30 Temmuz 2022 Cumartesi

Modern Zamanların Müşrik Kâfir İlişkisi

Bir insan yaratıldığına, yaratanın tek olduğuna ve adalet gününe inanıyorsa o kişi Müslümandır. Kendisine Müslüman demese, Müslümanlıktan haberi olmasa bile hak yol üzeredir.

Ne kadar kolay değil mi? Yaratıldığına, tek bir yaratana ve her nefesin hesabının verileceği adalet gününe inanacaksın. Bitecek. Bu kadar.

Yok, o kadar kolay değil. Çünkü bunları kabul etmiş insanın; üstünlük yarışından, farklı olacağım, tek olacağım diye başkalarına ızdırap olmaktan kendisini alıkoyabiliyor olması lazım. Öbür türlü yaptığı tek şey yaratıldığına, adalet gününe inandığını söylemektir, inanmak değil. İnanmak başka şeydir, inandığını söylemek başka şey.

Daha önce yayınlanan yazılarımızda, Yaratanı ilah olarak görmeyi yani Müslümanlığı ve başkaları kendisini üstün, farklı, tek ve son aşamada ise ilah olarak görsünler diye çalışmayı yani Kâfirliği işlediğimizi takip edenler hatırlayacaktır. Bu yazıda ise Müslümanlık, Kâfirlik haricinden kalan son vasfı, başkasını ilah olarak görmeyi yani Müşrikliği ve onun Kafirlik ile ilişkisini işleyeceğiz. Yani yaratanı üstün, tek görme Müslümanlık, kendini üstün, tek görme Kafirlik konularını açıklamıştık. Şimdi sıra başkasını üstün, tek görme yani Müşriklik ve onun Kafirlik ile ilişkisi konusunda.

Not: Üstün görme konusunu, Müslüman olma, farklı olma gibi kavramların tam açıklamalarını Devrim Dersleri – 4 ve 5’te yapacağız.

Nasıl şirk koşar da müşrik olur ki insan? Başkasını nasıl ilah olarak görür?

Karşısına geçip ibadet yaparak mı?

Yok değil.

Gözünde büyüterek, hayran olarak mı?

Yok o da değil.

Cevap: Kendisinden adaleti bozmasını isteyerek.

Müşrik: Kuldan, kendisi için adaleti bozmasını isteyen insan. Bu tanım bu aşamada garip gelebilir. Devam edin en sonda bu noktaya varacağız.

Biz, Allah’tan adalet gününde adaletini bozmasını, bizi affetmesini isteriz. Dünya hayatında başkasına haksızlık olduğunu bilerek ya da bu hiç umurunda olmayarak kuldan adaleti bozmasını istemek ya da adaleti bozma niyeti ile bir yerlere girip çıkmak müşrikliktir. Allah’a böyle ortak koşulur. “Ben putlara secde etmiyorum demek ki müşrik değilim. Ne kadar kolaymış” diye bir şey yok. Ayrıca putlara secde etmediğinden de emin misin?

Hiç inanmadığı halde, yahu ne inanması, ortada inanılacak bir dava bile yok iken neden örgütleniyor insanlar? Neden siyasi parti adı ile açılmış ama suç şebekesinden farkı kalmamış kimi yerlerde takılıyor? Neden örgütünün kalabalık olması için uğraşıyor? İnanç, düşünce, ideoloji sahibi oldukları için mi? Yoksa kimlik bunalımı yaşadığı için mi? Ya da örgütlenmeyi, adaleti bozma mekanizması olarak algıladığı için mi?

Neyse. Bunlara biraz sonra değineceğiz. Şimdi burada bir duralım ve biraz daha farklı bir konudan bahsedelim. Din veya siyaset ile uğraşmaya başlayan bazı insanlarda görünen, “Din veya siyaset ile uğraşmaya başladım, o zaman üst perdeden konuşabilirim” davranışına...

Bu davranışa örnek vermem gerekirse, aklıma ilk, yakın bir zamanda bir kurumun başındaki bir kişinin söylediği söz geliyor. “Namazlı, abdestli yani dindar bir nesil yetiştirme niyetindeyiz”. Buna benzer bir söz söylemişti ilgili kişi. “Dindarını” geçtim, sen herhangi bir nesil yetiştirebilir misin? Sen kendin yetiştin mi? Bu özgüven nereden geliyor? Herkeste olmuyor ama din ile ilgilenen kimi insanlarda neden böyle "birilerine önderlik yapabilirmiş" imalı söylemler kendinden emin bir şekilde söyleniyor? Ne büyük laflardır bunlar!

