30 Haziran 2024 Pazar

Adil Emeklilik Sistemi

Bir ülke düşünün ki, suç batağındaki Cehaletin Babasından cezalandırma hukuku, Narko-terörizmin çıraklığını yapan ana muhalefetinden ise cezalandırma hukuku vadederek iktidarı elde etmesini bekliyor. Çok kötü bir şeymiş gibi söyledim bunu ama, bir toplumun Cezalandırma Hukuku beklentisi içinde olabilmesi bile aslında büyük bir niteliktir. Ne yazık ki bazı toplumlarda bunu bile göremiyorsun.

İşte öyle bir ülke düşünün ki, Cezalandırma Hukuku diye bir beklentisi bile olmayıp, yine de her şeyin büyülü bir şekilde düzelmesini bekleyen insanlardan oluşuyor. Ne seçmen yapılmış yığınlar, talep etmeleri gereken şeyin Cezalandırma Hukuku olması gerektiğinin farkındalar ne de o ülkenin siyasi arenasında boy gösteren şovmenler, Cezalandırma Hukuku vadetmesi gerektiğinin farkında. O derece cahil, o derece geri kalmış bir toplumdan bahsediyorum burada. Belki de helak olmanın eşiğindeler ya da parça parça helak oluyorlar onun bile farkında değiller.

Ümmetçilik gereği, ahlaksız insanın ahlaklıyı, ahlaklının ahlaksızı seçmesi, ona destek vermesi diye bir şey olamaz. Çünkü Adalet Günü deterministiktir. Ahlaklı ve akıllı bir aday bütün sorunların Cezalandırma Hukuku ile çözüleceğini bilir ve vaatlerini bu çerçevede gerçekleştirir. Ahlaklı ve bilinçli seçmen de zaten cezalandırma hukuku talep eden kişidir. Zaten onları ahlaklı ve bilinçli yapan şey de Cezalandırma Hukukunun gündemlerinin bir numarası olması, ahlaksız yapan da Cezalandırma Hukukunda kaçabilmek için her yolu deniyor olmalarıdır. Bu kaçışların cezası ise kendilerine fakirlik ve yüksek enflasyon olarak geri döner. Çünkü bu tip toplumlarda, Cezalandırma Hukukunun içinin boşaltılıp, adaletin ayaklar altına alınması sonucu had safhada hırsızlık, yolsuzluk ve bunun sonucu olarak da had safhada enflasyon ortaya çıkar. Burada sadece hükümet eliyle yapılanlardan değil; suç şebekeleri, terör örgütleri tarafından ele geçirilmiş belediyelerin yaptıklarından da bahsediyorum. Zaten onları iş başına getiren de komisyonculuk, kaçakçılık başta olmak üzere hırsızlığın her türlüsünü mübah gören seçmen yapılmış yığınlardır. Zaten bir süre sonra bu tip sözde siyasi parti mensuplarını ve seçmenlerini birbirine bağlayan tek şeyin işlenen suçlar üzerinden kurmuş oldukları ortaklıkları olduğunu görmekteyiz. Ne yazık ki onların bu kadar rahat hareket etmelerini sağlayan da Kontrolsüz Üreme ve Kontrolsüz Cumhuriyet rejimidir.

Çoğunluğun verdiği oyu kutsayan bu sistem, bir yandan seçmene “Oy ver geç. Nasıl olsa kaydı tutulmuyor. Bir sorumluluğu yok. Rahat ol” derken; bir yandan da seçilmişe “Çoğunluğun oyunu aldın. Çoğunluğun oyu eşittir mükemmel bir şey, boyun eğilmesi gereken bir şeydir. Rahat ol istediğini yapma hakkın verildi” demektedir. Özellikle geri kalmış ülkelerde, bu koruyucu kalkanın altında, seçilmiş hükümetler ve aynı zamanda belediyeler hırsızlıkların tamamına yasal bir düzenleme getirerek, onları “yasal hırsızlık” haline getirirler. İster merkezi almış partiler ister yerel yönetimi almış partiler, istismar edebilecekleri her yolu bulur ve kullanırlar. Zaten bir süre sonra ardı ardına açılan tabelaların bundan başka bir gündemi de olmaz.

Tabi burada hırsızlığın en büyüğü komisyonculuk ve uçsuz bucaksız, hesapsız harcamalar ile yapılır. Bunlar için kurulacak bir mekanizma, söylenecek bir söz yoktur. Çünkü bunlara karşı yapılacak şey çok basittir: Hükümet olduğun andan itibaren kesmeye başlayacaksın. Önce 1 birim paralık işi araya girerek 20 birim paraya fatura eden komisyoncuların, ya da hesapsız harcama yapan bürokrat tayfanın bunu yapabildikleri yolları keseceksin. Daha sonra hırsızların bugüne kadar çaldıklarını da geri alıp yerine koyacaksın. Vermiyor mu? Yargıladıktan sonra “kese kese”(5/38) alıp yerine koyacaksın. Bu kadar. Eğer ekonomiyi düzeltme diye bir hedefin varsa, geri alıp koyma dışında bir yolun bulunmamaktadır. Yani ortada bir mekanizma yok. Geri alıp yerine koyma var. Onun için “burada kurulacak bir mekanizma bulunmamaktadır” dedim. Fakat gereksiz kadro ve emeklilik dağıtma konusunda bir mekanizma koyabiliriz.

İstismardan bahsettim ya… Bir istismar yöntemi örneği vererek ana konumuza başlayalım.

Bir zaman önce, geri kalmış cahil bir ülkede, kendi başarısından(!) başka bir şeyi ve bir adım sonrasını düşünmeyen sorumsuz bir siyasetçinin(!) aklına, başbakan olmak için vaatlerinde kullanabileceği müthiş bir istismar yöntemi geldi.

“Emeklilik devlet mekanizması içinde değil mi? Evet. O zaman ben erken emeklilik vadedebilirim. 30’lu yaşlarında emekli olacaklarını gören insanlar da bana oy verir. Binaenaleyh ben de başbakan olur, kendimi tatmin eder. Bu şekilde enerjimi atarım.”

Hani dedim ya ahlaksız mutlaka ahlaksızı seçer diye… O siyasetçi bunu vadettiğinde ne gibi bir tepki oluştu biliyor musunuz? Hiçbir şey. Karşısına “Ne yapıyorsun sen! Bu yaptığın bizim şimdi işimize yarar ama açtığın bu küçük gedik zamanla devasa bir oyuk haline gelip, ülkeyi mahveder.” diyen bir seçmen kitlesi çıkmadı. “Ver o erken emekliliği bize. Ver! Ver!” dediler.

(Bu arada not: Geçim derdi olmayıp, heyecan aradığından siyaset sahnesinde boy gösteren cahil şovmenlerden uzak durun. Size verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Sadece kaybettirirler.)

Gerçekten o sorumsuzun iktidar olduğu o ülkede insanlar 30’lu yaşlarında emekli olup evlerine geçmeye başladılar. Başka ülkelerin insanları enayi(!) gibi yazılım, donanım devrimleri gerçekleştirmek için gecelerini gündüzlerine katarken, o ülkenin süper zekâları(!) 30’lu yaşlarında emekli olup ölene kadar her ay hesaplarına yatacak para ile bedavadan rahat rahat karın doyuracaklarını düşünerek köşelerine geçip oturdular.

Muhteşem bir şeydi bu. Sanki cennet. Herkes emekli, herkesin hesabına para yatıyor. Ve o para ile alışveriş yapılıyor. Ama emeklilerin sayısı artmaya başladıkça, ufak çaplı bir sıkıntı çıktı bu sahte cennette. Yatırılan paralar ile ihtiyaçlar karşılanamaz olmuştu. Elbette böyle olacaktı. Çünkü devletin kasasına öyle bir para girmiyordu ki, sana, seni mutlu edecek para ödeniyor olsun. Vadedilen miktar ödeniyor olsa bile bu ancak para basılarak ödenecek o da enflasyonu patlatacak yine yatırılan para senin işini görmeyecekti. Yani kasada, başka bir deyişle havuzdan para çeken ne kadar insan varsa, kaçınılmaz olarak, senin alım gücün o kadar düşecekti. Öyle de oldu. Emeklilerin sayısı çığ gibi büyümeye başlayınca herkesin payına düşen de bir o kadar azaldı. Yani bu ödeme sisteminde havuzda toplanan paradan senin payına ne düşüyor ise, onun alım gücünü asla değiştiremiyorsun. Bu Havuz Ödeme Sistemidir. Bu konu ile alakalı bir yasa yok gibi gözükse de aslında var olan doğal ödeme sistemi budur.

