“Hayatta savunduğu bir şey varmış, istediği bir düzen var ve bunu gerçekleştirebilirmiş ama gerçekleştirmesine izin verilmiyormuş” pozisyonu ile gündemi meşgul eden dava(!) adamlarının herhangi bir ideolojilerinin olmadığını, daha da ötesi, dünya tarihinde, bugüne kadar, ortaya konmuş herhangi bir ideolojinin var olmadığını anlattık sayısız kere yazılarımızda. “O zaman, bırak dava adamlığını, dünya tarihinde henüz ortaya
konmuş herhangi bir ideoloji yoksa, neden insanlar bu derece; dava adamı,
ideoloji sahibi, bir şey savunan insan görüntüsü vermeye çalışıyor?” derseniz… Bu yola başvurmalarındaki birinci neden, bu yola başvuranların suç işleyerek hayat süren kriminal tipler olmaları ve dava, dava adamlığı gibi ispatsız, belirsiz konulara odaklanıldıkça işledikleri suçların gündemden düşecek olmasıdır. Zaten bu konular üzerinden insanları bol miktarda tahrik etmelerinin nedeni de budur. “Dava, dava adamlığı gibi konuların dışına çıkmasınlar da ne söylerse söylesinler. Yeter ki arkadaki çarkı konuşmasınlar.” … İkincisi ise, adalet mekanizmasından kaçabilmek içindir. Bunun
için, devletin çalışma mekanizmasını bozabilmeli, bozabilmek için de ilgili
şahsın bir siyasi parti tabelasına girmesi ya da bizzat tabelayı kurması
gerekmektedir. Bu da kuru kuruya olamayacağına göre, vitrine koyacağı bir
davaya ihtiyacı olacak, onun için de “bir şey savunan insan” görüntüsü vermeye başlayacaktır.
Suç işleyerek yaşayan kriminal insanlar için, işledikleri suçları yasal bir
zemine oturtmak ya da cezalandırma sürecinden kaçabilmek için devlet
mekanizmasını ele geçirmek tarifi mümkün olmayan bir nimettir. Ki elde
ettikleri oranda kitapta yazan bütün suçları işlediklerine şahit oluyorsunuzdur
ülkenizde. Onun için bu tip insanlar, “bir davası olan dava adamı” rolü oynayarak
tabela partilerinde yer bulmaya çalışır ya da bizzat öyle bir tabela kurarlar. Her
şey yolunda giderse, filmin sonunda, ideoloji sahibi olma muhabbetleri ile
sadece karşı tarafın dikkatini dağıtmakla kalmaz, aynı zamanda ideoloji sahibi
insan olma iddiası ile girdiği, suç şebekesinden farksız siyasi parti tabelası
üzerinden, devlet mekanizmasını ele geçirip cezalandırma sürecinden de kaçabilmiş
olur. Bir taşla iki kuş… Neydi o söz? Ha hatırladım. “Fikirlerimden dolayı baskı
altındayım” falan filan… Şimdi gelelim üçüncü kuşa. Üçüncüsü ise, bakarlar ortada işledikleri suçları gizleyebilecekleri
durum kalmamış, o zaman suç işleme ehliyeti aldıkları algısını oluşturmak için başvururlar
“savunduğu bir şey olan adam” rolüne. Bunun için de “bir şeyler istiyor ama
verilmiyor”, “istediği(!) bir düzen var, o olursa çok faydalı, başarılı olacak
ama onu gerçekleştirmesine izin verilmiyor” pozisyonunda olduğunu düşündürtmeye
çalışır. Ve en sonunda da “E madem izin verilmiyor ben de suç işlerim” diyerek,
suç işlemeye ehliyet aldığının algısını oluşturmaya çalışırlar. İşte onun için
devamlı olarak bunlardan -ist’li, -mist’li sıfatlar duyuyorsunuz. Ya da
doğuştan gelen farklı bir özelliği olduğu iddialarını… Her noktasında
belirsizlik, ispatsızlık bulunur tüm bu muhabbetlerin ana fikrinde. Özetle, “savunduğu bir dava, istediği bir düzen var” pozisyonu
ile, Bir, insanların bu noktaya odaklanmasını sağlayarak işlediği
suçları arka plana atmaya çalışır. İki, parti tabelalarına girerek adalet mekanizmasından
kaçmaya çalışır. Üç, eğer suçları arka plana atamıyorsa da suç işlemeye
ehliyeti olduğunu düşündürtmeye çalışır. Ne kadar can sıkıcı bir durum değil mi, kontrolsüz seçim
sistemi yüzünden tüm bunlarla muhatap oluyor olmak? Ama merak etmeyin size güzel bir haberim var. Sizi bunlardan kurtarayım mı? Bir anda piyasadan yok
olsunlar. O zaman hadi gelin bunların söylediklerini somutlaştıralım.
İşi ciddiye bindirelim. Madem dava adamlarıymışlar, herkes kendisi için, kendi
davasına uygun ek cezalandırma hukuku yazabilir olsun. Şöyle: Daha önce yazdığımız - Suç işlemeye engel olmak için: Önleyici Mahiyette İdam
Cezası ve Kontrollü Üreme Yasası, - Yine de suç işlenmiş ise: İşlenen suçun mahiyetine en
yakın cezalandırma sistemi, herkes için sabit kalmak şartı ile; herkes kendisine ek
cezalandırma sistemi yazıp, kaydedebilsin. Örneğin “Ben kitaplı dinleri yaşamak istiyorum” diyen: “Zina
ettiğim tespit edildiğinde beni dövün ya da beni taşlayarak öldürün” şeklinde
e-devlet üzerinden girdi oluştursun ve bu şekilde kendi belirlediği ek
cezalandırma sistemine tabi olsun. Ya da kendine solcu(!) (solcu da ne demekse artık) diyen:
“Ben işçileri çok seviyorum. Örneğin madenciler için adalet istiyorum. Eğer
devlet tarafından madenciden alınan vergi ile hesabıma yatan erken emeklilik
parasını harcadığım, hele ki gece kulüplerinde içkiye harcadığım ya da sigara içtiğim
tespit edilirse Kalaşnikof ile kafama sıkılarak idamım gerçekleşsin ve tam o
sırada da arkada Goran Bregovic’ten Kalaşnikof şarkısı çalsın” desin ve
belirlediği ek cezalandırma hukukuna tabi olsun. Ya da ırmağının akışına ölen tayfa: “Eğer benim ‘barış,
kardeşlik’ adı altında terör örgütlerine selam verdiğim ya da selam verene oy
verdiğim, desteklediğim tespit edilirse, ya da ülke yağmalanırken sesimin
çıkmadığı tespit edilirse, dar ağacında idamım gerçekleşsin” desin ve
belirlediği ek cezalandırma hukukuna tabi olsun. Ya da “Ben Atatürk’e oy veriyorum” diyen tayfa: “Eğer
verdiğim oy ile Atatürk’e küfredenleri, ya da terör örgütü yandaşlarını meclise
soktuğum tespit edilirse, beni denize dökün. Açıklara götürüp beni denize atın,
bu şekilde boğulmam sağlansın” desin ve belirlediği ek cezalandırma hukukuna
tabi olsun. Hadi görelim bakalım ortada bir dava var mıymış ve kim ne kadar dava adamıymış. Ama yanlış anlamayın sakın, bu örnekler, dava adamı iddiasındakilerin aslında ne olduklarını göstermek adına yazdığım mizahi şeyler değildir. Böyle gözükmesi, ilgili şahısların bir kısmının belki büyük bir kısmının -bilmiyorum- karikatür olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa ben gayet ciddiyim. “İlgili şahısların bir kısmı belki büyük kısmı” dedim çünkü herkes böyle değildir. Haksızlık yapmayalım. Canla başla mücadele eden, fedakâr insanlar da bulunmaktadır. Hatta bunu yaptıkları için, bunu yapmasına engel olmak için gereksiz yere hapse atılan insanlar da bulunmaktadır. (Not: Bir örnek olarak söylüyorum. Bizler öyle mübarek insanlar değilizdir ama mesela ben bile kendim
