3 Ağustos 2025 Pazar

Şeytan’ın Kontr-Cezalandırma Hukukuna Reddiye

Cehennem sözcüğünün kökenini göz önüne alan kimi insanlar der ki, cehennem sıkışma demektir. Sıkıştığın delikte sonsuza kadar kavrulma.

Bir insan nasıl olur da böyle bir yere gitmeyi hak etmiş olabilir? Hiç ama hiç bitmeyecek bir azabı hak edecek ne yapmış olabilir?

Bunu anlamak aslında günümüzde o kadar kolay ki. Çünkü günümüz dünyasında ülkelerin yönetimini ele geçirmiş o kadar çok Süfyan örneği var ki, kanlı canlı. Tabi böyle bir örneğin bir insanın burnunun dibinde olması onun için bir şans mı yoksa lanet mi, siz karar verin.

Süfyan mı kim?

Kimse değil, sıfattır. Seçmen yapılmış kitlelerin çoğunluğunun oyunu alarak iktidarı elde etmiş ve akabinde Cezalandırma Hukukunu kaldırarak suçlulara ve adi suç şebekelerine yol vermiş, bunun sonucu olarak da iktidarını ele geçirdiği ülkeyi tüm dünyadaki suçlular için cazibe merkezi haline getirmiş, muhtemelen kendisi de bir adi suç şebekesi lideri olan her kim varsa hepsinin ortak sıfatıdır. Adlaşmış sıfatıdır. 

Ama burada bir haksızlık yapmayalım. Yaptığımız tanım sonucunda Süfyan’ı sadece bir kişi ile özdeşleştiriyormuşuz gibi gözüksek de bütün suç sadece bir kişinin üstünde değildir. Eğer bu konuyu gerçekten açıklamak istiyorsak, Süfyan’ı belirleyip akabinde bütün suçu ona yükleyerek bunu yapamayız. Tüm yaptıklarına kimisi gönüllü, kimisi gönülsüz destek vermiş suç ortaklarını da anlatmalıyız. Belamlarını, onu iktidara getirerek bir şey başardığını zanneden anonim oy kullanan seçmenleri, hatta adına Cumhuriyet denilen anonim oy kullanma düzeninin bizzat kendisini, muhalefetmiş gibi duran ama kendi efsanesini yaratmaya çalışan elde ettiği makamı hak etmediği için Süfyan’ın yediği haltlara bırak karşı çıkmayı marifetmiş gibi bir de “ben olsaydım daha fazlasını yapardım” diyerek el arttıranları, kendi gibi adi suç şebekesi olan diğer siyasi(!) parti tabelalarını başka bir deyişle aday Süfyanları ve hatta onu indirmek isteyip ama bunun için ahmakça yollara sapan diğer bazı seçmenleri…

Ha bu arada, siyasi parti demişken, siyasetin tanımı nedir? Bilir misiniz? En son nerede tanımını okudunuz? Yazıyı bırakıp hatırlamaya çalışın. Bir şey geliyor mu aklınıza?

Her gün televizyonlarda gördüğünüz, gündemi meşgul eden tabela avamlarından tut da anonim seçim sistemi denilen garabetin rahatlığı ile bunlara oy veren (neyin oyuysa artık o!) seçmen yapılmış kalabalıklara kadar, siyasetin tanımını yapabilecek bir kişi bile bulabilir misiniz? “Bunun tanımını şurada okumuştum” diyebilecek sadece bir kişi? Var mı böyle bir tanıdığınız, “bu kişi bunu yapabilir” diyebileceğiniz biri? Peki, bu satırları okuyan sen, tam şu anda olduğun yerden siyaset sözcüğünün en son nerede tanımını okuduğunu söyleyebilir misin? 

Söyleyemiyor olsan da sorun değil. Tanımını yapsan da yeter. Yapabilir misin tanımını? Şu anda olduğun yerden. 

Eğer ki, ne en son nerede tanımını okuduğunu söyleyemiyor ya da tanımını yapamıyor ya da bunları yapabilecek bir kişi bile aklına gelmiyorsa neden oy veriyorsun? 

Neden vermeyesin ki değil mi? Anonim oy verme düzeni var ve ne kayıt tutuluyor ne kimse sorumlu tutuluyor. Değil mi?

Neyse…

Siyasetin anlamına bakarsanız karşınıza “devleti yönetmek” ya da “devleti yönetme sanatı” gibi bir şey çıkacaktır. Devlet aracına da en temelde Cezalandırma Hukuku için ihtiyacımız olduğunu düşünürsek, Siyaset için söyleyebileceğimiz hayatın gerçekliğine uyan en gerçekçi tanım “cezalandırma hukuku geliştirme sanatı” olacaktır. O zaman Siyasetin çağrıştırması gereken şey Cezalandırma Hukuku, Siyasetçinin çağrıştırması gereken şey ise Cezalandırma Hukuku geliştiren insan olmalıdır.

İnsanın suç işlemesine engel olacak mahiyette, yani Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku geliştiren insandan daha değerli kim olabilir ki bu dünyada? Onun için dünyanın en önemli insanlarıdır, işini layıkıyla yapan siyasetçiler. İblis ile mücadele edenlerdir. 

Peki siyaset kurumunu işgal edip, bırak cezalandırma hukuku geliştirmeyi cezalandırma hukuku geliştirmesi gerektiğinin farkında bile olmayan insanlar?

İşte onlar bir insanın olabilecek en aşağılık halidir.

O zaman kuralımızı yazarak ana konumuza giriş yapalım. 

Kural: Siyaset sahnesi olarak adlandırılan yerde gözüküp, gündemi meşgul etmiş üstüne bir de maaş almış ama Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku hakkında çalışma yapmamış herkes Şeytan’ın askeridir.