Daha sonra erken emeklilik bir vaat olarak o ülkenin cahil, ahlaksız siyasetçileri tarafından kullanılmaya devam etti. Ha bu arada bunlara “siyasetçi” diyorum da… Aman da ne siyasetçiler, sorma gitsin! Elde ettiğini hiçbir şekilde hak etmeyen enerjisini atmaya çalışan cahil yaşlılar (Vurgulamaya çok gerek olmasa da yine de söyleyelim: İster yaşlı ister genç bilgi birikim sahibi, faydalı olmak isteyen bilge insanları kastetmiyorum elbette) ya da heyecan arayan cahil zenginler. Bu kadar.

Neyse…

Tabi sadece emeklilik dağıtma değil, şuursuzca dağıtılan gereksiz kadrolar da tüm bu sürecin üstüne tuz biber oldu. Yani o ülkede istismarlar artık sadece hükümetler tarafından değil, belediyeler eliyle de yapılmaya başlanmıştı. Artık sayısız, uçsuz bucaksız insanın hesabına devlet kasasından para yatmaya başlamış ve aynı oranda bu paranın alım gücü de havuza eklenen her emekli veya gereksiz kadrolu ile az önce açıkladığımız Havuz Ödeme Sisteminin kaçınılmaz sonucu olarak biraz daha düşmeye başlamıştı. Eğer bir ülkede domates tarlada 1 birim para iken markette 20 birim para ise, o ülkede ihale komisyoncularına ve şuursuzca dağıtılmış kadro ve emeklilere para yetiştirilmeye çalışılıyordur.

Peki, bu noktaya gelindiyse, yapacak hiçbir şey kalmadı mı? Komisyoncular, vergi affı(!) alanlar vs. ile ilgili ne yapılması gerektiğini söyledik de bu erken emeklilik ve hesapsız kadro dağıtma ile ilgili bir şey söyleyemez miyiz? Yapılabilecek hiçbir şey kalmadı mı?

Elbette yapılabilecek şeyler var. En önce yapılması gereken, hükümeti elde eden ahlaklı insanların bir öncekilerin imza attığı bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırmasıdır. Yani dağıtılan kadro ve emekliliklerin iptal edilmesidir. Ayrıca bundan sonra erken emekliliğin bir vaat olarak kullanılamayacağı mutlaka bu konuda çıkartılacak yasa ile yasaklanmalıdır. Çünkü erken emeklilik tarzı yasal hırsızlık uygulamaları ile içinde bulunduğun toplumu sadece çürütürsün. Eğer yaşadığınız toplumda büyük bir ahlaki çürüme var ve artık rezillik diz boyu ise, mutlaka orada erken emeklilik, vergi affı(!), vergi barışı(!), imar affı(!), imar barışı(!), her yapılan ihalede araya komisyoncuların sokulması gibi yasal hırsızlık yöntemleri de mutlaka vardır. Bunların sonucu olarak enflasyon artık dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştır. Hele bir de din görevliliği(?) vs. gibi ne olduğu belirsiz sıfatlarla dağıtılan kadrolar, belediyeleri kazanan cahil şovmenlerin terör örgütlerine dağıttığı kadrolar da varsa, iş tamamen çığırından çıkmıştır.

Ama yine de düzeltilebiliriz. Hadi başlayalım.

Ne dedik? Önce erken emeklilik vadetme yasaklanacak kanun ile.

Hemen sonrasında bir daha böyle bir istismar yaşanmasın diye, Havuz Ödeme Sistemi yasallaştırılacak.

Bu Havuz Ödeme Sistemi nasıl çalışacak?

Şöyle: Hiç kimsenin sabit maaşı olmayacak. (Zaten hiç kimsenin sabit maaşı yoktur. O maaşın alım gücü her defasında azalmaktadır.) Devletin kasasına o ay giren paradan emeklilere ve kamu çalışanları için unvanlarına uygun olarak orantısal bölüşüm yapılacak. “Bu ay, şu kadar erken emekli girdi, artık bölüşüm bu kadar insan arasında olacak” şeklinde bilgilendirerek… Böylece insanlar yandaşlara, yoldaşlara şuursuzca dağıtılan gereksiz kadroların ve aynı şuursuzlukla dağıtılan erken emekliliklerin kendilerine felaketten başka bir şey getirmeyeceğini gözleri ile görmüş olacaklar. Dediğim gibi zaten olan şey de budur. Burada yasallaştırma yolu ile bu mekanizmayı insanların gözlerine sokmuş olacağız. O kadar. Yoksa yasalaştırmasan da zaten sistem böyle çalışıyor.

Buraya kadar anlattıklarımız yaş bazlı emeklilik sistemini uygulayan ülkeler içindi.

Fakat burada çok önemli bir soru var (aslında 3 tane soru var) yaş bazlı emeklilik sistemi uygulayanların cevaplandırması gereken: Emeklilik yaşı kaç olmalıdır? Erken emeklilik ne demektir? Bir insanın erken emekli olduğunu nasıl anlarız?

Dünya üzerinde çoğunlukla emeklilik yaşı için 65-70 arası yaş değerleri belirlenmiş. Neden böyle, belli değil.

Bir insan 65 yaşında da sağlıklı ve dinç olabilir. Neden emekli ediyorsun ki böyle birini? Doğrudan bir cevap yok. Ya da bir insan daha 50’sine bile varmadan elden ayaktan düşmüş olabilir. Bunun da çalışması zulümdür. Bu noktada elbette iş göremezlik raporu verilerek yapılması gerekenler yapılıyor. Gayet güzel. Peki bu iş göremezliği emeklilik ile birleştirerek yeni bir sistem kuramaz mıyız?

Evet kurabiliriz. Bir insanın emekli olmasını belli bir yaşa bağlamak yerine, elden ayaktan düşmeye bağlayabiliriz.

Şöyle: Bir insan elden ayaktan düşmüşse kaç yaşında olursa olsun emekli edilir. Bu şekilde kaç yaşında emekli olursa olsun o erken emeklilik olmayacaktır. 30 yaşında bile bu duruma gelmişse yine emekli olmasında yanlış bir durum yoktur. Ama elden ayaktan düşmeden 70’inde bile emekli olsa o erken emekliliktir. Burada tıbbi rapor ile emekli edilme mekanizması kurulmalıdır. Bu şekilde, iş göremez raporu tabanlı emeklilik sistemi ve Havuz Ödeme Sistemi ile birlikte rapor bazlı emeklilik sistemi hayat geçmiş olacaktır.

Fakat bu seferde “iş göremezliği” neye göre adil olarak tespit edeceğimiz sorusu karşımıza çıkacak.

Evet bir insan vücut olarak iş göremezdir belki ama beyin fonksiyonları yerinde olduğu için mesela yazılım işi yapabilir. Eğer hem bedenen hem aklen iş göremezlik tespitini adil bir şekilde yapabilirsek, ki bu durumun tespitinde makul değerleri tıpçıların cevaplaması gerekiyor, en ideal emeklilik sistemi bu olacaktır. Tabi bunun için toplumun hem bedenen hem aklen iş yapabilir nitelikte olan bireylerden oluşan ideal bir toplum olması gerekiyor.

Gördüğünüz gibi 2 emeklilik yönteminin de cevaplaması gereken birer sorusu bulunuyor. Yaş bazlı emeklilikte “Yaşı neye göre belirledin, kriterin neydi?” sorusu. Rapor bazlıda ise “Adil bir iş göremezlik raporunu neye göre hazırlayacaksın?” sorusu.

Fakat ben bu soruları tam olarak cevaplamaya gerek olmadan uygulanabilecek hibrit bir çözüm sunayım size.

Yaş bazlı emeklilik devam edecek. Fakat erken emekli olup olmadığını, emekliliği hak edip etmediğini birey daha sonraki davranışları ile kendisi belirleyecek. Adil bir seçim sisteminin nasıl olması gerektiğini anlattığımız daha önceki yazılarımızda, nasıl seçmen oy verdiğinin işlediği bütün suçlara ortak olacak, böylece seçmen olmayı hak edip etmediği oy verdikten sonraki süreçte kendisi belirlemiş olacak diye anlatmıştık. Burada da aynı durum olacak.

