2008 – 2012 yılları arası yakın dönem Türkiye tarihinin en karanlık dönemiydi. Cehalet her tarafı sarmış; biri narko, diğeri ise sözde din üzerinden ilerleyen iki terör örgütü her tarafa egemenliğini kurmuş; altı bomboş beş para etmez iddiaları ile ortalıkta carcar geziyorlardı. Bilenler bilir bilmeyenler için olayın vahameti anlaşılsın diye söylüyorum, öyle bir dönemdi ki tam 4 yıl boyunca sayısız insan hakkında sayısız iddiada bulunuldu. Yahu bir tanesi doğru çıkmaz mı! Tek bir tanesi ama tek bir tanesi bile doğru çıkmadı. Öylesi bir kabus dönemden bahsediyorum. Bunun paralelinde ise bu alçaklığa, bu ahmaklığa karşı ses çıkarması gerekenler de pek ses çıkarmıyor, “bana dokunmadıkça sorun yok” mantığı ile olabildiğince ehli keyif olarak günleri geçirmeye çalışıyorlardı. Ortalığın
tamamen sindiğini, yalan olduğunu bile bile söyledikleri beş para etmez iddialarına
itirazın gelmediğini gören terör örgütü mensupları, bu akıl tutulmasına, bu itirazsızlık durumuna kendileri bile inanamaz bir halde azıttıkça azıtıyorlar; sınırları nereye kadar zorlayabileceklerini kontrol ediyorlardı. İyi de bu noktaya nasıl gelinmişti? Bu noktaya şöyle gelindi: 80’li 90’lı yıllarda ana baba olanlar çocuklarını
“aman siz hiçbir şeye karışmayın” telkinleri ile yetiştirmiş; ehli keyif
olmak insanın işine geldiğinden, çocuklar da bu telkine çok itiraz etmemiş; sorumluluk alınması gereken, riskli hiçbir konuya girmemeleri gerektiği akıllarının bir köşesine yazılmış bir halde, 80’li 90’lı
yıllarda güvenlik ve huzur içinde harika bir çocukluk dönemi geçirmişlerdi. Bu süreç tabi ki de bir fiyasko ile sonuçlanacaktı. Peki neden 80’li 90’lı yıllarda ana baba olanlar çocuklarına “hiçbir şeye karışmayın” telkininde bulunuyorlardı? Çünkü 60’lı 70’li yıllarda ortalığı karıştıran, şu anda ne kadar çabalansa da niteliksizlikleri yüzünden bir türlü efsaneleştirilemeyen kendisine "solcu" diyen (bir kısmı ilgi budalası, harcanmış; diğer kısmı ise niteliksiz dolandırıcı) insanları bizzat görmüşlerdi. Onların ne kadar niteliksiz, ne kadar cahil olup da ne yapıyorlarsa sadece ilgiye olan açlıklarını, ünlü olma isteklerini siyasi arena üzerinden tatmin etmek için yaptıklarını biliyorlardı. Ayrıca bunun için nasıl da büyük büyük konuşan insan taklidi yapmaya çalıştıklarının da farkındaydılar. Bu uğurda her köşe başına açtıkları siyasi parti, dernek tabelaları da cabasıydı. Aslında iş versen iş yapamayacak, hiçbir konuda işe yarayamayacak durumdaki o insanların nasıl da ortalığı karıştırdığını, bugünlerde şarkılarla şiirlerle efsaneleştirilmeye çalışılıp bir türlü başarılamayan bu tiplerin nasıl da boş beleş bir şekilde harcandıklarına gözleri ile şahit oluyorlardı. Elbette çocuklarının da bu duruma düşmesini istemiyorlardı. Onun için hiçbir şeye karışmamalarını tekrar tekrar telkin ediyorlar, bunun sonucunda o yılların çocukları hiçbir şeye bulaşmayan halleri ile huzur ve güvenlik içinde çocukluklarını geçiriyorlardı. Peki neden 80’li 90’lı yıllarda güvenlik ve huzur içinde bir çocukluk dönemi yaşandı? Çünkü yakın dönemin en büyük devlet adamı Kenan Evren, sorumluluk
