5 Şubat 2023 Pazar

Adalet Günü Deterministiktir

Bir insan neden Gülen cemaatine katılır?

Birinin Gülen cemaatine katıldığını duyduğunuzda ne düşünürsünüz? Aklınıza ne gelir?

Benim aklıma çıkarını düşünmesi, iş bulurken, eş bulurken kıyak çekileceğinin, kendisine sahip çıkılacağının hesabını yapması yani adaleti bozmaya çalışması, adil hayat mücadelesinden kaçmaya çalışması geliyor.

Samimi olarak cevap verin, hiç aklınıza dini gerekçeler, Allah’ın rızası falan gelir mi?

Yani mesela Gülen’in kitaplarını okudu, sohbetlerini dinledi, çok etkilendi ve o cemaatin mensubu oldu diye bir şey olabilir mi? Tarafsız bir gözle bakıp, kitaplarını okuyarak o yapılanmanın içine girmiş bir kişi bile var mıdır?

Mümkün değil. Olamaz. Neden mümkün değil? Neden olamaz?

Çünkü böyle bir şey sadece, herkese hitap eden işe yarayacak bir şeyler bulmuş olması ile mümkün olabilir. Başka türlü zaten dikkat çekemez.

Peki, Gülen’in herhangi bir konuda orijinal bir açıklamasını, benzersiz bir tespitini gördünüz mü hiç? Bir yaraya merhem olduğunu?

Yaraya merhem olmayı bırak. Ben bir iki sohbetine şahit oldum. Özellikle ilk dönem İslam tarihi ile alakalı yaşandığını söyleyip ağlayarak anlattığı şeylerin bir kısmı hiç yaşanmamış, bir kısmı da onun anlattığı gibi yaşanmamıştır.

Peki, elde avuçta övülecek hiçbir vasfı olmayan bu tip bir insanı nasıl översiniz?

Gülen özelinde değil, genel olarak soruyorum, objektif olarak baktığında ortaya koyduğu tek bir fayda gösteremeyeceğin bir insanı övmen istense bunu nasıl yapabilirsin? 

Bu soruyu aklımızda tutalım.

İnsanlar neden doğa üstülük isterler?

İman etmekten, sorgulamaktan kaçmak için. Peki iman etmek nedir?

İman etmek, mantığını kurmaktır. Bu kavram dinler tarihinde hep yanlış anlaşılmıştır. İman etmenin inanmak olduğu sanılmıştır ama bu yeterli değildir. İman, aklını kullanarak mantığını kurmaktır. Ama eğer doğa üstülük varsa hiç mantık kurmaya, mantık kurabilmek için bilgi birikim sahibi olmaya çalışmaya gerek yok demektir. 

Yani mucize, keramet gibi doğa üstülük beklentisini tetikleyen temel dürtü imandan kaçıştır. Adaletten kaçış da diyebiliriz. Mucize, keramet gibi şeyler geleneksel din tarihinde dini bir şeymiş gibi sunulması sizi aldatmasın. Bunlar iman etmekten kaçmaktır. Ve o kaçış, o kadar tatlıdır ki, dine en uzak şey, din sosuna batırılarak sunulmuştur yıllar yılı.

Şimdi az önce sorduğumuz soruya geri dönelim. Elde avuçta övülecek hiçbir vasfı olmayan bir insanı nasıl översiniz?

Onun hakkında hiçbir zaman ispatlayamayacağın ve aynı zamanda da çürütemeyeceğin olağanüstülük hikayeleri anlatarak. Yani kaçak dövüşerek.

Mucize, keramet beklentisi imandan yani adil sınanmadan kaçış, çeteleşme de adaletten kaçış ve çete liderini doğa üstülük muhabbeti ile övme de adaletten kaçış ise, o zaman din sosuna batırılmış çete mensubu olmak ile, o çetenin liderini olağanüstülük ile övme ve iman etmekten kaçmak için olağanüstülük hikayelerine meyletmenin tamamı aynı dürtüden kaynaklanır. Yani bunlardan birinin bir insanda görülmesi ile birlikte diğerlerinin de mutlaka görülüyor olması tesadüf değildir. Biri varsa mutlaka diğerleri de vardır.