Yine aklıma bir zaman önce “İslami cemaat” adı altından kendini tanıtan bir gruba mensup insanlar geldi. Onlar da çokça söylerdi: “Öğrenci yetiştiriyoruz” diye. İnsan yetiştiriyormuş. Ne kadar da kolay üst perdeye geçiyorlardı oralara girenler. “Kendin yetiştin bitti de başkalarını mı yetiştiriyorsun!” deme hissi uyandırırdı bu laflar.

İnsan bu lafları etmeye başlamadan önce kendi kendisine sormalı: “Benim birini yetiştirebilecek bilgi birikimim var mı? Daha öğrenci olmam gerekirken, bir yere para yardımında bulunmuş olmam beni bir anda nasıl "nesil yetiştiren insan" konumuna yükseltmiş oluyor?” diye. Hele bir de bu tip yerlerde çoluk çocuğun kimlere emanet edildiği konusu var ki, hiç o konulara girmeyelim.

Bu durum yani din ile uğraşmaya başlayan bazı insanlarda bir anda hasıl olan üst perdeden konuşma davranışı aslında insanın kafirlikten vazgeçemeyişinin göstergesidir. Din ile ilgilenirken bile yine üst perdeye geçmeye çalışıyor. Din ile ilgilenmeyi bile kafirliğin gerçeklenmesine bir araç olarak kullanıyor. 

Bu durumun aynısı siyaset ile uğraşmaya başlayan insanların da bir kısmında görülmektedir, ki bence bu çok daha sinir bozcudur. Çözüm üretme, adaleti sağlama, faydalı olma niyeti ile değil, ki böyle yapanlar da var, o fedakâr insanların haklarını yemeyelim,  “Buralara yakın durayım yarın öbür gün işim düşer. Bana avantaj sağlarlar.” diye girip, bir de oluşan bir boşluktan faydalanıp bir makam elde edip, bir süre sonra ne amaçla oralarda takılmaya başladığını unutup, hiçbir bilgi birikimi olmadığı daha ikinci cümlesinden belli insanların büyük büyük konularda sırf müdahil olmak için içi bomboş cümlelerle, üst perdeden konuşma davranışları göstermesinden bahsediyorum. Hatta adalet, barış, liyakat gibi sözcüklerin içine ede ede, kendi adaletsizliğini, liyakatsızlığını örtmeye çalışıp bir de üstüne bunlardan adaleti bozmasını bekleyen tayfanın içi boş övgüsü ile gaza gelmişlerden bahsediyorum.

Adaleti bozma, üst perdeye çıkma, adaleti bozdurmaya çalışmadan bahsettik. Şimdi müşrikliği, başkasını ilah olarak görmeyi tanımlayalım.

İnsanlar, birisinin güç sahibi olduğunu nasıl anlar?

Onların adaleti bozma örneklerini görerek, başkalarından dinleyerek. 

Bir müşrik bir insanı ilah olarak görüp görmeyeceğini adaleti bozup bozamadığını kontrol ederek anlar. Bunu fark edip istemesi ile de müşrikliğini gerçekler.

Burada kafirlik ile müşriklik arasında müthiş bir uyum olduğunu görüyoruz. Biri olmadan öteki olmuyor. Şöyle ki, bir insanın adaleti bozarak güç sahibi olduğunu gösterme isteği bunu kendisinden isteyenlerin olduğunu, olacağını düşünmesinden; bir insanın müşrik olması ise bir yerlerde adaleti bozma gücüne ulaşmış birilerinin olduğunu ve bunu kendisi için kullanabileceğini düşünmesinden kaynaklanmaktadır.

Kafir adaleti bozarak güç gösterisi yapar, müşrik bunu ondan yapmasını isteyerek ibadet yapmış olur. Kendisi için başkasına haksızlık yapmasını isteyerek. Kafirlik ile müşriklik arasında yaşanan ilişki en temelde bu şekildedir. Bakarsak, tarihte yaşamış müşriklerin müşrik olmasının nedeninin fiziksel put ve ona secde hareketleri yapmaları olmadığını, onlardan dünyevi isteklerde bulunmaları olduğunu görürüz. Bu istekler de en temelde başkasına haksızlık yapma, adaleti bozma nedenlidir. Adalet günü inancının olmamasındandır. Yani aslında müşrikler, putlardan kendileri için dünyada adaleti bozmalarını istiyorlardı.