Şöyle:

Sizin de bildiğiniz gibi, keyif verici maddelere bağımlılıkları (sigara, alkol, kumar vs.) olan, kendini bağımlı yapmış insan kendisine saygısı olmayan insandır. Neden böyledir? Çünkü bir süre sonra bağımlılıklarını tatmin etmek hayatının tek amacı olacak ve bu şekilde ömrünü bomboş bir şekilde tüketecek, belki de bir bakmışsın bunlara ulaşmak için akıl almaz, “bu, bunu hayatta yapmaz” dediğin şeyleri yapmaya başlayacak. Ne yazık ki böyle birisi için ne dense az.

Daha önce içki ve sigaranın başkaları ile paylaşma noktasında bir suç olduğunu ve bu durum ile ilgili ne yapılması gerektiğini Önleyici Mahiyette İdam Cezası yazısında yazmıştık. Ayrıca başka bir yazımızda da sigara dumanının saldırı aracı olduğunu belirtmiş bunun sonucu olarak kamuya açık alanlarda sigara içmeyenlerin sigara içenlere karşı nefsi müdafaa kapsamında istedikleri şekilde cevap verme hakları olması gerektiğini de söylemiştik. Belki bu noktada sigara içmeyenlerin, içenlere karşı bireysel silahlanma haklarının olması bile sağlanabilir. Ayrıca sigara kullananların kademeli olarak toplu ulaşımdan men edilmesi de sağlanmalıdır diye de eklemiştik. Çünkü hiç kimsenin, kullandığı kimyasalın zararlarını başkasına yaşatmaya hakkı yoktur. Bu yasaklamaları e-devlet sistemini kullanarak çok rahat bir şekilde gerçekleyebileceğimizi de izah etmiştik. Ama şans oyunları oynama ile ilgili hiçbir şey yazmamıştık. İşte bu konuyu bununla birleştirebiliriz. Üstelik bunu hem yaş bazlı hem de sağlık raporu bazlı adil emeklilik sistemi için uygulanabilir hale getirebiliriz.

Şimdi bir taşla iki kuş vurma anı.

Bir insan, 65’inde emekli olmuşsa bile bu onun için erken emeklilik ise evde bütün gün durarak nasıl enerjisini atacak? Atamayacak. İnanın bana eninde sonunda kahvehanedeki o okey masasına oturacak. Biz de onu orada yakalayacağız.

Kriterimiz şu olacak: Bir insan eğer kumar oynayabiliyorsa, emekli olması gerektirecek bir durum da oluşmamıştır. Kuralımız ise şu olacak: Şans oyunları oynarken yakalanan emeklinin ilk yakalanmasında 1 ay emekli maaşı kesilir. İkinci yakalanmasında 3 ay kesilir. Üçünü yakalanmasında ise tamamen kesilir.

Rapor bazlı emeklilikte de ise bu durum daha da genişletilerek devam edecek. Burada emekliliği iptaline sadece şans oyunları değil, sigara ve alkol tüketimini de ekleyeceğiz. Çünkü rapor bazlıda kriterimiz, elden ayaktan düşmeydi.

Mantığı şu: Bir insan alkol ve sigaranın herhangi birini tüketebiliyor ya da şans oyunları oynayabiliyorsa elden ayaktan düşmemiştir. Rapor yanlış verilmiştir. Emekli olmayı da hak etmiyordur. Dolayısıyla emekliliğinin iptal edilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır.

Her iki durum için de bireyin şans oyunları oynayıp oynamaması emekliliği hak edip etmediğini doğrulamada ana kriterimiz olacak. İdeal toplum yapısı oluşur da rapor bazlı emekliliğe geçilirse de buna alkol ve sigara tüketimi de eklenecek.

Tüm bu sürecin sonunda şöyle bir soru sorulabilir: Neden sigarayı, alkolü ve şans oyunlarını tamamen yasaklayıp konuyu kapatmıyor da bu kadar uzatıyoruz bu meseleyi?

Evet o da olabilir siz o şekilde de savunabilirsiniz. Belki doğru olan da budur. Ama ben şahsen insanlara karışılmasını doğru bulmuyorum. Bir insan kendisine zarar vermek istiyorsa buyursun versin. Ama başkasına verdiği zarar kabul edilemez. Sigara, alkol ve şans oyunları üzerinden koyduğumuz kurallar hep kullananın başkasına zarar vermeye başlaması ile başlamaktadır.

Sigara içebilirsin ama kamuya açık alanlarda değil. Kimse senin sigara dumanını çekmek zorunda değildir.

Alkol kullanabilirsin ama başkasına içmesini teklif edemezsin, ısmarlayamazsın. Sigara için de bu geçerlidir.

Şans oyunları oynayabilirsin. Ama bunu emekli maaşın ile yapamazsın. Kumar oynayarak vakit öldüresin diye emekli edilmeyeceksin, elden ayaktan düştüğün için emekli edileceksin. Yaş bazlı emeklilikte elden ayaktan düşmesen bile, yine emekliliğe ihtiyacın olduğu için emekli edileceksin. Kumar oynayasın diye de sana emekli maaşı bağlanmayacak. Geçimini sağlayasın diye bağlanacak. Eğer şans oyunları oynayabiliyorsan her iki durum için de emekliliğe ihtiyacın yok demektir.

6 Nisan 2024 Cumartesi

V for Vendetta'nın İdeolojisi

 - “Fikirlere kurşun işlemez”

+ İyi tamam işlemesin. Hadi şimdi bir fikir söyle.

- “Beni öldürebilsin ama fikirleri öldüremezsin”

+ Tamam abi öldüremem biliyorum. Hadi şimdi işe yarayacak bir fikir söyle.

- “Fikirler acıyı hissetmez. Kanamaz. Onları öpemezsin de”

+ Abi sen bir tane fikir söyle. Ben öpeceğim. İşe yarar bir şey söyle göreceksin direk öpeceğim.

Kendisine sosyalist, komünist, kapitalist, liberal diyen insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl bir sistemi savunuyorlar?

Tamam aklınıza ne geldiyse bir kenarda tutun.

Bugüne kadar yaşadığınız bütün ülkelerdeki yasal partilerden, yasadışı örgütlenmelere kadar bütün oluşumları düşünün. Aklınızda yer ettiği haliyle, istisnasız hepsi hakkında, “Şöyle bir ideolojisi var. Şöyle bir hedefi var ama ulaşmasına izin verilmiyor” kalıbı ile bir şeyler söyleyebilirsiniz. Değil mi? Hatta yıllar yılı, on yıllar boyunca tek başına iktidarda kalmış olanı için dahi söyleyebilirsiniz değil mi bunu: “Bir şeye ulaşmaya çalışıyor ama engel olunuyor.” Hepsi bir şeye ulaşmaya çalışıyor pozisyonunda…

Peki ulaşmaya çalıştıkları şeyin bir gerçekliği olup olmadığını sorguladınız mı hiç?

Hadi somut örnekler içeren diyaloglar yazalım.

- “Komünistler ülkeye Komünizmi getirmeye çalışıyor ama izin verilmiyor”.

+ Ama bir ton milletvekili maaşı alıp, bir sürü ayrıcalıklardan yararlanıyorlar ve görünürde de hiçbir faydaları yok.

- “Tamam işte komünizmi getirmeye çalışıyorlar ama izin verilmiyor. İzin verilse o kadar çalışacak, o kadar faydalı olacaklar ki… Ama engel olunuyor.”

- “PKK Fars devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor.”

+ Niye ne işe yarayacak?

- “Ne işe yarayacağını onlar biliyordur herhalde.”

+ Sayısız insanı katletmişler. Ucu bucağı olmayan, hesap edilebilirliğin fersah fersah üstünde zarar vermişler. Niye bu kadar zarar veriyorlar?

- “İşte Fars devleti kurmak istiyorlar ya ondan. Devlet kuracaklar, kanuna hukuka uyacaklar, haydutluk yapmayacaklar ama izin verilmiyor. Bu kurma sürecinde her şeyi yapmaya hakları var.”

+ Ondan mı o kurma süreci hiç bitmiyor acaba!

+ Sapkın sözde dini fırkalar var. Hırsızlıktan, haksızlıktan, uğursuzluktan artık deliye dönmüşler. İşlemedikleri suç kalmamış. Onlar hakkında ne diyeceksin?

- “Onlar da din devleti kurmak istiyor ama izin verilmiyor. Aslında izin verilse, hiç hırsızlık yapmayacaklar. O kadar yararlı olacaklar, o kadar çok çalışacaklar ki ama izin verilmiyor. Onun için başkalarının hakkını gasp edip haksızlık yapma hakları; hırsızlık, uğursuzluk yapma hakları oluyor. Kuramadıkları için.”

