28 Mayıs 2007 Pazartesi

İslamiyet, Demokrasi ve Siyaset


Oy kullanmanın hükmü nedir?
Bakara 283. Bir de şahitliği gizlemeyin. Kim şahitliği gizlerse, şüphesiz onun kalbi günahkârdır
İnsanlar çevrelerinde olup bitenlerden bağımsız değildir. Haksızlıkların doğmasına neden olan süreçlere duyarsız kalamazsın. Eğer duyarsız kalarak vebalden kurtulduğunu da sanıyorsan, baştan kaybettin demektir. Yaşadığımız dünya da, olaylara tanıklığımızı yani şahitliğimizi gizlemek haramdır. Bu bağlamda, -herkese eşit oy hakkı verdiğinden adil olmasa da yine de- oy kullanmak ile mükelleftir her akıl sahibi.

Kafa bulandırmak için oy kullanmanın haram olduğunu iddia edenler var. Hüküm Allah'a aittir diyenler var. Sanki bu hüküm, internet bağlantı tarifelerini belirleyen kuralmış gibi, dünyanın geçici ama bizim de yaşarken ihtiyaç duyduğumuz kuralların hepsini belirleyen hükümmüş gibi. Sanki İslami rejim olduğunu iddia edilen yerlerde -tövbe, haşa- Allah gökte beliriyormuş, insanlar karar vermiyormuş gibi. Bu tip güncel meseleler üzerine hükmü belirleyen yine insandır. Ki zaten bu da bir sınanma aracıdır. 

Onun için, mevcut seçim sistemlerinde verilen oy, sistemin İslami mi olacağına ya da başka bir şey mi olacağına karar anlamı taşımadığından yapılan demagojiye safça inanmak doğru değildir. Yani insanlar başka düzen mi İslamiyet mi diyerek tercih yapmış olmuyorlar bu düzende ya da hüküm insanın mı olacak Allah’ın mı olacak diye de seçim yapmıyorlar. Oylanan şey sistemin kendisi değil bireyler. Bu noktada bir kavram kargaşası var bunu izah etmeye çalışalım.

Demokrasi demos kratos’tur. Yani halkın iktidarı... Cumhuriyet kelimesi Arapça kökenlidir. İşin ilginci o da halkın yani çoğunluğun iktidarı manasındadır ve İslam sistemi cumhuriyettir. Burada cumhuriyet ile demokrasinin farkı nedir sorusunun cevabını da almaktayız. Hiçbir farkı yok, ikisi de aynıdır. Türkçesi “halkın iktidarı” olan tanımın Latincesi demokrasi Arapçası cumhuriyettir diyebiliriz.

İslami olmayan düzende seçim yapmak İslami olmayan düzeni onaylamak manasına gelmez.

Ama şu noktaya değinmek isterim:

Ben demokrasiye inanmam. Ne demek istedim? İfade etmek istediğini tam ifade edemeyen cümle…

Ben demokrasinin [insanlara mutluluk getireceğine] inanmam. Çünkü çoğunluğun karar vermesi ve istisnasız herkese 1 oy hakkı verilmesi adalet değildir. Zaten hiçbir zaman da demokrasi mutluluk getirmemiştir. Mesela ben hiçbir şekilde ne gündemi takip ederim ne de ilgilenirim. Ama ne ilginç; her gün düzenli olarak gündemi ve siyasileri takip eden insanlar ile aynı oy hakkına sahibim. Peki neden?

Nasıl ki bir yönetim sisteminde mesela bir şirkette herkes uzmanı olduğu alandan sorumlu ve o alanla ilgili karar veriyor, diğer departmanlardaki kararlar üzerinde söz sahibi değil ise aynı şekilde çoğunluktan sağlıklı karar çıkabilmesi için oy sistemi siyasetle ilgilenenler üzerinde olmalı. Bir taraftaki adamın siyaset miyaset umurunda değil, öteki taraftaki adam en doğru kararı verebilmek için canla başla çabalıyor ama ikisi de eşit oy hakkına sahip.

İşin ilginci de şudur zaten:
Demokrasi zaten insanlara mutluluğu vaat etmez. Demokrasi yalnızca halkın kendi kaderini tayin etmesini sağlar. O da iyi bir şey demek değildir. Sadece çoğunluk ne derse; doğru, yanlış, kabul edilecek demektir. Dolayısıyla neden bu demokrasi yani çoğunluğun kararı yani herkesin bir oy hakkı olduğu sisteme bu kadar ulaşılmaya çalışılıyor anlamak mümkün değil. Mutluluk ve refah alınana kararların isabetli olmasından geçer çoğunluğun tamamı üzerinde söz sahibi olmasında değil. Osmanlıda kararları bir aile alıyordu ama onlar bizim şu zamanki halimizden çok daha mutlu ve huzurlu idi.

