Daha öncesinde de çok fazla değildi ama son 7-8 senedir T.V karşısında
geçirdiğim zaman haftada 1 saati bile bulmamaktaydı, son 1 senesinde ise televizyon
kurmadığım evimde hiç izleme durumum olmadı. Ne yazık ki O evi boşaltmak
zorunda kaldım ve şu anda Telekom grevi yüzünden internet bağlatamadığım televizyonlu
evimdeyim ve görüyorum ki içinde yaşadığım toplumun en fazla ilgi gösterdiği,
"büyük(!) televizyon kanalı" diye tanımlanan kanalların televizyonculuğu;
bıraktığım yerden çok daha rezil bir noktaya ulaşmış. |
29 Kasım 2007 Perşembe
Muhammed Esed'in Hanımı "Hello" Demiş
at 10:49 1 comments
Labels: Genel
25 Kasım 2007 Pazar
Hak Din ve Mantık İlişkisi
Hak dinin sapık olarak isimlendirdiği inanışlar da iyilikten, yaratılıştan, ibadetten söz ediyorsa; bir inanışın Hak din olduğunu nasıl anlayabiliriz? Hem de, neredeyse her inanışın mensuplarının bir sürü "olağanüstülük" iddiası da varken, neyi kullanarak ayırt edeceğiz, elimizde parametre olarak kullanabileceğimiz ne var? Mucize mi yoksa! Tamam, mucize isteyelim. O da bize "hayır" diyecek -daha önceki İman Edenler Kabul Edenlere Karşı yazımızda göstermiştik ayetleri- ve üstüne ben yalnızca ölümlü bir elçiyim diye ekleyecek. Bu durum için de zaten Allah başka bir ayette mealen onların kabul etmemesi olağanüstü bir elçi beklemeleri diyor yani bu meselenin imansızlık olduğunu söylüyor. Yani mucize konusunda elimiz boş kaldı. Kendinizi o döneme çevirin her gün sokakta gördüğünüz biri belki arkadaşınız peygamber olduğunu söylüyor ve mucizesi yok. Şu anda hemen bugün olsa hemen reddederiz. Neden? Çünkü İslamiyet bize O'ndan(s.a.v) başka peygamber gelmeyecek diyor. E, Mecusiler, Hristiyanlar ya da Yahudiler de kendi "kabul ettikleri" (kabul ettikleri ifadesi çok önemli), küçüklüklerinden beri büyük bir samimiyetle öğrendikleri inançlarında, kutsallarında da kendi bildiklerinden sonra peygamber gelmeyeceği yazıyor ise ve onlar da bu sebeple yani küçüklüklerinden beri öğrendikleri hiçbir zaman tercih etmedikleri kendi kutsallarını koruma adına hareket ettiyse. Şu anda kendini peygamber ilan edene karşı çıkacak bizlerle Mekkeli müşrikler arasında ne fark var? İslamiyet hak din demekle olmuyor azizim. Bu fakirden sizlere tavsiye, hiç korkmadan her şeyin mantığını öğrenmeye bakın. Bununla uğraşmadan "Ben teslim oldum" diyorsanız siz yalnızca aklını kullanmaktan kaçan; bir korkaksınız demektir. Teslimiyet; mantığı çözdükten sonraki duyduğun hayranlıkta gizli… Böyle değilse sen yalnızca nefsine teslim oldun demektir ya da korkularına yenildin. Aklını kullanmaktan korkma. Ve en önemlisi korktuğunu da reddetme. Bir hak dinin, haklılığının nedeni mantık sunma zorunluluğudur. İslamiyet hak din ise zaten sorularının cevabını verecektir. Yok, içinde gizlediğin sorulara cevap veremiyor ise, o zaman sen zaten hiç bir zaman iman etmedin. Pek bir değişiklik olmayacak merak etme. |
at 13:53 0 comments
Labels: Dini
14 Eylül 2007 Cuma
İnsanoğlunun Nefsini Farketmesi
