Başlamadan söylemek isterim ki: Attığım başlık solculuk, sağcılık (ya da sosyalizm, komünizm, kapitalizm, liberalizm vs.) gibi kurgu kavramların herhangi bir versiyonunun tanımının var olduğunu kabul ettiğimi ve bunun üzerine bu yazıyı yazdığımı düşündürtmemeli. Sadece, kendisini bu şekilde anan insanların genel davranışlarını referans alarak bir tanım çıkarmaya çalışacağım.
Sağcılık ve Solculuk nedir gibi bir soruya verilecek tek cevap hiçbir şey olacaktır. Bu tip kelimelerin, insanların cümle içinde negatifliği veya pozitifliği sağladığını sanmasından öte hiçbir işlevi bulunmamaktadır (bkz: Avamın Kelime Algısı). Söyleyene de sanki bir şeyler biliyormuş gibi gözükme bağlamında bir hava katması dolayısıyla da avamlar tarafından çok hızlı bir biçimde benimsenmektedir.
Tüm bunlara rağmen, yine de bir tanım yapmam istenseydi, kendisini bu sıfatlarla ifade edenlerin ortak özelliklerine bakarak, solculuk için "cehaletini ukala taklidi ile kapatma sanatı", sağcılık için ise "ahlaksızlığını din ile harmanlama sanatı" derdim.
Bu zamana kadar, bu sitede sağcılık ve türevlerini birçok yazıda defalarca işledim. Ama solculuk adı altında yapılanları çok ele alamadık. Özellikle hadlerini aşarak girdikleri konularda nasıl saçmaladıklarını… Biraz da bunu işleyelim.
Solculuk işçi kavramına vurgu üzerine ilerleyen bir söyleme sahiptir. Ama buradaki işçi, bir kahramana muhtaç olan işçidir. Eğer kendi aktivitesini kendi yapıyorsa, bu durum, sol dernek adı altında açılmış yerlerde takılanlar için makbul değildir. Çünkü üzerinden kahramanlık çıkaramaz bu doğuştan kahramanlar. Onun için kendine solcu diye isim takanlar için, işçinin cahili ve kahramana muhtaç olanı makbuldür.
Yani mesele, işçi kavramını bu kahramancıklar için, oyunlarında ihtiyaç duydukları figüranı sağlamasıdır. Bu senaryoya göre eğer işçiler kahramana muhtaç kesimse, kendini solcu olarak ananlar devamlı olarak "işçi muhabbeti" yaptıklarına göre, o zaman onlar da doğrudan bu kesimin aradığı kahramanı temsil ediyor olacaklar. Yani burada, kim işçi muhabbeti açarsa, o, kahraman olur gibi bir algı oluşmuş oluyor. Yani hiçbir şey yapmıyorsun sadece çene çalarak kahraman oluyorsun. Burada anahtar nokta ise işçinin mutlaka aşağı kesimden olması gerektiğidir. Roller dağıtılmış, bitmiş gitmiş. (Ah keşke kahraman olabileceği bir birikimi olsa da bize sunmuş olsa...)
İşte bu bilinçaltı kabulleri, yaptıkları konuşmalarda, yazdıkları kitaplarda kendini çok çeşitli şekilde gösterir. Mesela, devamlı olarak "işçilerin aydınlatılmasından" bahsederler. Onlar işçilerin "aydınlatılması" için son derece değerli bir malzeme bırakmışlarmış. Onların insanları aydınlatabilme gibi bir özellikleri varmış. Öyle şartlamış kendilerini, doğuştan kahramanlarımız. Bizim de öyle kabul etmemiz gerekiyormuş. Hatta işçi kavramına atfettikleri bu aşağı durumun yansıması, yazdıkları kitaplarda işçiler ile aydınları ifade ederken, "işçi ve aydınlar" şeklinde yer alır. Yani bir işçi aydın olamaz. Olmamalıdır. Yoksa bütün büyü bozulur.
Burada aslında garip (ve biraz da komik) bir şekilde "işçi" kavramına yöneltilmiş bir aşağılama söz konusu. Hani kaba tabirle "övüyor mu sövüyor mu belli değil" derler ya, aynen o durum yaşanıyor. Yazılan yazılara, konuşmalara dikkat edin, bunun nasıl bir sanatçı edası ile icra edildiğini göreceksiniz.
O zaman şöyle de diyebiliriz ki: Solculuk denilen aktivite en temelde, avamların kahramanlık oyunun icrasıdır. Daha doğrusu kahramanlık oyunlarından sadece biridir.
