25 Ağustos 2013 Pazar

Devrim Derslerine Giriş

Bir insan tanımını bilmediği şeyin nasıl mücadelesini verebilir?

Üzerine şiirler, şarkılar yazılan; tarih içinde defalarca uğruna kavgaların edildiği söylenen 'özgürlük' kavramından bahsediyorum.

Şimdi, şu an, bizden özgürlüğün tanımını yapmamız istenseydi ne derdik? Bir düşünelim, ne geliyor aklımıza, ne diyebilirdik tanımı için.

İstemiyor muyuz düşünmek, aklımızı kullanmak zor mu geliyor? Tamam, öyle olsun, bak elimizin altında internet ve dolayısıyla sayısız kaynak var. Oralardan bakabiliriz.

Sayısız kaynak var ama bunların hangilerine bakmamız gerekiyor, özgürlüğün tanımını alabilmek için?

Sözlüklere başvurabiliriz diyecekseniz eğer, kötü bir haberim var, ne TDK ne de çeşitli ingilizce sözlükler(Cambridge, Oxford) doğru tanımını yapabilmiş değil, özgürlüğün. Daha doğrusu, herhangi bir tanım dahi yapabilmiş değiller. TDK şöyle diyor:

Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî

Bu ne demek, neyin tanımı, yukarıdaki ifadenin nasıl gerçekliği olur, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu nasıl gerçekleşir? Bu tanımdan bir anlam çıkarılabilmek pek mümkün gözükmüyor. Mesela, en basitinden, yaşamak için oksijene bağlı olman bile bir kısıtlamadır senin için, ki, o zaman bu bağlamda, bu tanıma bağlı kalırsak özgürlük diye bir gerçekliğin olması zaten mümkün değildir.

"Dünya üzerindeki referans sözlüklerin dahi tanımlayamadığı şeyi başkaları nasıl tanımlayacak" demeden biraz daha araştırabilirsiniz internetten, tutarlı mantıklı tanımını bulabilmek için. Ama sonucun değişeceğinden çok umutlu olmayın.

Düşünebiliyor musunuz, herkesin hayatında binlerce defa duyduğu bir kelimenin, hatta insanların uğruna mücadele ettiği ve hatta bu mücadele esnasında can bile verdiği iddia edilen bir kavramın daha henüz tanımı yapılmış değil ve kimse de bu durumdan rahatsız da değil.

Biraz daha sorgulayalım...

Özgürlüğü için, özgürlük mücadelesi için öldüğü söylenen insanlar deniyor diyorum ya, sorumuzu bir de bu iddia üzerinden tekrardan sormaya çalışalım o zaman: Neden özgürlük mücadelesi yapmaya kalkmıştı ki bu insanlar? Neyi eksikti? Neyi yapacaktı ama yapamıyordu o anda ki bunun sonucunda "mücadele"ye başlamıştı.

"Şunu yapamıyordu, ama, eğer ki -iddia edilen mücadelesini- başarmış olsaydı, şunu yapmaya başlayacaktı" diyeceğiniz ne var?

Dünya üzerinde, özgürlük mücadelesi verdiği iddia edilen kişiler için, bu soruları sorduğunuzda ne cevaplar alıyorsunuz?

Acaba insanlar başka şeyin mücadelesini yapıyor da adına özgürlük mü diyor?

Nedir özgürlüğün tanımı?



Devrim Dersleri hazırlıyorum bir süredir. Daha henüz tamamlayabilmiş değilim.

İşlenecek konular, boyutları ve şu ana kadarki geldiğim nokta hakkında bilgi vereyim bu giriş bölümünde:
(Boyut için ölçek: Kısa - Orta - Uzun - Çok Uzun - Çok Çok Uzun)

1. DERS:
İsmi: Devrim Dersleri - 1: Matematiğin Temelleri
Boyut: Kısa - 5 ana başlık.
Durumu: %95'i hazır.

2. DERS:
İsmi: Devrim Dersleri - 2: Polymorphism Morpheus, Polymorphism
Boyut: Çok Uzun - 22 ana başlık. 100'e yakın alt başlık.
Durumu: %85'i hazır.


3. DERS:
İsmi: Devrim Dersleri - 3: İşletim Sistemi Mimarisi
Boyut: Çok Çok Uzun - 7 ana başlık. 100'e yakın alt başlık.
Durumu: %80'i hazır.