alıp, ne köy ne kasaba olur, sırf ilgi açlıklarını tatmin etmek için ortalığı karıştırmaya
çalışan, cehaletleri paçalarından akan bu ilgi delilerinin kökünü kazımıştı. Buradan şunu anlıyoruz ki; gücü eline alan bir kişi faydalı olma niyeti ile sorumluluk alıp,
korkusuz bir şekilde, adaleti tahsis etmeye çalışıp, suçluya hak ettiği cezayı
kestiğinde yıllar yılı huzur içinde yaşanabiliyordu. Yani her daim yapılması gereken en önemli şey: Suçluya hak ettiği cezayı veren sistemi kurmak. Fakat bu durum, rahata fazla alışan insanların sorumsuzca davranmaları yüzünden kötü bir şekilde sonuçlandı. Dediğimiz gibi ebeveynler çocuklarına, örgütlenmeler tarafından harcanmasınlar diye, -ki oraların insan harcama merkezleri olduğunun herkes bilinçaltında farkındaydı-, hiçbir şeye karışmamalarını telkin ettiler. Bunun neticesinde, sorumluluklarının bilincinde, ahlaklı, dürüst insanlar tarafından doldurulması gereken kadrolar boş kaldı. Boşluğu terör örgütü militanları kadrolaşarak doldurdu. Zaten en başta ahlaksız oldukları için o örgütlere girmişler, aynı tutarlılıkla ahlaksızlığa devam edip "Beni bu konuma onlar getirdi. Onlar ne derse yaparım" diyerek tüm devlet mekanizmasını çökerttiler. Sonuç tam bir fiyasko oldu. Hatta bu durumdan hala ders çıkarılmadığına şahit olmaya devam ediyoruz. Bugün Türkiye’de umut bağlanan, medet umulan tiplere bakıyorsun. Ortalık, hiçbir kutsalı olmayan cahil şovmenlerden; kendisine sıfat takılsın, kendi efsanesini yaşasın diye yanyana gelmediği kimse kalmamış tiplerden; işlemediği suç kalmadığından cezalandırma hukuku hakkında konuşamayacağının farkında olan güç sahiplerinden geçilmiyor. Yani neymiş? Eğer hiçbir şeye karışmazsan, günün sonunda kendini cahil şovmenlerden ya da muhalefeti dolayısıyla hazine yardımını garantileyip terörist beslemelerini doyurma ve onlara da kendini övdürme derdindeki mezhepçilerden medet umar bir halde bulurmuşsun. Onun için 80'li 90'lı yıllarda doktor, mühendis vs olmak için çabalayan sınıfın çalışkanları, fedakarca mücadele edilmesi gereken siyasi kadroları boş bıraktıkları için, "dur şu siyasi parti tabelasına yakın durayım, bir şeyler ayarlarız" diyen sınıfın çok da çalışma derdinde olmayanlarından medet umar bir halde buldular kendilerini. Bu tip insanlardan medet umuluyor olması mı daha kötü yoksa bunların, tesadüfen bir yerlere geldikten sonra "Dur şimdi filmlerdeki gibi, 'ideallerimiz için yaşar, davamız için ölürüz' tadında cümleler kurayım" diyerek yaptıkları konuşmalara şahit olmak mı daha kötü, karar vermek çok zor. Ve bugün, bu durumdan hala ders çıkarılmadığına şahit olmaya devam ediyoruz. Az bir insan hariç, insanların büyük bir kısmı şeytanın kurduğu bu dünya düzenin tadını çıkarmaya çalışıyor. Kimisi başarıyor, kimisi başaramıyor. Başaramayanlar ise bir gün tadını çıkaracakları umudu ile ömür tüketiyor. Şeytan ise kurduğu bu dünya düzeninde iki şeyin bozulmasını istemiyor. Bir, kontrolsüz üremenin kontrol altına alınmasını. Hemen hemen bütün kötülüklerin ana kaynağı budur. İki, hiçbir cezalandırmanın olmadığı sözde cezalandırma(!)
