönüyor. Bütün bu hikayeler de dönen bu çarkı gizlemek için uyduruluyor.

Peki her dini oluşum kötü müdür? Tabii ki de hayır.

Bugün çeşitli derneklerde, vakıflarda akademik değeri yüksek dersler yapılıyor. Sorulara, konulara mantık çerçevesinde cevap verilerek, yaralara merhem olunuyor. Yardımlaşılıyor. Gayet güzel. Onun için bunu not etmemiz gerekiyor. Herkesin aynı kefede olmadığını vurgulamak gerekiyor.

Ayrıca yukarıda bahsettiğim çark sadece din sosuna batırılmış çeteler tarafından kurulmuyor. Onlardan daha fenasını kuran din sosuna batırılmamış çeteler da vardır. Onlar da kendilerini, işçi haklarını savunuyoruz, kadın haklarını savunuyoruz, hayvan haklarını savunuyoruz diye pazarlamaya çalışıyorlar. Çoğunlukla kendilerini “sol(?) örgüt” olarak isimlendiriyorlar. Örgütün silahlı militanı hamile kadınları tarıyor, kravat takmış militanı ise büyük şehirlerde kadın haklarından bahsediyor. Vitrine böyle şeyler koyup onlar da çeteleşip kadro ayarlamaya çalışıyorlar.

Cevabını kısmen verdiysek de yine de soralım: Bir insan neden PKK’lı olur?

Birinin PKK’ya katıldığını duyduğunuzda aklınıza ne gelir?

Örgütün militan bulabilmesinin toplumsal gerekçesi ailesinin dünyaya getirirken hiçbir gelecek hazırlamadığı çoğunlukla çok kardeşli çocukların; dersten, okuldan, adil hayat mücadelesinden kaçmaya çalışma içgüdülerinin, akraba bağı, arkadaş gazı ile birleşmesidir. Bu şekilde örgüte militan toplayabilmekte, iki cümleyi bir araya getiremeyen örgüt militanlarının ölmeleri, öldürmeleri sağlanabilmektedir.

Bunun yanı sıra bir de işin şu boyutu var. Kontrolsüz üreyen insanların çoğunlukta olduğu bölgelerde, başarısızlık oranı çok yüksektir. Bu tip insanlar ise, ilgiye çok açtırlar. Farklı oldukları, özel oldukları telkinine ise çok çabuk kanarlar, hiç sorgulamadan. Bu telkin, aklını kullanmaktan kaçış ile birleşir ve örgüte katılım gerçekleşir. Bu şekilde militan, hayatında hiçbir zaman görmediği ve muhtemelen de göremeyeceği bir ilgi ile karşılaşacağını düşünür. Çünkü çok büyük kötülükler, katliamlar yapılmakta ve insanların bu konuya ilgi göstereceğinin farkındadır.

Elbette ki silahlı militanlar örgütün tek unsuru değildir. Hatta sayıca çok da azdır. Asıl kalabalığı silahsız militanlar oluşturuyor. Bu yapıda silahlı militanlar, örgüte katılmamışların şehirde çarklarını döndürebilmesi için ihtiyaç duydukları argümanı sağlıyor. Asıl çarkı örgüte katılmamışlar döndürüyor. Bunları delil getirerek, “Dağda ölen insanlar varsa, demek ki ortada bir sorun var” diyerek hiçbir yerde, hiçbir zaman tanımı yapılmamış kurgu sorunları açıklamaktan kurtulmuş oluyorlar. Şehirde, sanki “toplumsal olaylarla ilgileniyormuş, birilerini haklarını savunuyormuş” gibi yapma şansı yakalıyorlar. Vitrinde bu söylemler dururken onlar da arka planda çeteleşmeye birbirlerine avantaj sağlamaya çalışıyorlar. PKK kadrosundan üniversitelerde akademisyen olmuş kaç kişi var şu anda biliyor musunuz, ya da belediyelerde iş ayarlanmış… Çeteleş ve hak etmediğini elde et. Bunu yaparken de yaptığın alenen ortaya çıkmasın diye işçi hakları, kadın hakları, şunların hakları, bunların hakları diye muhabbet döndür. Bu şekilde arkada kurduğun çark dönsün. Ne kadar ilginç değil mi? Tarikatçılıktan bahsederken de aynı yere ulaşmıştık.

Tek fark tarikatlarda adaletten kaçış din sosuna batırılmış hikayelerle yapılırken, buralarda ise fantastik ezilme(?), sömürülme(!), asimile olma(?), soykırıma(!) uğrama hikayeleri ile yapılır. Ha bir de onların doğuştan gelen farklı bir özellikleri varmış. Onun için her türlü kötülüğü yapabilirlermiş.

O zaman Fethullahçılık gibi bir tarikatın yani din sosuna batırılmış herhangi bir çetenin mensubu olmak ile, PKK’lı olmak arasında bir fark bulunmamaktadır. Sadece aynı davranışın, yani adaletten kaçışın, farklı coğrafyalarda sergilenmesidir.

İşin ilginci bu ya: Bugün Fethullahçılar, PKK’lılar ile kol kola çalışmakta, birbirlerinin başarılı olmasını canı gönülden istemektedirler. Fethullahçılar önce, yıllar yılı destek oldukları hükümete, hiç bunları yapmamış gibi bir günde yüzsüz yüzsüz muhalif oldular. Yetmedi darbeye yapmaya kalktılar. Onu da beceremediler. Şimdi yine aynı yüzsüzlükle, “darbeyi aslında hükümet kendi kendine yaptı” diyerek insanların aklı ile dalga geçiyorlar. Bugün de PKK ile kol kola ve neredeyse birebir aynı üslupla gayet güzel propaganda faaliyetlerine devam ediyorlar.

