21 Haziran 2015 Pazar

Cehaletin Babası: Kabil Ordusu Kumandanı

Eğer ki, başkasının buluşunu kendisine saldırı olarak algılayan birinin “Bunlar zaten Kur’an’da yazıyor” diyerek Kur’an’ı kıskançlığına siper etmesi seni de rahatsız ediyorsa okumaya devam et.


Oruç tutmayan insanlara saldırı olaylarını çokça duymuşsunuzdur. Dikkat edin, saldırıya uğrayan ya üniversitede okuyan güzel bir bayan ya iyi giyimli alımlı bir çift ya da zengin bir insandır. Oruç tutmayan fakir birine saldırı diye bir şeye şahit oldunuz mu hiç? Saldıranın “dünyevi statü” olarak daha aşağıda olana saldırdığına… Hep kendinden daha yukarıda gördüğüne ve –avam yaşam formunun ana damarı olarak- otomatik olarak hemen, kıskandığına… Onun için verdiğim bu iki örnekte de mesele Kur’an ya da oruç değil, Kur’an’ın ve orucun arkasına sinsice saklanmış kıskançlıktır.

Avamı* da buradan yakalar manipüle edersin. Kıskançlığını ortaya çıkarıp yönlendirirsin.
*Avamlık, insanların çok büyük bir kısmında var olan bir sıfattır. Avamın tam tanımını Devrim Dersleri – 4’te yapacağız inşallah.

Bir örnekle devam edeyim: İnsanlar sorumluluklarından kaçarken ya da suç işleyip de yakalandığında, kendini kurtarmak için bir bahane örneği olarak “psikolojik sorunlarım var” der. “Ateşim var” demez çünkü ateşi olup olmadığını ölçebilirsin ama psikolojik sorun belirsizdir doğrudan ölçümü yoktur. Dolayısıyla söylenen şeyin yalan olup olmadığı doğrudan ispatlanamaz. Belirsiz bir durum oluşur. 

İşte, cehaletin babası da, aynı suç işleyenin “psikolojik sorunlarım var” demesi gibi, kabillere devamlı olarak birlerinin kendilerini küçük gördüğünü söyler. Yani zarar verdiğini… Dolayısıyla başkalarına haksızlık yapabilme “hakları”(!) olduğunu…

Fiziksel zarar verdiğini söyleyemez çünkü bu kontrol edilir ve yalanı ortaya çıkar. Aynı az önceki örnekte olduğu gibi, küçük görme gibi belirsiz bir kavram üzerinden yapar ki, kontrol edilebilirliği olmasın. (Kaldı ki birisinin birini küçük görüp görmemesinden kime ne). Bu yalana inanıp inanmamak ise şahsın işine gelip gelmemesi ile alakalıdır. 

Elbette bu durum kabillerin de işine gelir ve bir tanesi de çıkıp: “İyi de ben onlardan zaten daha küçüğüm” diyemez. “Kimsenin beni, küçükmüşüm büyükmüşüm diye yargıladığını sanmıyorum. Ama yargılarsa elbette beni daha küçük görecek” diye de ekleyemez. Kendisinden daha başarılı olana haksızlık yapma ehliyetini, ondan “intikamını(!)” alma fırsatını kaçırmak istemez.

Neyin intikamı bu yahu?

Neyin intikamı olacak: Allah’tan alamadığı intikamı… Bilinçaltı muhasebesinde için için suçladığı ama itiraf etmeye cesaret edemediği Allah’tan alamadığı intikamı…

Kabil ordusunun kumandanı artık avamın Allah’tan alamadığı intikamı olmuştur. Dünyayı çokça isteyip, hiç istemiyormuş gibi yapanların... Dünyevi başarıyı, makamı, mevkiyi de çok isteyip ama bir türlü nefsini yenemeyip, elde edememiş ama bunu doğru bir şekilde elde etmeyi başaranlara “zarar vererek” onlara erişme hakkı yakalamışların... Zarar vererek erişmesi… Kabil ordusu kumandanını buna vesile olarak görmesi… 