Rekabet İçgüdüsü ve Hadid-20 başlıklı yazıyı yazıp siteye gönderdikten bir müddet sonra bir ayet ile karşılaştım. O yazıyı yazarken bu ayetten haberim yoktu. Heyecanlandırdı, şaşırttı beni, ayet Hz. Adem'in çıplaklığını fark edişini anlatıyordu. Okuyalım inşallah: Araf 20. Bunun üzerine, Şeytan, onlara, [o ana kadar] farkında olmadıkları çıplaklıklarını göstermek amacıyla (14) fısıldayıp: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, yalnızca, siz ikiniz melekler [gibi] olmayasınız ya da sonsuza kadar yaşamayasınız diyedir" (15) dedi. Ben ayetlere sıfırdan yorum getirebilecek herhangi bir ilme yada konuma sahip değilim elbet ama şurası çok ilginç ayette ifade buyurulduğu gibi Hz.Adem ve Hz. Havva birey olarak yaratılışından belli bir süre sonra şeytana uyarak nefsinin farkına varıyorlar ve bulundukları bahçeden dışarı çıkarılıyorlar. Biz yazımızda ne anlatmıştık: insan doğumundan 6 yaşına kadar nefsini fark edemiyor ve nefsini fark etmesi ile apayrı bir sürece giriyor ve artık insan için hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Ayette yazılanlar ile benim yazdıklarımı kıyas edersek; AYET / ÖNCEKİ YAZI Hz. Adem / İnsan Bahçe'de Kalışları / İnsanın 6 yaşına kadar geçirdiği zaman Çıplaklarını fark edişleri / İnsanoğlunun nefsini fark edişi Diyebilir miyiz ki ayette Hz. Adem(a.s) yaratılış sürecini aslında her insan hayatında tekrar ediyor. Ya da şöyle desek; ayette ifade buyurulan süreç ile, Allah Hz. Adem'in yaşam süreci üzerinden her insanın yaşadığı yaşam sürecini bildiriyor... Eğer doğru isek, şu sonucu da çıkarabiliriz: Ayette Hz. Adem'e çıplaklığını fark ettiren şeyin şeytan olduğu bildiriliyor. Demek ki burdan şeytanın bir fonksiyonuna daha ulaşıyoruz. İnsanoğluna nefsini fark ettiren şeytandır. Yani aynı şeytanın Hz. Adem'i kandırması gibi, her insan hayatına şeytana yenilerek başlar. Takip eden ayetlerde de bu süreç bu şekilde anlatılmaktadır diyerek bu kısa yazımızı bitirelim: TAHA 22. Ve böylece onları yanıltıcı düşüncelerle yönlendirdi. Fakat o ikisi, sözü geçen ağacın meyvesinden tadar tadmaz birden çıplaklıklarının farkına vardılar; ve bahçeden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye koyuldular. Bunun üzerine Rableri onlara (şöyle) seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men edip de, Şeytan sizin gerçekten apaçık düşmanınızdır' dememiş miydim?". |
at 22:43 0 comments
Labels: Dini
23 Temmuz 2007 Pazartesi
Fil Sûresinin Taşları ve Kuşları
Üstad 20. sözde şöyle der: Din bir imtihandır. Teklif-i İlahî bir tecrübedir. Tâ, ervah-ı âliye ile ervah-ı sâfile, müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasılki bir mâdene ateş veriliyor; tâ elmasla kömür, altunla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlahiye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-ı beşer mâdeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye, birbirinden tefrik edilsin... Mâdem Kur'an, bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe Sûretinde, bir müsabaka meydanında beşerin tekemmülü için nâzil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umûr-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Âdeta gökyüzündeki yıldızlarla vazıhan لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (Haşiye) beraber kalacaklar... 