için “Sigara, içki kullandığım ya da kumar oynadığım tespit edilirse 40 sopa
vurulsun” yazabilirim. Mesela…) Yani bu, sadece “Madem dava adamısın göster bakayım kendin
için belirlediğin cezalandırma hukukunu” diyerek dava adamı olma iddiasındaki
suçluları, başkalarını kandırmaya çalışan insanları susturmaya yaramayacak,
belki binde bir çıkan samimi insanların kendileri için cezalandırma hukuku
belirlemesini de sağlayacak. Kişiye özel ek cezalandırma hukuku mutlaka olması gereken
bir uygulamadır. Herkes kendisi için ek cezalandırma hukuku yazabilir bunu da
e-devlet üzerinden girebilir olmalıdır. Buraya kadar her şey çok basit. Fakat bu
uygulamanın önünde bir engel olacaktır. Aslında hayata geçirilmesine engel
değil de sadece ilk etapta yüzde yüz verimle çalışmasına engel olacak bir şey. O
da şu: Kişinin kendisi için ek cezalandırma hukuku yazması, kendisi için suç
icat etmeyi, o da icat edilen suçların tespit edilmesi sorununu beraberinde
getirecektir. Bu sorun, günümüzde zaten evrensel olarak herkes tarafından suç
olarak kabul edilen örneğin hırsızlık gibi suçlar için geçerli olmayacaktır. Örneğin
birisi: “Hırsızlık yaptığım tespit edilirse, mevcut cezalandırma hukukunun
üstüne şu da bana uygulansın” dediğinde bir sıkıntı çıkmayacaktır. Hırsızlık
evrensel bir suçtur. Tespit edilmesinde zaten bir sorun yoktur. Ama örneğin birisi: “Günlük şu ibadetimi yapmadığım tespit
edilirse, şöyle bir cezalandırma uygulansın” diyebilir. Burada o kişinin bu
suçu işleyip işlemediği tespit edilebilmelidir. İşte bu, bu sistemin uygulanabilirliğini
artırabilmek için çözülmesi gereken bir sorunudur. Bu sorun da yolların sokakların kamera ya da hava araçları
sistemi ile izlenmesinin artırılması ve yapay zekâ algoritmaları ile birlikte zamanla
çözülecektir. Elbette yüzde yüz çözüm bulmak çok zordur ama yine de zamanla verimi artacaktır. Onun için Kişiye Özel Ek Cezalandırma Sistemi, ilk etapta tam verimli çalışmasa da olur. İlk etapta, hemen hemen her hukuk sisteminde suç olarak belirtilmiş, hırsızlık, katillik, tecavüzcülük gibi suçlar için bireyin kendisi için yazdığı ek cezalandırma uygulanmaya başlanır. Ek olarak, gelişen teknoloji ile birlikte, şahısların kendileri için belirlediği suçların tespiti, hiç kaçırılmadan yapılamasa da yine de ona yakın bir değerde yapılmaya başlanır ve böylece Devlet 2.0’a geçilmiş olunur. Hem de bu sistem, dava adamlığı iddialarını, ispat
edilebilir bir zemine oturtarak, gereksiz gündem olmaya çalışan insanların
ortadan kaybolmasını sağlar. Çünkü artık dava adamlığı lafla, sloganla değil, bireyin
kendisi için yazacağı Cezalandırma Hukuku ile olacaktır. Yani artık insanlar
dava adamı olduklarını iddia etmeyecekler, yazıp kaydettikleri Cezalandırma
Hukuku ile ispat edeceklerdir. Biz de zaten, eğer o günler nasip olursa, Devrim Dersleri –
5’in sonunda kuracağımız dünya tarihinin ilk ideolojik siyasi partisinde, bu
işin parçası olmak isteyenlerin kendisi için Cezalandırma Hukuku yazmasını
mecbur edeceğiz, ön şart olarak. Son olarak şunu ekleyeyim. Burası önemli: Birey icat ettiği suçu yazarken onun nasıl tespit edileceğini de yine kendisi yazacaktır. Sadece suçu yazıp bırakmayacak, tespiti konusunda da yapay zekaya yol gösterecektir. Yazılımcı jargonu ile yazarsak, suçun kendisi ve suçun tespiti için yazılanların yapay zeka tarafından onaylanması için otomatize bir süreç(pipeline) oluşturmak çok önemlidir. Bu daha ileri aşamanın konusudur belki ama sürecin tamamen otomatize edilmesi çok önemlidir. İlk etapta ülkelerin adalet bakanlıkları tarafından manuel bir onay mekanizması kurulabilir. Tamamen otomatize edilmiş onay süreci de Devlet 3.0 olur. Not - 1: Bu yazı zamanla güncellenebilir. Not - 2: Evet biliyorum. “Bilimsel, teknik ya da inanç konularına geri döneceğim. Artık bu konularda yazmaya çok gerek yok; ‘Çünkü sanıyorum bu son yazı ile birlikte, Cezalandırma Hukukunun yok edildiği Şeytan tarafından kurulmuş mevcut Dünya Düzenini tüm yönleri ile işlemiş ve Cezalandırmada Adaletin sağlandığı adil bir Dünya Düzeninin nasıl olması gerektiğini de tüm yönleriyle anlatmış olduk ve geriye de bir şey bırakmamış olduk’.” demiştim “Rant Çeteleri İle Mücadele Rehberi” yazısında. Ama bırakmışız. Neyse şimdi bitmiştir umarım, inşallah diyelim ve kendi kendime söz verdiğim gibi bilimsel, teknik ya da inanç konularında evrensel değeri olan çalışmalara geri dönelim. |
6 Ekim 2024 Pazar
Devlet 2.0: Kişiye Özel Ek Cezalandırma Sistemi
at 14:59 0 comments
Labels: Genel
8 Eylül 2024 Pazar
Rant Çeteleri ile Mücadele Rehberi
Yasal Hırsızların “bir şey savunuyormuş” gibi gözükmek için insanları tahrik edip, akabinde tepki görmesi zanaatlarının icrasıdır. Çünkü tepki görmek, insanların gözünde tepki görenin hedef alındığını düşündürtür ve bu da o hırsız ile ilgili “hayatta savunduğu bir şey var” algısını oluşturur. Böylece sadece sıradan basit bir yasal hırsız olduğu gerçeğini gizlemiş olur. Örneklerle gidelim. İlk örneğimiz devasa bütçeleri, uçsuz bucaksız harcamaları ile hükümet beslemesi olan bazı “din görevlileri(!)” olsun. (“Din görevlisi(!)” de ne demekse artık). Ne olduğunu, nerenin beslemesi olduğunu unutup, “Kardeşim sende bu kadar paranın ne işi var? Bu para kimin parası?” sorularına hiçbir cevap veremeyeceği hali ile “namus”, “ahlak” gibi sözcükleri kullanarak insanların kötü olduğunu ima edip birilerine sataşması ve akabinde bu konuda tepki alması, böyle birinin bu cümlenin başında saydığımız sıfatların hepsini gizlemesini sağlar. Çünkü tepki gördü ya sanki savunduğu bir şey varmış gibi oldu. Bunun yanında, “Namus, ahlak gibi sözcüklerin senin ağzında ne işi var!” denmekten daha öte hiçbir sözü hak etmedikleri o halleri ile zamanında büyük işlere imza atmış, savaşlar kazanmış, ülke, devlet kurmuş, tırnağı olamayacağı insanlara terbiyesizce laf atıp ve bu konuda da tepki görmeleri ile de tekrardan insanları ana konudan uzaklaştırmayı başarmış olurlar. Üstelik terbiyesizlik yapmaya çalıştıkları insanların büyük bir fedakarlıkla kurulmasına vesile oldukları ülkenin bütün nimetlerinden faydalanarak yaparlar bunları. (Aynı, zamanında, IŞİD’ten kaçan PKK’lıların, TSK’nın sağladığı güvenlikten faydalanmak için Türk sınırında kuyruğa girmeleri ama her fırsatta “ezildim, sömürüldüm, asimile oldum” türküsü söylemeleri