21 Ocak 2017 Cumartesi

Cezalandırmada Adalet: Karanlıktan Aydınlığa

Medeniyet kavramının temelinde, suçlulara, kurbanlarına davrandıklarından daha iyi davranmak yatıyor. Onların seviyesine inmiş olmayalım diye. Ama sen ve ben bu kapsamda değiliz. …Daha eskiye aitiz.
Person of Interest, The Devil's Share (3. Sezon 10. Bölüm)
Bir zamanlar adalet ve güvenlik kurumlarında örgütlenmiş -daha sonrasında bu kurumların ellerinden alındığını görünce darbe yapmaya kalkacak ve 248 kişiyi de katledecek- bir illegal yapılanmanın tezgâhladığı Ergenekon davaları denen yalanın, iftiranın her türlüsünün ortaya konduğu süreçteydi sanıyorum... Bu şebekenin yerleştirdiği elemanlar tarafından “Hükümeti yıpratmaya çalışmak” diye bir “suç” ithamı üretilmişti.

Biri dese ki: “Bu kişi gömleğimi yıprattı” diye. Çağırılır bilirkişi, yıpratıp yıpratmadığı tespit edilir. Eğer varsa böyle bir şey, mağdurun zararı tazmin edilir. Çünkü buradaki yıpratma gerçek anlamlıdır -ki öyle de olması gerekir- ama “hükümeti yıpratmak” ifadesindeki yıpratma mecaz anlamlıdır. Mecazi ifadeyi anlamlandırma, kişiden kişiye değişir. Yani var olup olmadığı, gerçekliği bireylerin hayal dünyasına kalmıştır.

Düşünsenize böyle mecaz anlamlı, belirsiz bir ifade üzerinden suçlanıyorsunuz(!) ve üstelik bir de savunma yapmanız bekleniyor. Ne yaparsınız? Tutup savunma yapmaya kalksanız bu mecazi ifadenin suç olduğunu kabul etmiş olacaksınız. Savunma yapmasanız bu sefer de “suçu(!)” kabul etmişsiniz gibi örgütün medyadaki tetikçileri tarafından propagandanız yapılacak.

İşte bu Ergenekon, Balyoz davaları, medyadaki -sözde- gazeteci diye takdim edilen tetikçilerin laf kalabalığı üzerine kurulu propagandası ile devam etmiş hukukun, adaletin ayaklar altına alındığı böyle bir süreçti. (Hayır, bir de o kadar komik ki, isnat edilen şey “Hükümeti yıpratmak” da değil, “yıpratmaya çalışmak”. Yani mecazi anlamlı suçu(!) tam işlemiyor da, işlemeye “çalışıyor”. İşte o şebekenin güvenlik ve adalet kurumlarına yerleştirdikleri militanlarının açtıkları davalardaki seviye buydu işte. Neyse…)

Elbette hukukta mecazi, belirsiz, kişiden kişiye değişen ifadeler olamaz. Olursa ona hukuk denmez. Tüm kullanılan kelimeler gerçek anlamı ile kullanılmış olmalıdır. Tanımı açık olmalıdır. Kişiye özel de olmamalıdır. Ayrıca eğer bir kural koyduysan, bir yasak getirdiysen yasağın çiğnenmesi durumunda yaptırımının ne olacağını da söylemiş olmalısın.

30 Maddelik, toplam 9 kişi tarafından hazırlanmış, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” diye isim konmuş, bireylerin yaşama hakkı, savunma hakkı, seyahat hakkı, yurttaşlık hakkı, mülkiyet hakkı, çalışma hakkı vs. gibi haklarının olduğunun vurgulandığı metne gelmek istiyorum. Bu uzun girişin sebebi buydu. Çünkü -elbette herkesin kabul etmesi gereken- bu hak bildirimlerinin arasında, yıllardır tüm insanlığın hayatını etkileyen, diğer tüm maddelerden farklı olarak, bir yasaklama getiren ama bunu da oldukça garip ve belirsiz bir şekilde ifade eden bir madde var. Önce maddeyi yazalım sonra garipliğini sorgulayalım.
Madde 5. Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
1-) Bu madde belirttiği yasaklamayı kime getiriyor?

“Hiç kimseye işkence yapılamaz”mış. “Hiç kimse kütle çekimini yenip havada duramaz” der gibi bilimsel bir kuraldan bahsetmiş sanki. Bunu yazan heyete söyleyin, gayet rahat bir şekilde yapan yapıyor. Mesela PKK’lı teröristler kendilerine boyun eğmeyenlere ya da karakollara yaptıkları alçakça saldırılardan sonra sağ ele geçirdikleri personeli işkenceye tabi tutarak katletmiştir defalarca. (Örneğin bakınız: 1993 Iğdır Aralık İlçesi Sultantop Karakolu).