Not: Başarılı olmuş olmanın tek kriteri hak yemeden yaşayabilmedir. Eğitim durumu, diploma, ekonomik durum değildir. Kendini yenip bir şeyleri yapmayı başarmış insanlar bu şekilde yaşayabilen insanlardır da. Bunu yapmayıp, üstüne bunu yapanları kıskanıp saldıran insanlardan bahsediyorum burada. Dünyanın tek mağdur insanları işte bu kıskanılma sıfatına sahip olan insanlarıdır. Tabi, hak etmediğini elde edip, bu haksızlığı dile getiren insanlara “işte gördünüz mü ben de kıskanılıyorum” diye kurnazlık yapmasın avamlar. Haksızlık yapıp, yapılanların dile getirilmesi ayrı bir şey, hak ettiğini elde etmişlerin yaşadıkları ayrı bir şey. Şimdi onu anlatacağız.  

Kabillerin kıskançlığını yönlendirmek ilk aşamadır. Şirk düzeninin temelidir. İnşası ise, hak etmeyene hak etmediğin vermekle olur.

Allah’ın bir sıfatı nedir?

Bize –inşallah- hak etmediğimizi verecek olmasıdır.  Yani cenneti…

Eğer ki avama hak etmediğini verirsen, seni ilah olarak görmeye başlar. Verenin kim olduğu nasıl biri olduğu önemli değildir. İşte şirk düzeni böyle kurulur. Liyakatı kaldırarak... 

Müşriklerin yavaş yavaş etrafında toplanmaya başlar. Onları hak etmediklerini elde ettirerek beslemeye başlarsın. Besleyerek onları alçağın alçağı yaparsın, üstüne bir de “küçücük alçaklar olmalarının suçlusunu” başkalarında aramalarında yolu olarak, “başkalarının kendilerini küçük gördüğünü” söylersin. Az önce de söylediğimiz gibi; içi boş, belirsiz ifadelerle başkalarına zarar verebileceklerini söylersin çaktırmadan. İşine gelen avam da bunu reddetmez.  Ve o başkalarının da, aslında onlara ilgi göstermesi gerektiğini, diğerlerine karşı suçlu olduğu gibi bir yalanı bilinçaltlarına işlersin.

Ne yazık ki, bazıları bu manipülasyonu yiyip, kendilerinde suç arıyor. Üstelik kendilerine itham edilen şeylerin hiçbirini yapmadıkları halde, bu cehaletin babalarından muhabbet dinleyenlere ilgi gösteriyorlar. Sanki suçluymuşlar gibi.

Dünyandaki en büyük başarıyı, başkasının hakkını yemeden yaşamayı, başarıyor isen senden daha mağdur hiç kimse yoktur. Sen kul hakkına bulaşmadan yaşamaya çalışıyorsan ve yakıtı cehaletten başka hiçbir şey olmayan kıskançlığın ateşi de sana ulaşmışsa asıl senin hak etmediğini elde eden ve etmeye çalışandan alman gereken bir hesabın var demektir. Bunun yanı sıra onların başkasına zarar vermesini engellemek gibi bir görevin de var. Tabi bunun için cehaletin babasını ve kabillerini iyi bilmek gerekiyor.

Cehennem ehli ikiye ayrılır: Birinci grup dünyayı ahirete tercih etmiş olanlardır. Bunlar ahireti kaybetmişlerdir ama dünyayı kazanmışlardır. Bol miktarda malları, mülkleri vardır. İkinci grup ise hem dünyayı hem ahireti kaybetmiş olanlardır ki, bunlar yine cehennem ehlidir ama birinci grup gibi kısa yoldan, kaçakçılıktan, yolsuzluktan, hırsızlıktan, haraçtan, ihaleden, ödenekten, terörden elde ettikleri paraları da yoktur. Yağmalayanları desteklemiş ama kendileri yağmalamayı becerememişlerdir. Yazı boyunca bahsettiğimiz kabiller büyük çoğunlukla bu ikinci gruptadır.