Düşünelim; 100 kişi var 99 ne olup bittiğinde habersiz 1’i ise ne olup bittiğinde haberli ve sağlıklı kararı verebilecek yalnızca o ama onunda bir oy hakkı var 99’unun da. Evet, çoğunluk kaderini kendisi tayin etmiş oluyor ama hani mutluluk? Yani kendi kaderini kendi tayin etmesi ne sağladı insanoğluna? Adalet mi bu? Hak mı bu? Toplumun çoğunluğu ile toplumun tamamının kaderini tayin ettin ama adaleti sağlayamadın. 99 kişin aldığı karar ile kendilerine yaptıklarına geçtim o 1 kişiye verdikleri zarar ne olacak. İlginçtir 1 kişi dahi olsa o bir kişinin uğradığı zulme İslamiyet cevaz vermiyor. Onun için İslamiyet var olan şey herkese eşit oy hakkı değildir. Seçim vardır ama herkes seçime katılamaz. Yönetimi belirleyen herkes değil o konun âlimleridir. Yani o konuda bilgili olan insanlar oy kullanıp karar verirler.

Herkese eşit oy hakkı vermenin bir kötü yanı da şudur ki: Siyaset korkunç derecede yavanlaşıp, popülist ve dalkavuk hale gelir. Siz kaç siyasetçiden entelektüel bir konuşma duydunuz? Türkiye’de bugüne kadar çok azı hariç hiç entelektüel bir adamın siyaset adamı olduğunu gördünüz mü? Halk dalkavukluğu, aşiret bağlantıları, neredeyse ilkokul seviyesindeki insanlara hitap eden siyasi vaatler, konuşmalar. Oysaki vaatler ve siyasi projeler uzman bir kadronun onayına sunulsa bunların hiçbirisi olmayacaktır. Bu durum da herkese bir oy hakkı vermenin ve halkın kendi kaderini tayin saçmalığının bir başka zararı.

Konuya dönersek mevcut düzende oy vermek mevcut düzeni onaylamak anlamı taşımıyor. Oy verme düzenin yapısı ile alakalı değil. Onu onaylamak ya da onaylamamak anlamı da taşımıyor. Hüküm Allah’a aittir. Allah hükmünü vermiş bize seçme hakkı tanımıştır, kendi sisteminde bile.

25 Mayıs 2007 Cuma

Peygamberimizin Evlilikleri

İslam karşıtlarının üzerinde bol miktarda demagoji yaptıkları Efendimizin evlilikleri meselesinde sorulan soruları ve cevapları içeren referans bir kaynak olması için derledim bu yazıyı.


Yazı toplamda 3 ana başlıktan oluşmakta. Kısaca ele alırsak:

-Giriş: Efendimizin ya da daha genel olarak Allah yolunda mücadele edenlerin çektikleri sıkıntıların ardındaki sırrı anlamaya çalışacağız
-Peygamberimizin tüm evlilikleri, iddialar ve cevaplar: Evliliklerini ve eşlerini teker teker inceleyip, onlarla ilgili iddiaların cevaplarını bulmaya çalışacağız.
-Sonuç: Bu bölümde ise çok kadın ile evliliğin aslında O'nun son sıkıntısı, son imtihanı olduğunu görüp kendi özeli ilgili ayetlerin neden var olduğunu aktarmaya çalışacağız. Başlayalım.

1-) GİRİŞ

Yetim olarak başladı hayatına. Yetim olduğundan sütanne bulmak bile sorun olmuştu. 6 yaşında ise öksüz kaldı. Artık ne annesi ne babası vardı. Hayatının geri kalanında uzun yıllar tefekkür etti. Uzun yıllar kavga etti. Aç kaldı, yaralandı, hakaretlere maruz kaldı. Herkes kınadı. Ama hiç şaşmadı yolundan. Defalarca suikastlar oldu. Evlerini her şeylerini bırakıp başka bir diyara göç ettiler. Şu anda evinizdesiniz, çelik kapınız kilitli ve bilgisayarınız başında. Düşünün sokağı ve gidecek hiçbir yerinizin olmamasını. Aranıyorsunuz, saklanmak zorundasınız. Katlanılır mı bu sıkıntıya. Çok fazla Cüneyt Arkın filmi seyrettiğimizden savaşları, kavgaları 2 yumrukluk iş olarak mı düşünüyoruz ne, ya da hakikaten surdan sura zıplayan insanların mı savaştığını sanıyoruz.

Gerçekte nasıl da kendimizi kaybediyoruz değil mi kavga ederken. Gözümüz hiçbir şeyi görmüyor. Bir insanı tanımak isterseniz kavga esnasında hareketlerine bakın asla rol yapmayacaktır. Nefrete sevgiden daha çok güvenmek lazımmış, çünkü nefretin sahtesi olmazmış. İşte bu durumda bir de tebliğ yapmaya çalışmak. Bir de sınırı korumak. Kendine hakim olmak. Sıkıntının üstüne bir kat daha sıkıntı.

