Daha öncesinde de çok fazla değildi ama son 7-8 senedir T.V karşısında
geçirdiğim zaman haftada 1 saati bile bulmamaktaydı, son 1 senesinde ise televizyon
kurmadığım evimde hiç izleme durumum olmadı. Ne yazık ki O evi boşaltmak
zorunda kaldım ve şu anda Telekom grevi yüzünden internet bağlatamadığım televizyonlu
evimdeyim ve görüyorum ki içinde yaşadığım toplumun en fazla ilgi gösterdiği,
"büyük(!) televizyon kanalı" diye tanımlanan kanalların televizyonculuğu;
bıraktığım yerden çok daha rezil bir noktaya ulaşmış.
Sabahtan akşama kadar ne zaman TV’yi açıp kanalları dolaşsam(haber kanalları
hariç), gördüğüm manzara, bir kadın hüngür hüngür ağlıyor ya mahrem ya da onun
benzeri, insanın bırak anlatmayı dinlerken bile utanacağı bir konudan
bahsediyor (sanıyorum bu iş için yeterli miktarda para alıyorlar), etrafındaki
sunucu ve diğer karakterler de sanki üzülüyormuş ya da etkilenmiş gibi yapmacık
yapmacık surat ifadeleri yapıyorlar. Sözün özü; birazcık eğitim, terbiye sahibi
bir insanın kanal değiştirirken bile zor dayanabileceği düzeyde programlar.
Akşama doğru ise gene içinde yaşadığımız toplumun en fazla rağbet ettiği
haber bültenleri başlıyor. Allah'ım o nasıl şey öyle. Sabah yayımlanan yapmacık
programın havası hiç değişmeden, sanki aynı havada bu sefer ciddi konuları
görüyorsun ekranda. Altta bangır bangır bağıran bir müzik...
Karayip Korsanları, Son Samuray, Son Mohikan mı dersin yerli yapımlar mı
dersin, başlıyorsun soundtrack dinlemeye. PKK ile ilgili haber başlıyor altta
savaş müziği, bir kaza olmuş, ölüm haberi var, altta duygusal bir müzik.
Çıkarmışlar birini özeli ile ilgili hiç kimseyi ilgilendirmeyen sorular
soruluyor, altta romantik bir müzik... Spikerin kötü bir haber verirken
yapmacık bir şekilde büründüğü hüzünlü surat ifadesi, iki dakika sonra neşeli
bir haberde yerini gülücüklere bırakıyor. Şaka gibi. Sanki haberin
üzücülüğünden ya da neşeliliğinden etkilenmiş gibi yapmak zorunda. Her haber
gerçekliğinde uzaklaşmış, abartıdan başka bir şey barındırmıyor. Eskiden ne
güzeldi yalnızca haberi, ciddi bir şekilde, müziksiz olarak veriyorlardı sen de
ciddi ciddi dinliyordun. Şimdi her haber ayrı bir klip olmuş.
Bu yapmacık haber bültenlerinde asıl gelmek istediğim nokta şu: Verilen
haberlerin başlığı ağır ve herkesi ilgilendiren bir nitelikte ama haberi
izlerken görüyorsun ki içi bomboş. Ne demek bu? Örneğin başbakanlık ile
Genelkurmay Başkanlığının ya da Cumhurbaşkanlığının buluştuğu önemli bir
toplantı olmuş. Ne toplantının önemine vurgu var ne çıkacak sonuçların
etkilerinden bahsediliyor. Yok başbakan soğuk davranmış, yok o ona selam
vermemiş, yok elini sıkmamış. Sanki (affedersiniz) mahalle karısı yan komşusuna
dedikodu yapıyor.
Bir ziyaretçi gelmiş. Ya da Türkiye'den biri gitmiş. Başlıyor özel güvenlik önlemleri
muhabbeti. Yok çatıya keskin nişancılar konmuş, yok kuş uçurtulmamış, özel(!)
harekat timleri sabahın erken saatinden beri görevinin başındaymış. Yarım saat
özel(!) güvenlik muhabbeti geçiyor, ekranda "kaliteli" güneş gözlüklü
özel(!) timler. Face to Face filmindeydi John Travolta bir sahnede " O
kadar özel bir birliğiz ki, biz bile ne yaptığımızı bilmiyoruz" diyordu.
Ne zaman "özel güvenlik önlemleri" muhabbeti başlasa bu müzikli haber
bültenlerinde aklıma hep o sahne gelir.