gibi…) Bu davranışları sadece “din görevlisi(!)” sıfatındaki insanlardan değil, dini kimliği varmış gibi yapmaya çalışan birçok hükümet beslemesi yasal hırsızdan görebilirsiniz. Kabahatleri ile oturmaları gerekirken, bırak oturmayı; söküğünü dikemez, hayatın gerçeğinde bilim teknolojiden, tarım hayvancılığa kadar hiçbir alanda en ufacık bir katkısı olmayan o halleri ile, din ile ilgileniyormuş gibi yapıp, din sosuna batırılmış cümleler kurarak birilerine sataşmaya çalışırlar. O din sosuna batırılmış cümleler de zaten, dini değeri olduğu için değil, birilerine sataşarak iş yapıyormuş görüntüsü vermek için kurulur. Ne yazık ki bu davranışlarından dolayı kimi hükümetler tarafından gerçekten beslenmektedirler de. Şimdi ikinci örneğimize geçelim. Encodeum’un sıkı takipçileri iyi bilirler. Türk, İngiliz, Fransız gibi ulusların, zamanla izole kavimden ulus devlete evrildiklerini… İzole kavim oldukları zamanlarda örneğin “Neye göre Türk, İngiliz, Fransız’sın?” sorusu “Konuştuğum dile göre” denilerek cevaplandırılabilirken, teknoloji devrimi ve uluslararası firmaların ortaya çıkışı ile birlikte hemen herkesin en az 2 dil konuştuğu günümüz dünyasında artık bu cevabın da yeterli olmadığını… Günümüz ulus devletlerinde örneğin “Neye göre Türk’sün?” sorusunun, “Vatandaşlık bağıma göre Türk’üm” şeklinde cevaplanabilir olduğunu ve bunların hiçbirinin Kürt için geçerli olmadığını daha önceki çalışmalarımızda açıklamıştık. Çünkü izole kavimden ulus devlete evrilişin, var olduğu iddia edilen Kürt kavmi için gerçekleşmediğini, onun için “Bir insanın Kürt olup olmadığını nasıl anlıyorsun? Neye Göre Kürt’sün? Delilin ne?” sorularının bugün hiçbir cevabının olmadığı gibi bundan sonra da hiçbir zaman olamayacağını da eklemiştik. Daha da ilginci, bahsettiğimiz izole kavimden ulus devlete evrilişin “Kürt” için gerçekleşmeme nedenin Kürt diye isimlendirebilecek bir kavmin tarihsel olarak hiç var olmaması olabileceğini söylemiş… Farsça “Kürt”, “Ekrat” gibi kelimelerin tarihsel metinlerde etnik kimlik olarak kullanılmadığını… Bunu desteklercesine, var olduğu iddia edilen Kürtçe dilinin, dilbilimsel olarak müstakil bir dil olarak ele alınmasının ise çok zor olduğunu da özellikle vurgulamıştık. Kürt tarihi diye bir şey çıksın diye yapılan dezenformasyonları, tahrifatları bir kenara koyduğunda ne tarihsel olarak Kürt diye isimlendirilebilecek bir kavmin varlığı, ne dilbilimsel olarak Kürtçe diye isimlendirilebilecek bir dilin varlığı ikna edici bir şekilde ispat edilemiyorken… İspatlansa bile, dediğimiz gibi “Neye göre Kürt’sün?” sorusunun ne bugün ne yarın, hiçbir zaman bir cevabı olmayacakken… Ama eğer ispatlanamıyorsa da -ki eldeki verilerle öyle gözüküyor-, bırak “Neye göre Kürt’sün?” sorusunun ne bugün ne yarın, hiçbir zaman bir cevabının olamayacağını, bugüne kadar içinde Kürt sözcüğünün geçtiği cümlelerin tamamı boşa düşecekken… Zaten günümüz global dünyasında da bunların hiçbir önemi kalmamış, “olsa ne olur olmasa ne olur” noktasına ulaşmışken, “Neden Kürt kelimesini bir etnik kimlik olarak kullanmak için insanlar kendini zorluyor? Ve ispatla dense hiçbir şekilde ne tarihsel olarak varlığını ne dilbilimsel olarak dilini ne de kendisi için “Kürt’üm” ifadesini kullanıyorsa kendisinin, ne başkası için “Kürt” ifadesini kullanıyorsa o başkasının var olduğu iddia edilen “Kürt” kavmine mensup oluşunu ispat edemeyecek ve kendini de “iddia ettiğini ispatlayamayan” insan durumuna düşürecekken neden bu davranışı sergilemeye çalışıyorlar?” derseniz… Bunu yapan birinci grup; bir, doğrudan bir çıkarı olmayıp, “olmayan suçların suçluluk duygusunu yaşayan” saf insanlardan ve iki, eğer kendine Kürt demek zorunda olduğunu zannedenler doğuştan gelen ortak bir özelliğe sahip olup, o özellikleri hedef alınmış, kahramanını arayan bir grup olarak gözükürlerse, onlar da bunların aradığı kahraman olurlar belki diye umut taşıyan Woke kültürünün ucuz kahramanlarından oluşmaktadır. Ayrıca bu ucuz kahramanlar bu konuyu sinematografik cümle kurmak için bir fırsat olarak da görürler. Dur hemen biz de bir tane sallayalım: “Kürtlerin verdiği bağımsızlık mücadelesine saygı duyuyorum.” Kesinlikle böyle bir cümle ile karşılaştığınızda karşı tarafla senkronize olmayın. Hemen sormaya başlayın. Kürtler derken kimleri kast ediyorsun? Kast ettiğin kişilerin Kürt olduğunu nasıl anladın? Bağımsızlığın tanımı nedir? Bağımsızlık mücadelesi nasıl verilir? Kast ettiğin kişiler ne yapıyor da iddia ettiğin bağımsızlık mücadelesini vermiş sayıyorsun. Somut bir örnek verir misin? “Kürtler dediğim şunlar ve onlar da şu işi yaptılar. İşte bu, bağımsızlık mücadelesidir” şeklinde… Kimlerin Kürtler olduğunu açıklayıp, bağımsızlık mücadelesinin tanımını da yapıp, verildiğini ve saygı duyduğunu söylediğin o mücadele için de somut bir örnek verdikten sonra, bize Kürtler dediğin kişilerin şu anda neyi yapamadığını, var olduğunu iddia ettiğin mücadeleyi kazandıktan sonra neyi yapmaya, neyi başarmaya başlayacaklarını da söyler misin? Bunların hepsini bitirdikten sonra da senden saygı duymanın tanımını rica edeceğim. - “Ya ne yaptın sen. Bıraksana, şöyle ağız tadıyla derinliği varmış gibi olan bir iki tane sinematografik cümle kurup piyasa kasalım. Sal beni abicim. Sal beni.” İyi, peki. Bir tane daha sallayalım. Bunu da siz kendiniz yapın. “Asimilasyon ve soykırım süreçleri yaşamış Kürt halkının acılarını paylaşıyor, var olma mücadelesini saygıyla selamlıyorum.” Şimdi ikinci gruba geçelim. İkinci grup ise bu Narko-Terörizmin yarattığı ranttan doğrudan çıkarı olanlar, cebini dolduranlardır. Bunlar, bu konuya odaklanıldıkça arka planda dönen rantın gizleniyor olmasından oldukça memnundurlar. Narko-terörizmin sonucu olarak ortaya çıkan rantın bir kısmını, ne işe yaradıkları, neden maaş aldıkları hakkında hiç kimsenin bir fikrinin olmadığı, örgüt kadrosundan milletvekili olmuş, bedavadan kazandıkları paralar ile aldıkları pahalı markalı takım elbiseleri giymiş kravatlı teröristler yer. Bunlar, az önce anlattığımız gibi “Kürt” sözcüğünün etnik kimlik olarak alınmasındaki sıkıntıların hiçbirini açıklama zahmetine katlanmadan, her fırsatta Kürdistan sözcüğünü cümle içinde geçirerek, insanların sinir uçlarına dokunurlar ve tepki alırlar. Bu konuda tepki alarak, az önce de dediğimiz gibi, arkada dönen rantı gizlemiş olurlar ve üstüne