4. DERS:
İsmi: (İsmini belirlemedim henüz)
Boyut: Orta - 2 ana başlık.
Durumu: Hazır.

İlk etapta planladıklarım bunlar(ana ve alt başlık sayıları değişebilir), bundan sonrası da var da şu dördünün altından kalkalım ve 4. derste de özgürlüğün tanımını yapalım inşallah ondan sonrasını daha sonra planlarız.

Neyse...

Siz özgürlüğün tanımını düşünürken ben şu dersleri bitireyim. 


22 Haziran 2013 Cumartesi

Kader Anlayışı ve Çok Boyutlu Zaman

Çünkü bir üst boyutu bir alt boyutlu ile yargılıyorsun, düşünüyorsun, hayal ediyorsun.
demişim 2007'de "İslamiyet'te Kader Anlayışı" başlığı ile yayınladığımız yazıda.

Sorularının ardı arkası kesilmiyor çünkü içine hapsolduğu tek boyutlu olanından sıyrılıp, kaderi anlayabilmek için, çok boyutlu zaman kavramını çözebilmesi gerekiyor insanın. Daha tek boyutlu olanını ifade etmekte zorlanan insanın, çok boyutlu zamanı anlaması beklenmiyor tabiki de. Ki zaten yapılabilenecek şey de değil. Onun için çözebilmekten kastım anlamak değil, anlayamayacağını anlayabilmek.

Bazı şeyleri anlamanın tek yolu şeklini görmekten geçer ya, biz de bir şekil üzerinden tekrardan anlatmaya çalışalım bu konuyu.(Şekil örnek olması açısından verilmiştir elbette birebir gerçeğin ifadesi değildir.)

Kader ve Zaman

Biz tek boyutlu zamanda yaşıyoruz. Üstelik sadece tek boyuta da değil aynı zamanda tek yöne de hapsolmuşuz. Hem tek boyutlu hem de tek yöne doğru akan bir zamanda herşey sırayla oluyor. Az önce bilgisayarının başına oturdun ve şimdi bu yazıyı okuyorsun. Hep adım adım... Ne geriye dönüş var ne de önce olması gereken sonra, sonra olması gereken önce oluyor. Hatta, zamanda yolculuk yapıp 1000 sene önceye dönsen bir sene yaşasan bile senin için bir sene yine geçmiş oluyor. Yani hep tek yöne akan tek boyutlu zaman ile muhatabız.(Zamanda yolculuk dedim de, aklıma geldi, zamanda yolculuğu bir şekilde senaryosunda konu etmiş kaç tane film, dizi biliyorsunuz içinde mantık hatası barındırmıyor olsun? Tek boyutlusu dahi olsa zaman kavramını anlamlandırmanın zorluğunun bir yansımasına örnek olsun diye söyledim)

Yukarıdaki şekilde çizgi ile gösterdiğim bir ucunda "OL!" hükmü, öte ucunda kıyamet olan işte bu akışını hissettiğimiz tek boyutlu zamandır.(Çizginin bir genişliği olduğuna bakmayın sadece uzunluğu(tek boyutu) olması gerekiyor)

Peki, çok boyutlu zaman olsa idi nasıl olurdu? Hatta hem çok boyutlu hem de tek yönlü olmayan zaman olsa idi? Bilmeye, tasavvur edebilmeye imkan var mı? Nasıl olabilirdi? Yazıyı okuman ile bilgisayarın başına oturman birbirinden tamamen bağımsız olurdu yada önce yazıyı okurdun sonra bilgisayarın başına otururdun. Yada "önce şunu yapardın sonra bunu yapardın"daki öncelik ve sonralık algısı tamamen anlamını yitirirdi. Yukarıda daire(2 boyutlu) şeklinde gösterdiğim ve tek boyutlu zamanın(çizginin) her noktasına(her anına) aynı anda ilelebet değen bu; tasavvurumuzun ötesindeki çok boyutlu zaman.

Yada şöyle düşünelim. İçi su dolu bir küre(3 boyutlu) Allah katı olsun, suyun içinde asılı duran çizgi dünya katı.

Su(Allah katı), çizginin önce hangi noktasına değiyor diye sormak, suya göre, çizgi üstündeki hangi nokta(tarih) daha önce hangi nokta(tarih) daha sonra diye sormak anlamsızdır. Her noktası su için aynıdır. Aynı; su için, çizginin hangi ucunun başı hangi ucunun sonu olduğunu sormanın anlamsızlığı gibi. Su için fark eder mi? Bir üst boyut için fark eder mi?