Bu kişilerin çocukları başta olmak üzere birinci dereceden tüm yakınlarına söylüyorum: Yakınınızın bu sıfatını kabullenmek zorundasınız. Özellikle çocukları için söylüyorum. Ebeveyninizin bu sıfata sahip olması sizin ayıbınız değildir ama gerçekle yüzleşemiyorsanız bununla yüzleşememek sizin ayıbınız olacaktır. Onun için mutlaka hayatınızda en azından bir kere ve en azından kendinize “Benim birinci dereceden şu yakınım siyaset sahnesi denilen yerde bulundu, her türlü imkanından yararlandı, para kazandı, yedi içti, ilgi odağı olup gündemi meşgul etti ama bir kere bile ağzından önleyici mahiyette cezalandırma hukuku ile alakalı bir şey çıkmadı. Zaten böyle bir görevi olduğunun farkında mıydı, onu bile bilmiyorum. Cezalandırma Hukukundan bahsetmeyip de siyaset sahnesinde gündemi işgal eden herkes sadece Şeytan’ın askeridir. İşte ben de kendisine verilen tek bir hayat şansında gidip de Şeytan’a asker olmayı başaracak kadar aşağıların aşağısına düşmüş bir kişinin birinci dereceden yakınıyım” diyeceksiniz. Böylece onların ateşi size bulaşmasın. (En doğrusunu Allah bilir.) Onlarla aynı yere varmama konusunda bir yol açmış olun. Bunu açıkça söyleyemiyorsan bile en azından kendi kendine söyle. Ama mutlaka bir kere dürüstçe söyle.

Neden bunu yapmanın çok önemli olduğunu anlatabilmek için, neden Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku geliştirme adına çalışma yapmamış bir siyasetçinin(!) dünyanın en alçak insanı olduğunu anlatmamız gerekiyor.

Dünyada işlenen suçların ve çekilen acıların tamamını düşünün! Tehditler altında hayat sürmeye çalışanları, katledilenleri, malları gasp edilenleri, tecavüze uğrayanları… Hepsini düşünün. İşte tüm bu acıları, neredeyse tamamına yakınını önleyecek olan şey Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukukudur. Tüm bu suçların işlenmesini teşvik edecek şey, hatta normal bir insanı dahi yoldan çıkaracak şey ise Cezalandırma Hukukunun rafa kaldırılmış olmasıdır. Onun için siyaset makamı, bir insanın insanlar arasında ya en yukarıda ya da en aşağıda olacağı makamdır. Arası yoktur.

İşte, eğer ki babanız ya da ananız ya da başka bir yakınınız, siyasette bir makamı işgal etti, ilgiyi üzerine çekip gündemi meşgul etti ve üstüne bu şekilde karnını da doyurdu ama bu süre boyunca önleyici mahiyette cezalandırma hukuku hakkında hiç konuşmadıysa; daha fenası, böyle bir görevi olduğunu dahi bilmiyorduysa; en fenası ise Cezalandırma Hukukunu yok eden iktidarın bir parçası oldu ya da muhalefette olup karşı çıkması gerekirken “biz daha fazlasını yapardık” diyerek böyle bir iktidara destek çıkanlardan olduysa; o insan dünyadaki bütün kötülüklerin hepsinin azmettiricisi, suç ortağı durumuna düşmüştür. Nerede her ne suç işleniyor olursa olsun hepsinin ortağı durumundadır. Aşağıların aşağısıdır.

İşte İblis’in askerliği de buradan geliyor. Çünkü varoluştan kıyamete kadar işlenmiş ve işlenecek olan bütün suçlara ortak olacak olan yegâne varlık Şeytan’ın ta kendisidir. Onun için Cezalandırma Hukuku geliştirmeyip siyaset makamını meşgul edenler Şeytan ile özdeşleşmiş durumdadırlar. İblis’in askeri durumundadırlar.

Bu noktada bu durumdaki insanların yakınları şöyle bir soru sorabilir: “Tamam hadi ben böyle bir insanın yakınıyım. Peki benim o yakınımı seçenler? Onu, o konuma getirenler? Hadi benim yakınım önleyici mahiyette cezalandırma hukuku geliştirmesinin farkında bile değil, peki siyasetçi(!) diye oy verdiği kimselerden ana beklentisinin cezalandırma hukuku olması gerektiğinin farkında bile olmayan yani cehaleti paçalarından akan ve bunun farkında bile olmayan seçmen yapılmış kalabalıklar? Hayatta hiçbir davalarının, ilkelerinin, prensiplerinin olmayışını ‘herkesi kucaklıyoruz’ lafı ile örtmeye çalışanlardan ya da hiçbir davanın olmadığı yerlere girip de çıkamayanların lider diye sundukları çapsızların imza attığı rezilliklere itiraz edemiyor oluşlarını “lidere sadakat şerefimizdir” gibi bizzat kendi ağızları ile şereflerinin ne olduğunu söyledikleri böylesi bir söz ile örtmeye çalışanlardan medet umanlar? Tüm bu insanların da bir şey yapması gerekmiyor mu? Onlar ne oluyor?”

Onlar da Şeytan’a asker olmuşlara seçmen oluyorlar. Siyasetçi olduğunu sanıp da oy verip beslediği ve bir de üstüne bunlardan medet umma gibi bir utanca imza atan acınacak durumdaki insanlar oluyorlar. Onun için onlar da Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku vadetmeyene oy vermiş, onu o konuma getirmiş bir insan olduklarını kabullenecekler. Tabi öncesinde bir zahmet seçmen olarak beklentisinin Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku olması gerektiğinin bilincinde olacaklar. 

Peki ülkelerin yönetimini ele geçirmiş Süfyanlara geri dönersek, Süfyan’ın buradaki konumu nedir?

Süfyan, işlenen bütün suçlara ortak olma bağlamında, İblis’in yoluna girmiş, İblis’e yoldaş olmuş, onunla özdeşleşmiş tüm bu insanların en rütbelisidir. Çünkü o bırak yan gelip yatıp da cezalandırma hukuku geliştirmemeyi, var olan Cezalandırma Hukukunu kaldırmış insandır. Herkesten farklı yapan özelliği budur.

Şeytan’ın tasarlayıp hayata geçirdiği adına modern(!) denilen dünya düzenine uyum sağlama adına ülkenizde Cezalandırma Hukukunu kaldırma işine kim ön ayak olduysa, kim bu işe liderlik ettiyse işte o Şeytan’ın en rütbeli askeri Süfyan’dır.