bir de “savunduğu bir şey olan insan” görüntüsü verirler. Bu 2 gruptan hariç dönen rantı yiyen bir başka grup ise, hayatta kendini ispat edebildiği hiçbir başarısı olmayıp, kendisinin “Kürt” olduğu söylenmiş ve o da sorgusuz sualsiz kabul etmiş ve başka insanlardan farklı olduğunu düşünerek şeytani mutluluk yaşayan insanlardır. Bu şekilde “Kürt”, “Kürdistan” sözcüğü cümle içinde geçtiği zaman kendileri hakkında konuşulduğunu, kendilerinin gündem olduğunu zannederek tatmin olurlar. Bu biraz da manevi ranttır. Hatta, “Kürt”, “Kürdistan” gibi sözcükleri geçirenlerin gördükleri tepkileri üzerlerine alınarak taraf bile olurlar. Bunun sonucu olarak ikinci grupta anlattığımız rantçıya borçlu olduğunu düşünmeye başlarlar. Artık bu grup, bir üst paragrafta anlattığımız grup için her şey için kullanılabilecek bir rant haline dönüşmüş olur. Bir başka grup ise mücadele etme iddiasında olduğunu öne sürüp, dağda haydutluğa ehliyet aldığını düşündürerek dağda, mağarada, köyde her türlü suçu işleyenlerdir. Kimisi de şehirde her türlü hırsızlığı yapabileceğini iddia eder. Elektrik çalar, mafyalaşıp insanları gasp eder vs… Bu rantçıların hepsi, işledikleri suçları, katilliklerini, yağmacılıklarını, hırsızlıklarını konuşmanızı değil; “Kürt”, Kürdistan” gibi sözcükleri cümle içinde geçirerek tepkinizi bu konularda harcamanızı isterler. Bu konularda kal ne dersen de, ne tepki gösterirsen göster, onun için önemli değildir. Yeter ki bu konuların dışına çıkıp, hayatın gerçeğinde basit bir yağmacı, hırsız, katil olduklarını işleme. Diğer örneğimize geçmeden, konu dışı olarak şunu not etmek isterim: İzole kavimden, ulus devlete evrilişin bir sonraki aşaması “Kontrollü Üreyen Uluslar vs Kontrolsüz Üreyen Uluslar” şeklinde olmalıdır. İnsanlar, Kontrollü Üreyen bir aileye, bir ulusa ait olup olmadığına göre kendilerini sıfatlandırmalı ve koydukları yasalar ile kontrollü üremeye geçmiş ülkeler kontrolsüz üremeye devam edenlere karşı set çekmeli, sınır güvenliğini sağlamalıdır. Bu tip hayatın gerçeğine ait, insanların can ve mal güvenliğine ait konularda; işgüzarlık yapmaktan, ilgi çekmeye çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayan Woke kültürü ve onun ucuz kahramanları dikkate alınmamalıdır. Bir diğer örneğimiz ise solculuk iddiasının arkasındaki ranttır. Bugüne kadar hiçbir yerde tanımı yapılmamış solculuk muhabbeti de aynı diğerleri gibi bir yasal hırsızlık yöntemidir. İnsanların boş beleş bir şekilde ayırt edilerek karşı karşıya getirilip üzerlerinden rant elde etme çabasıdır. Kendisini bu sıfatla anan, “sol dernek” adı altında açılmış yerlerde takılan niteliksiz, vasıfsız, hayatta hiçbir konuda hiçbir şeye faydası dokunmamış ve o halleri ile kendilerinin ve oraya gelen çömezlerin farklı olduğunu, başkalarının başka bir -ist kendilerinin başka bir -ist olduğunu söyleyen o cahil tipleri gidin bir görün. Görün, arkada döndürdükleri dolapların fark edilmemesi için altı bomboş sloganlarla nasıl ortalığı bulandırdıklarını, gündemi meşgul etmeye çalıştıklarını. Es kaza birisi yanlışlıkla hedef alsın. Ortalığı ayağa kaldırırlar "beni hedef aldırlar" diye. Onlar da rantları ortaya çıkmasın diye, “Düşünceleri(!) var” ve “O düşünceleri(!) hedef alınıyor” algısının oluşturup, sizin de o çerçevenin içinde kalmanızı istiyorlar. Bunlara küfür etmekten tutun da yanılmış ve solculuk diye bir ideolojinin var olduğunu kabul etmiş halinizle “Gerçek(!) solculuk bu değil” demeye kadar, ne söylerseniz söyleyin zarar veremezsiniz. Hatta tam tersi bu çerçevede kaldığınız için memnun edersiniz. Altı bomboş, olmayan ideolojilerini hedef alıp, arkada döndürdükleri dolabı kurcalamaya başladığınız zaman gerçekten iş yapmış olursunuz. Gerisinin bir önemi yok. (Şunu not etmek isterim: Bir şey savunan insan görüntüsü vermeye çalışan bu tip rant çetesi mensuplarını biraz sorguladığınızda çok hızlı bir şekilde döküldüklerini göreceksiniz. İşte, döküleceklerini anladıkları tam o anda, bir refleks olarak, "istiyorum", "seviyorum", "önem veriyorum" gibi, doğrulama yanlışlama imkanı olmayan yüklemleri içeren cümlelerin ağızlarından çıktığına şahit olacaksınız. Örneğin "Özerklik istiyorum" gibi... Allah Allah? Öyle bir istek beliriyor içinde öyle mi? "Evet şu anda canım özerklik istedi". Ya da başkalarından "İşçileri seviyorum" gibi... İşçi ne demek, işçiyi sevmek ne demekmiş öyle? "1918 yılında yaşanmış bir olaya çok önem veriyorum" gibi... Ha yani farklı gözükeceğim diye, tepki görücem böylece ilgi görücem diye uğraşmıyorsun. İşini gücünü, hayattaki sorunlarını bıraktın, 1918 yılında yaşandığı iddia edilen bir olaya önem vermeye başladın. Doğru mu anladım! Neyse... Burada anlattığımız rant çetelerinin tamamı başkalarını kandırmaya çalışan insanlardır. Ve bu niyetteki insanlar da her zaman belirsizlik ister. Onun için, üzerine gittiğinizde, eninde sonunda varacağı nokta belirsizlikten başka bir şey olmayacaktır. Buna, kaçak dövüşmeye başlaması da diyebiliriz. İşte tam o anda o belirsizlik içeren cümlelerle senkronlanmamalısınız. Yapmanız gereken; ilgili kişinin kurduğu cümleler içinde gözükmeye başlayan belirsizliklerin hayatta savunduğu hiçbir şeyin olmadığını gösterdiğini, kendisine o lafları kim ezberlettiyse onların en iyi ihtimalle akılsız en kötü ihtimalle dolandırıcı olduğunu ve onlardan uzak durması gerektiğini anlatmaktır.) Bir başka örnek olarak özellikle Anadolu’nun doğusundaki bazı tarikatlara gidin. Anormal servetlere ulaşmış, “Allah dostu” diye sundukları cehaleti paçalarından akan adamları görün. Övülecek hiçbir şeyi olmayan bu tipleri övmek için nasıl şirkin içine battıklarını, Nekrofilinin dibine vurduklarını görün. Görün, bu şekilde nasıl da arkada dönen rantı gizlediklerini. Olur da bir yerde es kaza ufacık bir işe yarasınlar ortalığı ayağa kaldırırlar "bizim şeyhimiz işe yaradı" diye. Bunları da hedef almaya kalktığınızda, din sosuna batırılmış hallerini hedef alırsanız, ya da ne bileyim, dini hiçbir değeri olmayan o giydikleri giysilerini falan hedef alırsanız onların istediklerini vermiş olursunuz. Onlar da zaten konunun bu noktada kalmasını, arkadaki rantın hedef alınmamasını istiyorlar. Rantçılar, yasal hırsızlar sizin tepkinize muhtaçtır. Böylece hayattaki tek vasıfları ve tek kırmızı çizgileri olan yasal hırsızlıklarını, yağmacılıklarını gündem dışı