İşte burada 2 farklı durum var. Birincisi bizim algıladığımız tek boyutlu zaman: Dünya katı. Bir de algılayamadığımız ve doğru isimlendirdiğimden bile emin olamayacağım çok boyutlu zaman: Öncelik ve sonralık algısının bittiği bir alem, zamanın akmadığı yada akıyorsa nasıl aktığının tasavvur edemediğimiz bir alem yani Allah katı. Anlamak çok mu zor? Zor değil imkansız. Onun için anlayamayacağımızı anlamamız yani varlığına iman etmemiz gereken alem. İman edebilmenin bir yönü de budur zaten: anlayamayacağını anlayabilmek.

Bu iki farklı zaman kavramına uygun bir şekilde, Kuran'da Allah'ın iki farklı şekilde hitap ettiğini görüyoruz. Ve bunun neticesinde yıllar yılı bu mevzunun insanların aklını nasıl karıştırdığını. Önce ayetleri okuyalım sonra nedenlerini anlamaya çalışalım.

Allah Katı için:
TAHA 110. Allah onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir. Onların hiçbirinin ilmi ise O'nu kuşatamaz.

HAC 76. Onların önlerindekini de (yaptıklarını da), arkalarındakini de (yapacaklarını da) bilir. Bütün işler hep Allah’a döndürülür.

BAKARA 255. Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.

Dünya Katı için:

MUHAMMED 31. Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye(hattâ na'leme) ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.

BAKARA 143. Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisin geriye dönecekleri ayırd edelim(li na'leme) diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.

TEVBE 16. Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden(ya'lemi allâhu) bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

ÂLİ İMRÂN - 140. Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek(ve li ya'leme allâhu), sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.

ÂLİ İMRÂN 142. Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden(ya'lemi allâhu) ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

HADÎD 25. Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin(ve li ya'leme). Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

CİNN 28. Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.) Fakat O, Resûlün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür ki resûllerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin(li ya'leme). Allah, onların her hâlini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.

MÂİDE 94. Ey iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği hâlde kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarsın(li ya'leme). Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini tecavüz ederse, ona elem dolu bir azap vardır.
Not: Yukarıda alıntıladığım ayet meallerinde yazan "ayırt etmeden", "belirleyinceye kadar", "meydana çıkarsın" ifadeleri çevirileri yapanların tevilidir. Ayetlerin hepsinde geçen fiil "bilme"dir.

Dikkat ederseniz, Dünya Katı odaklı yani "bilene kadar" ifadesinin geçtiği ayetlerin hepsinde, insanoğlunun yaşadığı sınanma sürecinden de bahsedilmektedir aynı zamanda. "Bilene kadar" ifadesi ile insanın yaşayacağı, Dünya Katına ait olan sınanma süreci hep birlikte zikredilmektedir. Yani insanın yaşayacağı sınanma süreci üzerine ayetler insanın zaman algısına uygun olarak söylenmiştir. Neden?

Eğer ki bir insan, kader konusu anlayamaz da, anlayamadığı hali ile yorumlamaya girişirse ne olur?

Bugüne kadar olmuş olan şey olur. "Allah yazdı ben oynuyorum" yani suçlarını Allah'a atan, sorumluluk kabul etmeyen kadercilik anlayışı ve bunun üstüne, çıkarımını yaptığı bu yanlış anlayışı bir de yanlış bir şekilde sorgulayışı (madem biliyor neden yarattı, Allah yazdı ise sınanmanın ne manası var gibi sorular) ortaya çıkar. Yanlışı yanlışla sorgulama. Hem çıkardığı sonuç yanlış, hem de çıkardığı sonuç yüzünden sorduğu sorular.

İnsanların çok çok büyük kısmının düştüğü ve düşeceği bu yola yani kaderciliğe girilmemesi için; Allah, sorumluluğun sende olduğunu göstermek için sınanmadan bahsederken insanın kendi zaman anlayışına uygun bir şekilde hitap etmiştir ve ayetlerde kendisi için "bilene kadar" demiştir dünya hayatındaki imtihan sürecinden bahsederken. Ama ne yazık ki bu da yanlış anlaşılmış ve tarih içinde ortaya çıkmış bazı gruplara (özellikle mutezile alimleri) "Allah geleceği bilmez" dedirtmiştir.

