Bu sitedeki yazıları yazan kişi olduğumu bilmeyen ve hatta bu sitedeki yazılardan –büyük ihtimalle- haberi de olmayan birileri ile yazışarak yaptığım bir tartışmada, laf arasında, “Bir insanın Kürt olup olmadığını nasıl anlıyorsunuz ki” diye sormuştum, nasıl bir cevap vereceklerini merak ederek. –Ki o birileri kendilerini Kürt olarak tanımlayan insanlar da değildi-.
Onlar da biraz da şaşırmış olacaklar ki, sadece bir kişiden: “Bir insanın kendi beyanı yeterli değil mi?” diye cevap gelmişti.
Ben de daha fazla zorlamadan “Yeterlidir. Onun için bunun hukuki hiçbir değeri olmaz” diyerek konuyu kapatmıştım.
Biraz daha açalım…
Mesele şudur: Bir insanın kendisinin, kendisi ile ilgili beyanı delil olmaz çünkü bir şey, kendisine delil olmaz. Delili olmayan şeyin hukuki bir değeri olmaz. Hukuki bir değeri olmayan şeyin başkası için bir önemi olmaz.
“Bir şey” olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bunu başka insanların da kabul etmesini istiyorsanız delil sunmakla mükellefsiniz. Sunmuyorsanız, insanlar, adını koyamasa da, bilinçaltı muhasebelerinde mutlaka rahatsız olacaklardır.
Mesela kendisini tuttuğu takımla ifade edenler…
-Ben Fenerbahçeliyim.
+Beni ne ilgilendiriyor ki böyle bir şey. Bana niye söylüyorsun. Senle ilgili bir şeyi kabul etmemi mi istiyorsun. O zaman delil sunmalısın.
-Fenerbahçeliyim işte.
+Olabilir, bir takımın maç sırasında galip gelmesini isteyebilirsin. Ama beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendirmesini istiyorsan delil sunacaksın. Bu da tabi ki de kendi beyanın olmayacak. Ki bu tip şeylerin delili de olmaz. Delili olmayan şeyin hukuki bir değeri de olmaz.
Elbette, bu mesele sadece kavim kavramı ya da tutulan takımlarla sınırlı değildir. Kendinizi mensubu olduğunuzu düşündüğünüz bir din ile ifade ediyor ve bunu başkalarının da kabul etmesini istiyorsanız, aynı süreç sizin için de geçerli olacaktır. Örneğin Müslüman olduğunuzu iddia ediyorsanız -ki bunun hükmünü verecek olan Allah’tır- insanların da sizin Müslüman olduğunuzu kabul etmesini istiyorsanız yapmanız gereken delil sunmaktır. Bu da yapılamayacak bir şeydir. Çünkü böyle bir şeyin delili olmaz. Dolayısıyla her insan, adını koyabilse de koyamasa da, bu durumdan rahatsız olacaktır.
Mesela adını koyamadan bu rahatsızlığın dile getirilme mekanizmasında biridir, Türkiye’de yaşayan insanların, “İzmir’in çok güzel olduğunu ve İzmir’de yaşamak istediklerini” söylemeleri.
Nesi güzel? Dağı, taşı mı?
Her tarafta dağ taş var.
Denizi mi?
Türkiye’nin üç bir yanı denizle çevrili… Her tarafta deniz var.
İnsanların kafasındaki güzelliği, bilinç altlarında, ispat edemeyecekleri şeyi olduklarını başkalarına iddia eden insanların sayısının az olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Bunun bir yansıması olarak “İzmir’e yerleşme, İzmir’de yaşama” isteklerinden bahsediyorlar. Yani bu istek “İzmir” ile alakalı değil, ispat edemeyeceği şeyi sana iddia edip senden de talep edilen kabullenme beklentisinden kaçış. Burada hissedilen ve hissettirilmeye çalışılan, bu beklentinin temelinde
de yatan şey olan, "benim yaptığım, yapacağım haksızlıklara göz yum"
baskısıdır. Belki bunu kendisi de yapıyorsa, aslında kendisinden, kendisi gibi insanlardan kaçıştır bu. Bu kaçış fıtrattandır yani Allah’tandır ve haklıdır.
Not: İzmir’de –örneğin- Müslümanların sayısı azdır demiyorum. Belki en fazla İzmir’dedir. Allah bilir. Hatta şunu da demiyorum: bu tip, ispat edemeyeceği şeyi iddia edip insanlardan bir de kabullenme beklentisinde olan insanların sayısı en az İzmir’dedir. Belki öyledir ama bunu da söylemiyorum. Söylediğim şey: bunu, insanlar böyle zannettiklerinden İzmir’i bir kaçış yeri olarak görüyor olmaları. Bu haklı kaçışın altındaki bilinçaltı muhasebesinden bahsediyorum.
Müslümanlık iddiası ile ya da Kürtlük iddiası ile ya da bir takım tutma iddiası ile veya bunların farklı versiyonlarıyla ortaya çıkıp, adi suç şebekesine dönüşmemiş günümüzde kaç tane yapılanma gösterebilirsiniz?
Doğru olup olmadığımın sağlamasını yukarıdaki soruya cevap vererek yapabilirsiniz.
Bir insanın hangi dinden olduğunu ya da hangi kavimden olduğunu ya da hangi takımlı olduğunu vs... anlama diye bir şey olmaz. İnsanlar bu tip ifadelerle kendilerini ifade edebilirler en doğal haklarıdır ama başkasından böyle bir şeyi kabul etmesini bekleyemezler. Bu beklenti insanları rahatsız eder. ‘Herkeste’ fıtrat vardır dolayısıyla ‘istisnasız herkesi’ rahatsız eder. Kendisini Müslüman olarak ifade edeni bile başkasının bu tip söylemleri rahatsız eder. Ki zaten bakarsanız bugün İslam adına araştırma yapan, çalışma yapan insanların en büyük sıkıntısı ve uğraştıkları insanlar Müslümanlık iddiasındaki diğer oluşumlardır.