Peki V’nin ideolojisi neydi?

Nasıl bir sistem istiyordu? Aklınıza ne geliyor?

Siz bunu düşünürken, ben okudukça, düşündükçe her insanın yaşaması gereken 2 aşamalı uyanışı anlatayım.

Birinci uyanış, az önce saydığımız kendini sosyalist, komünist, liberal vs… diye tanıtan insanların hiçbir ideolojilerinin olmadığını fark etmedir.

Uyanışın ikinci aşaması ise belirsizlik sunan şeyin ideoloji olamayacağını görmek ve Dünya tarihinde bugüne kadar hiçbir ideolojinin ortaya konmadığını fark etmedir.

Onun için az önce “Kendisine sosyalist, komünist, kapitalist, liberal diyen insanları duyunca aklınıza ne geliyor? Sizce nasıl bir sistemi savunuyorlar?” dediğimde küçük bir ihtimalle, aklınıza, sorgulansa hiçbir şekilde altını dolduramayacağınız sağdan soldan duyduğunuz bir iki ezber cümle geldi, büyük bir ihtimalle hiçbir şey gelmedi. Hiçbir şeyin gelmemesi, birincisinden daha iyidir. Rahat olun. Dünyada hiç kimsenin aklına bir şey geliyor değil. Birbirinizi kandırıp duruyorsunuz.

Onun için V for Vendetta filminde, film boyunca devam eden o kadar muhabbet, özlü sözler, derin anlamı varmış gibi söylenen sözler filmin sonunda somut hiçbir yere varmadı. Varamazdı da. Koştular ve durdular. Bu kadar. Çünkü dünya tarihinde ideoloji diye bir şey hiçbir zaman olmamıştır.

“Yok ya vardır herhalde bir şeyler” diyecekseniz. Hadi bir tanesinin üzerine gidelim. Mesela PKK’lı gibi konuşalım.

- Bizler Fars Devleti kurmak istiyoruz. Bunu istediğimiz için bu uğurda her türlü katliamı, uyuşturucu ticaretini gerçekleştirebilir, tecavüz çiftlikleri kurabiliriz.

+ Niye ki ne işe yarayacak Fars Devleti. Bir işe yarayacaksan, buyur Türk Devletinin başına geç.

- (Ulan hakikaten ne işe yarayacak! Dur itiraz edilemez pozitif anlamlı bir şeyler söyleyeyim) Anadilde eğitim olacak. Böylece Fars çocukları Farsça eğitim alabilecekler.

+ İyi de sen önce sorun olarak anadilde eğitimi söyledin. Sonra Farsça eğitim dedin. Anadilde eğitim sorununu çözmüş olmadın ki. Kurduğun sistemde, birisi “ben Ugandaca eğitim istiyorum” dediğinde bile sistemin bunla ilgili istihdamı ve altyapıyı sağlıyor, herkesi farklı farklı dillerle sınav yapabiliyor ve buna rağmen ortak bir sıralamaya sokabiliyor olması lazım. Değil mi? Bunların hepsini düşündün, planladın ve hazırladın. Değil mi?

- Ya ben bunları daha önce düşünmemiştim. Genelde “ana dilde eğitim” dediğimde kimse ötesini sorgulamıyor böylelikle devamlı olarak eğitim isteyen insan pozisyonunu koruyabiliyordum.

Arkadaşlar! İdeoloji diye duyduklarınız, siyasi arenada insanları kandırmak için uğraşanların blöfüdür. Mutlaka üzerine gidin. Örneğin “işçiler, emekçiler” diye konuşuyorsa, “Bir insan ne olursa işçi olur? Ne olmazsa işçi olmaz? İşçinin tanımı ne?” diye sorgulayın. Ya da mesela liberalizm diyerek özgürlükten bahsediyorsa, özgürlüğün tanımını isteyin. Bu arada, hiçbir şekilde özgürlüğün tanımını alamayacaksınız. Özgürlüğün tanımını Devrim Dersleri – 5’te yapacağız.

Bu şekilde ezberlerini bozdukça nasıl saçmaladıklarını ne kadar yetersiz olduklarını, aslında her şeyin blöf olduğunu apaçık göreceksiniz.

İşte, blöf olduğu için, ne yazık ki, şovmen ve dolandırıcıların oyun alanı haline dönüşmüş sözde siyasi arenada, istisnasız hepsi “bir ideolojisi var, bir şeyler yapmak istiyor ama engel olunuyor” pozisyonunu korumaya çalışmaktadır. Bunun bir adım ötesini görmediniz, göremeyeceksiniz de.

İşte bu belirsiz ortamda, örgütler tarafından siyasi parti tabelaları ardı ardına açılır. Hem böylece savundukları bir şey varmış gibi yapmış olurlar hem de siyasette dönmemesi gereken ama ne yazık ki dönen korkunç bir parayı elde ederler. Para döngüsünün kurulmasının ardından, hepsinin suç ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlesi oluşur. Siyasi parti tabelaların ardı ardına açılması ve suç ortağı pozisyonunda kemik bir seçmen kitlelerinin oluşması ortada bir görüş olduğuna dair insanları bir kat daha yanıltır.

İşte bu suç ortakları, propagandalarla herhangi bir yerin suç ortağı olmamış seçmenlerin “tepki oylarını” yönlendirmeye çalışarak merkezi ya da yerel yönetimleri elde etmeye çalışır. Bütün bu sürecin sonunda, tepki oyları sebebiyle yönetimler değiştikçe sadece kadrolar değişir. Bu kadar. Bu sürecin en üzücü yanı ise tepki oyu vererek yönetimi değiştirenlerin bir şey başardıklarını zannetmeleridir. Filmin sonunda seçimi kazananlar, ister merkezi ister yerel yönetimin başına geçmiş olsun, aynı öncekiler gibi “çok çalışmak istiyor ama engel olunuyor” pozisyonunu korumaya devam eder.

Hiçbirinin bir şey istediği yoktur. Sadece haydutluklarına yol yapıyorlar. Zaten istiyoruz dedikleri şeylerin de bir gerçekliği yoktur. Bunların hepsi blöftür. “Al sana toprak veya al sana makam, hadi yap yapmak istediğini. Kur devletini, hukuk ve ekonomik düzenini” de. Bak ne oluyor!

“Yok yapma, ezberimi bozma. Ben devamlı isteyeceğim. Sen de devamlı vermeyeceksin. Bu belirsizlikte her türlü haydutluğu, hırsızlığı, katilliği, tecavüzcülüğü, uyuşturucu kaçakçılığını yapma hakkım olacak. İşi ciddiye bindirme lütfen. Bir adım ötesine geçme. Bırak bedavadan her ay hesabıma yatan parayı gece, kulüplerde yemeye, sabah ise çok umurumdaymış gibi, sanki bir çözümüm varmış gibi “ülkede ekonomik kriz var” edebiyatı yapmaya devam edeyim.”

Belirsizlik yaratma ve çok faydalı olacakmış ama engel olunuyormuş pozisyonunu koruma, dolandırıcılığın ilk ayağıydı.

İkincisi ise hedef alındıkları algısını oluşturma çabalarıdır. “Hedef alınıyorsam demek ki önemliyim, hedef alınıyorsam demek ki bir şey savunuyorum, bir davam var” algısını oluşturmadır.

“Kim bunları neden hedef alsın yahu” dediğinizi duyar gibiyim. Zaten onun için, hedef alınacak hiçbir yanlarının olmadığını bildikleri için, sırf hedef alınıyor görüntüsü vermek için insanları tahrik edip dururlar.

Örneğin, sosyal medyada özellikle YouTube’da kendini Müslümanmış gibi gösteren bazı tahrik üstatlarının, tarihte yaşamış ve gerçekten büyük işler başarmış ve onların tırnağı olamayacak kişilere hakarete varan sözler söylediklerini duyarsınız. Bunun karşılığında da küfür yer dururlar.

Arkadaşlar bu insanların sabah akşam küfür yiyor olmaları, senin bilmediğin bir şeyi biliyor da onun için hedef alınıyor olduğunu zannettirmesin. Öyle zannedilsin diye zaten küfür yiyecekleri konuyu özellikle seçip insanları tahrik ediyorlar. Ayrıca bu şekilde sanki senin için savaşıyormuş, sen ona borçluymuşsun gibi bir durum oluşturmaya çalışıyorlar. Bunları yemeyin. Kendinizi bu, vakit kaybından ibaret bomboş karakterler için taraf etmeyin.