bırakırlar. Bunlara istediğin kadar tepki gösterin, hatta istediğin kadar argo kelimeler kullanın vız gelir tırıs gider. Yeter ki her ay hesabına yatan hak etmediği paraya dokunmayın; haydutluğunu, gaspçılığını, hırsızlığını kurcalamayın. Yasal hırsızlığını konuşmadıktan sonra, Cezalandırma Hukuku hakkında konuşmadıktan sonra söyleyeceğin hiçbir söz onu tahrik etmeyecektir. Tetiklemeyecektir. Hatta senin sinirlenişin ve onun sakinliğini koruması, belki konunun özünü bilmeyenin gözünde “efendiliğini(!) korumak” gibi bile anlaşılabilir. Öyle berbat bir düzende yaşıyoruz ki, neden karnının doyduğunu, neye faydasının dokunduğunu, neden hesabına para yattığını sorguladığında -çok affedersiniz- alçak bir yasal hırsız olan adam, takım elbisesi üzerinde verdiği pozu ile saygın bir insan rolü oynamaya çalışıyor yüzsüz yüzsüz. Sen de konuyu bilmeyenin gözünde agresif bir insan oluyorsun. Onun için bu tip rant çeteleri ile muhatap olup, mücadele eden insanlara çok saygı duyduğumu ve belki bu hayatta yapılacak en kutsal işi yaptıklarını düşündüğümü söylemek isterim. Bu rehberi yazma nedenim de işte o insanlardır. Bitirelim. Yasal hırsızlık sahte cennettir. Dünyada bu sahte cenneti yaşayanların ateş ehli olduğu varsayılmalı (En doğrusunu Allah bilir), onun için bunlarla yan yana gelmemeye azami dikkat edilmelidir. Kravatlı teröristlerden, hükümet yalakası din görevlilerine… Bunların gerçek yüzlerini ortaya dökmek mi istiyorsunuz? Sadece parayı konuşun. Neden karnının doyduğun... Ne vasfı olduğunu... İnsanlığa faydası olacak ne gibi çalışma ortaya koydu da hangi yüzle ağzını açtığını... Konuyu dağıtmak, ana konudan uzaklaştırarak gündemi meşgul etmek için ne konu açarlarsa açsınlar, hiçbir şekilde senkronize olmadan, “Bırak sen onu. Sen neden maaş alıyorsun? Onun cevabını ver” deyin. Başka da bir tepki göstermeyin. Onların tek derdi seni o ispatsız, o belirsiz konularda tutmaktır. Bütün yasal hırsızlar dolandırıcıdır ve dolandırıcılar belirsizlik isterler. Ve arkada dönen rantı fark etmemeniz, o boş beleş konularda kalmanız, dışarı çıkmamanız için sizi tahrik ederek sadece o konularda kalmanızı sağlamaya çalışırlar. Çünkü o konularda kaldıkça isterseniz küfredin, yine ona hizmet etmiş oluyorsunuz. Ve son olarak şunu söyleyeyim. Bu tuzağı kuran yasal hırsızların sadece bir kısmı bunu bilinçli yapıyorlar. Geriye kalanları o kadar cahil, o kadar şuursuz ki hakikaten bir şey savunduğunu ve savunduğu şeyin hedef alındığını falan sanıyor. Örneğin daha önce hiç “Neye göre Kürt’sün? Delilin ne?” sorusunu duymamış, gerçekten kendisinin farklı olduğunu zannedenlerden, ya da ciddi ciddi kendisinin Müslüman olduğunu düşünüp, İslamiyet’in kılık kıyafet dini olduğunu sanıp bunun hedef alındığını ve bunun çok çok önemli olduğunu, çöldeki insanlar gibi, insanlar kafalarına sarık takıp dolaşsalar Dünyadaki bütün sorunların çözüleceğini, insanlığın kurtulacağını falan zanneden insanlardan bahsediyorum… Bunlar gerçekten cahildir ve gerçek yasal hırsızları taklit etmeye çalıştıklarından öyle konuşurlar. Muhtemelen hırsız bile değillerdir. Garibandır. Bu noktada işler bir kat daha zorlaşır. Çünkü bu tip ispat edemeyeceği şeyleri iddia ederek bu konular üzerinden iddialara kalkışanlar bunu gerçekten kötü olduğu için mi yoksa kandırılmış oldukları için mi yapıyorlar bunu tespit edip, ona göre tavır takınmak gerekiyor. Birinci gruptaysa kurtulma şansı düşük, ikinci grupta ise kurtulma şansı daha yüksektir. Bilginize… Bu rehber, adil bir dünya düzeninde yeri olmaması gereken: - Altı bomboş farklılık iddialarını - Bu iddiaların propagandası ile birlikte ortaya çıkan adi suç şebekeleri ve terör örgütlerini - Cezalandırma Hukukun yok edilmesinden aldıkları cesaretle işledikleri bin bir çeşit suçları - Suçun işlenmesine engel olması gereken devlet mekanizmasının adi suç şebekeleri tarafından ele geçirilmesine olanak sağlayan kontrolsüz seçim sistemi ve bunun sonucunda ortaya çıkan yasal hırsızlık yöntemlerini - Hem terör örgütlerine insan sağlayan yegâne şey olan, hem de yağmacılığı ve çeteciliği ortaya çıkaran, hem de kontrolsüz seçim sistemi ile birleşerek kötülüğün çoğunluğu oluşturmasını ve dolayısıyla iktidarı elde etmesini sağlayan kontrolsüz üreme gibi konuları işlediğimiz son çalışmadır. Bir daha bu tip konularda yazı yazacağımı ya da video hazırlayacağımı zannetmiyorum. Çünkü sanıyorum bu son yazı ile birlikte, Cezalandırma Hukukunun yok edildiği Şeytan tarafından kurulmuş mevcut Dünya Düzenini tüm yönleri ile işlemiş ve Cezalandırmada Adaletin sağlandığı adil bir Dünya Düzeninin nasıl olması gerektiğini de tüm yönleriyle anlatmış olduk ve geriye de bir şey bırakmamış olduk. Suç ve suçlu ile mücadele devletin adalet ve güvenlik kurumlarının göreviyse de suç şebekelerinin propagandası ile mücadele onların görev tanımlarının biraz dışında kalmaktadır. Umarım encodeum çatısı altında yayınladığımız bu çalışmalar ile bu açığı kapatmış ve Adil Dünya Düzeni savaşçılarına da büyük, kült bir içerik bırakmışızdır, naçizane. Bu çalışmalar genele yayıldıktan ve aklı başında, mantıklı, adil insanlar tarafından benimsendikten sonra, fırsat olursa -yazılımcı jargonu ile- Adil Dünya Düzenini canlıya da alırız. Bundan sonra, o gün gelene kadar inşallah, aynı eskisi gibi, bilimsel, teknik konularla ya da inanç ile alakalı evrensel niteliği olan çalışmalarla devam edeceğiz. Görüşmek üzere… |
at 13:53 0 comments
Labels: Genel
30 Haziran 2024 Pazar
Adil Emeklilik Sistemi
Bir ülke düşünün ki, suç batağındaki Cehaletin Babasından cezalandırma hukuku, Narko-terörizmin çıraklığını yapan ana muhalefetinden ise cezalandırma hukuku vadederek iktidarı elde etmesini bekliyor. Çok kötü bir şeymiş gibi söyledim bunu ama, bir toplumun Cezalandırma Hukuku beklentisi içinde olabilmesi bile aslında büyük bir niteliktir. Ne yazık ki bazı toplumlarda bunu bile göremiyorsun. İşte öyle bir ülke düşünün ki, Cezalandırma Hukuku diye bir beklentisi
bile olmayıp, yine de her şeyin büyülü bir şekilde düzelmesini bekleyen
insanlardan oluşuyor. Ne seçmen yapılmış yığınlar, talep etmeleri gereken şeyin
Cezalandırma Hukuku olması gerektiğinin farkındalar ne de o ülkenin siyasi
arenasında boy gösteren şovmenler, Cezalandırma Hukuku vadetmesi gerektiğinin
farkında. O derece geri kalmış bir toplumdan bahsediyorum burada.
