12 Haziran 2011 Pazar

Avamın İlkel Refleksleri

Zannedilenin aksine avamlıktan kastedilen şey cehalet yani bilgi eksikliği durumu değildir. Cahil olmayı, referans alarak tanımlanmaya kalkılırsa sınıflandırma diye bir şey zaten olmaz. Çünkü hepimiz cahiliz. Avamı farklı kılan, cehaletinin ve haddinin farkında olmayışıdır. Hak etmediğini elde etmeye çalışması, üzerine vazife olan sorumluluklarından kaçması, hak hukuk dinlemeyişi ile adaletten sapması... En kısa ve en berrak tabiri ile nefsi ile hareket edendir avam. Bu şekilde kendini belli eder avam. İnsanlara, zamanları başta olmak üzere sadece kaybettirir; derdi sadece kendisidir... Böyle bir insan ister diplomalara boğulmuş olsun, isterse hiç okumamış olsun, değişen hiçbir şey yok. Sorumluluklarının bilincinde, adaletten sapmayan havas, ister diplomalara boğulmuş olsun, isterse hiç okumamış olsun, galip olan budur. İster zengin, ister fakir, ister diplomalı, ister değil. Bu kavramların avam olma ile olmama arasında hiçbir bağlantısı yoktur. Atom bombasını yapan bilim adamı avamdır, zor şartlarda görev yapmaya gönüllü olmuş asker havastır. Mesele nefsine düşkün olup, olmama meselesi... Başkaları için endişe duyup duymama meselesi...

Ben avamın yalnız başına olanın pek bilmem. Var mıdır? Olabilir elbette ama avamın her şeyi kendisi olduğu için, çeşitli -farklı isimler altında faaliyet gösteren- rant gruplaşmaları ile mutlaka yolları kesişir. Ve o gruplaşmaların bir parçası olması varoluşun kuralı gibidir. İşte böyle insanlarla bir yerlerde; yazılı, sözlü bir münasebetiniz olursa ya da karşılıklı bir münasebet değil de, bir şekilde izlemiş olursanız; karşı karşıya kalacağınız davranışlar ve refleksler üzerine olacak bu yazı.

1-) Meseleleri Şahsileştirmek:

Avamın kaçışıdır. Gerek işine gelmeyen şeyler izah edilmeye başlandığını gördüğünde, gerekse de ilminin yetmeyeceği konulara girip hakkı teslim etmek istemediğinde ya da senin yaptıkların, uğraşıların karşısında kendini -niyeyse- kötü hissettiğinde, vazgeçirmek istediğinde sığındığı kapıdır bu.

-"Ya sen her şeyi bildiğini mi zannediyorsun"
Bir de cevap bekliyor. Her şeyi bildiğini sanmak imkânsız olduğuna göre, doğrudan kazanan taraf o olacak ya, bir de cevap bekliyor.
-"Sen tek doğru benimki diyorsun "
Yani; doğru tektir. Benimki seninki diye bir şey yok.
-"Sen de taktın şu meseleye"
Takmak ile ilgilenmek arasında ne fark vardır bilmiyorum ama avam senin ilgilendiğin konu karsısında kendini tekrardan kötü hissederse, ya da onun işine gelemeyecek şekilde devam ettiğini görürse senin "ilgilenmeni" "takmak" olarak nitelendirmeye çalışır.

Bunlar gibi örnekler, avamın seni hedef alarak gösterdiği refleksleridir. Bir de senin, "sözlerini" referans olarak gösterdiğin başka insanlar için gösterdiği refleks vardır ki o durumdan da hakkı teslim etmeden ayrılmanın hesabındadır avam her zamanki gibi. Kimi referans gösteriyorsan, onun kötüler, onunla şahsi ile ilgili dedikodu konularını anlatmaya başlar. Ana konudan sapılmış olunur, avam da istediğini elde etmiş olur.

Bu durumlarda ne yapılabilir? İlk seferde hakkı teslim etmiyorsa mutlaka çıkarı vardır ve büyük ihtimalle hiçbir zaman da hakkı teslim etmeyecektir. Hiç uğraşmaya gerek yok. Ama şahısın hatırı varsa uyarmak istiyorsanız: "Sen o kadar mı biliyorsun, o kötü bir insan değil daha beter bir insan ama alıntıladığım sözü doğru, onun kötü bir insan olması ya da olmaması, denilen sözün hakikatini değiştirmiyor. Bak Allah, Kur'an'da şeytanın sözünü aktarmıştır" diyerek bu ayet söylenebilir:

Sad 82-85. İblis: "Senin kudretine and olsun ki, onlardan sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi. Allah: "Doğrudur; işte Ben hakikati Söylüyorum, sen ve sana uyanların hepsi ile cehennemi dolduracağım."