Bu oyunda, örneğin, işçiler grev yapmalıdır ama konuşma için onu beklemelidir. O daha sonra teşrif edip eline mikrofonu alarak kürsüden konuşma yapacaktır. Bir iki görüntü verip ilgi odağı olduktan sonra da herkesten önce ayrılacaktır. Peki mesela, o alanın temizlik "işi" ne olacak?
Buradan bir de şu sonuç çıkar: Eğer işçiler kahraman arayan sınıftan ise, onlar da kahraman sınıfından olduğuna göre, o zaman onlar işçi de olmamalıdırlar. Zaten onun için bu tip adamlar hiçbir zaman “işçi” de olmazlar. Bu sıfatı kendilerine yakıştırmazlar. Çünkü, dediğimiz gibi, bilinçaltlarında dağıttıkları aşağı rol gereği işçi cahil olmalı ki o, onları uyandıran kahraman olabilsin. (Tekrardan söylüyorum: Keşke biraz birikim sahibi olmuş olsa da gerçekten insanları uyarabilse… Keşke böyle bir birikim için çabalamış olsa…) Hatta örneğin pkk gibi terör meselesine müdahil olmaları da bu kahramanlık sevdalarından kaynaklanır.
PKK gibi terör örgütleri "bir kahramana muhtacı" çok güzel oynarlar. Türlü türlü sinematografik yalan uydurabilme kapasitesine sahiptirler. (Daha detaylı bilgi için: PKK Propagandası- 2: Avamın Sinematografik Cümleleri). Mesela askerler tarafından asit çukurlarında yakılmış insanlardan, öldürülüp nehre atılmış insanlardan falan bahseder. Düşünsene bunların kahramanı olmak istemez misin?
Bu fırsatı kaçırmak istemez avamlar. Olayın gerçekliğini araştırmadan, birbirleri ile yarışırcasına büyük bir iştahla saldırırlar.
Tabi, kahraman olacağım diye başlattığı macerasını, bir terör örgütünün yalanlarına arka çıkar bir halde sonlandırır. Böylelikle hem bir terör örgütünün oyuncağı olurken hem de örgütün katliamlarına sesini çıkarmayan biri oluverir. Niyet baştan kötü olunca, sonuç da mutlaka kötü bir yere varıyor.
Ve hatta bu kadarla da kalmaz. Gider cezaevlerini ziyaret eder ve üstüne cezaevi şartlarını “iyileştirmekten” falan bahseder. Sanki cezaevindeki mahkumlar sebepsiz yere oradaymış gibi. Onların kahramanı olacak ya… Ama bir kere de cezaevlerindekilerin canını yaktığı insanları evlerinde, katlettiklerini mezarda ziyaret etmez. Onlar ölü değil mi? Senin peşine düşemez, sana figüranlık yapamaz. Üstelik zarar görmüş insanların hakkının peşine düşersen yaşayanlarla karşı karşıya gelirsin. Ne gerek var “faydalı iş” yapmaya! Sen sadece vakit kaybet ve kaybettir, kendi kahramanlığın için çalış. Çünkü hayattaki tek hedefi kendi efsanesi için yaşamak ve tabi bunun için müşteri aramak.
Ayrıca, tüm bunlar bir yana, cehaletini ukala taklidi ile örtme etkinliğinin sadece kahramancıklık rolü olması da aslında neden kendini bu şekilde sıfatlandıran insanların sürekli olarak birbirleri ile kavgalı olduklarını da göstermektedir. Daha doğrusu birbirleri ile kavgaları olmaları bu etkinliğin sadece kahramancılık oyunu olduğunu tek başına ispat etmektedir. Çünkü oyunlarında, yanında aynı oyunu oynayan rakip istemezler.
O zaman solculuk nedir?
Cehaletini ukala taklidi ile kapatma sanatı ya da avamların kahramanlık oyunu ya da işçileri aşağılama sanatı… (Tek tanım diye yol çıktık ama görünen o ki, bu, bu konu için çok da mümkün değilmiş.)
- "İyi de insanlar kahraman olamaz mı yani? Başkalarının iyiliği için fedakârlık yapamaz mı? Herkes mi kötü niyetli?"