Süreç hakikaten çok ilginç, insanın tasavvur edemeyeceği çok boyutlu zamanı(Allah katını) bir alt katman(Dünya Katı) ile yargılamaya kalkması, dolayısıyla sorumluluk kabul etmeyen kadercilik yani "O yazdı biz oynuyoruz" anlayışının ortaya çıkması, bunun ortaya çıkacağı ezelden bilindiğinden Allah'ın kaderciliğe düşülmesin, bütün sorumluluğun insanın kendisinde olduğu bilinsin diye insanın zaman kavrayışına uygun bir şekilde hitap etmesi yani ayetlerde kendisi için "bilene kadar, öğrenene kadar" demesi. Bu sefer bunun da yanlış anlaşılıp, Allah'ın geleceği bilmediği sonucunun çıkarılması.

Oysa ki çıkarılması gereken sonuçlar sadece şunlardı:

* Allah'ın bilgisi zamanla değişmez, geçmişi de geleceği de bilir. Allah katı ile ilgili olarak zaman diye bir kavramı kullanmak doğru değildir. En fazla çok boyutlu zamandan ve onu neden tasavvur edemeyişimizden bahsedebiliriz, meselenin ne kadar zor bir mesele olduğunu gösterebilme adına.

* Zamanın akışı insan için geçerlidir. Zamanla bir şeyleri öğrenmek ise dünya katına ait bir durumdur.

* Yukarıda sıraladığımız ayetlerde geçen "bilene kadar" ifadesi insanın yaşadığı imtihan süreci ile birlikte yani insanın bakış açısına göre zikredilmiştir. Bu, Allah'ın, kaderi doğru anlayamayacak insanın kaderciliğe kaymaması için rahmetinin tecellisinin neticesidir. İnsanın, sınanma sürecini doğru şekilde anlayabilmesi için, insanın ahiretteki halinin Allah tarafından takdir edilişinin, dünya katına uygun olarak -sanki sırayla oluyormuş gibi, sanki bilinmiyor ve insan tercihlerini yapıyor ve o anda ortaya çıkıyor, görülüyormuş gibi- zikredilmesidir.

* Kaderciliğe(suçu, günahı başkasına atma, sorumluluk kabul etmeme) kaymadıktan sonra kader konusunda yaptığı hatalardan muaftır insanoğlu.

Bunlar da üzerine tefekkür edilebilecek sonuçlar:

* Dünya hayatı da aslında sonsuzluğa göre ebedidir. Daha doğru bir ifade ile dünya hayatının ahirete bakan yönü(Allah'ın isimlerini tecellisine mazhar olduğumuz anlar gibi) ebedidir. Diğerleri hiçbir şey ifade etmez. O zaman cennet yada cehennemde olma kavramı da bunların yansıması olarak ortaya çıkar. Yaşadığın hayatın ne ifade ettiği...

* Allah, insanın hayatını bir bütün olarak biliyorsa, bir kötülüğü için dünyevi bir cezalandırma yada iyiliği için dünyevi bir mükafatlandırma yani hayatında bir şekilde düzenleme yapacaksa bu illaki geçmişte yaptığı şey(ler) için olmak zorunda değildir. Yapacağı şeyler için de olabilir. Yani 20 yaşınızda cezalandırıyorsanız, bunun sebebi 30 yaşında yapacağınız kötülük olabilir. Bunların ayarlamaları çok boyutlu zamanda takdir edilmiştir.

-Tüm yazdıklarım için- En doğrusunu Allah bilir.
 

13 Nisan 2013 Cumartesi

İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 4

The history of all hitherto existing society is the history of class struggles
Manifesto of the Communist Party, Marx/Engels
Teorileri tutarlı, izahatları çoğunlukla doğru ve akılcı olsa da, bu, Marx'ın temel bir noktada hata yapmasına engel olamamıştı ne yazık ki; "günümüze kadar süregelen tüm insanlık tarihinin, sınıfların çatışma tarihinden ibaret" olduğunu söyletmişti insanı doğru analiz edemeyişi. Bunun sonucunda da insanların istifadesine sunduğu birikiminin, hata yaptığı bu temel nokta üzerine inşa edilmiş olan kısımları da kaçınılmaz olarak yanlış çıkıyordu. Hele ki, "şiddet" ile ilgili söyledikleri yağmacılar için büyük bir istismar kaynağı olacaktı, yıllar içinde.