Hedef alınma konusunun başka bir versiyonu olarak kendilerine sanal düşmanlar da yaratırlar. Bunu yazarken tam, internetten kendine düşman yaratmaya bir örnek bakacaktım ki, Twitter’da harika bir örnek düştü önüme. Bakın şimdi kimler nereleri hedef almış da kahramanımız nereleri kimlerin elinden kurtaracakmış.

“Tarım Bakanlığı’nı Bill Gates Vakfı’nın tasallutundan, Sağlık Bakanlığı’nı Dünya Sağlık Örgütü’nün vesayetinden, Millî Eğitim Bakanlığı’nı Amerikan Fulbright Komisyonu’nun vesayetinden kurtarmak için gereken mücadeleyi mecliste etkili bir şekilde yapacağız”

Normalde bir psikiyatriste söylediğinde şizofreni tedavisi başlattıracak sözleri, kamuya hitaben söylüyorlar. İnsanların da hoşuna mı gidiyor acaba “Bill Gates tarafından hedef alındığını” düşünmek.

Elbette hepinizin bildiği gibi, bakanlıklar tarikat, aşiret, örgüt gibi bilumum ilkel yapılanmaların; “tepki oyu veriyorum” diyen insanlar yüzünden çeşitli belediyeler de kravatlı teröristlerin işgali altındadır. O kurumların bunlardan temizlenmesi gerekmektedir. Tabi bunları hedef alamadığı için sanal düşmanlarla insanları oyalayıp duruyor.

Fakat mevcut düzende seçime girerek bunları yapacaksan zaten bu ilkel yapılanmaları hedef almaman gerekiyor. Tahmin edin neden?

Doğru bildiniz. Çünkü bunların ciddi bir oy potansiyeli var. Mevcut seçim sisteminin, kontrolsüz cumhuriyet rejiminin ne kadar yanlış olduğunu buradan bir kere daha teyit ediyoruz.

Bu arada filmde V için yaratılan düşman ne kadar basit yazılmıştı öyle. Çizgi filmlerde kötü karakteri çocuk anlayabilsin diye yapılanlar seviyesindeydi. Fakat ben bir şey sormak istiyorum:

Bu kötü karakter ne yapıyordu da kötüydü? V ne yapıyordu da iyiydi? V’de olan ama kötü karakterde olmayan şey neydi? En temelde o da hırsızdı bu da hırsız. Yapılan makyajları kaldırsan ikisi arasında ne fark bulabilirsin ki?

Neyse… Şimdi insanları kandırmaya çalışan sözde dava adamlarının üçüncü ve son özelliğine geçelim.

Bakanlıklar, çeşitli ilkel örgütlenmelerin işgali altında dedik ya. O zaman kadro sever suç şebekelerinin üçüncü özelliğini, “bir ideolojileri varmış gibi yapmak için sembol karakter yaratma çalışmalarını” bu kadrocu tarikatlar üzerinden anlatalım.

Ama öncesinde bir benzetim yapmak istiyorum. Programcı arkadaşlar bilirler. Çok kanallı program yazarken kanallar arası senkronizasyonu sağlamak için senkronizasyon nesneleri kullanılır. Sen ne zaman bir senkronizasyon nesnesi yaratsan, Windows çekirdek için söylüyorum, çekirdekte de bir isimli nesne yaratılır. Çekirdekte yaratılan o senkronizasyon nesnelerinin nesi vardır, biliyor musun? İsimleri. Bu kadar. Onun için isimleri de “isimli nesnelerdir”. O isimler üzerinden senkronizasyon sağlanır. Sadece isim. İşte isimden başka hiçbir şeyin olmaması durumu, lider diye birilerini pazarlayarak haksızlık yapan örgütlenmelerin birebir eşleniğidir. Ne zaman “bilmem neciler” diye isim duysam, aklıma bu isimden başka bir şeyi olmayan isimli nesneler gelir. Ciddiye alıp bu kadar ismi zikredilen kişi ne yapmış diye bakıyorsun, hiçbir şey yok ya. Hiçbir şey. Ondan sadece isim duyuyorsun, devamlı birilerinin isimleri söyleniyor. İsimden öteye geçilmiyor.

Örneğin, bu günlerde bin bir çeşit rezilliği çıkan bir tarikat var. Lider diye şu anda yaşamayan bir şahsın ismi söyleniyor. İsmini zikrettikleri şahıs lokomotifte mi vagonda mı ne Arapça sağdan sola okuma öğretmiş. Anlata anlata bitiremiyorlar. Elbette anlata anlata bitiremedikleri şeyin bu olması, elde başka bir şeyin olmamasından kaynaklanıyor. Ciddiye alıp "İyi güzel de anlata anlata bitiremediğin şeyi herhangi bir Arap ülkesinde her gün yapıyorlar. Ne bu şimdi?” desen. Muhtemelen “Ya kardeşim ne ciddiye alıyorsun. Söyleyecek başka bir şey bulamıyoruz. Ondan bunu inanılmaz bir şeymiş gibi anlatıyoruz” diyecekler. O zaman öyle demeyelim de şöyle bir soru soralım.

Vagonda Arapça sözcük okutmuş birini ruhani lider diye belledin ya, böyle yaptığına göre haksızca kadrolaşma, yasal hırsızlık, tarikat yurtlarında küçük çocuklara tecavüz gibi şeyleri yapmayacaksınız değil mi? Aaa bir dakika, siz bunların hepsini zaten yapıyorsunuz. E ne işe yaradı o zaman adlarını söyleyip durduğun sözde sembol karakterler, anlata anlata bitiremediğin o ulvi davranışları?

Arkadaşlar! Kendilerine ne diyorlarsa desinler, avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibarettir. Böyle değilmiş gibi yapmak için kendilerine taktıkları sıfatların ya da birilerini düşman belleyip onlara taktıkları sıfatların ve bunları çok fazla kişiden gayet kendilerinden emin bir şekilde duyuyor olmanız sizi yanıltıp, bu sıfatların herhangi bir tanımının olduğunu zannettirmesin. Bu kurgu terminolojiden uyandığınızda sanki farklı kulvardaymış gibi gözüken bu ilkel çeteleşmelerin tamamının aynı davranışları sergileyen tek bir millet olduğunu göreceksiniz.

Bu arada, kurgu terminoloji dedik ya… Bak ben size sağcı, solcu, liberal denince aklınıza gerçekten ne geldiğini söyleyeyim. Siz doğru ya da yanlış deyin kendi kendinize. Solcu deyince aklınızda beliren şey, cinsel ilişki konusunda daha esnek davranan insan profilidir. Sağcı deyince aklınızda beliren şey ise cinsel ilişki konusunda biraz daha tutucu davranan insan profilidir. Bu kadar. Yani birinin ya da bir yöre halkının cinsellik konusunda daha esnek davrandığını gördüğünüzde solcu diyorsunuz daha tutucu davrandığını gördüğünüzde ise sağcı diyorsunuz. Peki liberal deyince?

“Hayatıma bakarım, çıkarıma bakarım, yer içer keyfime bakarım, çıkarım yoksa hiçbir şeye bulaşmam ama yine de kendimle ilgili bir şey söylemem lazım. Hmm o zaman yaz! Liberal!”

Toparlayalım.

Bu çalışma ideolojiler kapsamında yaptığımız son çalışmadır. Bugüne kadar neleri neleri işledik…

Siyasi arenayı meşgul eden hayatta hiçbir kutsalı olmayan şovmen ve dolandırıcıları…

Onların yarattığı bomboş rüzgâra kapılan ve bunların aslında kurtulmak istediği ile birebir aynı özelliklere sahip olduğunu anlayamayan insanları…

Bu insanların seçmen yapılıp seçimin kaydının da tutulmayışını ve bunun zararlarını…

Kurgu terminolojileri, olmayan düşmanları, olmayan sembol karakterleri…

Yapılan ölü istismarlarını…

Hiçbir yeterliliği olmadığı halde bir şekilde makam elde etmiş insanlardan medet umarak kaybedilen vakitleri…

Aslında hiçbir davalarının olmadığını, zaten ortada bir davanın da olmadığını…

Olmayan davalarına tarih çıkarmak için yapılan dezenformasyonları…

Değişimin sadece cezalandırma hukuku ile gelebileceğini, ne siyasi arenanın dolandırıcı ve şovmenlerinin ne de bunların seçmen kitlesinin tüm vaatlerin Cezalandırma Hukuku çevresinde olması gerektiğinin farkında bile olmadığını…

Bunları ve çok daha fazlasını enine boyuna gerek yazı gerek video olarak inceledik. Bir daha bu konuları işleyemeyeceğim. Bu çalışma son olacak.