24. sözde ise Ervah-ı âliyeyi, ervah-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyî' olur. Mucizelerin çizgi filmlerde gördüğümüz sahneler şeklinde değil, akla kapı açacak fakat ihtiyarı elden bırakmayacak incelikte olduğunu/olacağını söyler. Tercih etme hakkı dolayısıyla imtihan yok olmaz. Şimdi Fil sûresi hakkında kısa bir bilgi alıp ve örneğin Diyanet mealinde "balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar" olarak geçen kuşların, taşların aslında ne olduğunu öğrenelim. (AllahuAlem) FİL SÛRESİ: Adını ilk ayetinde geçen "Fil Ordusu"ndan alan bu sure, Miladî 570 yılında Habeş'lilerin Mekke'ye karşı başlattıkları sefere atıfta bulunmaktadır. Yemen'in (ki o zaman Habeş'lilerin yönetimi altındaydı) Genel Valisi olan Ebrehe Sanâ'da büyük bir katedral inşa etti ve böylece her yıl Mekke'nin kutsal ve güvenli mâbedi Kâbe'yi ziyarete giden Arap hacıları bu yeni kiliseye çekmek istedi. Bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe'yi tahrip etmeye karar verdi ve çok sayıda savaş fili ile desteklenen kalabalık bir ordunun başında Mekke'ye karşı sefere çıktı ve böylece o zamana kadar bilinmeyen ve Arapları şaşırtan bir olayın simgesi oldu: bu nedenle, hem çağdaş hem de daha sonraki kuşaktan tarihçiler, o yılı "Fil Yılı" olarak adlandırdılar. Ebrehe'nin ordusu, bu sefer sırasında, -muhtemelen son derece tehlikeli bir çiçek veya tifüs salgınına yakalanarak (bkz. aşağıdaki not 2)- yok oldu ve Ebrehe de Sanâ'ya dönüşü sırasında öldü (bkz. İbni Hişâm; ayrıca İbni Sad I/1, 55 vd.). HABERİN yok mu Rabbin Fil Ordusu'na (1) ne yaptı? Onların kurnazca planlarını tamamen bozmadı mı? Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı, onlara önceden tesbit edilmiş taş gibi sert azap darbeleri (2) vurdular, ve onları yalnız sap dipleri kalasıya yenmiş bir ekin tarlasına benzettiler. (3) |
at 12:39 0 comments
Labels: Dini
19 Temmuz 2007 Perşembe
Rekabet İçgüdüsü ve Hadid - 20
Uzun zaman önce NTV'de izlediğim (BBC yapımı) bir belgeselde gösterilen bir
deneyi anlatarak başlayalım yazımıza. Belirtelim ki deneyin çok ilginç bir
şekilde biten sonucu bizim yazımızın ana konusu.
Tabi bu rekabet içgüdüsü (ayette yarış olarak bildirilmiştir) beraberinde birçok durumu da yaşatır insana. Bazılarını sıralarsak: 1-) Endişe: Bu rekabet içgüdüsün yarattığı en zararlı histir endişe etmek. Çok zararlıdır çünkü öğrenememenin önündeki en büyük engeldir. Dikkat ederseniz yapılan birçok araştırmaya göre insan hayatında beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönem 0-6 yaş dönemidir. İnternette ufak bir araştırma yaparsanız görürsünüz ki çok farklı kaynakların 6 yaşında insan beyninin ciddi bir kırılma yaşadığını yazar. Her şey zincirleme olarak birbirine bağlı. 6 yaşına kadar çocuğun kendini hayal edememesi, yani nefsinin farkında olmayışı dolayısıyla rekabet edemeyişi, bunun sonucunda endişe duymayışı. En osn olarak ise beynin inanılmaz kapasiteye ulaşması. Belki de şöyle yorumlamalıyız. Allah insanın yaradılışında 0-6 yaş arasında nefsini fark etmesine izin vermemiştir, çünkü o dönemde insan doğduğu dünyayı sıfırdan kavrama kapasitesine, o dünya ile iletişim kurma kapasitesine ulaşabilmelidir. Bu bir yabancı dil öğrenme değildir, sıfırdan iletişim kurmayı öğrenmedir ki, yetişkin bir bireyin bir yabancı dili öğrenebilmek için senelerce nasıl çaba harcadığını hesap edersek, çocuğun başardığı şeyin ne kadar büyük olduğunu ve bu süreci atlatırken neden endişe duymaması gerektiğini anlayabiliriz. Endişe duymaması ise tek şeye bağlı, başkaları ile kendini yarışa sokmamasına. Bu yarışı reddedebilmeyi de yalnızca nefsini fark edemeyişi ile başarır insan. 