İyi de bu dediklerimiz günümüz dünyasında da geçerli değil mi, neden tarihten bahsediyoruz? Evet, elbette. Güncel örnek vermek gerekirse, mesela geleceğini belirleyecek bir sınava gireceksin ve pek de hazırlanmadın. Buna rağmen sınavda hak etmediğin halde herkesin önüne geçmek istiyor ve bunun için dua ediyorsan, sen de en temelde müşriksin demektir. Zaten bunu yapıyor olmanın ana nedeni, adalet gününe inanmıyor olmandır. 

Bu konunun sağlamasını şöyle yapabiliriz: Sınav örneğinden gidersek, hak etmediğin başarıyı elde etmeyi sana başkaları da sağlayabilir. Örneğin sana birileri sınav soru cevaplarını sınavdan önce verebilir. İşin görülmüş olur. Artık dua etmene gerek kalmaz. O zaman, adaleti bozması için doğa üstü bir güce yönelme davranışını sergileyen, bu konu bağlamında söylüyorum, sınavdan bir gün önce soruların cevaplarını verecek birileri ile karşılaşırsa, onlara "Hayır." diyemeyecektir. Genel olarak söylersek, birinin dünyada adaleti bozması için doğaüstü bir varlığa yönelmesi dünyada bunu yaptırtacak birini bulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. O zaman eğer bir insan yukarıda saydığımız üç özelliği, Yaratana, birliğine ve adalet gününe inanmayı başarabiliyorsa, Dünyada adaleti bozma girişiminde bulunmaması ve özellikle başına gelenleri, elde ettiklerini ve edemediklerini nasip olarak görüyor olması gerekmektedir. Zaten dünyalıkları, başına gelenleri nasip olarak görmüyorsa, eninde sonunda adaleti bozmaya, bozdurmaya çalışır bir halde bulacaktır kendisini.

Tekrar edersek; şirk koşanın, yani adaleti bozmaya çalışanın, bunu isteyenin; Allah'a ibadet ediyormuş gibi yapması, dünyada adaleti bozduracak birini bulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Türkiye'de, "Allah" ismi ile hitap ettiği göremediği varlığa yönelerek yapar bunu. Ortada samimi bir inançtan ziyade "işimi görecekse neden inanmadığımı söyleyeyim" hesabı vardır. Yani müşriğin inancı akıl ve mantık, ibadeti de şükür üzerine değil, tamamen çıkar hesabı üzerine kuruludur. Onun için ilk fırsatta ve aslında her fırsatta patlar.

İşte böyle bakarsak, neden dindar görünen bazı insanların, bir konum elde ettiklerinde boğazlarına kadar yolsuzluğa, usulsüzlüğe, hırsızlığa battığını anlayabiliriz.

Çünkü müşrik oldukları için. Dindar bir müşrik. Böyle bir insanın, makam elde etmeden önce, doğaüstü bir varlığa yönelmesindeki, sıkı sıkıya ibadet etmesindeki asıl niyeti adaleti bozmaktır. Bunu yapacak birilerini bulduğunda ya da bir makam elde ettiğinde asıl isteği tüm çıplaklığı ile açığa çıkar. Yani böyle bir insan için, yaratanın varlığına, birliğine ve adalet gününe inanma diye bir şey hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Bütün mesele adaleti bozma isteğidir, bunu yapabileceği dünyevi bir makamı ya da etrafında böyle bir makamda bulunan birisi yoksa, o ara doğa üstü bir güç ile ilgilenir. Bunu bulduğunda da işlenebilecek bütün suçları işler. Fakat hiçbir şekilde "o kişi dindar değil" diyemezsin.

Müthiş bir bilinçaltı itirafı duymuştum yakın zamanda. Bir adam bir akrabasına devlet kadrolarında bir yer ayarlıyor yani adaleti bozuyor. Bu ortaya çıktığında ise bizim burada uzun uzadıya yazdığımız şeyi 3 kelime ile özetliyor: “Eğer yapamasaydım, beni küçük görürlerdi. “

Adaleti bozabilmek güç gösterisidir, büyüklük gösterisi. Küçük görünmekten korkan kafirdir. Böyle birisinden, kendisinde var olduğuna iman ettiği gücü kullanarak adaleti bozmasını isteyen ise müşriktir.

Yani kafirlik, müşriklik yüzyıllar öncesinde yaşamış insanlara ait fantastik kavramlar değil. Her gün karar verirken sınandığımız güncel kavramlardır.

 

9 Mayıs 2022 Pazartesi

Hadımlaştırma Yasası

 “O güzelim geyikleri avlıyorlar” diyorlar.