Çünkü İslam’da Müslümandan istenen galip gelmesi değil haklı olmasıdır. Hz. Ali tam bir müşriki öldüreceği anda müşrik suratına tükürmüş; hemen geri çekilmiş Hz. Ali. Çünkü o anda öldürse idi bunu nefsi için yapmış olacaktı. Binlerce baskı, sıkıntı, yadırganma, kınanma, işkence, suikastlar üstü üste bindiğinde dahi gene de sınırı korumuşlar. Üstelik İslamiyet’in yayılabilmesi için özel olarak Efendimiz ve Ashabı Kiram yalnızca haklı olmak değil aynı zamanda da galip gelmek zorunda idi .

Fakat bizim zorunda olduğumuz şey sınırı korumak en sondaki skor değil.

Sıkıntılar ve dertler bir kural gibi devamlı olarak Hakkı savunanları bulmuş. Çünkü dünya da sıkıntı çekmenin ahireti isteyenler için kaçınılmaz olduğu açıkça bildirilmiştir(Bakara / 213). Hiçbir fikir böyle bir şeyi vaat edemez. İslamiyet’in hak din olduğunu burada anlarız, dünya hayatına değer vermez ve mutluluğu ahirette vaat eder. İnancın dinden farkı budur işte, her inanç din değildir.

Bu yazdıklarım duygu sömürüsü değil idi. Bu yazdıklarım ile "bakın ne kadar sıkıntılar çekilmiş keşke çekilmeseydi" demiyorum ya da bunlar için üzülmüyorum size de bu tip şeyleri okurken ağlayın demiyorum. Bu tip hikâyeler karşısında sanki etkilenmiş, üzülmüş gibi rol yapanları da sevmiyorum. Böyle bir şey yapmak zorunda değilsiniz zaten. Bu tip hareketler inanın bana nefsani.

Bu sıkıntılar Allah’ın vaadidir. Allah'ın bir kaidesidir. Her mümin İslamiyet için bu sıkıntılar ile deneniyor. Dikkat edin İslamiyet için sıkıntı çekerek deneniyor. Bu çok özel bir kavram; üzerinde durmakta fayda var.

Herkes sıkıntı çekebilir. Para sıkıntısı, sağlık sıkıntısı, evlilik sıkıntısı... Fakat din için sıkıntı çekmek istisnasız her sıkıntıdan çok daha farklıdır. Neden böyle derseniz. Çünkü dünyevi sıkıntılarınızdan kurtulma isteği gene dünyevi yani nefsani başka isteklerden ileri gelir. Ve bu tarz sıkıntılardan kurtulmak için kural dinlemez insanoğlu. Dikkat edin insanlar para sıkıntısını, sağlık sıkıntısını aşmak isterken her yolu mubah görmektedirler ve gözü hiçbir şeyi görmemektedir. Ama İslamiyet için çektiğiniz sıkıntıyı aşarken her yolu mubah görmeden, haklı olmak için ekstradan çaba sarf etmelisiniz. Eğer ki İslami sıkıntılar aşarken de kurallara uymuyor iseniz yaptığınız şey yalnızca karşı tarafı yenme çabası olacaktır ve bu durum İslami yani ruhani değildir. Yani para sıkıntısını aşmak isteyen insandan hiçbir fark kalmayacaktır. İslami sıkıntıya katlanmanın farkı buradadır, katlanırken dahi sınırlara riayet etmek ve nefsani davranmamak.

Yani bizler galip gelmek için her yola başvurma hakkına sahip değiliz. Her şey nefsi yenmeye vesile olmalıdır. Nefsin en doruk noktaya ulaştığı an, kavga(savaş) anıdır. İşte o anda kendine hakim olup nefsini alt edebilirsen çok büyük mertebeye ulaşmışsındır demektir. Onun için cihad en büyük ibadettir. Nefsin en coşkun olduğu anda onu ezebilmek...

Eğer İslamiyet için savaşırken, mücadele ederken karşı tarafı yenme için gayret ediyorsanız yaptığını İslam adı altında tamamen nefsani bir çaba olacaktır. Bu ise seni dini bir mücadeleye değil ideolojik bir mücadeleye sevk edecek demektir. Adı istediği kadar İslami olsun. Çünkü haklı olma davası yerini yenme davasına bırakacak. Artık davanın kendisi ile değil karşı taraf ile yani şahsılar ile ilgilenmeye başlayacaksınız.

İşte bu durumda dahi kendine hakim olma ve galip gelmeye çalışmama yalnızca haklı olmaya çalışma müminin en büyük özelliğidir. İslamiyet’in de senden istediğidir. Her şey nefsi yenmek için bir vesiledir savaş da öyle. Zannetme ki Allah senden savaşmanı kendisi için istiyor Allah savaşmanı nefsini yenmen için vesile kılıyor. Onun için galip gelmek zorunda değilsin ama haklı olmak zorundasın. Karşındakini düşünmeden nefsini düşünmelisin.

Olması gereken mücadele anlayışı şudur: Sana zulüm yapana merhamet et, gene tebliğ et. Başkasına zulüm yapanı asla affetme.