İşte onun için din sosuna batırılmış çeteleşmiş oluşumlar, keramet muhabbetlerini de çıkaran yerlerdir. Eğer birisi günlük hayat mücadelesinde adaleti bozabilmek niyeti ile bir tarikata girmişse, mutlaka tarikat liderini doğa üstülük ile övecektir ve en temelde iman etmekten kaçmak için de mucize, keramet gibi bir beklenti içindedir. İşte bir oluşumu tarikat yapan şey bunlardır. Şunu not edeyim: Burada tarikat deyince İslam coğrafyasında görülenlerden bahsetmiyorum sadece, dünyadaki din görünümlü bütün tarikatlardan bahsediyorum. İnceleyin hepsinde bu özelliklerin tamamının görüldüğüne şahit olacaksınız.

Bahsettiğim olağanüstülük muhabbetine bir örnek vermek istiyorum. Gülen Cemaatinin zamanında kendi aralarında bolca anlattıkları bir hikâyedir bu:

Bir gün mübarek bir zat Peygamberimizin mezarına gitmiş. (Bu arada, bu olay için neden mezara gidiliyor onu da anlamış değilim. Hikâyenin inandırıcılığı artsın diye belki). Ellerini açıp, “Ya Resulallah, ne olacak bu Türkiye’nin hali?” diye sormuş. Bir anda Peygamberimiz zuhur etmiş ve “Biz orayı Fethullahilere bıraktık” demiş.

Ne kadar da rahat Peygamberin adını kullanıyorlar değil mi. (Bu arada, tarikatlarda bu tip hikayelerin kat be kat fantastik versiyonları anlatılır.)

Bu hikâyeden anladıkları: 1-) Doğaüstü bir olay yaşanıyor, demek ki din var. Çelişki, iman gibi konularla uğraşmaya gerek yok. 2-) “Bu doğa üstülük bizle alakalı demek ki biz iyi şeyler yapıyoruz”. Oh mis gibi cevazı aldı istediği yağmacılığı yapabilir artık!

Örgüt mekanizması ise şöyle çalışıyor: Önce örgütün eskileri, yeni gelmişler için adaleti bozuyor. Bir yerlere sokuyorlar. Sonra o sokulan da bir sonraki tertipte gelecekler için adaleti bozuyor. Çark böyle dönüyor. Bütün bu hikayeler de dönen bu çarkı gizlemek için uyduruluyor.

Peki her dini oluşum kötü müdür? Tabii ki de hayır.

Bugün çeşitli derneklerde, vakıflarda akademik değeri yüksek dersler yapılıyor. Sorulara, konulara mantık çerçevesinde cevap verilerek, yaralara merhem olunuyor. Yardımlaşılıyor. Gayet güzel. Onun için bunu not etmemiz gerekiyor. Herkesin aynı kefede olmadığını vurgulamak gerekiyor.

Ayrıca yukarıda bahsettiğim çark sadece din sosuna batırılmış çeteler tarafından kurulmuyor. Onlardan daha fenasını kuran din sosuna batırılmamış çeteler da vardır. Onlar da kendilerini, işçi haklarını savunuyoruz, kadın haklarını savunuyoruz, hayvan haklarını savunuyoruz diye pazarlamaya çalışıyorlar. Çoğunlukla kendilerini “sol(?) örgüt” olarak isimlendiriyorlar. Örgütün silahlı militanı hamile kadınları tarıyor, kravat takmış militanı ise büyük şehirlerde kadın haklarından bahsediyor. Vitrine böyle şeyler koyup onlar da çeteleşip kadro ayarlamaya çalışıyorlar.

Cevabını kısmen verdiysek de yine de soralım: Bir insan neden PKK’lı olur?

Birinin PKK’ya katıldığını duyduğunuzda aklınıza ne gelir?

Örgütün militan bulabilmesinin toplumsal gerekçesi ailesinin dünyaya getirirken hiçbir gelecek hazırlamadığı çoğunlukla çok kardeşli çocukların; dersten, okuldan, adil hayat mücadelesinden kaçmaya çalışma içgüdülerinin, akraba bağı, arkadaş gazı ile birleşmesidir. Bu şekilde örgüte militan toplayabilmekte, iki cümleyi bir araya getiremeyen örgüt militanlarının ölmeleri, öldürmeleri sağlanabilmektedir.

Bunun yanı sıra bir de işin şu boyutu var. Kontrolsüz üreyen insanların çoğunlukta olduğu bölgelerde, başarısızlık oranı çok yüksektir. Bu tip insanlar ise, ilgiye çok açtırlar. Farklı oldukları, özel oldukları telkinine ise çok çabuk kanarlar, hiç sorgulamadan. Bu telkin, aklını kullanmaktan kaçış ile birleşir ve örgüte katılım gerçekleşir. Bu şekilde militan, hayatında hiçbir zaman görmediği ve muhtemelen de göremeyeceği bir ilgi ile karşılaşacağını düşünür. Çünkü çok büyük kötülükler, katliamlar yapılmakta ve insanların bu konuya ilgi göstereceğinin farkındadır.