Not: Yukarıda söylediğim, insanı doğru analiz edilemeyişi ile ortaya çıkan hatalar silsilesinin sonuçlarını, daha önce, İslam Ümmetçiliğinin Temelleri - 2 (A'RÂF - 181) yazısında kısmen değinmiştim. O yazıyı tekrardan hatırlatmış olalım bu vesile ile.

İnsanları kategorize etmem istense, insanların sadece ikiye ayrıldığını söylerdim. Birinci grup, hak etmediğini elde etmiş yada elde etme hayali ile yaşayan insanlar; ikinci grup ise elde ettiğini hak etmediğine inanan insanlar.

Birinci grup çok çok kalabalıktır, ikinci grup çok çok az; birinci grup korkak, ikinci grup cesur; birinci grup avam, ikinci grup havas(avam ve havaslıktan kastedilen şeyin cahillik yada bilgili, diplomalı vs... olma olmadığını tekrardan vurgulayalım, nefsi ile hareket edip etmeme durumudur sadece...); birinci grup taklit ehli, ikinci grup takva; birinci grup kaybedenler, ikinci grup müslümanlar... ("Ben müslümanım" diyor ama sorumluluk alması gereken yerlerde hiçbir şeye karışmıyorsa veya elde ettiklerini kaybetmeyi göze alamıyorsa, müslümanlığının sadece laftan ibaret olduğunu anlaması lazım insanın; insanların çok büyük bir çoğunluğu gibi sadece taklit ehli olduğunun, "nasıl olsa riskini almıyorum hiçbir şeyin, inandığımı söyleyeyim de eğer Allah varsa başım belaya girmesin" olarak özetleyeceğimiz dünyanın en mide bulandırıcı bilinçaltı muhasebesi ile hareket ettiğinin...) Daha kısa bir ifade ile, elde ettiğini hak etmediğine inananlar ve diğerleridir, tüm insanlığın sınıflandırılması.

Marx'ın hatası insanları ve doğasını doğru analiz edemeyişindedir. Eğer ki insanlık tarihi bir çatışma üzerine kurulu ise -ki öyle- bu çatışmanın nedeni, birinci grubun yani "diğerlerinin", hem kendi gibilere hem de kendisi gibi olmayan ikinci grup insanlara çıkardığı sorunlar, vermeye çalıştığı zararlardır. Yani mesele "sınıf farkı" değildir. Bilinç farkıdır. -Marx'ın kendi jargonu ile yazarsak- Hak etmediğini elde etme hayali kuran -ve hatta hakkı yenen- bir işçi ile, elde ettiği şeyleri kaybetmek istemeyen bir kapitalistin temelde hiçbir farkı yoktur. Daha henüz elde edememiş olan, sadece zamanını beklemektedir. Yani mesele sınıf farkının olması değildir. İnsanların hangi bilinçle hareket ettiğidir. Bir insanın hakkının yeniyor olması o insanı doğrudan iyi insan kategorisine sokmaz. Kötülerle mücadele edeceği anlamına da gelmez.

Bu yazının asıl konusuna, sayıları çokça az olan ama her birisi bir orduya bedel, elde ettiklerini hak etmediğine inanan yani cesur, fedakar insanlara geçmeden önce birinci grupla yani diğerleri ile ilgili son bir şey daha eklemek istiyorum. Kuran'da bazı ayetlerde(Maide 60 – Bakara 65 – Araf 179), kimi insanlarda soru işareti bırakan, insanoğlundan kimilerinin hayvandan bile daha aşağılık hale büründüğünün söylenmesi de nefsini doyurma isteği ile meşgul bu insanların, ihtiyacı olmadığı veya hak etmediği şeylerle her doyuruşunun bir son değil, bir sonraki isteğini daha da güçlendirmesi olduğundandır. Allah'ın lanetlemesi de işte bu doymayan kendi ve eğer varsa suç ortaklarının girdiği körleşme sürecidir, tövbe kapısının kapanmasıdır. Ne garip, anladığım kadarıyla bu sürece girildiğinin önemli bir emaresi de yapılanlara dini ifadeler kullanılmaya başlanmasıdır. Oysa ki yapmamız gereken ve ihtiyacımız olan şey aklımızı ilim ve tefekkürle meşgul etmek. Bu kadar.

Birinci grupla ilgili mesele bundan ibarettir.