(Not: Bu işlediğim birinci reaksiyonunda avam için söylediğim "hakkı teslim etmiyorsa, mutlaka bir çıkarı vardır" çok derin bir mesele, İslam'da kafirin tanımının da bu olduğunu düşünüyorum. Bunu uzun zamandır etraflıca düşünüyorum ve bu konu hakkında detaylı bir yazı yazmak istiyorum. Ayrıca bu meselede bahsettiğim "hakkı teslim edemiyorsa mutlaka bir çıkarı vardır" okuyucuyu acaba karşımdakinin ne çıkarı var düşüncesine sevk etmemeli. Tam tersine "mutlaka bir çıkarı vardır, ilgilenmeye gerek yok" düşüncesine sevk etmeli. Öbür türlüsü ayıp araştırmaya girebilir.)

Bu konu ile kısmen alakalı, uygulanması insanların yararına olacağını düşündüğüm bir örnek daha var. Diyelim bir konu oluyor ve şöyle bir söz söylüyorum "bu konu ile ilgili Said Nursi'nin güzel bir izahatı var", hemen soru geliyor:
- Said Nursi'yi seviyor musun?
+ Hayır.
- Sevmiyor musun?
+ Yo, öyle bir şey de demiyorum.
Anlam veremiyor.
+ Bir karar vermek zorunda değilim diyorum. Şaşırıyor.

Hayatları boyunca taraftar edilmeye çalışılan insanlar -ki bunlara avam demiyelim; bilgisiz, saf insanlar diyelim- şahıslarla ilgili meselelerde de bir karar vermek zorunda olduğunu zannediyor. İsimlerini duyduğu insanları ya sevmek ya da sevmemek seçenekleri arasında tercih yapmak zorunda olduğunu zannediyor. "Sevmek" değil de, daha doğrusu "sevdiğini söylemek" ve "sevmediğini söylememek" arasında tercih yapmak zorunda olduğunu zannediyor. Bir insan yazılarını benimle paylaşmışsa, paylaşımına bakarım almam gerekeni alırım almamam gereken varsa bırakırım. İlişkim bundan ibaret olmalıdır. Tabi, eğer üzerine bir şeyler ekleyebilirsem, ben de insanlarla paylaşırım. Ama kendimi değil, yazılarımı. Eğer bir insan kendisini değil de, ürettiğini sunuyorsa; onunla ilgilenirsin, o kadar. Şahıslar hakkında karar vermek zorunda değiliz. Eğer böyle davranmıyorsak, mesela, Said Nursi'nin yanlış açıklamalar yaptığı bir konuyu görünce bu sefer ne yapacağız? Artık sevmediğimizi mi söylemeye başlayacağız?

Şahıslarla ilgili karar verilmesi gereken anlar; başkalarına zararları dokunmaya başladığı tespit edildiği anlardır. İstifademize sunulan şeylerin kaliteli olması o kişinin iyiliğine, kalitesiz olması o kişini kötülüğüne ya da tam tersine dalalet olamaz. Şahıslarla ilgili karar vermek samimi insanın tutumu olamaz.

2-) Saldırganlık:

Daha doğrusu elde ettiğini hak etmediğinin farkında olan avamın saldırganlığı...

Çeşitli suç şebekelerinin doğrudan mensubu ya da uzantısı olan insanların, -hak etmediği halde- söz hakkı tanındığında toplumu rahatsız eden, tahrik eden, huzursuz eden laflardan başka birşeyle ortaya çıkamayışlarının ya da sadece bir yerlere yakın duruyor diye -yine hak etmediği halde- söz hakkı bulan insanların devamlı olarak başkalarına sataşmaya çalışması, tahrik etmeye çalışmasının altındaki gerekçedir bu, elde ettiğini hak etmediğinin farkında olanın saldırganlığı.

Elbette insanların neleri elde ettiğini araştırmak ya da elde ettiklerini hak etmiş mi hak etmemiş mi diye araştırmak kimsenin haddi değildir. -Kul hakkı taşıdığı tespit edilmedikten sonra- Ayıp araştırmaya girer. Günahtır. Fakat burada benim değindiğim husus, insanların ayıplarının araştırılması değil; yaptıkları ile toplumu huzursuz ya da tahrik edenlerin tüm yaptıklarının ardındaki basit gerekçeyi işlemek.