Dediğim gibi, haber başlıkları önemli bir konu ifadesi barındırıyor. (Bir
ziyaret ya da ekonomik, siyasi bir toplantı) ama haberin veriliş tarzı,
altındaki film soundtrack'i, spikerin kendini sokmaya çalıştığı komik surat
ifadesi haberin içini bomboş hale getiriyor. En kötüsü şu ki sanıyorum toplum
bunları verildiği tarzı yadırgamadan izliyor. Yani mesela bir kaza olmuş bilmem
kaç kişi ölmüş, altta normal zamanda dinlese bile ağlayacağı cinsten bir müzik,
perişan bir şekilde ağlayan insanlar( özellikle onları kullanıyorlar) görüntüsü
ile uzatıla uzatıla veriliyor. İzleyen de bir anda film izler gibi ya da
filmdeki bir sahneye üzülür gibi duygusallaşıyor ve haber bitip neşeli bir
habere geçildiğinde bir anda o haber bitiyor ve neşeli müzik eşliğinde
"kedi ağaçta kaldı" haberi izlemeye başlıyor. Sanki haberi bitince
kazada ölenler geri geldi. Sanki o o olay hiç yaşanmadı. İşte bu yapmacıklığa
eğer izleyen duyarsız kalıyor, rahatsız olmuyor, yadırgamıyorsa o kişi popüler
kültürün erozyonu altında yalandan bir hayat yaşıyor demektir.
Hala daha bu müzikli haber bültenlerini izleyebilen bir toplum
bulabiliyorlarsa, görünen o ki o toplum, içinde cıvıklık ve galeyan kültürü
barındırmayan hiçbir şey izlemiyor.
Bunun sonucu olarak, en ciddi konular bile ciddiyetinden uzaklaşıp, alttaki
müzik vasıtası ile ya duygusal bir film moduna, "o ona hiç bakmadı"
muhabbeti ile (tekrardan affedersiniz) mahalle karısının yan komşusuna haber
verme haline ya da "özel güvenlik önlemleri ile" dikkate
alındıklarına, ilgi gördüklerine yani güce tapıcılığa bürünüyor.
İyi de ben bunları neden anlattım. Üstelik bir insan verilecek en büyük
cezanın ona ilgi göstermemek olduğunu bilen ve savunan biri olarak. Sadece ilgi
çekmek için yapılan bu hareketleri eleştirmek hatta küfretmek bile ona ilgi
göstermektir. Yani ona hizmet etmektir.
Hem de şu var ki, nefsin en tat aldığı zevklerin başında gelen ve yenmenin
çok çok zor olduğu gösteriş, dedikodu gibi isteklerini günlük hayatta yenemeyen
fert elbette gazete okurken ya da TV’nin karşısındayken de yenemeyecek. Bunun
sonucunda merak edip, pûr dikkat izleyip, dinleyip üstüne bir de "belgesel
vb." yayımları takip ettiğini ve magazinvari haberlerin zararlarından
bahsedenler her zaman beni güldürmüş iken, ben niye bu konuyu gündeme alıp bu
kadar uzun yazdım. Bu belki de bu blog için utanç verici bir olay. Çünkü
okurken görülebilir ki, yazar eleştirdiği insanları zaten izliyor. E
eleştirdiği insanlar zaten o işleri ne olursa olsun "illaki
izlenilsin" diye yapıyorsa ve sen de izliyorsan... Dediğim gibi bu
hizmetten başka bir şey olmuyor. Neyse; bu konuda yazı yazmak hakikaten hoş
olmayan bir olay ama bu konuya değinmek zorundayım. Gerçekten zorundayım. Yoksa
popüler kültürle alakalı bir konudan bahsetmek (istediği kadar eleştiri
içersin), bu sitedeki diğer yazıların hepsine hakaret etmek gibi olduğunun
farkındayım.
Bahsetmek zorundaydım dedim çünkü televole kültürü artık İslami yazı yazan
yazarlara da sirayet etmeye başlamış durumda. Asla, zerre laubalilik
kaldıramayacak konuyu ele alırken dahi...
Ne kadar İslami bir gazetede köşe yazarı olursa olsun nefsine yenilemez mi
bir insan? Elbette yenilir, buna hakkı var. Ama asla bunu bir tefsir hakkında ya
da bir ilim dalı hakkında(kelam, hadis, fıkıh) ya da bir ilim adamı(kelamcı,
müfessir, hadis âlimi) hakkında yazı yazarken yapamaz. Buna hakkı yok.