Yalnız bitirmeden önce gördüğüm 3 konu var onları da bu konuya eklemek istiyorum.

Birincisi her gün gündem yorumlayan insanlar ile ilgili.

Fark etmişsinizdir, Youtube sayesinde her gün gündemi yorumlayan insanların sayısında baya bir artış oldu. Tabi işleri bu olduğu için devamlı bir şeyleri yorumlamak zorundalar ama gündem o kadar ahım şahım konular içermiyor. Bu kadar yorumlanıyor olması, gündemdeki olayların önemli olaylar olduğunu ya da adı geçen insanların bu derece isimlerinin zikredilmesini hak edecek nitelikte işler yapıyor olduklarını zannettirmesin.

İkincisi ise gerçekten çok sinir bozucu.

Yaşadığım ülkede bir terör örgütü tarafından ele geçirilmiş fakat “Atatürk'ün partisi” adı altında isimlendirilmeye çalışılan bir parti var. Ne zaman bu partinin yönetici pozisyonunda insanları terör örgütü lehine açıklama yapsalar buraya oy verenler ışık hızıyla "2 oy için bunu yapmaya değer mi" gibisinden sözler söylüyorlar.

Hayır bunu oy için yapmıyorlar. Hatta bırak oy için yapmayı bunu yaptıkları için oy kaybediyorlar. O kadar cahiller ki ama o kadar cahil ve niteliksizler ki, o kadar hak etmiyorlar ki o makamları, terör örgütünün bir ideolojisi olduğunu ve haklı olduğunu zannediyorlar. Yani bir Narko-Terör Örgütü için fedakârlık yapıyorlar.

İşte bunlara oy verip geçenler, bu gerçek ile karşılaştıklarında, “Oy için bu yapılır mı” diye hesap sorma görüntüsü veriyor ki, insanlar bunun fedakârlık için değil, oy için yapıldığını sansınlar diye. Stratejik davranıyorlarmış gibi olsunlar diye. Çünkü şunun farkındalar: Yönetici pozisyonundaki, bir terör örgütü için fedakârlık yapacak kadar alçalıyorlarsa, seçmeni olarak onlara da aynen bu durum yansımış olacak. Onun için fedakârlık yapılmadığının stratejik davranıldığının algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Hayır anlamadığım şey şu, stratejik davranıyor olmuş olsaydı bile bu senin yaptığını masumlaştırmayacaktı, neden uğraşıyorsun bu kadar? 

Ayrıca "Ben tepki oyu verdim. İsteyerek vermedim" demek de narko-terörizm ile yan yana gelmiş olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Ehli keyif olup oturduğun yerden maaşın yatmasını bekleyeceğine gidip partine sahip çıksaydın.

Ve son olarak, "Ben Atatürk'ün partisine oy verdim" diyerek kendini eleştirilemez noktaya çıkarmış da olmuyorsun. Atatürk 1938 yılında vefat etti. Ve ortada Atatürk’ün partisi diye bir parti de bulunmamaktadır. Atatürk’ün partisi sözüyle yapılan şey, geçmişte yaşamış, herkesin takdir ettiği, başarılı bir insanın istismar edilmesinden başka bir şey değildir. Güya, aklınca Atatürk’ü referans gösterecek, Atatürk’ün adını duyunca kimse ondan yaptığının hesabını soramayacak. Herkes onun doğru bir şey yaptığını düşünecek ve bu şekilde düştüğü durumu gizlemiş olacak.

Üçüncü ve son konu ise, -ki bu beni çok rahatsız etmiyor ama uyarmak istiyorum-, kalabalığa hitap ederken, bugün dahi, “Yüce Türk Milleti” şeklinde hitapta bulunmaktır. Bu hitap, günümüzde kabul edilebilir bir hitap değildir. Bu hitap çoğunlukla Atatürk tarafından kullanılırdı ve onun da karşısında Kurtuluş Savaşını kazanmış ve ardından yeni bir devlet kurmuş bir kitle vardı. Bugün herhangi bir savaşı kazanmış bir kitle yaşamamaktadır. Zamanlarının büyük bir kısmı, genel olarak boş ve hatta bir kısmı tamamen yanlış bir eğitim müfredatı ile boşa harcanmış; belki çıkış yolu olarak ömrünü kolay para kazanma yollarında israf etmiş, belki böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı halde yine de bu şekilde hayatını israf etmiş, bir kısmı yasal hırsız olmuş, belki büyük bir kısmı fırsat gelmediği için yasal hırsız olamamış ama sırada bekleyen, ayrıca bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşında kazanılmış taşınmazları satışa çıkmış ve bu konuda sesi bile çıkmayan, belki “benim param yatsın da ne yaparlarsa yapsınlar” diyen bir kitle var. Elbette istisnalar da var. İşte o istisnalar Büyük Türk Milleti’dir. Onları ortaya çıkaracak düzen ise Adil Dünya Düzeni Bildirisinde anlatılan düzendir. Dikkatli okursanız, Adil Dünya Düzeni büyük bir eleme sistemidir. İşte o eleme sürecinden sonra gördüğünüz her kalabalığa, Türkiye için söylüyorum, “Büyük Türk Milleti” şeklinde hitapta bulunabilirsiniz. Ama eğer şimdi yapar ve o insanların doğru tercihler yapmaları noktasında bir beklenti içine girerseniz büyük büyük hayal kırıklıkları ve mahcubiyetler yaşarsınız.

Unutmayın: Yasal hırsızların da oy verdiği bir düzende yasal hırsızlığı bitireceğin vaadinin işe yarayacağını beklemek hayalperestliktir.

“Benden uyarması” diyerek ideolojiler konusunu bitirelim. 

Artık yeni ve farklı çalışmalarda görüşmek umuduyla…

Not: Devrim Dersleri serisinin sonunda Dünya Tarihinin ilk ideolojisini yayınlanmış ve ilk ideolojik siyasi partisini kurmuş olacağız.

13 Mart 2024 Çarşamba

Adil Dünya Düzeni Bildirisi

Farklı düşüncelere sahip, farklı insanların olduğunu söyleyen; bunun bizim için bir zenginlik olduğunu ve tüm bu düşüncelere saygı duymamız gerektiğini söyleyen insanlara hayatınızın bir döneminde mutlaka denk gelmişsinizdir.

Bu içi doluymuş ve itiraz edilemez, evrensel bir doğru içeriyormuş gibi gözüken sözlerin bir anlamı, bir doğruluğu var mı sizce?

"Gerçekçi değil ki, doğru olsa ne yazar?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Barbielerle, Kenlerle, Pamuk Prenseslerle dolu bir dünyada yaşıyor olsaydık belki bir anlam ifade edebilirdi ama bu haliyle hiçbir gerçekçiliği yoktur bu sözlerin. Üstelik bu sözler ile birlikte, söyleyenin cevaplaması gereken bir dolu soru da beraberinde gelmektedir.

Birincisi, düşünce nedir? Ağızdan çıkan her şey düşünce midir?

Ben cevaplayacak olursam… Muhtemelen evet.

Örneğin; akraba bağı, arkadaş gazı ile örgütlenmelere, özellikle terör örgütlerine girip boğazına kadar pisliğe batmışların başkalarının da başı belaya girsin yalnız kalmasınlar diye söyledikleri yalanlar, yaratmaya çalıştıkları provokasyonlar da görünürde bir düşüncedir.

Sapkın tarikatlara girmişlerin, tarikat liderinin ya da tarikatın diğer mensuplarının yediği haltları örtmek için yüzsüz yüzsüz söylediği yalanlar da bir düşüncedir.

Parti liderinin ya da başka bir partilisinin yaptığı hırsızlığı örtmek için konuyu çarpıtmaya çalışan, rakip parti ile korkutmaya çalışanın söyledikleri de bir düşüncedir.

Girdiği terör örgütünün yaptığı haydutlukları, katliamları, alçak bir katil olmaktan başka hiçbir sıfatlarının olmadığı gerçeğini gizlemek için konuyu sulandırma çabası da bir düşüncedir.

Kriterin yoksa bunların hepsini düşüncenin dışa vurumu olarak değerlendirebilirsin.