Kaide olarak alınması gerekir başkasına yapılan zulme asla seyirci olmama ve asla affetmeme ama kendine yapılanı düşünmeme. Böylece asla nefsani davranmazsın. Çünkü kendine yapılan zulüm için her ne kadar İslam’da karşılık vermeye cevaz olsa da; sen gene de sonuna kadar dayan çünkü fevri hareket edersen nefsine uymuş olursun ama başkasına yapılan zulme karşı çıkarsan ruhuna uymuş olursun çünkü hiç tanımadığın birisi için nefs asla fedakarlık yapmak istemez.

Savaşmak bile ne kadar zordur İslamiyet’te. İslamiyet için savaşıyorum deyip yalnızca İslam üzerinden nefsani savaş yapanlar ne ziyana uğradılar, uğruyorlar.

İşte, Hak yolun yolcusu, herkesten bin kat daha sıkıntılıdır. Çünkü sıkıntıyı aşarken bile gene ruhani davranmak zorundandır. İşte bunun için İslamiyet mutluluğu vaat etmez. Çünkü bu şekilde dünyevi mutluluğa asla ulaşamazsın. Aslında vaat etmemek değildir bu; hiçbir şekilde mutluluğa ulaşamayacağın belli olduğu için sıkıntılar ile çokça baş edeceğinin önceden söylenmesidir. Ve hemen akabinde ise buyurulur: “Sabredenlere müjdele"

Bunları niye anlattım derseniz.
Sıkıntı çekmenin kural olduğunu bilmek çok önemlidir. Yani olmasaydı da olurdu diye bir şey yok. Ya da keşke peygamberler bu kadar sıkıntı çekmeselerdi diye de bir şey yoktur. Her peygamber gibi Efendimiz de hayatının son anına kadar sıkıntılar ile boğuştu.

Dediğimiz gibi önce yetim ve öksüz olma sonrasında savaşlar, kavgalar, mücadeleler devam etti. Fakat başarılı olunmuştu. Yani Savaşlar kazanılmış yönetim ve üstünlük ele geçirilmişti. Yani artık Efendimiz rahat edebilirdi. Hmm edebilir miydi?
Hayır edemezdi. Ederseydi ilahi kaide bozulmuş olurdu. Gene sıkıntı çekecekti.

Peygamberimizin çok kadınla evliliğini araştırdım ve şunu gördüm ki hayatının son dönemindeki en son sıkıntısı olmuştu bu durum Efendimizin. Daha önceden sokakta yaşamıştı sıkıntıyı şimdi evinde yaşayacaktı. Görünen o ki, çok kadınla evliliği Efendimize asla huzur getirmemişti. Zaten huzur için de yapılmamıştı biraz sonra göreceğimiz gibi. Onun için sıkıntı çekme konusunu bu kadar uzatarak anlattım. Sıkıntı son ana kadar devam etmişti.

Şimdi sırası ile tüm evliliklerini ve tüm İslam karşıtı iddiaları uzun uzadıya inceleyelim.


2-) Peygamberimizin tüm evlilikleri, iddialar ve cevaplar

Aslında akıllı ve mantıklı olarak bakıldığında ateist iddialarının yalnızca demagojiden ibaret şeyler olduğunu görürsünüz bu evlilik hususunda. Daha önceki Ateizmin Beyin Yıkama Yöntemleri yazısında da belirtmiştik bu durumu. Olabildiğince laubali bir şekilde konuşacaksın evlilik hususunda. Buram buram argo kokan kahvehane ağzı ile. Sanki cinsel ilişkiyi yeni keşfeden minik çocuk gibi... Bunu uyku, yemek, ya da tuvalette ihtiyacını gidermekten farklı bir üslup ile aktaracaksın. Erkek ile kadının çiftleşmesini gündelik argodaki "erkeğin becermesi" olarak dile getireceksin.


Zaten bu tip iddialarda kullanılan kelimeler (affedersiniz)becermek, -affedersiniz- düzmek vs.. gibi özenle seçilmiştir. Hatta tecavüzden bile bahsedeceksin.

Bu şekilde argo üslup ile bu konuya yaklaşanlara denilecek tek şey şu olsa da:

Sizler kendi eşleriniz ile yatak odanızdaki ilişkinizi becermek ya da düzmek olarak düşünüyor olabilirsiniz; eşlerinizi, kızlarını bu şekilde görüyor olabilirsiniz. Ki zaten insan kendinden başka kimseyi bilmezmiş. Yani başkaları arasında geçen herhangi bir olay karşısında kendisini düşünür ve o şeklide algılarmış. Tabi ki de bunca pornografi bunca kahvehane muhabbeti, bunca küfür ile yoğrulmuş bir ortamda yetişen şahıs cinsi münasebeti hayvani bir tarz olarak düşünecek. Kendi hissettiğini başkalarının da hissettiğini sanacak ve o şekilde üslup kullanacak. Yani aslında kendisini aktaracak. Tecavüz, becermek, bilmem ne yapmak bu tip insanlara ait şeyler olsa da. Bizler nasıl ki savaşta bile sınırı korumak ile mükellef isek tuvalette ihtiyaç giderirken, yemek yerken, eşlerimizle ilişkilerimizde de sınırı ve sevgiyi gözetmek zorundayız. Biz ne sizi ne de başkasını sizin gördüğünüz şekilde görmüyoruz.