Ne dedik. Müzikli haber bültenlerinde başlık önemli bir vurgu yapıyor ama
içinden buram buram popüler kültürün rağbet edeceği tarz yükseliyor.
"M. Esed’in ve Ötekilerin Meâl ve Tefsirlerindeki Yanlışlar"
başlıklı bir yazı yayınlanmış bir gazetede, dikkatini çekiyor açıp okuyorsun,
hataların ne olduğunu görebilmek için çünkü düşünsenize Allah'ın kelamını izah
ederken birisi hatalar yapmış. Tabi âlimin hatası da sevaptır ama yazarına
ister istemez bir vebal yüklüyor. Üstüne üstlük okuyanlar da bu tefsirlere
bakıp içtihat yapacaklar, kurallar çıkaracaklar. Onun için neyse yanlışlar
görelim, bilelim ona göre bizler de hata yapmayalım diyerek yazıyı okumaya
başlıyorsun. Başlıyorsun ki, o da ne, içinden "Muhammed Esed'in hanımı
hello demiş"ler yükselmeye başlıyor.
Hah, şimdi burası çok önemli: Eğer ki, siz bir "kitap" ile alakalı
başlık atılmış bir yazıyı okumaya başlıyor ve içinden özeli ile ilgili ne
yazanı ne okuyanı zerre kadar alakadar etmeyen bir yazı çıkıyor ve bu yazıyı
yadırgamıyor ve üstüne üstlük hakikaten "kitabın" kendisi ile ilgili
kötü bir yargıya ulaşıyorsanız. Siz de popüler kültürün yarattığı
dejenerasyondan nasibinizi almışsınız demektir.
İşte tüm bu cümlelerin kaynağı, çok büyük bir üzüntü halinde müşahede
ettiğim müslümanların popüler kültürü yavaş yavaş içine sindirmesi.
Sindirebilmesi. Hayır, müslümanın buna hakkı yok. Popüler kültür sana
insanların özelini merak etmeyi öğretiyor, TV’de iken hiç tanımadığın bir
şahsın, TV’yi kapattığında yan komşunun. Hayır, sen(ben) bunu öğrenemezsin.
Nefsimiz meyilli, ne büyük tat alıyor, hoşuna gidiyor insanların özel
meselelerini öğrenmek, farkındayım ama bunu yapmaya hakkımız yok.
Bir adam yıllarca tefekkür edip, Arabistan'da 7 sene süren bir çalışma
yapmış ve sonunda bunu masanın üstüne koymuşsa, ona yapılacak en büyük hakaret:
“Bak şimdi senin yazdığın meali eleştireceğim deyip, özel meseleleri hakkında
konuşmaktır". Ve ne acı ki, artık müslümanlar "mealde yanlışlar"
diye atılan başlığı görüp, yazıyı okumaya başladığında mealle uzaktan yakından
alakası olmayan televole haberi okuyup, "hakikaten mealde hatalar varmış
ya" diyebiliyor. Ya da; Muhammed Esed'in şahsi olayları ile ilgili yazı
yazan biri "Mealdeki Hata" diye başlık yakıştırabiliyor yazısına.
Farkında mısınız; sıradan bir insana dahi yapılamayacak şeyi bir müfessire,
ümmedin bir hocasına reva görüyoruz. Reva göreni belki haklı bile buluyoruz.
Üstüne üstlük bırak bir müfessiri, herhangi bir insanın özeli hakkında konuşma
hakkını İslamiyet elimizden almışken bunu yapıyoruz.
Bari İslami gazetelerde, dergilerde yazı yazanlar köşelerini televole
kültürü ile kirletmesinler, bırakalım bu işleri müzikli haber bültenleri
yapsın. Bari siz yapmayın.
Dua ile...
|
1 comments :
kardeşim allah razı olsun senden..muhammed esed in de ruhu şadolsun rabbım rahmet eylesinn..o insanın bırakın tefsirini sadece hayatını okumak bile akıllı insanı imana sevkedebilir..şu garip dünyada sakalım milimetreleri hakkında kısır tartışma yapan embesiller anlayamaz işin temeli iman noktası ve hayatında neler yaptığın....anca ne mal elde ederimlerle uğraşan göremez allah aşkıyla çöllere düşenin duygularını...kal sağlıcakla ağzına sağlık...
Yorum Gönder