Bir yandan Süfyan’ı, ona birinci dereceden yoldaşlık eden etrafındakilerle, muhalefet olacağına destek olanları düşünüyorum, yaşadıkları zevki sefayı; bir yandan da, hak etmediği konumu elde etmiş cahil şovmenler ile, akraba bağı ya da arkadaş gazı ile örgütlere girip boğazına kadar pisliğe batmış ve battığı için gerçeklere gözlerini kapatmış profesyonel yalancıların ağızlarından çıkanlara bakarak kafasında kurgu bir terminoloji oluşturmuş ve bunun gerçekliğine de inanmış, seçmen yapılmış, bir çoğu fakirlikten kırılan kalabalıkları.

Tüm bunlara baktığımda, kimi insanların dünyayı kazanıp fakat ahireti kaybettiği, kimi insanların ise hem dünyayı hem ahireti kaybettiği gerçeği aklıma geliyor. Şeytan’ın Cezalandırma Hukukunu kaldırtarak inşa ettiği Modern Dünya Düzeninde, gerçeklere gözünü kapamamış olanlar hariç, kalan diğer insanların ahvali bu şekilde olduğu umulur. (En doğrusunu Allah bilir). Biz bunlardan olmayalım inşallah… 

“Peki İblis, tamamına yakını yok edilen Cezalandırma Hukukunun yerine ne koydurdu?” diye sorarsanız.

Cevap: Suçluyu koruyan, yücelten Kontr-Cezalandırma Hukukunu koydurdu. Yani Cezalandırma Hukukunu kaldırıp fakat buna mukabil, örneğin bireysel silahlanmanın önünü de açıp, herkes kendi güvenliğini kendi sağlasın bile demedi. Cezalandırma Hukukunu suçluyu koruyan, kutsayan bir hale getirdi. Kendini korumaya çalışanı, tedbir alanı cezalandıran cezalandırma(!) hukukunu kabul ettirdi, yaldızlı sözlerinin yardımıyla. 

“Suçlular da insanlardır ve onlar suça sürüklenmişlerdir” gibi sanki derin anlamı olan sosyolojik tespitler yapıyormuş gibi gözükerek, konuyu suçlunun hiç suçu yok noktasına getirmeye çalıştı. Başarılı da oldu. "Suçlular aslında hastadır. Suçlulara aynı hastalara yaklaştığımız gibi şefkatle, ilgiyle yaklaşmalıyız." dedi. Suç işlemenin neredeyse ödüllendirildiği bu sisteme itiraz bile gelmedi. "Suçluya, maktule yaptığının aynısı yapılamaz" dedi. Kabul edildi. "Suç için zaman aşımı getirelim. Eğer belli bir süre içinde suç tespit edilemezse, yapanın yaptığı yanına kâr kalsın" dedi. Bu da kabul edildi. "Suç işleyene kadar herkes masumdur, önce bir suç işlesin ondan sonrasına bakarız" dedi. Tamam dendi. "Hırsızdan çaldığı geri alınamaz" dedi. Olur dendi. Sadece, cezalandırıldığını dahi anlayamayacak kadar zekâ yaşı düşük insanlar için geçerli olması gereken ceza-i ehliyetin olmaması durumunu, neredeyse en ufacık rahatsızlığı olana dahi uygulattı. Buna bile itiraz gelmedi. "Sen nasıl 'ülkemde suç işleme potansiyeli yüksek kaçakları istemiyorum' dersin? Güvenliğin ile ilgili fikrini nasıl paylaşırsın? Al sana 2 yıl hapis" dedi. Cezalandırma hukukunun güvenlik isteyen masumlar için çalışıyor olmasına kimse ses çıkartmadı. 

- 18 yaşın altındakiler çocuktur, masumdur.

+ Suç işleyebilen hiç kimse ne çocuk ne de masum değildir de, merak ettiğim bir şey var kim belirledi bu 18 yaşı? Neden 19 değil ya da neden 17 değil?

- Evrensel Hukuk Normları.

+ “Evrensel Hukuk Normları” ha? Hakikaten çok yaldızlı, çok ikna ediciymiş. Kim belirledi diyorum sana.

- Evrensel Hukuk.

+ Yahu kim belirledi diyorum. "Evrensel Hukuk" diye bir laf çıkıyor ağzından. Adamın adı Evrensel, soyadı Hukuk mu? Kim belirledi 18 yaşı? "Bilmiyorum" desene. "Kalabalığa uyuyorum" desene.

Hiçbir soruya cevap veremediği halde, üstelik zararı kendisine de dokunan İblis’in bu kurallarını büyülenmiş bir şekilde savunur bir halde buldu insanlar kendilerini.

İyi de İblis bu kadar insanı bu duruma getirmeyi nasıl başardı?

Hiç durmadan ama bir an bile durmadan yapmasına izin verilen tek şeyi yaparak: Yaldızlı sözler fısıldayarak.

“Eğer bunları böyle savunursan, ilerici, çağdaş, aydın olursun.”

Hayatta taviz vermediği tek prensibi aklını kullanmaktan kaçmak olan insanların çoğunluğu da bu durumu sorgulamadı bile. Şeytan’ın yaldızlı sözlerine bakarak taraf olmaya ne yazık ki dünden razı insanlar da neyi neden savunduğunu bilmez halde, kimsenin zorlaması olmadan savunmaya kalktı aslında zararı kendisine de dönen bu Kontr-Cezalandırma Hukukunu. Hem sorgulamadan uymanın hem de savunmanın “ilerici olmak, aydın olmak, çağdaş olmak” olduğunu zannettiği için kimin hangi mantıkla yazdığını bilmediği, üstüne her gün bizzat zararını da gördüğü Kontr-Cezalandırma Hukukunu böyle böyle kabullenmiş oldu. Sorsan ilerici ne demek, çağdaş ne demek, aydın ne demek cevap veremez hali ile sadece pozitiflik hissederek ikna oldu insanoğlu. Dikkatlice bir düşünürseniz, “Eğer bunları böyle savunursan ilerici, çağdaş, aydın gibi yaldızlı sözler seni bulur” diye büyüleyerek insanlara bunu savundurtanın Şeytan’ın ta kendisi olduğunu anlayacaksınız.

Şimdi gelelim Süfyanlarını nasıl iktidara getirdiği konusuna. 