O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Bir şeyi saygı duyulur yapan şey nedir?

İyi niyettir. Yani bu dünya, ancak tamamen iyi niyetli, hiç tanımadığı insanlara bile faydalı olmak isteyen insanlardan oluşan bir dünya olmuş olsaydı, “Her düşünce değerlidir, her düşünceye saygı duymalıyız. Farklı düşünceler zenginliğimizdir.” tarzında cümleler kurabilirdin.

İyi de, bir insanın ne niyette olduğunu bilme imkânımız var mı? Yani niyet ölçerimiz var mı?

Hayır yok.

O zaman en kötü durum senaryosuna göre kendimizi hazırlamalıyız. Daha doğrusu hazırlamalıydık. Ama maalesef öyle olmadı. İşte bu dünya düzeninin en büyük problemi budur. İnsan olmanın muhteşem bir şey olduğu, herkesin iyi niyetli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş olmasıdır.

Düzenin kurucuları, “Suçlunun, kurbanına yaptığını yapamayız” demişler, cezalandırma hukukunu neredeyse yok etmişler.

“İşkence insanlık suçudur” demişler. İşkencenin tanımını yapmamışlar.

“Herkes çocuk sahibi olabilir, en temel insani haktır” demişler. Kontrolsüz üreme ile hem doğan çocuğa ve doğuran anaya kaldırmayacakları yükleri yüklemiş, hem de dünyanın sonunu getirebilecek bir yol açmışlar.

“Herkes oy kullanabilir, herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır ve verilen oylar gizli olmalıdır, sorumluluğu alınmamalıdır. Çünkü bu, halkın kendi kaderini tayinidir” demişler. Siyasi arenayı, dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı haline getirmişler. Üstelik “Halk ne demek? Halkın kendi kaderini tayini ne demek?” cevaplamamışlar.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki: Şeytanın kurduğu mevcut dünya düzeninin üzerine oturduğu varsayımların hiçbirisi doğru değildir. Peki hayatın gerçekliği nedir?

Bunu cevaplamak için en başta söylediğimiz “Her düşünceye saygı duymalı, değer vermeliyiz” muhabbetine geri dönelim.

İnsanlar neden ağızlarını açarlar? Neden konuşurlar?

Bu soruyu dini bir metinden alıntı yaparak cevaplamak istiyorum.

Yine nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlâna hazretleri mübarek medresesinde mânalar saçıyordu. Buyurdu ki:

“Tanrı Kur’an-ı Mecidinde: "En çirkin ses, eşeğin sesidir" buyuruyor. (Lokman – 19)

Bununla bütün hayvanlar arasında en çirkin ve tiksinilen sesi eşeğe nispet ediyor. Acaba dostlar bunun manasını biliyor mu?”

Dostlar baş koyup bunun açıklanmasını kendisinden istediler. Bunun üzerine Mevlâna:

“Her hayvanın kendine mahsus bir iniltisi, bir zikri ve bir tespihi vardır ki bununla yaratan ve rızk veren Tanrısını zikreder. Nitekim devenin böğürtüsü, aslanının kükremesi, av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu vs., göklerde de meleklerin, ruhanilerin tespihleri ve zikirleri olduğu gibi, insanların da tespihi, tahlili, bâtıni ve bedeni, türlü türlü ibadetleri vardır.

Hâlbuki biçare eşek ise iki muayyen zamanda anırır:

Biri cinsi yakınlık istediği vakit, diğeri de aç kaldığı vakit.

Şiir:

“O, huysuz bir eşek gibidir.

O, doyurduğun vakit, insanları teper,

Aç bıraktığın vakit anırır.”

Binaenaleyh, eşek daima tenasül aletinin ve boğazının esiridir.

Böylece ruhunda Tanrı derdi ve aşk sesi olmayan, kafasında bir sevda ve sır bulunmayan kimse Tanrı’nın yanında eşekten daha aşağıdır.

“Onlar hayvanlar gibi, belki daha ziyade sapıklıktadırlar.” (Araf – 179)

Bu hale düşmekten Tanrı’ya sığınırız.” 

ÂRİFLERİN MENKİBELERİ, (Menâkıbu’l-ârifin), AHMET EFLÂKÎ

Çeviren: Tahsin Yazıcı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Syf: 182 - 183 

İşte, insanların muhtemelen büyük bir kısmı aynen böyledir. Sadece karın doyurma ve cinsel ilişkiye girme hedefi için çene çalarlar. Bu uğurda da hiçbir sınır gözetmeden para elde etmeye çalışırlar. İşte biz de bu gerçeği göz önüne alarak düzeni tasarlamalıyız. Hatta insanların çok az kısmı böyle olmuş olsaydı bile, biz yine de insanların tamamı böyleymiş gibi düşünerek dünya düzenini oluşturmalıyız.

Peki, eğer buna göre tasarlamazsak ne olur?

Günümüzde, gözümüzün önünde olan şey olur. Suçlu hem suçlu hem güçlü olur. Ayaklar baş olur. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. Mevcut dünya düzeninin az biraz cezalandırmasını bile yaşamamak için adi suç şebekeleri, terör örgütleri siyasi parti adı altında tabela üstüne tabela açarlar. Çözüm üretmesi gereken siyasi arena dolandırıcı ve şovmenlerin oyun alanı olur. İnsanların payına da bunlardan medet umuyor olmanın küçük düşürücülüğünü yaşamak kalır. Ne bir çözüm ne bir fayda üretecek bilgi birikimleri vardır ne de böyle bir şeye niyetleri vardır. Ama bu beklentiyi gargaraya getirmek ve kendilerine adam bağlamak ve sanki hayatta savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için geliştirdikleri bin bir çeşit taktikleri vardır. Hemen alt alta yazalım.

1. Faydalı olma beklentisini gargaraya getirmek için yapılanlar:

- Devamlı olarak isteyen pozisyonunu, aslında çok şeyler başarabilecekmiş ama izin verilmiyormuş pozisyonunu korumak. Böylece hiçbir sorumluluğu olmadan aldığı maaşı hak ediyormuş gibi oluyor ve hatta kendince her türlü kötülüğü yapmaya da hak kazanmış olur.

- Ana konuya odaklanılmasın diye detaya girmek

- Üzerine vazife olanı yapamadığını gizleme için vazife olmayan ile zaman öldürme, onu gündemde tutma

2. Sanki fikirleri, savundukları bir davaları varmış gibi göstermek için yapılanlar:

- Kendine tarih çıkarma ve Nekrofili yapma.

- Olayların kronolojik sırasını değiştirme.

- Olmayan düşmanlar yaratıp, boş meydan kabadayılığı yapma.

- Cehaletini ukala taklidi ile örtme. Böylece sanki konuya hakimmiş ve derin bir şeyler söylüyormuş izlenimi uyandırma. 

- Sembol karakter yaratma çabaları ve bunun için ilgili kişinin zamanında yaptığı bazı faaliyetlerinden bahsetme. Bana göre en sinir bozucu olan bu özelliği en sona bıraktım. Kendilerinden daha önce yaşamış aynı kendileri gibi alelade birini sanki sembol bir karaktermiş, dava adamıymış ya da -dini bir kimliği var gibi gösteriliyorsa- kutsal insanmış gibi gösterme çabaları zaten yeterince sinir bozucuyken bir de bunu övülecek hiçbir yanı olmayan bir iki faaliyetini sanki övülecek bir şeymiş gibi anlatmaları, bu özelliklerini daha da katlanılmaz bir noktaya taşıyor. "Bahsettiği kişiden bir sembol çıkmayacağından mı bahsetsem" ya da "övgü ile bahsettiği zamanında yapılan o faaliyet her ne ise onun da övülecek bir şey olmadığından mı bahsetsem" diye karar veremez, muhatap olduğun seviye karşısında kalakalırsın.

3. Adam bağlamak için yapılanlar:

- Suçluluk duygusu yaratmaya çalışmak. “Farklı olduğumu kabul etmiyor musun yoksa”, “Beni inkâr mı ediyorsun yoksa”, “Öz benliğini(?) inkâr mı ediyorsun yoksa” gibi…

- Sanki onun için kavga ediyormuş gibi gözüküp insanların kendisine borçlu olduğunu zannettirme. Bunu terör örgütleri çok yapar.

Not: Yukarıdaki her madde ayrı ayrı daha önceki yazı ve videolarımızda uzun uzadıya işlenmiştir. Encodeum’un sıkı takipçileri ne demek istediğimi anlamıştır.