O ara neredeydiniz? Hani yapılamıyordu? Haydutlar her türlü işkenceyi yapmışlar ve yapmaya da devam ediyorlar işte.

-“Yok. Mesela bu işkenceyi yapan teröristler yakalandığında onlara yapılamaz”

Ha yani insanlar birbirine yapabilir; suç işlerken her türlü suçu istedikleri yöntemle işleyebilir ama yakalandıktan sonra cezalandırılırken yaptıklarının aynısı ile cezalandırmada bulunulamaz. Öyle mi?

-"Öyle"

Peki neden böyle?

-“Çünkü insan haklarına aykırı”

Hangi insan hakkı ile alakalı ki bu? Herkesin seyahat hakkı, vatandaşlık hakkı, adil bir şekilde yargılanma hakkı vardır. Bunlar haktır. Tamam. Fakat bir kişi, adil bir şekilde yargılanıp, hüküm giydikten sonra hangi hak bu kişinin adil bir şekilde cezalandırılmasına engel oluyor, bir kişi söyleyebilir mi?

Eğer bu bildiriye “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” diye isim koyduysan araya yasaklama sıkıştıramazsın. Sıkıştırdıysan, en azından, bu yasak, bir kesime değil herkese hitap etmelidir. O zaman sadece devlet yetkililerine değil, tüm insanlığa imzalattırmış olmalısın hazırladığın bildiriyi. Ama sen sadece devlet temsilcilerine imzalattırıyorsun. Eğer sadece devlet temsilcilerine imzalatacağın bir metin olacaksa bu, o zaman sadece devlet aracını ilgilendiren maddeleri yazarsın. Ki diğer maddeler de öyle zaten. Çünkü yurttaşlık, yargılanma, seyahat hakkı vs. gibi hakları sadece devletler verebilir. Bireyler birbirine veremezler. Ama burada yasaklama getirilen husus bireylerin de yapabileceği bir davranışı içeriyor. Yasaklama sadece devlet aygıtına getirildiyse, o zaman açıktır ki bu kural evrenselliği içermiyor.

Sonuç olarak; başkaları tarafından işkenceye uğramış insanları, insandan saymayan bir metin evrensellikten bahsedemez. Eğer bir suçun zanlısı, adil bir şekilde yargılanıp hüküm giydiyse, artık "hak" kavramı suçun işlendiği mağdura aittir. O da bu beyannamede yazmayan, mağdurun eşit oranda yani adil bir cezalandırma talep etme hakkıdır. Bu beyanname, böyle bir haktan bahsetmediği gibi, beşinci maddesi ile adalete de engel olmaktadır. Dahası adalete engel olan bu beşinci maddenin hangi hakka dayandırıldığı da belli değildir.

2-) Tanımlar Nedir?

Bu maddenin en büyük çelişkisi de içerdiği ifadelerin ne olduğunu açıklamamış olmasıdır. İşkenceden kastettiğin nedir? Hangi davranışlar işkence sınırına girer, hangileri girmez? Neye göre belirledin veya belirleyeceksin? Hiçbirinin cevabı yok. Eğer bunları ifade etmediysen ne diye bu maddeyi yazıyorsun!

Sonuç olarak, 9 kişi kafa kafaya vermiş, olması gereken hakların arasına bir yasaklama maddesi sıkıştırmış, adaletin ana damarı olan cezalandırmada adaleti yok edip karanlık çağı başlatmış.

3-) Yaptırım Nedir?

Tüm bunlar yani “hak bildirgesi” diye isim konulan bir metinde kavramları belirsiz, -dolaylı olarak-adaleti de bozan bir yasak getirilmesi yetmezmiş gibi bir de getirilen yasağın çiğnenmesi durumundan nasıl bir yaptırım uygulanacağı da belirtilmemiş. Yani sadece yasak getirilmiş. O kadar.
E peki, o yasağa uyulmazsa ne olur?

-“Bilmem.”

Eğer hala daha anlaşılmadıysa somut bir örnek üzerinden gidelim. Teröristler, 1993 yılında Iğdır’ın Aralık İlçesinde bulunan Sultantop Karakoluna yaptıkları baskın neticesinde sağ ele geçirdikleri askerleri can verene kadar büyük bir işkenceden geçiriyorlar. Diyelim bunu yapan teröristler şimdi yakalandı. Bunlara ne yapılacak?

Bir odada 3 öğün yemekle misafir mi edilecek? Peki bu işkence mi? Evetse neden, değilse neden?

Hayal dünyasından çıkıp hayatın gerçekliğini önümüze koyarak soralım: Bu tip haydutlar, suç işlemeden önce, en fazla, bir odada üç öğün yemekten daha fazla bir yaptırım ile karşılaşmayacaklarının bilincinde değiller mi sence?