Belki de helak olmanın eşiğindeler ya da parça parça helak oluyorlar onun bile
farkında değiller. Ümmetçilik gereği, ahlaksız insanın ahlaklıyı, ahlaklının
ahlaksızı seçmesi, ona destek vermesi diye bir şey olamaz. Çünkü Adalet Günü
deterministiktir. Ahlaklı ve akıllı bir aday bütün sorunların Cezalandırma
Hukuku ile çözüleceğini bilir ve vaatlerini bu çerçevede gerçekleştirir. Ahlaklı
ve bilinçli seçmen de zaten cezalandırma hukuku talep eden kişidir. Zaten onları
ahlaklı ve bilinçli yapan şey de Cezalandırma Hukukunun gündemlerinin bir
numarası olması, ahlaksız yapan da Cezalandırma Hukukunda kaçabilmek için her
yolu deniyor olmalarıdır. Bu kaçışların cezası ise kendilerine fakirlik ve
yüksek enflasyon olarak geri döner. Çünkü bu tip toplumlarda, Cezalandırma
Hukukunun içinin boşaltılıp, adaletin ayaklar altına alınması sonucu had
safhada hırsızlık, yolsuzluk ve bunun sonucu olarak da had safhada enflasyon ortaya
çıkar. Burada sadece hükümet eliyle yapılanlardan değil; suç şebekeleri, terör
örgütleri tarafından ele geçirilmiş belediyelerin yaptıklarından da
bahsediyorum. Zaten onları iş başına getiren de komisyonculuk, kaçakçılık başta
olmak üzere hırsızlığın her türlüsünü mübah gören seçmen yapılmış yığınlardır.
Zaten bir süre sonra bu tip sözde siyasi parti mensuplarını ve seçmenlerini
birbirine bağlayan tek şeyin işlenen suçlar üzerinden kurmuş oldukları ortaklıkları olduğunu görmekteyiz. Ne yazık ki onların bu kadar rahat hareket etmelerini sağlayan da
Kontrolsüz Üreme ve Kontrolsüz Cumhuriyet rejimidir. Çoğunluğun verdiği oyu kutsayan bu sistem, bir yandan
seçmene “Oy ver geç. Nasıl olsa kaydı tutulmuyor. Bir sorumluluğu yok. Rahat
ol” derken; bir yandan da seçilmişe “Çoğunluğun oyunu aldın. Çoğunluğun oyu
eşittir mükemmel bir şey, boyun eğilmesi gereken bir şeydir. Rahat ol
istediğini yapma hakkın verildi” demektedir. Özellikle geri kalmış ülkelerde, bu
koruyucu kalkanın altında, seçilmiş hükümetler ve aynı zamanda belediyeler
hırsızlıkların tamamına yasal bir düzenleme getirerek, onları “yasal hırsızlık”
haline getirirler. İster merkezi almış partiler ister yerel yönetimi almış partiler,
istismar edebilecekleri her yolu bulur ve kullanırlar. Zaten bir süre sonra
ardı ardına açılan tabelaların bundan başka bir gündemi de olmaz. Tabi burada hırsızlığın en büyüğü komisyonculuk ve uçsuz
bucaksız, hesapsız harcamalar ile yapılır. Bunlar için kurulacak bir mekanizma,
söylenecek bir söz yoktur. Çünkü bunlara karşı yapılacak şey çok basittir: Hükümet
olduğun andan itibaren kesmeye başlayacaksın. Önce 1 birim paralık işi araya
girerek 20 birim paraya fatura eden komisyoncuların, ya da hesapsız harcama
yapan bürokrat tayfanın bunu yapabildikleri yolları keseceksin. Daha
sonra hırsızların bugüne kadar çaldıklarını da geri alıp yerine koyacaksın. Vermiyor
mu? Yargıladıktan sonra “kese kese”(5/38) alıp yerine koyacaksın. Bu kadar. Eğer ekonomiyi düzeltme diye bir hedefin varsa, geri alıp koyma dışında bir yolun bulunmamaktadır. Yani ortada bir
mekanizma yok. Geri alıp yerine koyma var. Onun için “burada kurulacak bir mekanizma
bulunmamaktadır” dedim. Fakat gereksiz kadro ve emeklilik dağıtma konusunda bir
mekanizma koyabiliriz. İstismardan bahsettim ya… Bir istismar yöntemi örneği vererek
ana konumuza başlayalım. Bir zaman önce, geri kalmış cahil bir ülkede, kendi
başarısından(!) başka bir şeyi ve bir adım sonrasını düşünmeyen sorumsuz bir
siyasetçinin(!) aklına, başbakan olmak için vaatlerinde kullanabileceği müthiş
bir istismar yöntemi geldi. “Emeklilik devlet mekanizması içinde değil mi? Evet. O zaman ben erken emeklilik vadedebilirim. 30’lu yaşlarında emekli olacaklarını gören insanlar da bana oy verir. Binaenaleyh ben de başbakan olur, kendimi tatmin eder. Bu şekilde enerjimi atarım.” Hani dedim ya ahlaksız mutlaka ahlaksızı seçer diye… O
siyasetçi bunu vadettiğinde ne gibi bir tepki oluştu biliyor musunuz? Hiçbir
şey. Karşısına “Ne yapıyorsun sen! Bu yaptığın bizim şimdi işimize yarar ama
açtığın bu küçük gedik zamanla devasa bir oyuk haline gelip, ülkeyi mahveder.”
diyen bir seçmen kitlesi çıkmadı. “Ver o erken emekliliği bize. Ver! Ver!”