Her şeyi en rütbeli askerleri, Süfyanları için hazırlaması gerektiğini bilen Şeytan ilk olarak anonim oy vermenin mantıklı bir şey olduğunun benimsenmesi için fısıldadı yaldızlı sözlerini adım adım kuracağı Dünya Düzeninde. Onun için önce herkesin seçmen yapılıp üstüne kayıt tutulmayan yani seçmene sorumluluk yüklenmeyen anonim seçim sistemi, Kontrolsüz Cumhuriyet için söyledi yaldızlı sözlerini.  

Bu en ama en önemli aşamaydı onun için. Çünkü Süfyan gibi bir karakter anca herkesin seçmen yapılıp üstüne bir de cezalandırma sürecinin dışına alınmış anonim oy vermenin kural olarak benimsendiği bir dünya düzeni sayesinde yol bulabilirdi kendisine. 

Anonim oy vermenin mantıklı bir şey olduğunun benimsenmesi konusundan bahsedelim biraz. 

Çoğunluğu ahlaksız olan bir toplumda, çoğunluğun oyuna güvenmek! Ne kadar da mantıklı bir şey bu! Gerçekten süper bir sistemmiş bu! Ahlaksız değilse bile, nasıl olsa anonim oy var diyerek Şeytan’ın tuzağına düşmenin de bu kadar kolay olduğu bir düzen için güzellemeler yapmak. Söylenebilecek olumlu hiçbir yanı olmayan, üstelik Cumhuriyet öncesi dünya ile, Cumhuriyetlere geçişin gerçekleştiği dünya kıyaslaması yaptığında “Cumhuriyet ile şu sorun ortadan kalktı” diye gösterilecek tek bir gerekçenin olmadığı bu düzen için güzelleme yaptırmayı sadece İblis başarabilirdi. İyice düşünün. Bir kendinize gelin. O zaman kendi kendinize “Vay be ne yapıyormuşum ben!” diyeceksiniz. 

“E Saltanatlık devam mı etseydi o zaman?” diyebilirsiniz, bu noktada. Elbette encodeum’un sıkı takipçileri Saltanatlık gibi bir şeyi savunmadığımı, lafı elektronik oylama sistemine getireceğimi biliyordur. Sadece, oraya getirmeden önce, bu düzenin hiçbir şekilde beklentileri karşılamadığını ve artık bunu kabullenilmesi gerektiğini gözünüze sokmaya çalışıyorum. Daha önce “Neden Cumhuriyet Rejimi Başarısız Oldu?” isimli videoda anlattığım gibi bu sistemin kurucuları kötü niyetli değildi ama artık bunun hiçbir derde derman olmadığını da görmek gerekiyor. Teknolojinin bu kadar ilerlediği günümüz dünyasında artık elektronik devlet sistemi üzerinden oy kullanmaya geçilmesi ve bunun neticesinde verdikleri oylar ile seçmenlerin cezalandırmaya tabi olmaları gerekmektedir.

Neyse, kaldığımız yerden devam edelim. Ne diyorduk?

Ha evet anonim oy kullanılan sistemin iyi bir şey olacağının benimsetilmesinde. Bu aşamadan sonra, İblis, askeri Süfyan’a bir parti kurdurdu, parti kurup, gücü elde ettiğinde ne kadar mutlu olacağını fısıldayarak. Yağmacılık, başka bir adı ile komisyonculuk yapmak da ödülü olacaktı. Sadece yapmak mı? Hayır, aynı zamanda başkalarına yaptırmak olacaktı da işin içinde ve bu çok da işine gelecekti. Çünkü adama ihtiyacı vardı. Ortada bir dava olmadığı için bu şekilde adam bağlayabilirdi. Suç ortaklığı üzerinden kurdukları bağı da dava arkadaşlığı diye pazarlayabilirdi. Komisyonculuğa yol açma ile cezalandırma hukukunun kaldırılması birbirini tamamladı ve bu şekilde kurduğu parti başarıdan(!) başarıya(!) koştu. 

Peki ne yaptı Süfyan, partisini kurup, herkesin seçmen yapılıp üstüne seçim sisteminin de kayıtsızlık, cezasızlık üzerine oturtulmasının sayesinde iktidarı elde ettikten sonra? Ne yaptığını söylemem için hangi ülkede yaşadığınızı bilmeme gerek yok. Teker teker yazalım. Siz, kendi yaşadığınız ülkeye bakın ve doğru ya da yanlış deyin.  

Az önce de anlattığımız gibi, Süfyan Cezalandırma Hukukunu neredeyse yok etti. Aslında Cezalandırma Hukukunu, Kontr-Cezalandırma Hukuku haline getirdi desek daha doğru. Komisyonculuğu da yasalara uydururarak ekonominin göbeğine oturttu. Süfyan’a muhalif olduğunu söyleyip, aslında İblis’in başka bir askeri olan sözde muhalefet ise Cezalandırma Hukukunun yok edilirken karşı çıkması, muhalefet etmesi gerekirken aman kötü bir görüntü vermeyeyim diye ses çıkarmayıp hatta belki el arttırıp “Ben olsam daha fazlasını yapardım” dedi. Böylece Kontr-Cezalandırma Hukuku hayata geçirildi. Beraberinde de komisyonculuk ekonomisi. 

İblis, seçilmişin, “Af(!)” adı altında adaleti bozabileceğini de ekledi Kontr-Cezalandırma Hukukuna. Süfyan da bunu sonuna kadar kullanarak “Af(!)” adı altında suçluları salmaya başladı. Yine sözde muhalefet “af(!)” adı altında suçluların salınmasına karşı çıkması, muhalefet etmesi gerekirken aman kötü bir görüntü vermeyeyim diye ses çıkarmadı hatta yine el arttırıp “Ben olsam daha fazlasını salardım” dedi.

Medyada yer işgal edenler ise, suçluların insanlara yaşattıkları acılar ile karşılaştığında, “İyi ya, bugün de konuşacak konu çıktı. Onu anlatır sonra da ‘böyle bir şey olur mu ya?’ der, risk almadan, bugünkü mesaiyi de bu konuyla kapatırız” dedi. 