İnsanları suç işleme konusunda cesaretlendiren şey de bu olmasın?

“Ben istediğimi yaparım. Yakalanırsam yatar çıkarım”.

Bunların “insan hakkı” diye pazarlanması ve insanların yavuz suçlularla baş başa ve çaresiz bırakılması yani karanlık çağın insanoğlunu çepeçevre sarması...

Elbette hakkı yenmiş, gasp edilmiş, katledilmiş masumu insandan saymayan, ona bunları yaşatanlara karşı aynı oranda cezalandırma yapılması gerektiği ile ilgili hiçbir şey söylemeyen bir beyannamenin “evrensel” olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Kendi içinde her türlü çelişkiyi barındıran beşinci maddeyi ise adalet kavramı ile bağdaştırmak mümkün değildir. 9 kişinin bu metne evrensel yakıştırması yapması kendilerini bağlar. Ayrıca kendilerini bağlayan bir şey daha var ki o da cezalandırmada adaletin yok edilmesi ile cesaretlenen suçluların, suç şebekelerinin canını yaktıkları insanların veballeri.

İşte bu koca koca veballere ortak olmamak için bizim mutlaka şahitliğimizi göstermemiz gerekiyor. O zaman önce adi suç şebekesi yandaşları hakkında konuşalım sonra neler yapılması gerektiği hakkında. "Neden adi suç şebekeleri hakkında konuşacağız ki?" diyecekseniz... Çünkü bu işin en büyük destekçisi onlardır da ondan.

Eminim masum insanların kendi ayağına sıkıp, haydutların en çok ihtiyaç duyduğu şeyin, cezalandırmada adaletin etkisizleştirilmesinin, insan hakkı olarak kabul edilmesi, onları bile hayretler içinde bırakmıştır. Elbette onlar da, altın tepsi içinde sunulan bu karanlık çağın nimetlerinden sonuna kadar faydalanmışlar ve devamı için ellerinden geleni yapmışlar. Örneğin terör örgütü destekli sözde insan hakları, demokrasi vs. dernekleri; bu derneklerde bulunan katil sürüsü yandaşlarının ağızlarından insan hakları bildirilerini düşürmemeleri... Bunların hepsi kendi adamlarının cezalandırma sürecini en yumuşak bir şekilde atlatabilmeleri için, daha genel bir ifade ile bu karanlık çağın devamlılığı için uyguladıkları yöntemlerdir. E tabi, bizzat masumlar tarafından yazılmış ve adına da insan hakları evrensel beyannamesi denmiş metnin beşinci maddesi gibi büyük bir kozun ellerinde olduğunu bilmenin verdiği rahatlık var üzerlerinde.

Gerçekten inanamıyorum böyle bir kozu nasıl ve hangi mantıkla suç şebekelerine sunarsın?! Yukarıda da incelediğimiz gibi savunmaya kalksan savunamayacağın, birisi kullandığın ifadelerin tanımını sorsa cevap veremeyeceğin, adalet anlayışı ile açıklayamayacağın bir maddeyi niye yazarsın. İnanılır gibi değil...

Tabi şunu da eklemek gerekiyor adi suç şebekesi propagandacılarının tek yöntemi bu değildir. Suç makinasını dönüştürdükleri suçlular için sosyolojik yorum yapma çabaları, işledikleri suçlara anlam yükleyebilmek için neden uydurma çabaları da cezalandırmada adaleti hafifletebilmek için uyguladıkları taktiklerdendir. Amaç laf kalabalığı yaratarak ilgiyi dağıtmak.

“Evet, yaptı ama bir sor neden yaptı”

“Aslında bireyler değil toplum suçlu” vs...

Nasıl da laf kalabalığı yaparak belirsizliğe çekmeye çalışıyor ama!

Peki, olması gereken, yapılması gereken ne?

Öncelikle cezalandırmada adaletin, masumlardan, suçluların kurbanı olmuş insanlardan gizlenen en temel hak olduğu vurgulanmalı ve 5. madde şu şekilde güncellenmeli:

Suç işlenen herkes, suçlusunun aynı oranda ve aynı yöntemle cezalandırılmasını talep etme hakkına sahiptir.

Bu hak esas alınarak cezalandırma yöntemleri tekrardan düzenlenmelidir. Katilin idamı, yaralayanın aynı yöntemle eşit sayıda darbe ile yaralanması(zor bir şey değil, bir makine vasıtası ile çok rahatlıkla hayata geçirilir), maddi zarar verenin zararı eşit oranda karşılaması vs. gibi suçlunun, kurbanına yaşattığı ile eşit bir oranda ceza ile karşılaştığı bir cezalandırma sistemi oluşturulmalıdır. Sadece bu kadar da değil, kamu düzenini bozmaktan da ayrıca hapis cezası almalıdır. Yani suçlu adil cezalandırma düzeninde önce kurbana yaptığının bedelini, akabinde de kamu düzenini bozmanın bedelini ödemelidir. Böylece hem kurban hem de devlet hakkını almış olacaktır.