Biz gene de bu şekilde cevabı verip, meseleyi bu noktada bırakmadan, peygamberimizin tüm evliliklerine sırası ile bakalım ve bu çok kadınla evliliğin altındaki sırrı Kuran'da vadedilen sıkıntılar çerçevesinde keşfetmeye çalışalım.


1 - Hz. Hatice: 
Peygamberimizin ilk evliliğini yaptığı 40 yaşlarında iki çocuklu dul bir bayandı. Peygamberimiz ise 25 yaşında idi. Kendisi ile 25 yıl evli kalmış, Kasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adında 6 çocuğu olmuştur.
Hz. Hatice'nin vefatına kadar başkası ile evlenmemiştir Peygamberimiz. Ki Mekkeli müşriklerin kendisine bin bir çeşit dünyevi ikram teklif edip, davasında vazgeçmesini teklif ettikleri dönem işte bu dönemdir. Hz. Hatice'nin vefatından sonra 2 sene dul yaşamıştır.

2 - Hz. Sevde:
51 yaşında iken Peygamberimiz, 53 yaşında dul çocuklu Hz. Sevde ile evlenmiştir. Hz. Hatice'den öksüz kalan Peygamberimizin çocuklarının bakımı ve yetişmesinde çok büyük bir rol oynadığı rivayet edilir.

3 - Hz. Aişe:

Üçüncüsü, Hz. Aişe validemiz ile evliliği ise en tartışmalı olandır. Kendisi dul olmayan tek eşidir. Hz. Aişenin evlilik tartışmalarında yaşı ile ilgili 2 iddia bulunmaktadır birincisi 18 yaşlarında olduğu, ikincisi ise 9 yaşında olduğu üzerine. Bu her iki iddia ile ilgili deliller internet yüzlerce sayfada bulunabilir. Bizler, kafa karıştıran bu meselede bir noktaya dikkat edersek zaten bu tip yaş tespit çalışmalarına gerek kalmaz. O da şu:

Peygamberimiz Hz. Aişe ile evlenme talebinde mi bulunmuş?

Hayır.

Peygamberimizden önce, Hz. Aişe zaten evleniyormuş başkası ile zaten nişanlıymış, bir olay yaşanıyor ve evlenecek tarafların babaları (ki bunlardan bir tanesi Hz. EbuBekir) tartışıyor ve nişan bozuluyor. Yani Hz. Aişe zaten evleniyormuş yani zaten evlilik çağındaymış.

-Başka bir kaynaktan okuyup hatırımda kaldığı kadarıyla daha sonrasında olay şöyle devam ediyor- Nişan bozulunca Peygamberimizin yanına gidiyor Hz Ebubekir ve morali bozuk bir şekilde durumu anlatıyor. Ondan sonra da Peygamberimize

- Ya Resulullah sen evlen diyor. Hem böylece seninle akrabalık bağı ile bağım bir kat daha güçlenir.

Peygamberimiz de kırmıyor ve "iyi peki" diyor.

Yani kızını evlendirmeye çalışan bir baba var burada o da Hz. Ebubekir. Demek ki evlilik çağında... Peygamberimiz kabul etmeseydi. O zaman da yine o dönemde başkasını arayacaktı belki de.

Olaya bu açıdan bakarsanız, yaş tespit ile ilgili kafada soru işareti uyandıran bütün meseleler çözülmüş olur inşallah.


4 - Hz. Hafsa:
 Peygamberimizin 56 yaşındayken, 22 yaşında dul bir bayan olan Hz. Hafsa ile evlenmiştir. Fiziksel olarak pek güzel olmadığı rivayet edilir. Babası, onu önce Hz. Osman ile daha sonra Hz. Ebubekir ile evlendirmek istemiştir. Onların kabul etmemesinden sonra, Hz. Peygamber Hafsa'yla evlenmiştir.

5 - Huzeyme kızı Zeynep:
Peygamberimizle evlendiğinde, 60 yaşında dul bir bayandı. Evlilikten yaklaşık 8 ay sonra vefat etmiştir. 

6 - Ümmü Seleme:
Peygamberimiz 57 yaşında iken, 65 yaşında 4 çocuklu dul bir bayan olan Ümmü Selem ile evlenmiştir.

 7 - Cahş kızı Zeynep:
Bu evlilik, Peygamberimiz ile evlatlığı olan Zeyd(r.a)'ın boşandığı eşi Hz. Zeynep arasında gerçekleşmiştir ve bazı tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu mesele ayetle sabit olduğu için tefsirden(M. Esed) izahatını nakletmek ile yetinelim.