dediler. (Bu arada not: Geçim derdi olmayıp, heyecan aradığından
siyaset sahnesinde boy gösteren cahil şovmenlerden uzak durun. Size
verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece kaybettirirler.) Gerçekten o sorumsuzun iktidar olduğu o ülkede insanlar
30’lu yaşlarında emekli olup evlerine geçmeye başladılar. Başka ülkelerin
insanları enayi(!) gibi yazılım, donanım devrimleri gerçekleştirmek için
gecelerini gündüzlerine katarken, o ülkenin süper zekâları(!) 30’lu yaşlarında
emekli olup ölene kadar her ay hesaplarına yatacak para ile bedavadan rahat
rahat karın doyuracaklarını düşünerek köşelerine geçip oturdular. Muhteşem bir şeydi bu. Sanki cennet. Herkes emekli,
herkesin hesabına para yatıyor. Ve o para ile alışveriş yapılıyor. Ama
emeklilerin sayısı artmaya başladıkça, ufak çaplı bir sıkıntı çıktı bu sahte
cennette. Yatırılan paralar ile ihtiyaçlar karşılanamaz olmuştu. Elbette böyle
olacaktı. Çünkü devletin kasasına öyle bir para girmiyordu ki, sana, seni mutlu
edecek para ödeniyor olsun. Vadedilen miktar ödeniyor olsa bile bu ancak para
basılarak ödenecek o da enflasyonu patlatacak yine yatırılan para senin işini
görmeyecekti. Yani kasada, başka bir deyişle havuzdan para çeken ne kadar insan
varsa, kaçınılmaz olarak, senin alım gücün o kadar düşecekti. Öyle de oldu.
Emeklilerin sayısı çığ gibi büyümeye başlayınca herkesin payına düşen de bir o
kadar azaldı. Yani bu ödeme sisteminde havuzda toplanan paradan senin payına ne
düşüyor ise, onun alım gücünü asla değiştiremiyorsun. Bu Havuz Ödeme
Sistemidir. Bu konu ile alakalı bir yasa yok gibi gözükse de aslında var olan
doğal ödeme sistemi budur. Daha sonra erken emeklilik bir vaat olarak o ülkenin cahil,
ahlaksız siyasetçileri tarafından kullanılmaya devam etti. Ha bu arada bunlara “siyasetçi”
diyorum da… Aman da ne siyasetçiler, sorma gitsin! Elde ettiğini hiçbir şekilde
hak etmeyen enerjisini atmaya çalışan cahil yaşlılar (Vurgulamaya çok gerek olmasa da yine de söyleyelim: İster yaşlı ister genç bilgi birikim sahibi, faydalı olmak isteyen bilge insanları kastetmiyorum elbette) ya da heyecan arayan cahil
zenginler. Bu kadar. Neyse… Tabi sadece emeklilik dağıtma değil, şuursuzca dağıtılan gereksiz
kadrolar da tüm bu sürecin üstüne tuz biber oldu. Yani o ülkede istismarlar
artık sadece hükümetler tarafından değil, belediyeler eliyle de yapılmaya
başlanmıştı. Artık sayısız, uçsuz bucaksız insanın hesabına devlet kasasından
para yatmaya başlamış ve aynı oranda bu paranın alım gücü de havuza eklenen her
emekli veya gereksiz kadrolu ile az önce açıkladığımız Havuz Ödeme Sisteminin
kaçınılmaz sonucu olarak biraz daha düşmeye başlamıştı. Eğer bir ülkede domates
tarlada 1 birim para iken markette 20 birim para ise, o ülkede ihale
komisyoncularına ve şuursuzca dağıtılmış kadro ve emeklilere para
yetiştirilmeye çalışılıyordur. Peki, bu noktaya gelindiyse, yapacak hiçbir şey kalmadı mı?
Komisyoncular, vergi affı(!) alanlar vs. ile ilgili ne yapılması gerektiğini
söyledik de bu erken emeklilik ve hesapsız kadro dağıtma ile ilgili bir şey söyleyemez
miyiz? Yapılabilecek hiçbir şey kalmadı mı? Elbette yapılabilecek şeyler var. En önce yapılması gereken,
hükümeti elde eden ahlaklı insanların bir öncekilerin imza attığı bu
ahlaksızlıkları ortadan kaldırmasıdır. Yani dağıtılan kadro ve emekliliklerin
iptal edilmesidir. Ayrıca bundan sonra erken emekliliğin bir vaat olarak
kullanılamayacağı mutlaka bu konuda çıkartılacak yasa ile yasaklanmalıdır. Çünkü
erken emeklilik tarzı yasal hırsızlık uygulamaları ile içinde bulunduğun toplumu
sadece çürütürsün. Eğer yaşadığınız toplumda büyük bir ahlaki çürüme var ve
artık rezillik diz boyu ise, mutlaka orada erken emeklilik, vergi affı(!),
vergi barışı(!), imar affı(!), imar barışı(!), her yapılan ihalede araya komisyoncuların
sokulması gibi yasal hırsızlık yöntemleri de mutlaka vardır. Bunların sonucu
olarak enflasyon artık dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştır. Hele bir de din
görevliliği(?) vs. gibi ne olduğu belirsiz sıfatlarla dağıtılan kadrolar,
belediyeleri kazanan cahil şovmenlerin terör örgütlerine dağıttığı kadrolar da
varsa, iş tamamen çığırından çıkmıştır. Ama yine de düzeltilebiliriz. Hadi başlayalım. Ne dedik? Önce erken emeklilik vadetme yasaklanacak kanun
ile. Hemen sonrasında bir daha böyle bir istismar yaşanmasın
diye, Havuz Ödeme Sistemi yasallaştırılacak. Bu Havuz Ödeme Sistemi nasıl çalışacak? Şöyle: Hiç kimsenin sabit maaşı olmayacak. (Zaten hiç
kimsenin sabit maaşı yoktur. O maaşın alım gücü her defasında azalmaktadır.) Devletin
kasasına o ay giren paradan emeklilere ve kamu çalışanları için unvanlarına uygun olarak orantısal bölüşüm
yapılacak. “Bu ay, şu kadar erken emekli girdi, artık bölüşüm bu kadar insan
arasında olacak” şeklinde bilgilendirerek… Böylece insanlar yandaşlara,
yoldaşlara şuursuzca dağıtılan gereksiz kadroların ve aynı şuursuzlukla
dağıtılan erken emekliliklerin kendilerine felaketten başka bir şey getirmeyeceğini
gözleri ile görmüş olacaklar. Dediğim gibi zaten olan şey de budur. Burada
yasallaştırma yolu ile bu mekanizmayı insanların gözlerine sokmuş olacağız. O
kadar. Yoksa yasalaştırmasan da zaten sistem böyle çalışıyor. Buraya kadar anlattıklarımız yaş bazlı emeklilik sistemini
uygulayan ülkeler içindi. Fakat burada çok önemli bir soru var (aslında 3 tane soru
var) yaş bazlı emeklilik sistemi uygulayanların cevaplandırması gereken: Emeklilik
yaşı kaç olmalıdır? Erken emeklilik ne demektir? Bir insanın erken emekli
olduğunu nasıl anlarız? Dünya üzerinde çoğunlukla emeklilik yaşı için 65-70 arası
yaş değerleri belirlenmiş. Neden böyle, belli değil. Bir insan 65 yaşında da sağlıklı ve dinç olabilir. Neden
emekli ediyorsun ki böyle birini? Doğrudan bir cevap yok. Ya da bir insan daha
50’sine bile varmadan elden ayaktan düşmüş olabilir. Bunun da çalışması
zulümdür. Bu noktada elbette iş göremezlik raporu verilerek yapılması
gerekenler yapılıyor. Gayet güzel. Peki bu iş göremezliği emeklilik ile
birleştirerek yeni bir sistem kuramaz mıyız? Evet kurabiliriz. Bir insanın emekli olmasını belli bir yaşa