Cehaletin babası ise çok zengindir ve halktandır. (Eğer burada “halk” kelimesi kafanızda pozitif bir şeyler çağrıştırdı ise “Avamın Kelime Algısı” isimli yazımızı okumanızı tavsiye ederim.)

Halktan olmak ne demek?

Ne hissediyorsun da adını koyamıyorsun?

Fakirdi desek. “E yuh artık” dersin. İşledikleri adi suçlarla biriktirdikleri korkunç servetleri hakkında konuşmaya gerek yok.

Halktan olmak ünlü olmamak desek, o da olamaz.

“Halktan olmak” ile kastedilen ne olabilir ki o zaman? Ünlü olmamak değil, fakir olmak değil, suç işlememiş olmak değil.

Altından kalkamayacağını elde etmek yani hak etmeyen birinin hak etmediğini elde etmişliği olabilir mi?

Cehaletten beslenenin elinde hiçbir şey yok bir söylem namına. Ne söyleyebileceği ne de karşısındakinin anlayabileceği… Etrafına topladıkları, haksızlık yaparken ahlaki ikilem yaşamasın, fıtratını yenip rahat rahat haksızlık yapsın diye ne ifade ettiğini ne kendisinin ne de karşısındakini bildiği belirsiz bir “kötülük kavramı” var sadece. O kadar. Bu tip adi suç şebekelerinin, terör örgütlerinin yaptığı tek şey budur: İnsanı asimile ederek fıtratını köreltmek, hayvanlaştırmak. Bunu yaparlarken, söyledikleri yalanları alenen ortaya çıkmasın diye ne ifade ettiğini kendilerinin dahi bilmediği, çok fazla belirsiz kelimeye ihtiyaçları olur. Bunlarla içi bomboş gerilimler yaratırlar. Kabillerin en büyük motivasyon kaynağı, kendilerini ifade edebildikleri anlar da bu içi bomboş gerilimlerdir. Onun için kabiller, liderleri, babaları ile aynı frekansa çok hızlı bir şekilde girip, cehaletin babasının bir yalanına bin katarlar. Kendi yalanına kendi inanan, başkasına zarar vermeye programlanmış ateş ehli bir topluluk vücuda gelir. Aradaki bağı kuvvetlendirebilmek için de cehaletin babalarıı insanları karşı karşıya getirmenin her yolunu denerler, deneler ki kendilerine ihtiyaçları olduklarını sansınlar. Lağım çukuruna iyice batmış olsunlar. Hem buradan hareketle cehaletin babaları bu lağım çukurundaki kalabalıkların desteğini göstererek aklandıklarını da iddia ederler.

Kabillerin verdikleri oylarla(!)(yani Kabilin “şahitliği(!)” ile) teröristlikten, hırsızlıktan aklanıldığının propagandasını yapan bu tip adi suç şebekelerinin, terör örgütlerinin en büyük korkuları ise adaletin tecellisidir. Hedefleri adaleti, güvenliği sağlamakla mükellef kurumlardır ya, fıtrat da bu kurumların en başı olduğundan onu hedef almaları gayet normal. Diğer içerden ve dışardan hedef aldıkları güvenlik ve adalet kurumları ve mensupları için tek başıma şu an için doğrudan bir şey yapabilecek durumda olmasam da fıtratı koruma konusunda sanıyorum bir şeyler yapabilirim. Yapabilirim ne demek yahu! Yapmakla mükellefiz.