2-) Duaların Kabul Olmaması: Daha önceki yazılarımda da değinmiştik. Allah Kur'an'da "Lütfumdan isteyin" buyurur. Yani kıskançlığınızdan dolayı değil. Yani rekabetinizden, yarışınızdan dolayı değil. Allah'ın lütfundan isteyebilme ise yalnızca uhreviyi isteme üzerine kurulu olduğunu daha önce Müslüman Olmak Nedir Ne Değildir yazı dizisinde belirtmiştik. İşte kendini rekabete sokan insan, yani nefsinin peşindeki insan hem endişe ile beyninin kapasitesini kaybederken, hem de isteklerini dünyevileştirerek dualarını da kaybediyor.(AllahuAlem) 3-) Övülme İsteği: Hadid 20'de rekabet(yarış) içgüdüsü ile birlikte bir histen daha bahsediliyor ki o da övülme. Övülme insanın kendisi için, başkası ile rekabetinde galip gelip gelmediğinin ölçüsüdür. İnsan övülüp övülmediğini bakarak galip gelip gelmediğini anlar. Övülmek ister. Hatta bunun için türlü nefsani oyun ve numaralara da başvurur. Çünkü doğrudan kendini övmek karşınızdakinde negatif etki bırakır. Bunu bildiği için nefsi insana bunu doğrudan yaptırmaz. Aslında bunu doğrudan yapmayışı da nefsanidir. Yoksa etrafınızın sabah akşam kendini öven insanlar ile dolu olması gerekirdi. Dolayısıyla bunu bazı numaralar, bazı etiketler üzerinden yapmalıdır. Şimdi bir belgesel daha… Bu sefer ki CNN Türk'te yayınlanmıştı. CNN International yapımı, spor üzerine. Fakat spor aktiviteleri değil, anne babaların çocuklarına yaptırttıkları spor üzerine. Belki hala daha hatırlıyorsunuzdur. Fransa'da bir baba oğlunun tenisteki rakibini yenebilmesi için rakip çocuğun içeceğini ilaç atmış, fakat oranı tutturamamıştı ve çocuğun ölümüne sebep olmuştu. Önce bu haberi gösterdiler. Daha sonra Amerika’da bir jimnastik okulundaki yaşları 6-7-8 olan çocukları; kimisinin ayağı kırılmış, kimisinin çatlamış, kimisine platin takılmış ama hala daha ebeveynleri onları salona getiriyorlar. Bir iki örnek daha verdiler. En sonunda bu durumun nedenini çok güzel bağladılar: Ebeveynlerin çocukları üzerinden rekabetleri. Eğer insan kendi üzerinden rekabet ve övgüyü başaramamışsa yada kendinden geçmişse, mutlaka bir şablon seçerek onun üzerinden kendini başkası ile rekabete sokar. Bu şablon, belgeselde gösterildiği şahsın çocuğu olabileceği gibi, bir yakını, arkadaşı, amiri, hocası ya da akrabası da olabilir. Yazımızı, bu konudan çıkarılabilecek önemli bir sonuç ile bitirelim. Ayette dünya hayatının bir yarıştan ibaret olduğu söylenmiş, biz de dedik ki bu yarışın skorunu belirleyen şey övülüp/övülmeme. O zaman dünyada alınacak en büyük nefsani lezzetin övülme, saygı duyulma olması gerekir. Doğru mu? Evet doğru. Ne dünyanın en güzel manzarasına sahip evinde dünyanın en lezzetli yemeğini yemek, ne dünyanın en üst makamı, ne dünyanın en güzel karşı cinsi ile ilişki, size övülmek hissini yaşattığını yaşatamaz. Zaten insan da eğer sonunda başkaları tarafında övüleceğini anlarsa, bilirse bunların hepsinden teker teker vazgeçebilir. Eğer biliyorsa, arkasından ondan bahsedeceklerini, arkasına bile bakmaz. Hani nefsini bilen Rabbini bilir derler ya. Yazımızı inşallah nefsimizi bilenlerden oluruz diye dua ederek bitirelim. |
at 14:45 0 comments
Labels: Dini