hukukunun hedef alınmasını. Suçlunun hak ettiği cezayı almadığı bu düzen şeytanın gücünü aldığı yerdir. O zaman biz onun gücünü alığı yeri hedef almaya devam edelim. Sizler de bunları hedef alın. Bundan başka bir konunuz olmasın. Böyle olalım ki, kendi efsanesini yaşayamaya çalışan, muhalif(!) pozisyonunu
koruyarak hiçbir riskli konulara girmeden, ilgi açlığını tatmin eden nitekliksizlerden
medet umar bir halde bulmayalım kendimizi. Bunların sadece vakit kaybı olduğunun ayrımına varalım. Bunlardan medet umuyor olmanın ne kadar büyük bir utanç olduğunu anlayalım. Hakikati söyleme konusunda korkusuz olmak, yadırganmaktan korkmamak gerekiyor. Biz öyle yapmaya çalışalım ve hakikati söylemeye devam edelim. Kontrolsüz üremenin kontrol altına alınması ile ilgili çalışmalarımızı yaptık. Yayınladık. Kaydı tutulmayan seçim sistem sistemine karşı da çalışmalarımızı yaptık. Yayınladık. Cezalandırma hukuku üzerine de bir sürü çalışma yaptık. Yayınladık. Ama yetmez. Yapılması gereken en önemli işi yapmaya yani cezalandırma hukukunun üstüne gitmeye devam etmek gerekiyor. Gidelim o halde. Bu uzun girişten sonra konu başlığımıza başlayalım. Birisi, başka birini kasıtlı olarak haksız yere öldürdü ve bunun sonucunda adaletin sağlanması bağlamında kesinlikle yapılması gereken şey olan idam cezası uygulandı diyelim. İyi de uygulanan idam cezası öldürüleni geri getirir mi? Getirmez. Peki o zaman neden bir katili idam edelim ki? Olan olmuş. “E o zaman katiller cezalandırılmasın mı?” diyebilirsiniz. Elbette idamla cezalandırılsın ama önemli olan kişi suçu işlemeden cezalandırmayı gerçekleştirmedir. Hiç kimse bir anda karar vererek birini öldürmez mutlaka bunun öncesinde aralarında bir şeyler geçmiştir. Yani yapacağı şey ile ilgili mutlaka sinyaller verecektir. Bu süreci, verilen sinyalleri takip ederek masum katledilmeden idamın gerçekleştirilmesi gerekiyor. Yani olay olmadan; masumu koruma, suçu önleyici mahiyette idam cezasını gerçekleştirmeliyiz. Hatta bir katili idam ile cezalandırmanın mantığı, sadece öldürmenin bedelini ödetme değil, “bir kere
öldürdü ise bir kere daha yapabilir” olmalı yani önleyici mahiyette olmalıdır. Bu şekilde yapma, birilerini öldürme
niyetinde olanların bu işten hapis yatarak kurtulamayacaklarını gösterme olarak ekstra bir fayda ile gelecektir. Yani idam cezası her daim önleyici mahiyette uygulanmalıdır. Bu mantığı genele uyguladığımızda, idam cezası sadece öldüreni değil, öldürmeye niyet edeni, ölüme gidişin yolunu yapanları da hedef almalıdır. O zaman, örnek olması bağlamında idam cezasının uygulanması gerekli durumların bir listesini yapalım. 1. Kasıtlı olarak haksız yere insan öldürme durumunda. Ayrıca katilin yakın çevresi ile irtibatına bakılır. Onu destekleyen, cesaretlendiren birileri var ise onlar da idam edilir. 