(Hadi resmi dili bir kenara bırakalım.) Kahraman olmak istiyorsan önce birikim sahibi olmalısın. Bunun için de çok çok uzun yıllar çalışman gerekiyor. Daha sonra da fedakâr olmak zorundasın. Ki kahramanlık temelde “istek” işi değil, “fedakârlık” işidir. Bunlar yoksa sakın ortalıkta gözükme. Çünkü bunlar olmadan piyasaya çıkarsan kendini çok zor durumda, sonradan çok pişman olacağın bir halde bulursun. İşte; önder, lider, başkan, hoca vs. gibi çok değişik sıfatlarla bir şekilde ortaya çıkmışların en sonunda rezilliğe batmaları bu kurala uymamalarından kaynaklanmaktadır. Bakarasın, içeriği bomboş etkinlikler yapar, yaparken de “eşitlik” gibi, “adalet” gibi sözleri kendine malzeme eder. Ama sorsan adaletin, eşitliğin tanımını yapamaz. Tanım yapabilme birikim ister ya, ondan. Ama etkinliği düzenler kimisi açlık etkinliği yapar. Kimisi toplantı etkinliği yapar. Kimisi yürüyüş etkinliği yapar. Hatta yaparken kilometrelerce yürür (ve tabi hesapsız para harcatır) ama tanım yapamaz. Birikim ve akıl etkinliği yapamaz. Çünkü zor olan iş budur. İşte bu tip bir, avamın görüntü verme, kendi efsanesini yaşama etkinliğinde, kahramanlık oyunu oynamaya çalışan avamın arkasında gözükecek figüran olmayın.
Aslında sadece onlar da değil, Youtube vb. sitelerde yayınladıkları videolar ile alay konusu olanlar da yine bu en temel prensibe uymamalarından kaynaklanıyor. Adam sırf ilgi çekeceğim diye kamera açıyor ama birikimi de yok, sonuç hiç hoş olmayacak şekilde bitiyor. Eğer birikimin yoksa açma o kamerayı; eğer birikimin yoksa yazma o yazıyı. Sonu kötü bitecek. Kurala uy. Samimi oldun mu zaten kendin de anlarsın yaptığının hatalı olduğunu. Eğer birikimin varsa da anlatmaktan, yazmaktan geri durma. Samimiyet burada anahtar durum.
Not düşeyim: Komiklik olsun diye bir şeyler yapanlardan bahsetmiyorum burada. Hedefi ilgi çekmek olup, ağır konulara ağır başlıklara girip işin içinden çıkamayanlardan bahsediyorum. Adam kuantum fiziği tarzında başlık atmış videoya, 5-10 dakika kadar izledim inanın tek bir tane cümlesi doğru bilgiye dayanmıyordu. Baştan sona vakit kaybıydı ama başlık şaşaalıydı. Başka bir tanesi açmış siyasi konudan bahseder gibi yapıyor baştan sona yalan bilgiye dayalı terör propagandası yapmaya çalışıyor. Bunun gibi yüzlerce örnek. Burada hedef aldığım da bu tip sanki bir şeyler vadeder gibi yapan ama sadece ilgi çekmek için hazırlanmış yazı, kitap, video gibi vakit kaybı çalışmalardır. Yoksa komik, eğlenceli olma hedef alınarak yapılmış çalışmalar değildir. O kısım beni ilgilendirmiyor. Tıklayıp tıklamamak bireylerin kendi tercihi. Başlık ile içerik birbirini tutuyorsa sorun yok. Az önceki konu da aslında tam bu kuralla (başlık-içerik tutarlılığı) alakalı. Adalet için etkinlik yaptığını iddia eden, adaletin tanımını yapamıyorsa, bilin ki başlık ile içerik birbirinden farklıdır. Öyle de oluyor. Başlık “adalet”, içerik “kendi efsanesini yaşama”.
Terör güzellemesi yapmaya çalışanın, (zaten çok az olan) cezalandırmada adaleti bozamaya çalışanın yanında değil, karşısında durun. Kahramanlık budur zaten. Böyle bir şeyi de insan "kahraman olmak istediğinden" değil, samimi olduğundan yapar. Elde ettiği kahramanlığı anlamaz bile.
Şunun farkına varmalıyız ki, peşine düşeceğimiz ve düşmek de zorunda olduğumuz insanlar sadece birikim sahibi, samimi insanlar olmalıdır. Benzersiz içerik üretebilen, faydalı olmaya çalışan yani fedakârlık yapabilen… Burada “peşine düşme” de, asıl olarak, ürettiklerinin takipçisi olma şeklinde yaşanmalıdır.
Birikimsizlerin vakit kaybettirme aktivitelerinde zamanınızı çöpe atmayın.
|