Elde ettiğini hak etmediğinin farkında olanın saldırganlığını iki ayrı şekilde vuku bulduğunu görüyorum.

Birincisi, "ben bu insanları bir daha bulamam" mantığı ile asla ulaşamayacağını bildiği insanlara sataşmak.

İkincisi ise, bir şeyler ortaya koyarak elde etmediğini bildiği konumunu koruyabilmek için herkesi kendine rakip görüp; onları "yendiğinde"(!) yerinin sağlamlaştıracağını düşünmek. Tabi ki de tüm bunların doğal sonucu bir şeyler ortaya koyamayan birey elbette fikirler üzerinden değil; günlük, geçici, dedikodu malzemesi konularla çapı dahilinde gündemi meşgul etmeye çalışıyor. Hem saldırganlık gösterdiklerini, hem de genel olarak toplumu huzursuz ediyor.

Saygınlık elde etmek... Buna bir de nefsin yine bir başka özelliği olan kolaycılığı karışırsa çıkacak manzara; haketmediği halde bir makam, köşe ya da söz almış yani ortaya çıkarılmış birikimi olmadığından(birikim elde etmek zor gelir insan, mesele odur zaten, kısa yoldan halletmek ister) sunabileceği tek şeyi insanlara şahsi olarak sataşma olan insanların sahnelediği nefsani oyunlar olacaktır. Varsa insanlara sunabileceğin bir birikimin ya da çalışman sunarsın, faydalanılsın diye; samimi isen saygınlık kendiliğinden gelir. Samimi adam burası ile ilgilenmez zaten. Ama farkında değiller ki, dünya tarihinde, "saygınlık elde edecem" diye ortaya çıkan hiç kimse yoktur ki kendini rezilliğe mahkum etmesin. Çünkü onların nefsi varsa herkesin nefsi var. Ve oynadığı oyun insanların bilinçaltı muhasebesinde hemen anlaşılacaktır.

İnanın bugün ortalıktan kaybolsalar iki gün sonra var oldukları hatırlanmaz bile.

İşte bu ortaya hiçbir şey koyacak birikimi olmayıp, devamlı olarak saldırganlıkları ile gündemi meşgul edenlerin yaptıkları her şeyin altında sadece tek bir gerekçe yatıyor: Bilinçaltlarında, elde ettiğini hak etmediğinin farkında olmak.

Üçüncü alt başlık avamın ilkel bir refleksinden daha ziyade, genel bir tavrı üzerine...

3-) Olaylara Müdahil Olmuş Olmak:

Bir sitede rast geldiğim bir yazıda sunucu olduğunu sandığım bir bayan kendisi için "Başarılıyım ve kıskanılıyorum" demiş. Daha öncede değinmiştik, bu dünya düzenini ayakta tutan tek şey insanların bir gün kolay yoldan para kazanacağına dair umudunun olmasıdır. Onun için komünist Çin'den Kapitalist Amerika’ya kadar her ülkede piyango, faiz, borsa var ve her ülkede "ünlü olma yarışmaları" düzenleniyor. Başka türlü insanların adaletsizliklere isyan etmesini engelleyemeyeceklerinin, var olduğu sadece bir kabulden ibaret olan "güçlerini" muhafaza edemeyeceklerinin farkındalar.

İşte o hep dillendirilen "popüler kültür"ün tanımını da buradan alabiliyoruz: "Kolay yoldan para kazanmış veya kazanma umudu ile yaşayan insanlar"

Bu dünya düzeninde kolay yoldan para kazanma "özgürlüğün" var. Yani bu dünya düzeni "liberal"dir. Kapitalist Amerika'dan, komünist Çin'e kadar her ülke liberaldir. Yani özgürlükçüdür. Neyin özgürlüğü? Bir gün kolay yoldan para kazanabilirsin özgürlüğü. Ve tüm dünya da kolay yoldan para kazanmış insanları, toplumların gözünün içine içine sokarlar ki insanlar umutlarını kaybetmesinler, bir gün sıranın kendilerine de geleceğini düşünmeye devam etsinler ve isyanlar vuku bulmasın. Yani, kolay yoldan para kazanmayı "başarmış" insanlar ve işin acı yanı onları hakikaten "kıskanan" insanlar: Popüler Kültür Kolonisi