Günlerce ölümle tehdit edilip ve sonunda gerçekten katledilenlerden tecavüzlere; hükümet eliyle yapılan hırsızlık, haksızlıklardan insanların yağmalanan mallarına kadar insanların acıları hakkında konuşup, ama bunların tek çaresi olan Kontr-Cezalandırma hukukunun kaldırıp yerine Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku getirilmesi konusu hakkında hiçbir şey konuşmadan, yaşanan acıları anlatıp anlatıp en sonunda “Böyle bir şey olur mu ya!” diye konuyu bağlayıp yoluna devam eden mi daha ahlaksızdır yoksa o suçları işleyen mi, karar vermek zor. Yanlış anlamayın, bütün bu suçların önlenmesini sağlayacak olan şeyin önleyici mahiyette idam cezası temelli cezalandırma hukuku olduğunu biliyor da bunu gizliyor değil bunlar. Bunun böyle olması gerektiğini bile bilmeden konuşanlardan bahsediyorum burada. 

Süfyan için çalışan ne kadar geniş bir çevre var, değil mi? İblis, yaldızlı sözleri ile ne kadar çok kişiyi hizaya sokmuş, değil mi? Peki, hepsi bu kadar mı?

Değildir mutlaka ama ben burada bırakıp, İblis’in, Süfyani düzenin devamı için alttan gelen aday Süfyanlar için işlettiği bir teknikten bahsetmek istiyorum: Öfke Yönlendirme Manipülasyonu.

Her insanda fıtrat(adalet terazisi) olduğu için Süfyanlara karşı bir nefret oluşur elbette. İblis bunu bildiği için bu nefreti, küçük Süfyanları için yönlendirmeye çalışır. Süfyan’a karşı biriken nefreti küçük Süfyanların lehine kullanmaya çalışır. İşte bu Öfke Yönlendirme Manipülasyonudur.

Öfke Yönlendirme Manipülasyonunun tanımını şöyle yapabiliriz: Bir suçluya ya da bir adi şebekesine karşı biriken haklı nefreti, başka bir suçlunun ya da bir adi suç şebekesi nin kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesidir. Onun için sözde muhalefet, aday Süfyan destekçileri, küçük Süfyan’ın her çıkan pisliğinden sonra Süfyan’ı hatırlatarak, Süfyan’a karşı biriken nefret ile gözlerin körelmesini ve alttan gelen Süfyan adayının yaptıklarının görmezden gelinmesini sağlamaya çalışırlar. Ve ne acıdır ki, aslında muhalefet olma iddiasındakilerin bu şekilde yaptığı şey, muhalefette oldukları için istedikleri gibi bol keseden kullanabilecekleri “hak, hukuk, adalet” söyleminden, başka bir suçlu ya da adi suç şebekesi için kendilerini vazgeçirmiş duruma düşürmeleridir. İnanılmaz bir şey bu, muhalefettesin diye hiçbir şey yapmıyorsun, oturduğun yerden devamlı olarak eleştiriyorsun, muhalefettesin diye kimse sana hesap sormuyor, karışmıyor ve sen tutuyorsun, aday Süfyan için yapılan öfke yönlendirme manipülasyonunu yiyor ve tüm “hak, hukuk, adalet” söyleminden vazgeçmiş duruma düşüyorsun.

İşte, insanların, hayatta hiçbir kutsalı olmayan, cahil, hırsız şovmenleri savunmaya kalkarak “hak, hukuk, adalet, dürüstlük” hakkında konuşma hakkını kaybetmiş olmaları, partilerini terör örgütlerine teslim ettikleri için de o terör örgütleri hakkında konuşma haklarından vazgeçmeleri; üstelik tüm bunları muhalefetteyken yapmak gibi korkunç bir akılsızlığa imza atmaları, İblis’in Öfke Yönlendirme Manipülasyonunu tuzağına düşmüş olmalarından kaynaklanmaktadır. “Nasıl olsa Süfyan var ve ben de ondan nefret ediyorum o zaman bunların hepsini yapabilirim. Hesap soran olursa da Süfyan’ın adını kullanır, onu ön plana çıkarır yani ben de öfke yönlendirme yapar, konuyu kapattırırım” özgüveni.

Burada şunu not etmem gerekiyor: İktidarı elde etmiş suç şebekeleri iyi insanları susturmak için onları haksızca hapsedebilir. Ama aynı zamanda ülkenin yargısı gerçekten elde ettiğini hiçbir şekilde hak etmemiş, sahtekâr, hırsız, dolandırıcı, cahil şovmenleri de yakalayıp tutuklayabilir. Aynı zamanda terörle mücadele de edebilir. İyi insanlara yapılan haksızlığı vurgularken, eğer devlete mekanizmasının hakikaten yapması gereken şeyleri konuya eklerseniz, batırırsınız. Kötüler kendilerini aklamak için zaten iyilere yapılan haksızlıkları dile getirerek araya kaynamaya çalışıyor. Kendileri hakkındaki suçlamaları gargaraya getirmeye çalışıyorlar. Bu yola saparsanız, kendi kalenize gol atmış olursunuz. Öfke yönlendirme manipülasyonu bağlamında bu konuya da dikkat etmeniz gerekiyor.

Bu notu da ekledikten sonra, şimdi de Süfyanların ve aday Süfyanların komisyonculuğu, yani yasal hırsızlığı nasıl kullandığı ile ilgili bir ekleme yapmak istiyorum.

Süfyan herhangi bir davasının olmamasını ve olmadığı haliyle nasıl olacak da seçmen kitlesi yaratacağı ile ilgili problemi dağıttığı gereksiz ihaleler, gerekli ihaleler içinse araya sokturduğu ihale komisyoncuları ve dağıttığı gereksiz kadrolar ile aşar. Süfyan ile komisyonculuk ayrılmaz bir bütündür. Bu şekilde suç ortaklığına dayalı kemik seçmen kitlesi yaratmış olur. (Bunların daha detaylı açıklamasını “Neden Ekonomik Kriz Olur?” videosunda izleyebilirsiniz.)