Tekrardan ifade edeyim: -örneğin- Allah’ın hükmünü vereceği bir konu olan Müslüman olmak başka bir şeydir. Bunu kendi kendine dillendirip, delil sunamayacağın, kendinle ilgili bir konuyu insanlara da kabul ettirtmeye çalışmak başka bir şeydir. Bu konuda insanlardan bir beklentin varsa bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Bu yola girmişsen büyük ihtimalle bir haltlar karıştırmış ve kendine bir şeyleri siper ediyorsun demektir ki, günümüzde defalarca şahit olduğumuz gibi, olan da zaten genelde budur. Yukarıda bu durumun böyle sonuçlanıp sonuçlanmadığının sağlamasının nasıl yapılacağını da söyledim. Dolayısıyla insanların, ispat edemeyecekleri şeyleri iddia edip bunu başkalarının da kabullenmesini isteyen insanlarla aynı yaşam alanını paylaşmak istememesi Allah’ın bahşettiği bir korunma mekanizmasıdır. Bu söylemlerin altından ters birşeyler çıkacaktır ve genelde de çıkar. Bu tip ispat edemeyeceği şeyleri başkalarının kabul etmesini bekleyen insanlara karşı "hoşgörülü olmak" zorunda olduğunuzu falan zannetmeyin. Ortada yapacağı adaletsizliğe yol yapan "yavuz hırsız" ya da "yavuz hırsız"lar tarafından kullanılacak birileri var, büyük ihtimalle. Burada "hoşgörü" gibi bir kavramın yeri yoktur. Verilecek her taviz yapılacak haksızlıklara yeşil ışık yakma ve sonucunda büyük veballere ortak olma demektir.
-İyi de bunların ümmetçilikle ne alakası var?
Tanımlarla devam edelim.
Ümmetçilik nedir?
Ümmetçilik, temelini Araf 181’e dayandırır. Allah’ın övdüğü, örnek gösterdiği, kıyamete kadar her zaman bir yerlerde mensupları olacağını söylediği, adaleti tahsis etmeye çalışacak insanlardan olma çabasıdır. Dolayısıyla ümmetçilik bireysel bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimine uymak içinse hiçbir eğitime ihtiyacı yoktur bir insanın. Allah’ın insan aklına yerleştirdiği fıtrat, her tutumunda insana, neyin yanlış neyin doğru olduğunu söylüyor zaten. Kendini bu fıtrata döndürmen yeterli. Kolaycılığa, hak etmediğini elde etmeye, yağmacılığa, “bana avantaj sağlansın”cılığa, haksız kazançlara meyletmediğin sürece ümmetçisin demektir. Buradan şu sonuç çıkıyor: Ümmetçilik asli olarak bir fikir değil, fiiliyattır. Ya ümmetçiliği yaşarsın yani Allah’ın övgüsünü alan ümmetten olmaya çalışırsın ya da kolay yolu seçersin. Bu kadar.
-Ümmetçilik İslam birliği değil midir?
Müslüman birliği denmek isteniyor sanıyorum. Daha doğru ifadesi ile Müslüman olduklarını beyan eden insanların birliği… Birlik demek, hukuk demektir. Bir insanın Müslüman olup olmadığını sınayabilecek bir yöntemin yoksa hukuktan bahsedemezsin. Hukuktan bahsedemiyorsan, birlikten de bahsedemezsin. Bunun doğal sonucu olarak, belki Cumhuriyetin ilk yıllarından beri söylenen Müslümanların birliği ifadesi slogandan öteye gidememiştir. Anlattığımız gibi gidebilmesine de imkân yoktur. Dolayısıyla ümmetçilik ne değildir sorusunun cevabı “İslam birliği değildir”dir. Uzun uzun anlattığım gibi, İslam birliği ifadesinin bir gerçekçiliği de yoktur. İslam birliği gibi ifadeler, dinden haksız kazanç yolu elde etmiş insanların bir şey savunuyormuş gibi yapmalarından ibarettir ne yazık ki. Ne kadar ilginçtir ki, bu yolda olanlar ümmetçiliğin en büyük düşmanlarıdır. Ümmetçilik bir fikir olmadığı için tabi ki de fikirsel bir düşmanlık değil, aktif olarak, yaptıkları, yaşattıkları ile düşmanlık yani fiili düşmanlıktır bu. Ümmetçiliğinizi nasıl ki yaşayarak ispat edebilirseniz, düşmanlığınızı da fiiliyatınızla gösterirsiniz. Adil düzenden, adaletten, liyakat düzeninden kaçışınızla… Ki bu tip tutumların günümüzde kendisini Müslüman olarak adlandıran kimilerinin, bu adlandırma ile sergilemeleri burada yazdıklarımızı bir kere daha doğruluyor.
-Her şey bitti mi peki? Bundan sonra ne olacak?
Biter mi yahu. Daha yeni başlıyor. Teorik kısım tamam şimdi sıra uygulamada yani gidilecek yolun çiziminde... Bundan sonrası Devrim Dersleri serisi…
Turpların büyükleri heybede.
Not: Bu yazı daha önce yayınladığım 4 yazılık İslam Ümmetçiliğinin Temelleri serisinin beşinci ve sonuncu yazısıdır. Diğerlerinin linkleri aşağıdadır: - İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 1 - İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 2: Araf - 181 - İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 3: Ulus - Devlet - İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 4
|