Hani, başta terör örgütleri olmaz üzere, tüm adi suç şebekelerinin; başkalarının hakkını yiyerek, başkalarına zarar vererek ulaştıkları servetlerini, durumlarını, konumlarını korumak ve günahlarını gizleyebilmek için nifak tohumları ektiklerini anlatmaya çalışıyoruz yazının başından beri… Sanıyorum meydanı boş sandıklarından, cehaletle suladıkları o tohumların kök salacağını, dallanıp budaklanacağını da düşünüyorlar. Ama ufak bir detay var bu işleyişte.

Onlar o tohumları ekmekle mükellef ise, bizler de o nifak tohumlarını söküp atanlardan olmakla mükellefiz.

Not: Yeni bir Youtube kanalı ve yeni bir video serisine başlıyoruz. Bir önceki kanalımız, encodeum.com’un ana kanalı olmaya devam edecek ve sadece bilimsel, teknik ve mühendislik videoları olacak. Bu yeni kanalda daha çok fitne odaklarını ve çıkardıkları fitneleri işleyeceğiz inşallah. İsmi encodeum ideoloji. Linki: https://www.youtube.com/channel/UCyMShQRAqVo0KAZc2eb3DFA

İlk etapta yayınlamayı planladığımız videolar bunlar:

1-) PKK Propagandası - I: Kronolojik Sırayı Değiştirmek
Cehaletin iktidarını fırsat bilip, PKK terör örgütünün saldırılarına karşı alınan tedbirleri neden, saldırıları da sonuçmuş gibi gösteren PKK propagandacılarının yalanlarına karşı bu terör örgütünün tarihçesini inceleyeceğiz. Bakalım yalandan başka hiçbir şeyi olmayan terör örgütünün dediği gibi mi gerçekleşmiş olaylar.

2-) PKK Propagandası – II: Avamın Sinemografik Cümleleri
Sinemografik kelimeleri ve avamın bu sinemografik kelimelerle cümle kuran insan görüntüsü vereceğim derken, çok çok yanlış bir tercih yapıp, dünya tarihinin gördüğü göreceği en alçak silahlı grubu için sahtekâr durumuna düşmesini inceleyeceğiz bu videoda. 

3-) Zırilla Teorisi
“Diş geçirebildiğin yere kadar güç gösterisi yap, geçiremediğin yerde zırla” olarak formüle ettiğimiz zırilla teorisi bu videonun konusu olacak.

4-) Kandilin Gebeşleri
PKK terör örgütlerinin para kaynaklarını, özellikle son dönemde yaptıkları PKK’lı belediyeler üzerinden devlet kasasına attıkları hortumu inceleyeceğiz.

5-) Kürtçe Diye Bir Dil, Kürt Diye İsimlendirilecek Bir Kavim Var Mı?
Kişinin kendisi ile ilgili herhangi bir beyanın hiçbir hukuki değeri olmadığını, “Ben xxx’im” demenin sadece o kişiyi ilgilendireceğini söylemiştik daha önceki yazılarımızda. Biz de onun için o kısmı ile çok ilgilenmedik çünkü bir kişinin kendisini örneğin “Kürt” olarak tanımlamasının derinliğine inmenin hiçbir anlamı yoktu. Ama bunu fırsata çevirmeye çalışanlar, inanılmaz bir tahrifatla tarihi gerçekleri manipüle etmeye başlamışlar. O zaman bu meseleye müdahale etmenin vakti geldi.
Bu çalışmadan Kürtçe olarak aktarılan 3 lehçeyi(Kurmanci, Sorani, Gorani) inceleyeceğiz ve bunları Farsçadan ayırıp ayrı bir dil kategorisine sokup sokamayacağımızı... Yani Kürtçe diye bir dil, Kürt diye isimlendirilecek bir kavim var mı, onu inceleyeceğiz.
Bu videonun adı değişebilir.

Araya başka videolar eklenebilir.

22 Şubat 2015 Pazar

Kâfir Olmak Nedir?

Bir zaman önce internetten izlediğim bir video karesinde alkol almış birinin oldukça ilginç bir davranışından bahsederek başlayayım. Videoda görünen şey, alkolün etkisi ile kendisine hâkimiyetini yitirmiş, durmadan ve anlamsız bir şekilde: “Ben tekim, ben tekim” diyen birisiydi.