Bugün, dünyada az biraz adalet varsa, az biraz düzen varsa, az biraz huzur, güvenlik varsa bunların hepsini tarih içinde ortaya çıkmış ikinci grup insanların cesaretlerine borçluyuz.

Onları farklı kılan, yaptığı fedakarlıkları yapabilmesini sağlayan, inancıdır. Elde ettiklerini hak etmediğine inanmasıdır. Bu da Allah inancından kaynaklanır ki, bir insan elde ettiği şeyleri hak etmediğine inanmıyorsa, aslında Allah'a da inanmıyordur. Eğer ki inanıyorsa;

Fakirlikten, mal varlığının elinden alınacak olmasından hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü tokluğu hak ettiğine inanmaz.
Hapsedilmekten, tutsaklıktan hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü özgürlüğü hak ettiğine inanmaz.
Küçük düşürülmekten, yalnız kalmaktan hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü saygınlığı hak ettiğine inanmaz.
Ölmekten, öldürülmekten hiç korkmaz, hak ne ise onun mantığını anlatır, çünkü yaşamayı hak ettiğine inanmaz.
Ve keşif ehlidirler mutlaka, başka türlü hakkın mantığını anlayamaz ve anlatamaz. İnsanların karşılaştıkları, çok geniş perspektifte meseleleri izah eden keşifler yaparlar çünkü akıllarını kullanmaktan korkmazlar. Tüm zamanlarını büyük bir aşkla ilime ve tefekküre harcamaktan hiç çekinmezler.

Yani her anında kendini hep harp halinde bulmuş olacaktır(Şuara/51-73). İnsanlık tarihinde çok farklı renklerde gözükmüş olan, insanları harcamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayan zalim rant çeteleri(ihtiyaçları olmayanı, hak etmediklerini elde etmeye çalışan avam toplulukları) ile hep karşı karşıya bulmuş olacaktır kendisini, istese de istemese de. Öbür türlü olanlara göz yummuş olurdu. Bu karşı karşıya buluş insanların karar vermesi üzerine değil sünnetullah üzerinedir.

Tevazu işte tam budur. Bir şey dendiğinde, lafta, "aman efendim estağfurullah" yada belli başlı kelime, tavır şablonlarını sunmak demek değil. Elde ettiği şeyleri hak etmediğine inanmaktır. Elde ettiklerini hak etmediğine inanmayı başaran kişi mütevazi olmayı da başarmıştır. Mütevazi olduğu için cesur ve mücadele ehli olmuştur. Onlar mücadele etmişler, insanlar az biraz da olsa rahat yüzü görmüşler.

Cesur olmak, rant çetelerine -ne kadar kalabalık olursa olsunlar- taviz vermemek, tevazu, kul hakkı taşımamak, adil olmak; elde ettiğin hak etmediğine inanmak, fedakar olmak. Hepsi birbirine eşittir. Biri var da öteki yok diye bir şey olamaz. Hepsi birbirine ve en sonda ise müslüman olmuşluğa eşittir.

Dedim ya, insanlık tarihinde çok az sayıda olan ve yaptıkları ile mücadeleleri ile bugün az biraz da olsa rahat ve adalet yüzü görmemize vesile olan bu insanlardır ve koca koca ordulara bedeldirler diye. Ümmetçiliğin Temelleri serisinde mutlaka anlatılması gereken, bu dava için gösterilebilecek örnek insanın tasvirini işaret ettiğini düşündüğüm ayette(AllahuAlem) ne gariptir ki, Allah -"ümmet" kelimesi ile- bize, bu davaya örnek gösterilecek o tip bir insanın başlı başına bir "ümmet" olduğunu bildirmiş:
Nahl 120. Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi(İnne ibrâhîme kâne ummeten), tek bir hanîf olarak Allah'a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı
Ayrıca, yine aynı peygamber için, ismi ile birlikte anılan bir de "millet"e işaret edilmiştir:
Al-i İmran 95. De ki: "Allah Teâlâ sâdıktır. Artık Hanîf olan İbrahim milletine tâbi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır"
Allah'ın, İbrahim(a.s) adı ile bir "millet"e işaret etmesi, kendisi için ise başlı başına "ümmet"ti demesi ve bunlarla birlikte, gerçekleştirdiği kıyamını, müşriklere(rant çetelerine) hiç taviz vermemesini vurgulaması, bu davanın yolcusunun kendisine alacağı örnek olmalıdır