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; hayatları boyunca hak, hukuk, adalet, davamız, hedeflerimiz diye dolaşan sözde dava adamlarının bugün yaptıklarına şahit olan insanlar aslında o lafların baştan sona yalan olduğuna artık apaçık şahit oluyor.

Bakıyorsun lafta ülkenin ırmağının akışına öleceğini iddia eden, bugün hayatın gerçeğinde ülke yağmalanırken ses çıkarmayıp hatta yağmacıya suç ortağı olmak için fırsat kolluyor.

Manevi değerlerden bahseden adam ne manevi ne değer hiçbir konuda tutarlılığı yakalayamıyor, gücü elde eder etmez kitapta yazan ne kadar suç varsa tamamını işlemeye koyuluyor.

Uyuşturucu kaçakçısı, rezil, kepaze terör örgütleri ile yan yana gelmişlerden hiç bahsetmiyorum bile...

O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Dünya tarihinde bugüne kadar ortaya konmuş ne bir dava ne bir ideoloji yoksa, siyaset adına söylenen şeyler baştan sona yalan dolan, ideolojik olduğu iddia edilen terminolojiler baştan sona kurguysa ve avamın örgütlenmesi çıkar çetesinden ibaretse ve bunların hepsini adım adım anlattıysak neden buraların mensupları girdikleri yerlerden çıkamıyorlar?

Çünkü bir yere girerken, bir şeylerin doğru olduğunu gördükleri için girmediler ki, bir şeylerin yanlış olduğunu görünce çıksınlar. Takıldıkları yerlerde kendilerini, birbirlerini kandırıp duruyorlar.

Ama biz yine de çıkamayışlarını 4 madde ile özetleyelim.

Birincisi, arkadaş veya akraba çevresi olduğu için bağını koparmak dolayısıyla çıkmak oldukça güçleşiyor.

İkincisi, başı belaya girdiği için çıkamıyor. Eğer başı belaya girdiyse zaten artık konu çıkar noktasına ulaşmıştır. Oradan devam etmekten başka yolu kalmamıştır. Onun için örgütün eskileri yeni gelmişlerin mümkün mertebe en hızlı bir şekilde başlarını belaya sokmak için uğraşırlar.

Üçüncüsü ve en ağırı, çıkarsa kandırılmış biri olduğunu, çok kötü bir insan olduğunu alenen kabul etmiş duruma düşeceğinin farkında olduğu için çıkamıyor. Böyle biri olduğu gerçeğini alenen kabul edebilecek olgunluğu göstermek herkesin harcı değildir.

Not: Ha bu arada, F. Gülen, Apo vs. gibi insanların peşine düşüp yaptıkları katliamlar nedeniyle kısas edilmesi gerekirken, hapislere düşen insanlar! Kaç kişiyi katlettiniz ama ben yine de sizi kısastan kurtaracak bir yol sunayım. Şöyle yapalım. 3 ay boyunca sınırsız yetki ile bu ikisini teker teker ülkenin başına geçirelim. Tek bir ama tek bir sorunu çözmeyi başarsınlar hepiniz serbest kalacaksınız. Yoksa ne olduğunuzu alenen kendi ağzınızla kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı? Anlaştık mı? Lider bellediğinize güveniyorsunuz değil mi?

Güvenemiyor musunuz? Peki, sizin için işi biraz daha kolaylaştırayım. Ülkenin başına geçmelerine gerek olmasın. Bunların adı ile yayınlanmış kitaplar var ya, hah o kitaplarda dünya üzerinde herkese hitap eden cinste bir tane çözüm bulun, yine hepiniz serbest kalacaksınız. Tamam mı? Şimdi anlaştık mı?

Bu da mı olmadı? Yine mi yemedi?

Peki, sizin için işi bir kat daha kolaylaştırayım. Çözüm de bulmanıza gerek yok. O kitaplarda işe yarar, işe yaradığı ispat edilmiş tek bir şey bulun. Herhangi bir konuda, tek bir şey… Yine hepiniz serbest kalacaksınız. Yapamazsanız ne olduğunuzu alenen kabul edecek ve kısas isteyeceksiniz. Tamam mı?

Neyse siz aramaya koyulurken ben bildiriye kaldığım yerden devam edeyim. Bol şans…

Dördüncüsü ise hiçbir zaman ispat edilemeyen, somut hiçbir delil getirilemeyen farklı olma iddialarının sağladığı yalandan mutluluktur çıkabilmelerine engel olan. Ayrıca farklı olma iddiasının haydutluk yapabilmelerine verdiğini sandıkları ehliyet de işin cabası olmaktadır.

Üstelik, “Birinin farklı olduğunu nasıl anladın, neden kabul ettin?” diye sorsan cevap veremeyecek alakasız insanlar “Farklılıklarımız zenginliğimizdir.” gibi laflar ile bu yalan seline hazır bedavadan arka çıkıyorken neden bundan vazgeçsinler değil mi!

Tüm bunları göz önüne aldığımızda mevcut dünya düzeninin kurucularına şunun hesabını sorabiliriz artık: İnsanoğlu bu haldeyken nasıl olur da gizli oy ilkesi ile seçim yapılmasına, insanların kontrolsüz üreyebilmesine ve cezalandırma hukukunun neredeyse yok edilmesine sebep olur ve buna uygarlık dersiniz!

Kurulmuş bu düzenin tek bir adı vardır. O da, Adaletsiz Dünya Düzenidir.

Ama adını koyup bırakmayalım. Adil bir dünya düzeninin nasıl kurulacağını da 5 ana ilke ile adım adım anlatalım.

1. Cezalandırmada Adalet

- Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa

- Cezalandırmada Adalet – 2 

- Önleyici Mahiyette İdam Cezası 

- Terörle Mücadele Yasası ve Yasal Hırsızlık 

- Sigara Dumanı ve Gürültü Saldırı Aracıdır 

Hırsızlık ile ilgili bir şey yazmadım bugüne kadar. Onu da hemen ekleyeyim. 

İster birisinden olsun, ister devlet kasasından, mutlaka çalınan miktar çalandan tahsil edilmelidir. Bu uğurda her şey yapılabilir olmalıdır. Peki ya parayı yediyse, gerçekten geri koyamıyorsa?

Parayı yediyse vücudundaki uzuvlarına girmiştir. Uzuvları ile geri ödeyecektir. Yine tahsilat gerçekleşmiş olacaktır. 

2. Seçim Sisteminde Adalet

- Seçim Sisteminde Adalet: Milletin İradesi 

- Kontrolsüz Cumhuriyet ve Yasal Hırsızlık 

- Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu? 

Ne yazık ki mevcut dünya düzeninde, siyasette çok para dönüyor ve bu da yasal hırsızlıkların ve ekonomik krizlerin yolunu açıyor.

Her ilden milletvekili seçimi eski çağlara aittir. Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin olmadığı zamanlarda illerden haber getirmek gerekirmiş. Bu zamanda böyle bir şeye ihtiyaç yok. Toplamda, her birini ayrı ayrı iş tanımının yapıldığı 70 – 80 tane milletvekili olması yeterlidir. Ayrıca muhtarlıklar ve ilçe belediyesi gibi kurumlar da kaldırılmalıdır. Her ilde bir tane belediye başkanının olması ve her bölge için de bir tane bölge valisi olması yeterlidir. 

Siyasetteki para çarkı mutlaka kırılmalıdır. Hükümetler sadece adaleti ve güvenliği tahsis etmekle uğraşmalı ve bunun için asgari düzeyde personel istihdam etmelidir. Göreceksiniz para çarkı kırıldıktan sonra o parti tabelalarının tamamı bir anda kendi kendine yok olup gidecek zaten.

3. Geleceğin Eğitim Sistemi

- Kabustan Uyanış: Geleceğin Eğitim Sistemi 

4. Kontrolsüz Üremenin Engellenmesi

- Hadımlaştırma Yasası 

- Sığınmacı Sorunu ve Kontrolsüz Üreme 

Kontrollü üremeye geçmiş ülkeler mutlaka bunu uygulamayan ülkelere karşı tecrit uygulamalıdır. Yoksa yağmalanma ihtimali ile karşı karşıya kalırlar.

5. Ekonomide Adalet

Devrim Dersleri serisinin sonunda tamamlanmış olacak.

Tüm bu çalışmalarla, sizleri, adil bir dünya düzenine davet ediyorum. Duyanlar duymayanlara haber versin.