Suçu işleyen çocuksa?

Suç işleyebilen hiç kimse çocuk değildir. Öncelikle çocuk olmayı “yaş” ile belirlemeyi bırakmalıyız. Zaten bunu bildikleri için adi suç şebekeleri, yaptırabilecekleri her işe belli bir yaşın altındaki insanları koşturmaktadırlar. Ama yok, eğer illa ki çocuk kavramını kabul edeceksek, o zaman ceza, çocuğu hayata getiren ana babayı da kapsamalıdır. Yani cezalandırmadan kaçış diye bir şey hiçbir şekilde olmamalıdır.

Mesela sokak köpekleri, gruplaşıp insanlara saldırıp öldürüyorsa, burada mutlaka kısas gerekmektedir. Köpeği sorumlu tutamayacağına göre, kısas edilecek o köpeği sokağa salandır. Salan tespit edilememişse, bu tip sokak köpeklerini toplama, gerekirse itlaf etme işini yapmayan belediye başkanı ya da o işten sorumlu kimse o kısas edilecektir.

Peki, sokak köpeğini öldürmek de kısas istemez mi?

Her kim evine bir hevesle oyuncak alır gibi köpek alıp, sıkıldıktan sonra sokağa salıyorsa vebal ona aittir. İtlaf edene değil.

Bunun yanı sıra, evine hayvan alıp eziyet edenler, onları dövüştürenler de yaptıklarının aynısı ile cezalandırılmalıdır. Bunu yapanın ya da herhangi bir suçu işleyenin psikolojik olarak sorunlu olması da cezalandırmadan kaçış için bir bahane olamaz.

Zarar verenin bir çocuk olmasının, bir hayvan olmasının ya da psikolojik sorunlu biri olmasının bile cezalandırmadan kaçışın bir nedeni olamayacağını vurgulamak için bu örnekleri verdim.

Bir başkası da "silahsız" olma... Terör örgütü mensuplarının çok fazla istismar ettikleri konudur bu. Ellerine silah aldıkları zaman istedikleri gibi ölüm saçabilen örgüt mensupları, silahsız olduklarında ise herkes gibi dokunulmaz bir şekilde hayatlarına devam edebilmektedirler.  

Burada terörle mücadelede de eşitlik ilkesi sağlanmalı ve eğer bir güvenlik gücü, bir yerlerde, terör örgütü mensubu olduğu tescilli biri gördüğünde karşısındakinin silahını olup olmadığına bakmaksızın ateş etme hakkına sahip olmalıdır. Eğer terör örgütü mensupları, modern toplumların özgürlük anlayışını istismar ederek insanları istedikleri gibi katledebilme özgürlüğü yakalayabiliyorsa, aynı şekilde istenildiği gibi öldürülme özgürlükleri de olmalıdır. Bu şekilde güvenlik güçlerinin vazifelerini adil bir şekilde yapmaları sağlanmış olacaktır.

Ayrıca aynı suçu tekrar tekrar işleyenler içinse cezalandırma eşit oranda değil, artırılarak yapılmalıdır.

(Bu konu için çok daha fazla örnek, detay ve durum yazabiliriz. Eğer gerekirse sadece bu konuyu içeren yeni bir yazı hazırlayabilirim.)

Suçun ancak bu şekilde önüne geçebilirsin. Ne kadar güvenlik görevlisi istihdam edersen et, teknolojik olarak ne noktaya ulaşırsan ulaş başka türlü suçun önüne geçemezsin. Geçemiyorsun da. Bunlar ancak suçluyu yakalama noktasında işe yarar. Eğer caydırıcı bir şekilde cezalandıramıyorsan suçluyu yakalamış olmanın çok da bir kıymeti olmayacaktır. Bunun en büyük delili bırak farklı farklı suçları, aynı suçu defalarca işlemiş ve hala daha elini kolunu sallayarak yakabileceği canları arayan suçlulardır.

“Aman ortaçağda mıyız canım” diyenler, ortaçağda işlenen suçların tamamının aynı şekilde günümüzde de işlenmeye devam ettiğini bir zahmet görsünler. Hatta günümüzdeki suç oranları ile ortaçağdaki suç oranlarını karşılaştırıp hangi dönemin daha insani olduğuna karar versinler.

O zaman şimdi sıra dünyanın bütün masum, kendi halinde yaşayan insanlarının medeniyet diye pazarlanan şeyin adaletsizlikten başka bir şey olmadığını görmesinde. Görüp sesini çıkartmasında.

0 comments :