Elbette ki silahlı militanlar örgütün tek unsuru değildir. Hatta sayıca çok da azdır. Asıl kalabalığı silahsız militanlar oluşturuyor. Bu yapıda silahlı militanlar, örgüte katılmamışların şehirde çarklarını döndürebilmesi için ihtiyaç duydukları argümanı sağlıyor. Asıl çarkı örgüte katılmamışlar döndürüyor. Bunları delil getirerek, “Dağda ölen insanlar varsa, demek ki ortada bir sorun var” diyerek hiçbir yerde, hiçbir zaman tanımı yapılmamış kurgu sorunları açıklamaktan kurtulmuş oluyorlar. Şehirde, sanki “toplumsal olaylarla ilgileniyormuş, birilerini haklarını savunuyormuş” gibi yapma şansı yakalıyorlar. Vitrinde bu söylemler dururken onlar da arka planda çeteleşmeye birbirlerine avantaj sağlamaya çalışıyorlar. PKK kadrosundan üniversitelerde akademisyen olmuş kaç kişi var şu anda biliyor musunuz, ya da belediyelerde iş ayarlanmış… Çeteleş ve hak etmediğini elde et. Bunu yaparken de yaptığın alenen ortaya çıkmasın diye işçi hakları, kadın hakları, şunların hakları, bunların hakları diye muhabbet döndür. Bu şekilde arkada kurduğun çark dönsün. Ne kadar ilginç değil mi? Tarikatçılıktan bahsederken de aynı yere ulaşmıştık.

Tek fark tarikatlarda adaletten kaçış din sosuna batırılmış hikayelerle yapılırken, buralarda ise fantastik ezilme(?), sömürülme(!), asimile olma(?), soykırıma(!) uğrama hikayeleri ile yapılır. Ha bir de onların doğuştan gelen farklı bir özellikleri varmış. Onun için her türlü kötülüğü yapabilirlermiş.

O zaman Fethullahçılık gibi bir tarikatın yani din sosuna batırılmış herhangi bir çetenin mensubu olmak ile, PKK’lı olmak arasında bir fark bulunmamaktadır. Sadece aynı davranışın, yani adaletten kaçışın, farklı coğrafyalarda sergilenmesidir.

İşin ilginci bu ya: Bugün Fethullahçılar, PKK’lılar ile kol kola çalışmakta, birbirlerinin başarılı olmasını canı gönülden istemektedirler. Fethullahçılar önce, yıllar yılı destek oldukları hükümete, hiç bunları yapmamış gibi bir günde yüzsüz yüzsüz muhalif oldular. Yetmedi darbeye yapmaya kalktılar. Onu da beceremediler. Şimdi yine aynı yüzsüzlükle, “darbeyi aslında hükümet kendi kendine yaptı” diyerek insanların aklı ile dalga geçiyorlar. Bugün de PKK ile kol kola ve neredeyse birebir aynı üslupla gayet güzel propaganda faaliyetlerine devam ediyorlar.

Oysa ki, 90’lı yıllarda, ki ben dershanelerine gittiğim için yakinen şahidim, Fethullahçıların hatırı sayılır kısmı MHP’yi desteklerdi. Onlara o yıllarda siz PKK’lılar ile aynı ümmettensiniz deseydin, nasıl bir tepki ile karşılaşırdın kim bilir. Oysa ki, o yıllarda adaleti bozmaya, aklını kullanmaktan kaçmaya çalışanların doğuda öbekleştiği yer PKK, batıda öbekleştiği yerlerden biri Fethullahçılardı.

Ve bugün birleştiler.

Hayır bugün birleşmediler. Hep birdiler.

Sadece bugün tek ümmet oldukları alenen ortaya çıktı.  Bu uzun girişten sonra şimdi konumuza girebiliriz.

Adalet günü deterministiktir. Ne demek bu?

Adalet günü Allah’ın huzurun çıkıp, “Allah’ım beni affet! N’olur affet!”

“Ooo çok iyi yalvardın. Hadi cennete” diye bir şey yoktur.

Dünyada kiminle dava birliği etmişsen sonsuza kadar onunla birlikte olacaksın.