Eğer doğada geyik avlayan aslan, kurt gibi yırtıcı kalmamışsa, biz kendi can güvenliğimiz için bunları yok etmişsek, uzman devlet görevlilerin belirlediği geyikleri elbette avlaman gerekiyor.

“Yazık değil mi o güzelim geyiklere. Nasıl kıyarsın?”

Peki senin dediğin gibi yapıp onlara kıyamazsak ne olur?

Geyikler kontrolsüz ürerler, ağaçları talan ederler, her kontrolsüz üreyen canlı gibi besinlerini tüketirler ve kıtlığa girip telef olurlar. Eğer avlayarak sayılarını belli bir değerde tutmazsan, günün sonunda hem geyikten hem ağaçtan olursun. (Buradan da yırtıcıların aslında doğada ağaçları koruduğu gibi bir sonuç da çıkarabiliriz.)

Kontrolsüz üreyen her canlı bizzat kendi türü de dahil olmak üzere doğadaki her şeye sadece zarardır. Onun için kontrolsüz üreyen her canlı mutlaka kontrol altına alınmalıdır. İnsan dahil. En başta insan. Zarar verme konusunda hiçbir canlının rekabet edemeyeceği insanın üremesini kontrol etmiyorsan adım adım kendini, kendi yaşam alanını yok ediyorsun demektir.

“X bölgesinde on binlerce çocuk aç ve yardım bekliyor”

X bölgesinde on binlerce çocuğun ne işi var? Kim doğurdu bunları? Doğuran ne hakla doğurdu? Doğurmadan önce endişe etti mi hiç, bu çocuk ne olacak diye?

“Peki ölsünler mi?”

Doğarken ölmüşler zaten. Katilleri de anası babası.  

Bunu doğa kanunu olarak söylüyorum: Kontrolsüz üreme canlılığın en büyük düşmanıdır.

Kontrolsüz üreme ile ilgili bir hukuki düzenleme şarttır. Tavsiyemiz şu şekildedir:

Evlenmek için, günün şartlarına uygun olarak belli bir maddi gelir şartı getirilmeli. Evlendikten sonra çocuk sahibi olmak için de ekstra bir maddi gelir şartı getirilmeli.

Eğer uyulmazsa?

Önce bir çocuğun gelişimi için gerekli tüm ihtiyaçları karşılayan kampüsler inşa edilmeli. Konforlu yatakhaneleri, okulu, spor salonları olan. Hiç zor bir şey değil.

Maddi gelir şartı sağlanmadan çocuk dünyaya geldiyse, çocuk ebeveynlerden alınarak buralarda yaşamına başlamalı.

Ana baba ne olacak?

Hadım edilecekler. Bu kadar net.

Peki kadın tecavüze uğrar gibi ilişki yaşadıysa?

Bunu ispat edebilirse, sadece baba hadım edilecek. Çocuk annesi ile birlikte o kampüse alınacak.

Peki gelir şartı ne olabilir?

Ev. Hamilelik süreci başlamadan önce eşler devlete başvuracaklar. Çocuk için bir ev gösterecekler. Ev doğacak çocuğun üzerine yapılacak. Çocuk örneğin 24 yaşına gelene kadar ne ana baba ne de çocuğun kendisi evi satamaz olacak. Ana baba kiraya vererek gelir elde etmeye devam edebilirler ama satma olmaz. 24 yaşında ev çocuğun üzerine geçer. Böylece her doğacak çocuk evi ile birlikte doğar. Bu şekilde hem üremeyi kontrol altına almak için gerekli gelir şartını belirlemiş oluruz, hem de beraberinde barınma sorununu da çözmüş oluruz. 

Artık “X bölgesinde on binlerce çocuk aç ve yardım bekliyor” diye bir söz duyduğumuzda aklımıza gelmesi gereken şey “Neden o bölgede o kadar çocuk var” sorusu olmalıdır. “Hadi mazlumun yanında yer alalım” gibi bir söz değil.

Burada mazlum olan kontrollü üreyen birey olarak zaten sensin, onlar değil. Kontrolsüz üreyenler mazlum değil katildir. Doğurup doğurup sokağa attıkları, ara sokakta senin çocuğunu gasp edip, belki öldürecekler. Bunu mu istiyorsun?

