23 Temmuz 2007 Pazartesi

Fil Sûresinin Taşları ve Kuşları

Üstad 20. sözde şöyle der:

Din bir imtihandır. Teklif-i İlahî bir tecrübedir. Tâ, ervah-ı âliye ile ervah-ı sâfile, müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasılki bir mâdene ateş veriliyor; tâ elmasla kömür, altunla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlahiye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-ı beşer mâdeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye, birbirinden tefrik edilsin... Mâdem Kur'an, bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe Sûretinde, bir müsabaka meydanında beşerin tekemmülü için nâzil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umûr-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini isbat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Âdeta gökyüzündeki yıldızlarla vazıhan لآَاِلَهَ اِلاَّاللَّهُ yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruh (Haşiye) beraber kalacaklar...

24. sözde ise

Ervah-ı âliyeyi, ervah-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise ileride herkese göz ile görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki; ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa; o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyî' olur.

Mucizelerin çizgi filmlerde gördüğümüz sahneler şeklinde değil, akla kapı açacak fakat ihtiyarı elden bırakmayacak incelikte olduğunu/olacağını söyler. Tercih etme hakkı dolayısıyla imtihan yok olmaz.

Şimdi Fil sûresi hakkında kısa bir bilgi alıp ve örneğin Diyanet mealinde "balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar" olarak geçen kuşların, taşların aslında ne olduğunu öğrenelim. (AllahuAlem)

FİL SÛRESİ:
Adını ilk ayetinde geçen "Fil Ordusu"ndan alan bu sure, Miladî 570 yılında Habeş'lilerin Mekke'ye karşı başlattıkları sefere atıfta bulunmaktadır. Yemen'in (ki o zaman Habeş'lilerin yönetimi altındaydı) Genel Valisi olan Ebrehe San‘â'da büyük bir katedral inşa etti ve böylece her yıl Mekke'nin kutsal ve güvenli mâbedi Kâbe'yi ziyarete giden Arap hacıları bu yeni kiliseye çekmek istedi. Bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe'yi tahrip etmeye karar verdi ve çok sayıda savaş fili ile desteklenen kalabalık bir ordunun başında Mekke'ye karşı sefere çıktı ve böylece o zamana kadar bilinmeyen ve Arapları şaşırtan bir olayın simgesi oldu: bu nedenle, hem çağdaş hem de daha sonraki kuşaktan tarihçiler, o yılı "Fil Yılı" olarak adlandırdılar. Ebrehe'nin ordusu, bu sefer sırasında, -muhtemelen son derece tehlikeli bir çiçek veya tifüs salgınına yakalanarak (bkz. aşağıdaki not 2)- yok oldu ve Ebrehe de San‘â'ya dönüşü sırasında öldü (bkz. İbni Hişâm; ayrıca İbni Sa‘d I/1, 55 vd.).

HABERİN yok mu Rabbin Fil Ordusu'na (1) ne yaptı? Onların kurnazca planlarını tamamen bozmadı mı? Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı, onlara önceden tesbit edilmiş taş gibi sert azap darbeleri (2) vurdular, ve onları yalnız sap dipleri kalasıya yenmiş bir ekin tarlasına benzettiler. (3)

1 - Lafzen, "fil arkadaşlarına (ashâb)" -bkz. giriş notu.
2 - Lafzen, "siccîl taşları ile". 11:82, not 114'de açıklandığı gibi, siccîl terimi sicill ile eş anlamlıdır, ki o da "bir yazı" veya mecazî olarak, "[Allah tarafından] hükmedilmiş/tayin edilmiş bir şey" demektir: bu nedenle, hicâraten min siccîl ibaresi, "önceden tesbit edilmiş (yani, Allah'ın takdiri ile) taş gibi sert ceza/azap darbeleri"ni gösteren bir mecazdır (Zemahşerî ve Râzî, 11:82'deki aynı ifade ile ilgili yorumlara kıyasen). Giriş notunda açıklandığı gibi, yukarıdaki ayetin atıfta bulunduğu özel bela/azap anî bir salgın hastalık olabilir: Vâkıdî ve Muhammed b. İshâk'a göre -bu ikincisi, İbni Hişâm ve İbni Kesîr tarafından aktarılmıştır- "ilk defa o zaman Arap topraklarında lekeli humma (hasbe) ve çiçek hastalığı (cuderî) görüldü". İlginç olan bir nokta da şudur: hasbe kelimesi -ki, bazı otoritelere göre aynı zamanda tifüsü ifade eder- asıl olarak "taşlarla vurmak" [veya "darbe vurmak"] anlamına gelir (Kâmûs). -(Çoğulu tayr olan) tâir ismi ise, hatırlatmak gerekir ki, kuş veya böcek cinsinden herhangi bir "uçan varlığ"ı gösterir (Tâcu'l-‘Arûs). Yukarıdaki ayette zikredilen "uçan varlıklar"ın mahiyeti hakkında ne Kur'an ne de sahih Hadisler herhangi bir bilgi vermez; diğer taraftan, yorumcuların sarıldığı bütün "tasvirler" tamamiyle hayalî olduklarından ciddî olarak üzerlerinde durmaya gerek yoktur. Eğer salgın bir hastalık varsayımı doğru ise, "uçan varlıklar" -ister sinek, ister böcek- bu mikrobun taşıyıcıları olabilir. Ancak bir şey açık ve kesindir: işgalcileri teslim alan belanın mahiyeti ne olursa olsun kelimenin gerçek anlamıyla tam bir mucize idi -çünkü baskı altındaki Mekke halkına hiç beklenmeyen bir kurtuluş imkanı sunmuştu.

3 - Bu pasaj, bazı otoritelere göre bunun bir parçası olan sonraki surede devam etmektedir (bkz. 106. surenin giriş notu).
Muhammed Esed Tefsiri

0 comments :