Tek olma vasfının sadece Allah’a mahsus olduğunu düşünürsek, -o anda etrafındakilerin ya da daha sonra o videoyu "gülmek için" izleyenlerin belki anlayamadığı- şahit olunan şey, açıkça ve -garip gelebilir bu ifadem ama- en dürüst hali ile nefs dediğimiz şeyin ilahlığını ilan etmesiydi.

(Müslüman Olmak Nedir? Ne Değildir? yazımızda çizdiğimiz şekli gözünüzün önüne getirin) Mekanizma şöyle çalışıyor: Alkol veya benzeri aklı uyuşturan herhangi bir madde kullanınca, akıl iptal oluyor, bunun oldukça ilginç yansıması olarak nefse “ilahlığını alenen söyleme itici olursun” diyen şeytan da iptal oluyor. Bunun da sonucu olarak nefs en dürüst hali ile asli isteğini ortaya döküyor ve ilahlığını -alenen- ilan ediyor. Günlük yaşantısında insanın devamlı surette ama üstü kapalı olarak “başkalarından farklı olduğunu” ima etmesi de işte bundan kaynaklanıyor. Yumuşatılmış da olsa yine ilahlığını ilan etmesinden...

Farklı olma, tek olmadır; tek olma, ilah olmadır. İnsan nefsinin devamlı yapmaya çalıştığı şey de budur: Tekliğini yani ilahlığını ilan etme.

İşte bu durum, Allah’ın “tekliğini” kabul etmeyişi, kabullenememesi kişinin kâfirliğini gösterir. Peki, bu hâl günlük hayatına nasıl yansır? Nasıl bir değişiklik yaratır? Birisinin kâfir olup olmadığı nasıl anlaşılır?

İlahlıktan vazgeçemeyiş, ahiret gününü yani din gününü yani adalet gününü de kabul etmemeyi, dikkate almamayı, görmezden gelmeyi beraberinde getirir. İşte bunun dünya hayatındaki karşılığı kişinin devamlı suretle adaletten, adil yarıştan, suç işlediyse yargılanmaktan ve cezalandırılmaktan, eğer kendine yakın gördükleri suç işlediyse onları yargılanmaktan kaçırmaya çalışması ile ortaya çıkar.

Kişi; her gün ama her gün,

Adaletin terazisini bozmaya çalışmasıyla,

Adil yargılanma mekanizmalarını etkisizleştirmeye çalışmasıyla,

Adil sınav süreçlerini yok etmeye çalışmasıyla,

“Bana avantaj sağlansın”cılığıyla,

Ya da hak etmeyene hak etmediğini vermesiyle,

Hırsızlığı, yolsuzluğu, kaçakçılığıyla,

Herkesin ödediği bedeli ödemekten kaçışıyla,

Bunları sağlayabilmek için değişik isimler altında gruplaşmasıyla,

Suç işlemişse cezalandırılmaktan kaçmak için elinden geleni yapmasıyla,

Eğer kendine yakın gördükleri suç işlemiş ise onları yargılanma, cezalandırılma süreçlerinden kaçırmak için, yaptıklarını örtbas edebilmek için mücadele etmesiyle,

Sonuca ulaşabilmek için, bunları yapan diğer haydutlar ile müzakere etmesi ile tek bir şeyi ispatlar: Kâfirliğini… Hem de istisnasız her gün her hareketi ile her defasında yapar bunu.

Aklını kullanmaktan kaçar; adaletten kaçar...

Neden kaçar? Çünkü adil ortamda başarısız olursa (olmayan) ilahlığını ispatlamaya giden yolun kapanacağını bilir. Yani aklını kullanarak adil bir şekilde yarışması gereken süreçten kaçışını temelde tetikleyen yine ilahlık isteğidir.