bağlamak yerine, elden ayaktan düşmeye bağlayabiliriz. Şöyle: Bir insan elden ayaktan düşmüşse kaç yaşında olursa
olsun emekli edilir. Bu şekilde kaç yaşında emekli olursa olsun o erken
emeklilik olmayacaktır. 30 yaşında bile bu duruma gelmişse yine emekli
olmasında yanlış bir durum yoktur. Ama elden ayaktan düşmeden 70’inde bile
emekli olsa o erken emekliliktir. Burada tıbbi rapor ile emekli edilme
mekanizması kurulmalıdır. Bu şekilde, iş göremez raporu tabanlı emeklilik
sistemi ve Havuz Ödeme Sistemi ile birlikte rapor bazlı emeklilik sistemi hayat
geçmiş olacaktır. Fakat bu seferde “iş göremezliği” neye göre adil olarak
tespit edeceğimiz sorusu karşımıza çıkacak. Evet bir insan vücut olarak iş göremezdir belki ama beyin
fonksiyonları yerinde olduğu için mesela yazılım işi yapabilir. Eğer hem
bedenen hem aklen iş göremezlik tespitini adil bir şekilde yapabilirsek, ki bu
durumun tespitinde makul değerleri tıpçıların cevaplaması gerekiyor, en ideal
emeklilik sistemi bu olacaktır. Tabi bunun için toplumun hem bedenen hem aklen
iş yapabilir nitelikte olan bireylerden oluşan ideal bir toplum olması
gerekiyor. Gördüğünüz gibi 2 emeklilik yönteminin de cevaplaması
gereken birer sorusu bulunuyor. Yaş bazlı emeklilikte “Yaşı neye göre
belirledin, kriterin neydi?” sorusu. Rapor bazlıda ise “Adil bir iş göremezlik
raporunu neye göre hazırlayacaksın?” sorusu. Fakat ben bu soruları tam olarak cevaplamaya gerek olmadan
uygulanabilecek hibrit bir çözüm sunayım size. Yaş bazlı emeklilik devam edecek. Fakat erken emekli olup
olmadığını, emekliliği hak edip etmediğini birey daha sonraki davranışları ile
kendisi belirleyecek. Adil bir seçim sisteminin nasıl olması gerektiğini
anlattığımız daha önceki yazılarımızda, nasıl seçmen oy verdiğinin işlediği bütün
suçlara ortak olacak, böylece seçmen olmayı hak edip etmediği oy verdikten
sonraki süreçte kendisi belirlemiş olacak diye anlatmıştık. Burada da aynı
durum olacak. Şöyle: Sizin de bildiğiniz gibi, keyif verici maddelere bağımlılıkları
(sigara, alkol, kumar vs.) olan, kendini bağımlı yapmış insan kendisine saygısı olmayan insandır. Neden böyledir? Çünkü bir
süre sonra bağımlılıklarını tatmin etmek hayatının tek amacı olacak ve bu
şekilde ömrünü bomboş bir şekilde tüketecek, belki de bir bakmışsın bunlara
ulaşmak için akıl almaz, “bu, bunu hayatta yapmaz” dediğin şeyleri yapmaya
başlayacak. Ne yazık ki böyle birisi için ne dense az. Daha önce içki ve sigaranın başkaları ile paylaşma noktasında
bir suç olduğunu ve bu durum ile ilgili ne yapılması gerektiğini Önleyici Mahiyette İdam Cezası yazısında yazmıştık. Ayrıca başka bir yazımızda da sigara
dumanının saldırı aracı olduğunu belirtmiş bunun sonucu olarak kamuya açık
alanlarda sigara içmeyenlerin sigara içenlere karşı nefsi müdafaa kapsamında
istedikleri şekilde cevap verme hakları olması gerektiğini de söylemiştik. Belki
bu noktada sigara içmeyenlerin, içenlere karşı bireysel silahlanma haklarının
olması bile sağlanabilir. Ayrıca sigara kullananların kademeli olarak toplu
ulaşımdan men edilmesi de sağlanmalıdır diye de eklemiştik. Çünkü hiç kimsenin,
kullandığı kimyasalın zararlarını başkasına yaşatmaya hakkı yoktur. Bu
yasaklamaları e-devlet sistemini kullanarak çok rahat bir şekilde
gerçekleyebileceğimizi de izah etmiştik. Ama şans oyunları oynama ile ilgili
hiçbir şey yazmamıştık. İşte bu konuyu bununla birleştirebiliriz. Üstelik bunu
hem yaş bazlı hem de sağlık raporu bazlı adil emeklilik sistemi için uygulanabilir
hale getirebiliriz. Şimdi bir taşla iki kuş vurma anı. Bir insan, 65’inde emekli olmuşsa bile bu onun için erken
emeklilik ise evde bütün gün durarak nasıl enerjisini atacak? Atamayacak.
İnanın bana eninde sonunda kahvehanedeki o okey masasına oturacak. Biz de onu
orada yakalayacağız. Kriterimiz şu olacak: Bir insan eğer kumar oynayabiliyorsa,
emekli olması gerektirecek bir durum da oluşmamıştır. Kuralımız ise şu olacak: Şans
oyunları oynarken yakalanan emeklinin ilk yakalanmasında 1 ay emekli maaşı
kesilir. İkinci yakalanmasında 3 ay kesilir. Üçünü yakalanmasında ise tamamen
kesilir. Rapor bazlı emeklilikte de ise bu durum daha da
genişletilerek devam edecek. Burada emekliliği iptaline sadece şans oyunları
değil, sigara ve alkol tüketimini de ekleyeceğiz. Çünkü rapor bazlıda
kriterimiz, elden ayaktan düşmeydi. Mantığı şu: Bir insan alkol ve sigaranın herhangi birini
tüketebiliyor ya da şans oyunları oynayabiliyorsa elden ayaktan düşmemiştir. Rapor
yanlış verilmiştir. Emekli olmayı da hak etmiyordur. Dolayısıyla emekliliğinin
iptal edilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Her iki durum için de bireyin şans oyunları oynayıp
oynamaması emekliliği hak edip etmediğini doğrulamada ana kriterimiz olacak.
İdeal toplum yapısı oluşur da rapor bazlı emekliliğe geçilirse de buna alkol ve
sigara tüketimi de eklenecek. Tüm bu sürecin sonunda şöyle bir soru sorulabilir: Neden
sigarayı, alkolü ve şans oyunlarını tamamen yasaklayıp konuyu kapatmıyor da bu
kadar uzatıyoruz bu meseleyi? Evet o da olabilir siz o şekilde de savunabilirsiniz. Belki
doğru olan da budur. Ama ben şahsen insanlara karışılmasını doğru bulmuyorum.
Bir insan kendisine zarar vermek istiyorsa buyursun versin. Ama başkasına verdiği
zarar kabul edilemez. Sigara, alkol ve şans oyunları üzerinden koyduğumuz
kurallar hep kullananın başkasına zarar vermeye başlaması ile başlamaktadır. Sigara içebilirsin ama kamuya açık alanlarda değil. Kimse
senin sigara dumanını çekmek zorunda değildir. Alkol kullanabilirsin ama başkasına içmesini teklif edemezsin,
ısmarlayamazsın. Sigara için de bu geçerlidir. Şans oyunları oynayabilirsin. Ama bunu emekli maaşın ile yapamazsın. Kumar oynayarak vakit öldüresin diye emekli edilmeyeceksin, elden ayaktan düştüğün için emekli edileceksin. Yaş bazlı emeklilikte elden ayaktan düşmesen bile, yine emekliliğe ihtiyacın olduğu için emekli edileceksin. Kumar oynayasın diye de sana emekli maaşı bağlanmayacak. Geçimini sağlayasın diye bağlanacak. Eğer şans oyunları oynayabiliyorsan her iki durum için de emekliliğe ihtiyacın yok demektir. |
at 13:58 0 comments
Labels: Genel