AHZAB 37. VE BİR ZAMAN, (42) [ey Muhammed,] Allah'ın lütufta bulunduğu ve senin de iyilik ettiğin kişiye, (43) "Eşini terk etme ve Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde ol!" demiştin. Ve [böylece] Allah'ın yakında aydınlığa çıkaracağı şeyi (44) içinde gizlemiştin; çünkü insanlar[ın ne düşüneceklerin]den çekiniyordun, oysa çekinmen gereken yalnız Allah olmalıydı! (45) [Fakat] sonra Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde (46) onu seninle evlendirdik ki [gelecekte] evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlar[la evlendikleri] için müminler suçlanmasın. (47) Ve Allah'ın buyruğu [böylece] yerine getirilmiş oldu.

42 - Yukarıdaki ayetle, 4. ayette ve devamında değinilen "tercihe bağlı" ilişkiler konusuna yeniden dönülmektedir. Muhammed (s)'in tebligatına başlamasından yıllar önce eşi Hz. Hatice, Kuzey Arabistan kabilelerinden Benî Kelb soyundan gelen ve kabile savaşlarından birinde çocuk yaşta esir alınarak Mekke'de satılan genç bir köle olan Zeyd b. Hârise'yi kendisine hediye etti. Muhammed (s), çocuğu alır almaz serbest bıraktı ve bir süre sonra da evlatlığı yaptı. Zeyd de, buna karşılık, İslam'ı ilk kabul edenler arasında yer aldı. Yıllar sonra, bir kölenin yahut özgürlüğüne kavuşmuş eski bir kölenin "özgür doğmuş" bir kadınla evlenmesine karşı eski Arap toplumunda mevcut olan önyargıları kırmak için Hz. Peygamber, Zeyd'i kendi öz halasının kızı Zeyneb binti Cahş ile evlenmeye ikna etti. Zeyneb, Hz. Peygamber'i o'nun haberi olmadan çocukluğundan beri seviyordu ve bu nedenle, bu evlenme teklifine büyük bir isteksizlikle ve yalnızca Hz. Peygamber'in otoritesine saygıdan dolayı razı oldu. Zeyd de bu beraberliğe istekli olmadığından (çünkü o sırada kendisi gibi özgürlüğüne kavuşmuş eski bir köle olan, oğlu Üsâme'nin annesi Ümmü Eymen ile mutlu bir evliliği vardı) bu evliliğin ne Zeyneb'e, ne de Zeyd'e mutluluk getirmemiş olması sürpriz değildi. Zeyd, kendisini sevmediğini gizlemeyen yeni eşini birkaç defa boşamanın eşiğine kadar geldi, fakat her seferinde tahammül göstermeye ve ayrılmamaya Hz. Peygamber tarafından ikna edildiler. Ancak sonunda evliliğin yürüyemeyeceği kesinleşti ve Zeyd, Zeyneb'i H. 5. yılda boşadı. Kısa bir süre sonra da Hz. Peygamber, geçmişteki mutsuzluğundan dolayı üzerinde hissettiği ahlakî sorumluluğu telafî etmek için Zeyneb ile evlendi. 43 - Yani, Zeyd b. Hârise'ye. Allah, onu müminlerden biri kılmış, Hz. Peygamber de yanına evlatlık olarak almıştı. 44 - Yani, Muhammed (s)'in bizzat desteklediği ve ısrarla tavsiye ettiği Zeyd ile Zeyneb'in evliliğinin yürümeyeceği ve boşanma ile biteceği gerçeğini (bkz. bir sonraki not). 45 - Lafzen, "halbuki Allah, kendisinden korkmana daha çok layıktı (ehakk)". Bu ilahî uyarıya (ki, Kur'an'ın "Muhammed (s) tarafından üretildiği" iddiasını tek başına çürütmektedir) atıfta bulunan Hz. Ayşe'nin şöyle söylediği rivayet edilir: "Allah'ın Rasûlü, kendisine vahyedilenlerden birini gizlemek isteseydi, muhakkak ki bu ayeti gizlerdi" (Buhârî ve Müslim). 46 - Lafzen, "ona karşı arzusu [veya onun üzerindeki "hakkı"] sona erdiğinde", yani onu boşamak suretiyle (Zemahşerî). 47 - Hz. Peygamber'in, Zeyneb'in geçmişteki mutsuzluğunu telafî etme isteği dışında, evlatlığının eski eşiyle evlenmeye zorlanmasındaki (ayette "Biz onu seninle evlendirdik" ifadesiyle vurgulanmıştır) ilahî maksat, müşrik Arap inançlarının tersine, evlatlık ilişkisinin, biyolojik ebeveyn çocuk ilişkisinden kaynaklanan evlilik sınırlamalarından hiç birine tâbi olmadığını göstermektir (karş. bu surenin 4. ayeti, not 3).