Elbette bu yöntemin aynısını yerel yönetimleri elde etmiş Süfyan adayı küçük Süfyanlar da kendi çaplarında uygularlar. Zaten az önce bahsettiğimiz Öfke Yönlendirme Manipülasyonuna da ortaya çıkan bu tip yolsuzluklarını örtmek için ihtiyaç duyarlar. İster ülke genelinde ister yerelde her dağıtılan gereksiz ihale, kadro vs. ile patlayan enflasyon altında ezilen seçmen yapılmış halk yığınları bunlardan medet umar halde bekler dururlar. Hak etmediğini elde etmiş bomboş karakterlerin yarattıkları bomboş gündemler ile oyalanıp dururlar.

Bu bomboş gündem meselesine bir örnek verelim:

“Bak şimdi anayasanın ilk 4 maddesi falan diye, çeşitli maddelerini hedef alıcam. İnsanlar tahrik olacak bana cevap verecek. Gündem olucam. İlgiyi üzerime çekicem. Hedef alınıyormuşum gibi olacak. Hem bu niteliksiz, faydasız halimle ilgiyi çekicem hem de bu halde olup da neden ilginin üzerime odaklandığını neden maaş aldığımı insanlar sorgulamayacak. İnsanların haklı tepkilerini hedef alınıyormuşum noktasına çekicem, sanki bir şeyler yapmak istiyor ama izin verilmiyormuşum gibi olacak. Onun için de zaten istediğim şeylerin özellikle “olmayacak şeyler” olmasına dikkat ediyorum, için için “ulan inşallah ciddiye almazlar da blöfüm ortaya çıkmaz” diye de dua ediyorum ki hep isteyen ama verilmeyen pozisyonunu, aslında çok şeyler başaracak ama izin verilmiyor pozisyonunu koruyayım. Böyle böyle günleri geçiriyor ve hiçbir şeye bir gram faydası dokunmadan bir hayat yaşıyor ve bunu da göstermemiş oluyorum ve tabi hesabıma bedavadan yatan parayı da afiyetle yiyorum. Gündemde kalıyor olmak da üstüne ballı kaymak oluyor.” 

Şimdi bunları yazarken uzun uzun zaman önce, 2011 gibi, Ümmetçiliğin Temellerini yazmaya başladığım günler aklıma geldi. Ümmedizm. Sonuna -izm getirilebilen isme sahip bir düzen oluşturmuş olacaktım. İşin özünde Müslümanları bir araya getirecektim. Daha doğrusu bu devasa söylemle ortaya çıkacaktım. Üstelik işin içinde dini kavramlar da olduğundan yaptığım kutsallık da kazanacaktı. Diğerlerine benzemeyecekti. Hiç kimse beni tutamazdı. Muhteşem bir şeydi bu. Hadi başlayayım derken aklıma tek bir soru geldi ve daha başlamadan yolumu değiştirdim: Bir insanın Müslüman olup olmadığını nasıl anlayacaktım ki Müslümanları bir araya getirecektim? Bunun bir cevabı yoktu ki, bir araya getirme konusunu konuşmaya başlayayım. İşte tam bu noktada bir tercih yapmam gerekiyordu. Ya bu soruyu görmezden gelip, blöf yapmaya başlayacaktım, hatta bu soru insanların aklına gelmesin diye de süslü cümlelerin sayısını arttıracaktım. Yani kutsal olanı istismar etmiş olacaktım. Ya da dürüst olup yolumu değiştirecektim. Yani kutsal bir yola girecektim. Ben yolumu değiştirdim ve gerçekten somut delilleri birlikte insanlara faydadan başka bir şey sağlamayan kült bir içerik çıkmış oldu naçizane. Hem de ümmetçilik kavramını delilli, somut bir şekilde adalet kavramına bağlamayı başardık, çok şükür. Çünkü anlattığımız her şey gerçek dünyanın gerçek sorunlarına gerçek çözümler içeriyordu, slogansız bir şekilde. Bu şekilde insanlar okudu, anladı ve benimsedi. İşin ilginci şu an için daha yayınlamayıp kenara koyduklarıma bakıyorum ve gerçekten bir ideolojinin çıkmış olduğunu görüyorum. Devrim Derslerinin sonunda da inşallah buna siz de tanık olacaksınız, evrenin çalışma mekanizması içinde ortaya konabilecek tek ideolojinin nasıl bir şey olduğuna. Encodeum çatısı altında bugüne kadar gördükleriniz sadece ön izlemeler… 

İyi de şimdi neden, ancak Allah'ın hüküm vermesi ile edinilebilen Müslüman olup olmama durumunun anlaşılmasının imkansızlığından bahsettim? Biraz sonra alt başlık olarak Kafirlik Yasasını anlatmaya başlayacağız, o zaman anlaşılacak bunu neden böyle yaptığımız ama önce bugüne kadar neler yaptığımızdan, tamamı olmasa da en azından bir kısmından bahsedeyim.

- Kontrollü Cumhuriyetin ne olduğunu anlattık. Anonim oy kullanmaya gereksiz anlam yüklendiğini, bu sistemin hiçbir derde derman olmadığı gibi, zaten herhangi bir derde derman olma gibi bir hedefinin de olmadığını özellikle belirttik, gerek yazı gerekse de video olarak yayınladığımız çeşitli çalışmalarda. Onun için olması gereken şeyin Kontrollü Seçim Sistemi olduğunu söyledik. 

- Kontrolsüz Üremenin felaket olduğunu ve hatta bunun bir felaket olmasının bir doğa kanunu olduğunu anlattık. Çözümün, Kontrollü Üreme olduğunu söyledik ve bunun nasıl yasalaştırılacağını da açıkladık.

- Ekonomik Krizlerin, enflasyonun seçilmiş hükümetin ya da seçilmiş yerel yönetimlerin yaptırdığı yasal hırsızlık yöntemlerinin sonucunda ortaya çıktığını anlattık. Hırsızlığın cezalandırılmasının geri ödeme prensibine dayandırılması gerektiğini, eğer para ile yapamıyorsa kişinin vücudundan parçalarla yapması gerektiğini anlattık.