Göç eden perişan bir topluluk gösteriyorlar. Her kadının etrafında dörder, beşer çocuk var. Bu görüntü ile birlikte hayatın gerçeklerine uzak romantikler için yapılan tanıtım ise şöyle: “Burada bir dram yaşanıyor” lafı ile “Hadi yardım edelim” yönlendirmesi. Dram yaşanıyor çünkü Hadımlaştırma Yasası şu an Dünyada yürürlükte değil. Ayrıca asıl dramı yaşayacak olan ve bunu hak etmeyen de kontrollü üremeye çalışan, doğuracağı çocuk için bir gelecek hazırlayıp hazırlamadığını hesap eden modern bireydir. Ayrıca, yukarıda bahsettiğimiz yönlendirmeyi yapanların da bu yardım olayını geçim kapısı olarak kullandığını söylememe gerek yok sanıyorum.

Ayrıca kontrolsüz üreyen toplumlara kapını açıp, sığınmacı olarak almak da, o ülkede yaşayan insanlara yapılacak en büyük kötülüktür. Bir de bunu “Mazlumların yanındayız” lafı ile savunmak "mazlum" kelimesini istismar etmektir.

Bu tip toplumlar mazlum değildir, bu tip toplumlarla ilişki kurmak da mazlumun yanında yer almak değildir.

Bu tip insanlar ile ilişki kurmak, bunların doğurup doğurup sokağa attığı ve ne yazık ki serseri mayın gibi dolaşan çocukları ile sokakta karşılaşmak zorunda değilsin. Burada mazlum olan sensin, senin mazlum yapan da seni bunlarla muhatap edenlerdir.  (Neden çocuk doğurmak zorunda olduklarına şartlanıyor insanlar onu da anlamıyorum. Evlenirsen evlen, çocuk doğurmak zorunda mısın? Öyle bir mecburiyetin mi var? Niye şartladın kendini?)

O çocuklar çok umurundaysa, “Çocuklar aç” deyip durma, “Neden bu çocuklar doğdu” de. "Çocuklar aç" demek kimseyi iyi insan yapmaz. 

Hakikaten iş yapmak istiyor, fayda üretmek istiyorsak, “Kontrolsüz üreyen toplumlarda eksik olan yasa ne?” diyerek, bunun mücadelesini yapmak zorundayız. Hadımlaştırma Yasasını savunma dışında yaptığınız her faaliyet ile sadece kendinizi kandırırsınız.

Eğer Hadımlaştırma Yasasını savunmuyorsak, bunun sonuçlarına katlanırken de zırlamaya hakkımız olmaz.

Sadece kendi ülkenizde uygulanması için uğraşmayın, bunu uygulamayan ülkelerle ilişki kurulmasına engel olmak için de uğraşın.

Kontrolsüz üreyen toplumlar insanlık için en büyük tehdittir. Bu tehditi bertaraf etmenin tek yolu Hadımlaştırma Yasasıdır. 

Bitirirken şu soruyu soralım: Kontrolsüz üreme bir doğa kanunu olarak canlılığın en büyük tehdidi ise bugüne kadar neden bunu hedef alan bir hukuki düzenleme yapılmamış olabilir? İnsanlar toplumsal yadırgamadan korkuyorlar da onda. "Bana etiket yapıştırırlar" korkusunu yenemezseniz, hiçbir zaman fayda üretemezsiniz ve çok büyük felaketlerle karşı karşıya kalırsınız. Kaldığınızda artık çok geç olduğunu da anlarsanız. Ayrıca şunu da söyleyeyim o sağa sola şuursuzca etiket saçanların yaptıkları tek şey cehaletlerini ispatlamaktır. O etiketlerin hiçbirinin tanımı da yoktur. 

Elbette yaşadığımız Dünyada, Cezalandırmada Adalet bulunmamaktadır. Bunu Cezalandırmada Adalet yazılarımızda da işlemiştik:

1. Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa

2. Cezalandırmada Adalet - 2

Cezalandırmada adalet sağlandığında elbette büyük bir caydırıcılık ortaya çıkacak ama bu yine de bu suçun işlenmesine tam anlamıyla engel olmayacaktır. Bir masum öldürüldükten sonra öldüreni idam etmek gideni getirmeyecek. Elbette suç işlendikten sonra misliyle cezalandırma uygulanmalıdır ama daha önemlisi suç işlenmeden önce tedbir almaktır. Tedbir: Hadımlaştırma Yasasıdır. Sen tedbirini aldıktan sonra hala daha suç işleyen çıkıyorsa, işte o zaman misliyle cevabını vereceksin. Ama önce Hadımlaştırma Yasasını uygulayacaksın. 

Tek cümle ile özetlersek: Hadımlaştırma Yasası ile sadece kontrolsüz üremenin yaratacağı kıtlığı engellemiş olmayacağız aynı zamanda suçun önüne geçmek için de etkili bir tedbir mekanizması uygulamış olacağız.