AHZAB 38. [O halde,] Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi (48) [yapmasından dolayı] Peygamber'e hiçbir suç isnad edilemez. [Gerçekte, bu] sizden önce gelip geçenler için de Allah'ın bir uygulamasıydı; (49) ve [şunu unutma ki] Allah'ın iradesi mutlaka tecelli eder.
48 - Yani, Zeyneb ile evlenmesini; bu da yürürlükteki hukukun bakış açısını ortaya koymayı ve Hz. Peygamber'in kişisel ahlakî sorumluluğu olarak gördüğü konuda o'nu tatmin etmeyi amaçlıyordu. 49 - Yani, Muhammed (s)'den önceki bütün peygamberlerde, Muhammed (s)'de olduğu gibi, bütün şahsî istekler, Allah'a teslim olma kararlılığına uygun düşen isteklerdi: bu da, Allah'ın seçiciliğini karakterize eden ve -daha sonraki yan cümleciğin ifade ettiği gibi- onların "kaçınılmaz/mutlak kader"lerini (kaderen makdûren) oluşturan, doğuştan edinilmiş uyumlu bir ruh halidir. 39. [Ve bu,] Allah'ın mesajlarını [dünyaya] tebliğ edenler, O'ndan korkanlar ve O'ndan başka kimseden korku duymayanlar [için de geçerli olan Allah'ın âdetidir]: hiç kimse, Allah kadar, [insanların yaptıkları için] hesap sorucu değildir!

8 - Ümmü Habibe:
Sonraki evliliğini ise Peygamberimiz 60 yaşında iken, 55 yaşında dul bir bayan olan Ümmü Habibe ile yapar. 

9 - Hz. Cüveyriye:
Beni Mutsalikoğulları ile yapılan savaşta esir düşmüş dul bir bayandır. Rivayetlere göre başka bir sahabenin kölesi olmuştur. Hz. Peygamber, ona, savaş esirliği parasını ödemeyi ve kendisine eş olmasını teklif etmiş, Hz. Cüveyriye'nin kabulu ile evlilik gerçekleşmiştir. Peygamberimiz 60, Hz. Cüveyriye ise 20 ile 30 yaşları arasında olduğu söyleniyor.

10 - Hz. Safiye:
Rivayetlere göre, Hayber savaşından sonra, Peygambere, önce savaş esiri olarak kalmış, daha sonra Peygamberimiz azat edip nikahlanmıştır.  

11 - Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) :
Peygamberimizin ilk evliliği olan Hz. Hatice'den 6 çocuğu olmuş ondan sonra Hz. Mariye'ye kadar hiç çocuğu olmamıştır. Hz. Mariye'den ise yedinci ve sonuncu çocuğu İbrahim olmuş. O da 2 yaşına kadar yaşamıştır.

12 - Hz. Meymune:
Hz. Peygamber'in vefatından 1 -2 sene önce yaptığı son evliliğidir. Bu da dul kalmış bir bayandı.

Yukarıda özetlediğimiz Peygamberin evlilikleri kaynaklarından daha derinlemesine aratırsanız neredeyse tamamının, siyasi ve sosyal sebeplere dayandığını görürsünüz. Müslümanların 10 yıl gibi kısa bir sürede Arabistan yarımadasına hâkim olmalarının altında yatan sebeplerden birisi de budur. Hz. Peygamberin evli kaldığı sürelere, evlendiğinde kaç yaşında olduğuna ve evlendiği kadınların yaşlarına bakılırsa meselenin, hiç de, İslam karşıtlarının aktarmaya çalıştığı gibi olmadığı görülecektir.

Bu noktada belirtmekte fayda var çok kadınla evlilik zannedildiği gibi İslamiyet'in icat ettiği bir şey değildir. İslam öncesi Arap geleneği daha doğusu neredeyse tüm dünyanın geleneğidir. İslam bunu haram kılmamış çünkü doğrudan haram kılacak bir şey yok ama açıkça tavsiye etmemiştir

Nisa 3. Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan [diğer] kadınlardan (3) biri ile evlenin –[hatta] ikisi, üçü veya dördü [ile]; ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman [sadece] bir tane ile– yahut meşru şekilde sahip olduklarınız (4) ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.