Böylece, bu iki vasıf, ilahlığını(tekliğini) ilan ile adaletten kaçış tek bir potada erir.

Ahirette, din gününde gösterilecek olan da budur: Hayatı boyunca ya "ilahlığını ilan etme" ya da "adaletten kaçma" dışında hiçbir şey yapmadığı ateş ehlinin, tüm hareketlerinin temelinde aslında sadece bunlar olduğu yani kâfir olduğu...

Kâfirlik soyut bir kavram değildir. Kâfirliğin yansıması da saydıklarımdır. Adalet gününe inanmaz, karşılığında dünyada adaleti bozmaya çalışır. Cezalandırmada adaleti, yargılanmada adaleti, ekonomide adaleti, sınavlarda, atamalarda adaleti bozuyorsa bu adalet gününe inanmayışından kaynaklanır. Kâfir olmayı helvadan yapılmış putun önünde secde etme, kâfir olmamayı da bunu yapmama diye basitleştirerek anlatanların söylediklerinin aksine kâfir olmanın ve kâfir yaşam tarzının sonuçları bunlardır.

Eğer ki kâfirliğinin temelinde ilahlık(teklik) varsa, onun yansıması olarak adaletten kaçış vuku buluyorsa insanın hayatında, o zaman bu yola zıt yolun en başında da La ilahe illallah(Tek olan Allah'tır) vardır.

Tersten söylersek; eğer ki adaleti bozmaya çalışıyorsanız yaptıklarınızla, adil mücadeleyi lehinize çevirmeye çalışıyorsanız, aldatıyorsanız; hele bir de bunu yapabilmek için örgütlenmeye kalkmışsanız; ya da bu örgütlenenlerin yaptıklarını temize çıkarmaya çalışıyorsanız; daha La ilahe illallah diyememişsiniz demek ki... Bakıyorsun, öylesine detay konuları gündem yapıp üzerine saatlerce vakit harcayıp ve harcattıranların dolayısıyla kendini meşgul gösterenlerin hayatlarında La ilahe illallah'tan eser yok. Çünkü olursa ilahlık isteği bitip fedakarlık ile birlikte adalet gününe iman başlayacak, hayatına ona göre çeki düzen verecek ve büyük kayıplar yaşamaya başlayacak. Bu kadar da değil. Adaletin terazisini bozmaya kalkanlarla, cezalandırılmaktan kaçanlarla mücadele etmeye başlayacak ve bunun soucunda da birçok kişi ile karşı karşıya gelecek. Kaba tabirle "neyse, en iyisi risk aldırmayan konularla vakit harcayayım da ana konuya vakit kalmasın" şeklinde La ilahe illallah diyemeden hayatına devam ediyor. Bu şekilde istediği kadar, hatta hayatı boyunca dinle ilgileniyormuş gibi yapsın insan, ister ibadet yapsın, hatta isterse dini ilimle uğraşsın, sonuç değişmez: kâfirin tekidir demek ki. "Allah'tan başka ilah yoktur" demenin yani Allah'ı teklemenin ardındaki sır budur.

Müslümanı müslüman yapan da, adaletin terazisini bozmaya çalışan örgütlenmeler, adi suç şebekesine dönmüş iktidarlar, eli kanlı, hayvandan aşağı terörist, haydut gruplar ve bunların yaptıklarını temize çıkarmak için kameranın karşısında nefes tüketen, yazılar yazan alçakları gördüğünde onlarla mücadele etmesidir. Arkasını dönmemesidir. Şahitliğini göstermesidir. Yani ahiret(adalet) gününe inanmasıdır. İnanıyorsa gerçekten, ona hazırlanmasıdır.

Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın).  Böyle bir günde her kim onlara, tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri dışında, arkasını dönerse, muhakkak Allah'dan bir gazaba uğramış olur ve varacağı yer cehennemdir, orası da ne kötü bir akıbettir. (Enfal/15-16)