Daha doğrusu bu dünyada kimlerle tavizsiz mücadele ediyorsan, sonsuzlukta onlar nerede olacaklarsa sen orada olmayacaksın.

İşte Ümmetçilik bunu dünyada anlamanın yoludur. Ümmetçilik sonsuzlukta nerede olacağını, dünyada kimlerle birlikte olduğuna bakarak anlamanın yoludur.

Örneğin sen eğer ki PKK ile “tavizsiz” bir şekilde mücadele ediyorsan, sonsuza kadar PKK’lılar ile aynı yerde olmayacaksın. Mücadelen tavizsiz ise bu böyledir. Yani PKK mücadele edişin, PKK ile görünürde mücadele ise ve sana o anlık avantaj sağlıyorsa, bu mücadele tavizsiz mücadele değildir. Sen aslında çıkarın için mücadele ediyorsundur. Eğer çıkarın birleşirse, bir bakmışsın, bir anda PKK ile yan yana gelen insan oluvermişsin.

Ya da başka bir örnek olarak, PKK ile mücadele ediyor gözüküyorsun ama, PKK çömezi olmaya çalışan, siyaset ile uğraşıyormuş gibi yapmaya, hak etmediğini elde etmeye çalışan şovmenlere destek veriyorsan sen yine PKK ile mücadele ediyor sayılmazsın. Yani ümmetçilik bağlamında, böyle biri için, PKK sonsuzlukta nerede olacaksa bu kişi kesilikle tam tersi yerde olacak denemez. Muallaktadır.

Bu mekanizmayı kırabilecek tek şey tövbedir. O da aynı iman etmek gibi, çok zordur.

Böyle bir örgüte girdikten sonra hakikati görüp tövbe etmek, “kandırılmış” olduğunu da kabul etmek anlamına gelir. Kandırılmış olmak ise insanı toplumsal rekabetinde çok çok geri bırakır. Belki insan içine çıkmaması lazım gelir. Buraların mensuplarının hakikati görseler bile inat etmeleri bundan kaynaklanmaktadır. Yoksa ortada ne bir dava ne de inanmışlık bulunmaktadır.

Ayrıca şunu da not düşeyim: Farklı kulvarlardaymış gibi duran, ama özünde aynı davranışı sergileyen bu tip oluşumların kimi zaman birbirlerine karşıymış gibi görünmeleri, o anda çıkarlarının çatışmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle yağmacılar arası rekabettir. Herhangi bir fikirleri, davaları var ve fikirsel ayrılık yaşıyor olmalarından değildir yaşanan mücadele. Geçicidir. Zaman içinde mutlaka yan yana gelirler.

Bunların tek millet olduğunu gösteren bir başka örnek ise, seçimlerin yaklaşması ile birlikte -ister din sosuna batırılmış ister batırılmamış- çeteler için vaatlerin yoğunlaşıyor olmasıdır. Adalet duygusu ile bağdaşmayan bu tip vaatlerin yapılmasının nedeni buralara girmiş insanların girme nedenlerinin adaletten kaçma olduğunun bilinçaltında herkesin farkında olmasıdır. Aşiretler, tarikatlar, “sol(?)” örgütler vs.; kendilerinin toplu halde oy veren kolay oy depoları olduğunun sinyalini verirler. Bunu gören siyasi parti tabelaları da onlara adalet duygusu ile bağdaşmayan kıyaklar yapacaklarının sinyalini verirler. Bu şekilde karşılıklı sinyalleşerek tek millet olduklarını ispat ederler. Zaten kaydı tutulmayan ve verilen oy ile kimsenin cezalandırma sürecine girmediği mevcut seçim sistemi de bunun için harika bir ortam sağlamaktadır.

Bu şekilde herkes kendi milletini bulur. Tavizsiz ve samimi olarak kimlerle mücadele ediyorsanız, sonsuzlukta onlarla birlikte olmayacaksınız. Mücadele ediyormuş gibi görünüp aslında aynı kafanın insanlarının ise dünyada bir şekilde yolları kesişecektir.

"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165)

2 comments :

derwish dedi ki...

hocam YouTube kanalını takip ederken gördüğüm linke tıkladığımda karşıma çıkan bu harika yazı için gerçekten ama gerçekten size ne kadar müteşekkir olsam azdır o kadar güzel anlatmışsınız ki

encodeum dedi ki...

Teşekkür ederim @derwish. Eğer Twitter'dan takip ederseniz yazıları kaçırmazsınız.