Oysa ki, 90’lı yıllarda, ki ben dershanelerine gittiğim için yakinen şahidim, Fethullahçıların hatırı sayılır kısmı MHP’yi desteklerdi. Onlara o yıllarda siz PKK’lılar ile aynı ümmettensiniz deseydin, nasıl bir tepki ile karşılaşırdın kim bilir. Oysa ki, o yıllarda adaleti bozmaya, aklını kullanmaktan kaçmaya çalışanların doğuda öbekleştiği yer PKK, batıda öbekleştiği yerlerden biri Fethullahçılardı.

Ve bugün birleştiler.

Hayır bugün birleşmediler. Hep birdiler.

Sadece bugün tek ümmet oldukları alenen ortaya çıktı.  Bu uzun girişten sonra şimdi konumuza girebiliriz.

Adalet günü deterministiktir. Ne demek bu?

Adalet günü Allah’ın huzurun çıkıp, “Allah’ım beni affet! N’olur affet!”

“Ooo çok iyi yalvardın. Hadi cennete” diye bir şey yoktur.

Dünyada kiminle dava birliği etmişsen sonsuza kadar onunla birlikte olacaksın.

Daha doğrusu bu dünyada kimlerle tavizsiz mücadele ediyorsan, sonsuzlukta onlar nerede olacaklarsa sen orada olmayacaksın.

İşte Ümmetçilik bunu dünyada anlamanın yoludur. Ümmetçilik sonsuzlukta nerede olacağını, dünyada kimlerle birlikte olduğuna bakarak anlamanın yoludur.

Örneğin sen eğer ki PKK ile “tavizsiz” bir şekilde mücadele ediyorsan, sonsuza kadar PKK’lılar ile aynı yerde olmayacaksın. Mücadelen tavizsiz ise bu böyledir. Yani PKK mücadele edişin, PKK ile görünürde mücadele ise ve sana o anlık avantaj sağlıyorsa, bu mücadele tavizsiz mücadele değildir. Sen aslında çıkarın için mücadele ediyorsundur. Eğer çıkarın birleşirse, bir bakmışsın, bir anda PKK ile yan yana gelen insan oluvermişsin.

Ya da başka bir örnek olarak, PKK ile mücadele ediyor gözüküyorsun ama, PKK çömezi olmaya çalışan, siyaset ile uğraşıyormuş gibi yapmaya, hak etmediğini elde etmeye çalışan şovmenlere destek veriyorsan sen yine PKK ile mücadele ediyor sayılmazsın. Yani ümmetçilik bağlamında, böyle biri için, PKK sonsuzlukta nerede olacaksa bu kişi kesilikle tam tersi yerde olacak denemez. Muallaktadır.

Bu mekanizmayı kırabilecek tek şey tövbedir. O da aynı iman etmek gibi, çok zordur.

Böyle bir örgüte girdikten sonra hakikati görüp tövbe etmek, “kandırılmış” olduğunu da kabul etmek anlamına gelir. Kandırılmış olmak ise insanı toplumsal rekabetinde çok çok geri bırakır. Belki insan içine çıkmaması lazım gelir. Buraların mensuplarının hakikati görseler bile inat etmeleri bundan kaynaklanmaktadır. Yoksa ortada ne bir dava ne de inanmışlık bulunmaktadır.

Ayrıca şunu da not düşeyim: Farklı kulvarlardaymış gibi duran, ama özünde aynı davranışı sergileyen bu tip oluşumların kimi zaman birbirlerine karşıymış gibi görünmeleri, o anda çıkarlarının çatışmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle yağmacılar arası rekabettir. Herhangi bir fikirleri, davaları var ve fikirsel ayrılık yaşıyor olmalarından değildir yaşanan mücadele. Geçicidir. Zaman içinde mutlaka yan yana gelirler.

Bunların tek millet olduğunu gösteren bir başka örnek ise, seçimlerin yaklaşması ile birlikte -ister din sosuna batırılmış ister batırılmamış- çeteler için vaatlerin yoğunlaşıyor olmasıdır. Adalet duygusu ile bağdaşmayan bu tip vaatlerin yapılmasının nedeni buralara girmiş insanların girme nedenlerinin adaletten kaçma olduğunun bilinçaltında herkesin farkında olmasıdır. Aşiretler, tarikatlar, “sol(?)” örgütler vs.; kendilerinin toplu halde oy veren kolay oy depoları olduğunun sinyalini verirler. Bunu gören siyasi parti tabelaları da onlara adalet duygusu ile bağdaşmayan kıyaklar yapacaklarının sinyalini verirler. Bu şekilde karşılıklı sinyalleşerek tek millet olduklarını ispat ederler. Zaten kaydı tutulmayan ve verilen oy ile kimsenin cezalandırma sürecine girmediği mevcut seçim sistemi de bunun için harika bir ortam sağlamaktadır.

Bu şekilde herkes kendi milletini bulur. Tavizsiz ve samimi olarak kimlerle mücadele ediyorsanız, sonsuzlukta onlarla birlikte olmayacaksınız. Mücadele ediyormuş gibi görünüp aslında aynı kafanın insanlarının ise dünyada bir şekilde yolları kesişecektir.

"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165)