- Kişiye Özel Ek Cezalandırma Hukukundan bahsettik. "Herkes kendi inancına, yaşam tarzına, var olduğunu iddia ettiği ideolojisine uygun kendine e-devlet üzerinden ek cezalandırma hukuku yazabilir olmalıdır" dedik. Örneğin recm cezası denilen zina edenlerin taşlanarak öldürülme konusu. Eğer "zina edenler taşlanarak öldürülsün" diyorsan, zinanın tanımını yapıp, e-devlet üzerinden kendin için ‘eğer zina ettiğim tespit edilirse, taşlanarak öldürülmem gerçekleşsin’ diyebileceksin, dedik. Bunun blöfçüleri susturacağını da söyledik.

- Dünyadaki bütün sorunların Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku ile çözüleceğini, şu anda yaşanan sorunların tamamının da ortadan kaldırılan cezalandırma hukuku sebebiyle olduğunu anlattık. Olması gerekenin Önleyici Mahiyette Cezalandırma Hukuku olduğunu da çeşitli yazılarda anlattık. Kısaca açıklayacak olursam, bu cezalandırmanın temelinde "Tehdit oluştuğu anda idam gerçekleşir" prensibi bulunur. Suçlunun can yakması beklenmez. Ayrıca bir insanın toplamda 4 suç işleme hakkı vardır. Dördüncü suçu ne olursa olsun idam gerçekleşir. 

Tabi, yaptığımız çalışmalar bunlardan ibaret değil değil ama bu konunun anlaşılması için bu kadardan bahsetmek yeterli. 

“Şeytan’ın Kontr-Cezalandırma Hukukuna Karşı yapılması gerekenleri anlatmaya devam edelim” diyerek şimdi de gelelim Kafirlik Yasası ile İblis’i can evinden vurmaya. (Bu yasayı ayrı bir yazı olarak değil, bu yazının alt başlığı olarak açıklayacağım.)

Nefs ne diyordu? “Ben farklıyım. Ben eşsizim. Ben tekim. Ben en üstünüm”. İblis ne diyordu, bunu desteklemek için: “İnsanlar mozaiktir. Mozaiğin parçalarıdır”. Biz ne diyorduk? Ah keşke ispat edebildiğin bir farkın olsa. Ah keşke ortada delilli bir mozaik olsa. 

Hadi gelin bunu hedef alalım. 

Kafirlik Yasası:

Dünya tarihine bakın. İdeoloji diye pazarlanan hikayelerin, uğruna savaşılan konuların büyük bir kısmının; insanların, ispat edemeyeceği şeyi iddia ettiği “Ben x’im” muhabbetine dayandığını göreceksiniz. Bunu ilk, “Ben ateşten onlar topraktan” diyerek İblis gerçekleştirmiştir ve seçmen yapılmış İblis’e uymuş kalabalıklar da bu geleneği devam ettirmişlerdir ama bir farkla. O fark da, Şeytan “ben ateşten onlar topraktan” derken doğru söylerken, farklı olduğunu iddia eden kalabalıklar “Neye göre farklısın? Delilin ne?” sorusuna cevap bile verememektedir. İşte biz de, Kafirlik Yasası ile, nefsin (Bu sefer İblis’in değil), elde hiçbir ispatı olmadığı halde, haykırdığı “ben farklıyım” yalanını Cezalandırma Hukuku ile karşı karşıya getireceğiz.

Not: Gerçekten farklı ve üstün olan insanlar vardır elbet. Fakat bu insanlar farklı olduklarını iddia etmezler. Farklılıkları, üstünlükleri yaptıkları ile anlaşılır diğer insanlar tarafından.

Kural: Kendisinin veya bir başkasının bir şey olduğunu iddia eden, iddia ettiğini ispatlamakla mükelleftir. Cezası? Para cezası olabilir. Belki bir seçimlik seçmen olma hakkının elinden alınması da olabilir. Önleyici Mahiyette İdam Cezasında demiştik ya herkesin üç suç işleme hakkı var, dördüncüsünde idamı gerçekleşir diye. Bunu, her iddia ettiğini ispatlayamayışında bir hakkını yitirecek kapsamına almamak gerekiyor ilk etapta. Çünkü insanlarda unutma durumu var. Belki daha sonra, bu bir kültür olarak yerleştikten sonra bu noktaya getirilir.

O zaman “Ben Müslüman’ım. Ben Hristiyan’ım. Ben Yahudi’yim. Ben aleviyim. Ben ehli sünnetim. Ben ateistim. Ben deistim. Ben solcuyum. Ben sağcıyım. Ben sosyalistim. Ben komünistim. Ben liberalim. Ben Kürt’üm vs. …” diyecekler ya da bunların “Sen’li” versiyonunu, “Sen x’sin” gibi, kullanacaklar, “Neye göre x'sin? Delil sun” dendiğinde ne diyeceklerini iyi düşünler. Çünkü Adil Dünya Düzeninde Cezalandırma Hukuku ile karşı karşıya gelebilirler. 

Farklı olduğunu iddia eden herkes neden farklı olduğunu ispat etmekle mükellef olacak, Adil Dünya Düzeninde.

“İyi ama bu düşünce özgürlüğüne karşı bir hamle olmuyor mu?”

Yo. Ne düşünürsen düşün bana ne.

“Ama ‘hiç kimse düşüncesinden dolayı kınanamaz’ deniyor?”

Kendisi ile ya da başkası ile ilgili ispat edemeyeceği bir şeyi iddia etmek düşünce özgürlüğü kapsamında hoş görülmesi gereken bir şey mi oluyor? O zaman konudan bağımsız olarak soruyorum: Ne demek düşüncesinden dolayı kınanamaz! Düşünceden kastettiğin şey ne? Bir insanı öldürmeyi düşünmek de ne bileyim gasp etmeyi, tecavüz etmeyi düşünmek de düşüncedir. “Hiç kimse düşüncesinden dolayı kınanamaz” yaldızlı sözünü söyleyen, düşünce için bir sınır çizmiş mi? Kaldı ki zaten kimse kimsenin ne düşündüğünü bilemez. Burada kastedilen düşüncenin başkalarına açıklanması, ikna edilmesi durumu. İnsanlar aklında geçen kötü şeyleri, kandırmak için ya da zarar vermek için başkalarına söylerken kınanamayacak mı yani? 

Yine her zamanki gibi altı bomboş ve tabi ki de aynı zamanda yaldızlı bir laf daha. Al sana mevcut Kontr-Cezalandırma Hukukunun Şeytan tarafından fısıldandığına bir delil daha.