2. Tehdit edilme durumunda. Kimse kimseyi tehdit edemez. Niyet eden yapmış gibidir prensibi uygulanır. Bir şahıs, tehdit edildiğini gösterebilirse, tehdit eden idam edilir. Tehdit geçene, idam tamamlanana kadar ilgili kişi açılacak sığınma evlerinde, gerekirse çocukları ile birlikte bütün masrafları karşılanarak misafir edilir. Önce tehdit edenin idamı gerçekleşir. Daha sonra çevresi ile ilişkisi kontrol edilir. Onu destekleyen, cesaretlendiren birileri var ise onlar da idam edilir. Bunun sonucunda herkes kimin ile arkadaşlık yaptığına dikkat eder. Tehlikeli adamlar ile takılıp o işten kurtulma ortadan kalkar. Bu şekilde çeteleşmelerin de önüne geçilir. 3. Tütün, alkol, kenevir vs. gibi maddeleri kullanmayan birine bunları ikram etme veya satma durumunda. Bir insanı ölüme götürme de idam ile cezalandırmalıdır. Bu bağlamda madde bağımlılığı olmayan bir insana bağımlıklık yaratan maddeleri satma veya ikram etme de idam ile cezalandırılmalıdır. İyi de bir insanın tütün, alkol vs kullanıp kullanmadığını nasıl tespit edebiliriz? Çok kolay. E-devletten kendi beyanı ile. Kişi e-devlet
üzerinden bağımlılık yapan zararlı maddeleri kullandığını işaretler. Sigara, alkol
satan işletmeler, satış anında şahsın girdiği bilgiyi e-devlet üzerinden kontrol ederek sigara ve alkol satışı
yapar Bu bilgiyi girmemiş kişiye satış yapmak idam ile cezalandırılır. Bir arkadaşına alkol ısmarlamak isteyen kişi de e-devlet üzerinden kontrol ederek ısmarlamayı gerçekleştirir. Eğer bir hükümet sigara kullanan kişilere memuriyet vermek
istemiyorsa da bu şekilde bunu rahatlıkla başarır. Ya da sigara içenlerin toplu taşıma araçlarını kullanmasını yasaklamak istiyorsa yine bu şekilde bunu rahatlıkla başarır. Birisi devamlı olarak sigara alkol kullanıp kullanamama seçeneğini
işine geldiği gibi "evet kullanıyorum", "hayır kullanmıyorum"
şeklinde değiştirmesinin önüne nasıl geçilir? Önüne geçilmez bunu kaç defa değiştirdiğinin de sayısı tutularak
istismar edip etmediğine bakılarak o yönde tedbir alınır. Örneğin 4 kere değştirdi ise kalıcı olarak "sigara kullanıyor" bilgisi işaretli kalır. 4. Belli bir sayıda suç kaydının oluşması durumda. “Bilmem ne kadar suç kaydı olan kişi yeni suçunda yakalandı, adli kontrol şartı ile salıverildi” gibi haberleri kaç defa duymuşsunuzdur. Bir insanın adi suç kapsamında belli bir suç kaydı hakkı olmalı. Bunu aştığında idam gerçekleşmeli. Örnek olarak 4 suç kaydı hakkı olmalı. Beşinci suçu ne olursa olsun idamı gerçekleşmeli. Bu sayıyı zamanla daha da azaltabiliriz. 5. Adalet ve güvenlik kurumu çalışanlarının görevlerini istismar etmelerinde. Hâkim, savcı, polis, asker olup belli başlı çetelerle bağı olanların, ya da örneğin birisi hakkında şikâyette bulundunuz ve şikâyet edilene, şikâyet edenin bilgilerinin paylaşılması gibi bir durum yaşandığında yapanın idamı gerçekleşmelidir. 6. Akıl hastalığı durumunda. En baştan söyleyeyim, burada kesinlikle down sendromlu veya buna benzer durumdaki insanları kastetmiyorum. Psikopat durumda olup, hatta normal bir katilin bile yapamayacağı akıl almaz işkence metotları ile insanları öldürebilenleri hedef alarak yazıyorum. Biraz sonra açıklayacağım şeyi bu başlık altına yazmam illa ki idam olsun dediğimi de zannettirmesin. Ama onunla eşdeğer bir durumdan bahsedeceğim için bu başlık altına yazıyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim. "Cezai ehliyeti yoktur" kavramını kabul etmiyorum. Cezai ehliyeti olmama durumunu çocuk olma ve akıl hastası olma durumu için söylüyorlar. Katılmıyorum. Kasıtlı olarak suç işleyebilen herkesin cezai ehliyeti vardır. Sadece çocuk için şunu söyleyeyim. Suç işleyen çocuk bizzat cezalandırılmayacaksa bile ana babası cezalandırılır. Yine cezalandırılma gerçekleşir. Akıl hastalığı konusuna gelirsek... Mevcut dünya düzeninde “cezai ehliyetleri yoktur” denilerek akıl hastası raporu almış insanların cezalandırılmalarının dahi önüne geçilmektedir. Biz burada bir adım önüne geçelim. Sadece, suç işledikten sonra cezalandırmaları sağlanmamalı, heyet kararı ile bu durumdaki insanlar suç işlememiş olsa bile dışarıya salınmasına engel olunmalıdır. Bu madde en tartışmalı madde olacaktır. Ama birilerinin bu doğruyu anlatması gerekmektedir. Tekrardan söylüyorum, burada down sendromlu veya buna benzer durumdaki insanlardan bahsetmiyorum. Çivici katil vs. insanlardan bahsediyorum. Akıl hastanelerin hapishane bölümüne gidip, oradakilerin hangi tip yöntemlerle ne tip suçlar işlediklerini okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. İşte bu durumdaki insanların şiddet eğilimi göstermeye başlaması ile birlikte tıbbi rapor ile önleyici tedbir alınmasından bahsediyorum. Çünkü amacımızın masumların katledilmesini engellemek ve masumların katledileceği yolların hepsini kapatmak olduğunu söyledik. Bu noktaya giden sinyalleri takip etmek ve ona göre tedbir almaya mecburuz. Yazdığım alt başlıkların tamamı bu prensip gereği yapılması gerekenleri içermektedir. Konunun daha iyi anlaşılması için akıl hastalığı konusu için bir örnek vermek istiyorum. Diyelim bir psikopat sana veya bir yakınına kafayı taktı ve seni öldürmesi gerektiğini düşünüyor. Seni veya bir yakınını bir şekilde ele geçiriyor. Saatlerce, günlerce belki haftalarca süren işkenceden sonra öldürüyor. Sen neden böyle bir şey yaşayasın ki? Üstelik mevcut cezalandırma hukukunda bu gibiler için "cezai ehliyeti yoktur" denmesi de cabası... Soru
şu: Çivici bir katil var, şizofrenik bir şekilde senin ölmen
gerektiğini düşünüyor ve seni bir yerde kıstırıp saatler süren işkence
ile öldürecek. Bunu yapamaması için ne yapmalıyız?
Yaptıktan
sonrasını konuşmuyorum. Yaptıktan sonrası için zaten idamı olmalıdır.
Ama önemli olan bu olmadan müdahale edebilmek. İşte onun için bu listeye
"Akıl hastalığı durumunda" alt başlığını bir madde olarak ekledim. Eğer ki bir insan bu durumdaysa, tıbben bunun teşhisi konabiliyorsa, idam şart değil ama idam ile eşdeğer bir durum olarak dışarı hiç salmamak gerekiyor. Cezai ehliyeti yok diyorsan, dışarı salamazsın. Başkaları ile aynı ortamda bulunduramazsın. Dediğim gibi idam olmayabilir. Ama idam ile eşdeğer bir durum olarak dışarı salınması yasaklanmalıdır. Suçlunun hak ettiği cezayı gördüğü bir dünya düzeninde yaşama ümidiyle... |
3 Temmuz 2023 Pazartesi
Önleyici Mahiyette İdam Cezası
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 comments :
Yorum Gönder