Kolay yoldan para kazanma özgürlüğü dışında başka hiçbir özgürlüğü sunmayan "liberalizm" yani "özgürlükçülüğü" sanki bir ideolojiymiş ya da bir fikirmiş gibi sunmaya çalışan insanlar türedi son zamanlarda. Ve ne yazık ki bu avam kitle olaylara müdahil olmuş olma derdinde, çeşitli hareketlerle gündemde kalmaya çalışıyorlarmış ki son zamanlarda gördüğüm kadar ile "Darbeciler yargılansın" diye bir söylem içindeler. 28 Şubat darbecileri, 1980 darbecileri yargılansın gibisinden şeyler söylüyorlarmış.

Önce darbe denilen durumları inceleyelim sonrasında bunları avamın olaylara müdahil olmuş olma reaksiyonuna bağlamaya çalışalım.

a. 28 Şubat Darbesi: Bir 28 Şubat darbesi muhabbetidir almış başını gidiyor. Bu ülkede 28 Şubat'ta darbe falan olmadı. Sadece bir rütbeli personel tank yürüttü ki bu durum Silahlı Kuvvetler'in aldığı bir karar olmadığı, o rütbelinin kendi keyfi uygulaması olduğu çıktı ortaya. Fakat ne olduysa ondan sonra oldu. Erbakan'ın hiç teşvik vermediği medya patronlarından, gelirlerini kıstığı faizcilere, hak etmediğinden daha fazlasını elde etme peşindeki hocalara kadar hepsi ağız birliği yapmışçasına "asker haklı siz haksızsınız", "ordu darbe yaptı, Erbakan başarısız", "Hükümet gitsin" vs. gibi sözlerle propagandaya başladılar. O zamanlar bırakın bu propagandalara karşı çıkmayı bunları yapanlar şimdi 28 Şubat darbeciler yargılansın diyorlar. Olmamış darbeyi oldu gibi göster, propagandasını yap ondan sonra da darbeciler(?) yargılansın diye bir daha ortaya çık. Pişkinliğin bu kadarına pes! Eee, yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış.

b. 1980 Darbesi: O yılları bilmem fakat bilenlerden duyduğum, ülkenin kan gölüne dönmüş olduğu, kahvehanelerin otomatik silahlarla tarandığı, fikir mikir namına hiçbir şeyin olmadığı sadece şiddet ve kan davalarının memleketi perişan ettiği, asayişin yok olmuş olduğu idi. Ve asker bu duruma müdahale etmiş. Müdahalenin şekli nasıldı bilemem. Ama müdahaleden sonra olayların bıçakla kesilir gibi kesilmesi, müdahalenin çok da haksız olmadığını gösteriyor.

Daha önceki darbelere değinmeyeceğim, herhangi bir araştırmam ya da müşahitliğim yok.

Şimdi tekrardan başa dönersek, kendilerine bir dava arayan avamların şu anda "trend" bu diye "hadi darbelere karşı olmuş olalım" diye ortaya çıkması. Kendilerini iyi gösterebilmek için, birilerine kötü rolünü biçmek zorunda olduğunu bilen boş meydan kahramancıklarının, 28 Şubat destekçisi hocaların adamları ile kol kola dolaşmaları avamın dediğine itibar edilmemesi gerçeğini, sadece olaylara müdahil olmuş olmak için ortaya çıktığını bizlere gösteriyor.

Zaten darbeye marbeye "şu anda" karşı çıkmak risk alacak mesele de değildir. Bunun da farkındalar. Mutlaka avam bilinçaltında bunun muhasebesini yapar. Yani darbecilik kötüdür sıfatı vardır ve hali ile buna karşı çıkmış görüntüsü vermek iyidir anlamına geleceği düşünülmektedir. Üstelik bu olaylar olurken hiç ses çıkarmamış olmaları başlı başına bir felaket.

Darbecilere karşıyız falanız filanız diyenlere itibar edilmemesi tavsiye olunur. Kendilerine tavsiyemiz eğer darbecilere karşı iseler hayatta dava namına bir bunu bellemişler ise, şu anda iktidar olan partinin kimler tarafında nasıl kurulduğunu, kimlerin finanse ettiğini, 28 Şubat'ta kimlerin Erbakan'a nasıl karşı çıktığını ne iftiralar düzdüğünü görüp ilgili kişiler hakkında konuşsunlar ya da sussunlar.