Üstelik işin bir de şu boyutu var: bu dediğine kendin uyuyor musun? Örneğin, kontrolsüz üremenin had safhada gerçekleştiği ve kontrolün de kaybedildiği ülkelerden yasa dışı yollarla gelen ve suç işleme potansiyeli de oldukça yüksek insanların gelişlerinin engellemesi gerektiğini dile getireni bile hapsetmeye çalışıyorsun, ama düşünce özgürlüğü lafı ağzından düşmüyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacaksın? 

Ayrıca, Kontr-Cezalandırma Hukukunu görebiliyor musunuz? Suç işleyen veya suç işleme potansiyeli yüksek insanlar hakkında konuştuğun anda Kontr-Cezalandırma Hukuku hemen çalışıyor ve seni hapsediyor. 

Hem düşünce özgürlüğünü savunan insan görüntüsü verecek diye yaldızlı cümlelerin tamamını kuruyor, ama işine gelmediğini hissettiği en ufacık sözde, üstelik sonuna kadar haklı ve doğru olsa bile, bir anda çirkinleşiyor ve o yaldızlı sözleri söyleyen o "ilerici, çağdaş, aydın" insandan eser kalmıyor.

Konumuza geri dönersek, iddia ediyorsan, -ki böyle şeyleri neden iddia etsin insan, başkaları tarafından kabul edilsin diye-, ispat etmekle mükellefsin. Bu yasa ile birlikte herkes, “ben farklıyım” diye haykırmadan önce 2 defa düşünecek, sorarlarsa ne delil sunacağım diye.

Bitirelim. 

Bugüne kadar yaptığımız çalışmalarla, İblis’in kurduğu Kontr-Cezalandırma Hukuku merkezli mevcut dünya düzeninden, Adil Dünya Düzenine geçişi temellendirmeye çalıştık. Finali de Devrim Dersleri Serisinin sonunda yapacağız inşallah. O günlerin gelmesi umuduyla…

Turpların büyükleri hâlâ heybede.

Not: Az önce verdiğim örneklere Kürt olduğunu iddia etmeyi eklediğim için, genel anlamda kavim kavramını da hedef aldığımı düşünebilir ve bunun sonucunda “Listeye ’Ben İngiliz’im’, ‘Ben Fransız’ım’, ‘Ben Türk’üm’ vs. demeyi de ekleyecek miyiz?” diye bir soru sorabilirsiniz.  Siz sormadan ben cevabını vereyim: Hayır. Çünkü, örneğin Türk olmayı incelersek, Türklük hem dilbilimsel hem de tarihsel olarak varlığı ispatlanabilen bir etnik kimliktir. Yani dilbilimsel olarak Türkçe diye bir dil, tarihsel olarak da Türk diye isimlendirilebilecek bir etnik kimlik vardır. Buna ek olarak da Atatürk, takdire şayan bir tanım yaparak “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek izole Türk kavmini ulus devlet haline ve bunun sonucunda da Türklüğü hukuki statüsü olan bir kimlik haline getirmiştir. O yıllarda bunu düşünmüş olmasının gerçekten çok şaşırtıcı olduğunu belirtmek isterim. Günümüzde ise bu tanımın biraz daha değiştirilmiş versiyonunun, "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" diyen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 66. Maddesi olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Tüm bunları göz önüne aldığımızda Türk olmanın, hem dilbilimsel ve tarihsel delilleri olan bir etnik kimliği hem de hukuki statüsü bulunan ulus-devlet vatandaşlığını simgeleyebilir olduğunu görmekteyiz. Ha keza İngiliz olma, Fransız olma vs. de aynı statüdedir. Fakat Kürt diye bir kavmin varlığı ne tarihsel ne dilbilimsel olarak ispatlanamadığı gibi, ispatlanmış olmuş olsaydı bile izole kavimden ulus devlete evrilme diye bir şey yaşanmadığı için “Kürt olma” iddiası, iddia sahibinin beyanından öteye geçememektedir. Tüm bunların sonucunda, “Senin beyanın seni bağlar” ve “Bir şey kendisine delil olmaz” prensipleri gereğince, “Neye göre Kürt’sün, delilin ne?” sorusunun hiçbir cevabı olmadığı için Kürt olma iddiasını da listeye eklemiş oldum. Yoksa genel olarak etnik kökenleri hedef aldığım için değil.

Ayrıca şunu da eklemek isterim: Kürt olduğunu iddia etmek zorunda olduğunu zannedenlere baktığımızda bunun ya akraba bağı ya da arkadaş gazı kaynaklı olduğunu görmekteyiz. Akraba bağı kaynaklı olarak Kürt olduğunu iddia edenlerin, çoğunlukla, suça bulaşmış yakınlarına arka çıkma çabası nedeniyle bunu yaptıklarını görürken, arkadaş gazı ile bunu iddia edenlerin “Kürt’üm demekten korkuyor musun? Utanıyor musun?” şeklinde ters psikolojinin etkisi altında kaldıklarından dolayı bunu yaptıklarını görmekteyiz. Tabii, Kürt olma iddiası karşımıza sadece bu şekilde çıkmıyor. Bunu kendisi için iddia edenlerin yanı sıra, başkaları için iddia edenlerin de bulunduğunu görüyoruz. Başkasının “Kürt” olduğunu iddia etmeye çalışanların, bunu neden yaptıklarına baktığımızda ise “Kürt olmanın zamanında hedef alındığı” yalanına inanmış olduklarını ve kendilerinin de o suçu işlemediğini gösterme çabası içinde olduklarını görüyoruz. Yani olmayan suçların suçluluk duygusunu yaşadıklarını ve bu psikolojinin etkisi ile kendilerinin iyi insan olduklarını gösterme amacıyla sürekli olarak “Kürtlere x yapıldı” şablonu ile başkalarının yalanlarına yalan ekleme çabası içinde bulunduklarını görüyoruz, ne “Bahsettiğin insanlar neye göre Kürt, delili ne?” ne de “X olarak bahsettiğin kötülüğün yapıldığına delilin ne?” sorularına cevap veremez halleri ile. 

0 comments :