3 - Lafzen, "sizin için iyi ve güzel olanlar"dan -Yani, bu surenin 22-23. ayetlerinde sıralanan yasaklanmış olanlar dışındaki kadınlardan (Zemahşerî, Râzî). Hz. Peygamber'in dul eşi Hz. Ayşe tarafından yapılan bir yoruma göre bu, yeterli mehir verme gücü bulunmayan veya mehir vermeye hazır olmayan velilerinin evlenmek istediği yetim kızların (farazî) durumuna işaret etmektedir. Bunun anlamı, sözkonusu velilerin böyle bir adaletsizlikten kendilerini korumaları ve onlar yerine başka kadınlarla evlenmeleri gerektiğidir (karş. Buhârî, Kitâbu't-Tefsîr; Müslim ile Neseî). Ancak bu ayetin açıklanması konusunda Hz. Ayşe'nin çağdaşlarının tümü kendisiyle aynı kanaatte değillerdi. Bu bakımdan Sa‘îd b. Cübeyr, Katâde ve diğer Tâbiîn'e göre yukarıdaki pasajın anlamı şudur: "Nasıl ki yetimlerin haklarına tecavüz etmekten haklı olarak çekiniyorsanız, aynı şekilde evlenmeye niyetlendiğiniz kadınların hak ve çıkarları için de aynı ihtimamı göstermelisiniz". Taberî, bu pasaj ile ilgili yorumunda, yukarıdaki açıklamanın değişik bazı şekillerini nakleder ve onu kesin olarak tasvip ettiğini belirtir. 4 - Lafzen, "sağ ellerinizin sahip oldukları" -Yani, Allah yolunda girişilen bir savaşta esir alınanlar (bu konuda bkz. sure 2, not 167 ve 168, sure 8, not 72). Açıktır ki "ikisi, üçü veya dördü (ile); ama ... korkarsanız" ibaresi, hem cümlenin ilk bölümünde değinilen hür kadınlar, hem de esirler -çünkü bu her iki isim de "evlenin" emir-fiili ile bağlantılı olarak kullanılmaktadır- ile ilgili bir yan cümleciktir. Böylece cümlenin tümü şu anlama gelir: "Size helal olan [diğer] kadınlar arasından veya meşru şekilde sahibi olduklarınız [arasın]dan biri ile evlenin; [hatta] ikisi, üçü ya da dördü [ile]. Ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, [sadece] bir tane [ile]". Bununla, kadınların hür mü yoksa menşe itibariyle esir mi olduğuna bakılmaksızın evlenilecek kadın sayısının dördü geçmemesi îma edilmektedir. Muhammed Abduh, yukarıdaki ayeti işte bu şekilde anlamıştır (bkz. Menâr IV, 350). Bu görüş, ayrıca hem bu surenin 25. ayeti, hem de kadın esirler ile evlilikten bahseden 24:32. ayet ile desteklenmiştir. Yaygın görüşün ve geçen yüzyıllardaki pek çok Müslümanın uygulamasının aksine, ne Kur'an ne de Hz. Peygamber'in örnek hayatı, evliliğe dayanmayan cinsel ilişkiye hiçbir şekilde izin vermemektedir. Birden fazla (azamî dörde kadar) evliliğe izin verilmesine gelince, bu, "Onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman [sadece] bir tane ile [evlenin]" hükmü ile öylesine sınırlandırılmıştır ki böylesi çok evlilikten yalnızca çok istisnaî durumlarda ve istisnaî şartlar altında söz edilebilir (bkz. 24:32'nin ilk cümleciği ve ilgili 42. not). Aynı iznin neden kadınlara verilmediği de sorulabilir. Ama cevabı basittir: Kadın-erkek ilişkilerini etkileyen ruhsal sevgi faktörüne rağmen cinsel isteği belirleyici biyolojik faktör, her iki cinste de üremedir; ve kadın bir defada sadece bir erkekten hamile kalıp diğerine hamile kalmadan önce dokuz ay beklemek zorunda olduğu halde bir erkek her kadınla birlikteliğinden çocuk babası olabilir. Böylece eğer kadına fıtraten çok-evlilik içgüdüsü verilmiş olsaydı sadece israfta bulunulmuş olurdu; ama erkeğin çok-evlilik eğilimi, biyolojik bir temele sahip bulunmaktadır. Açıktır ki biyolojik faktör, evlilikteki sevginin unsurlarından yalnızca bir tanesidir ve elbette her zaman en önemlisi değildir; ama yine de temel bir faktördür ve bu nedenle de evlilik kurumunun belirleyicisidir. İnsan tabiatını daima hesaba katan bir geniş-görüşlülükle İslam Şeriatı, erkeğin birden fazla kadın sahibi olmasına izin verip kadının bir defada birden fazla erkek ile evlenmesine müsaade etmeyerek sadece evliliğin sosyo-biyolojik işlevini (neslin korunması da dahil) korumayı amaçlar; oysa ölçülemez olan ve bu nedenle hukukun kapsamı dışında kalan evliliğin ruhsal yönü, tarafların tercihine bırakılmıştır. İslam'da evlilik tamamen serbest bir sözleşmeye dayandığından, boşanma başvurusu, her iki tarafa da daima açıktır. (Evliliğin kadın tarafından sona erdirilmesi konusunda bkz. sure 2, not 218.)

Peygamberimizin hanımlarının, kendi vefatından sonra evlenemeyecekleri konusunda verilmiş emir üzerine de insanların sorduğu sorular bulunmakta, yazının sonuç bölümüne geçmeden önce bu konuya da bakalım. 


İlahi bir hükümle Efendimizin Hanımlarının kendi vefatından sonra evlenmesi yasaklanmıştır:
AHZAB 6. Peygamber, müminler üzerinde, onlar[ın kendileri üzerinde sahip olduğun]dan daha büyük hak sahibidir, ve [o'nu bir baba gibi gördüklerinden] Peygamber'in eşleri onların anneleridir: (8) [bu şekilde] yakın olanlar, Allah'ın buyruğu gereğince, birbirleri üzerinde [Yesrib'deki] müminlerden ve [Allah rızası için oraya] göç etmiş olanlardan daha fazla hak sahibidirler. (9) Ancak [öteki] yakın dostlarınıza karşı da (10) en güzel şekilde davranmalısınız: bu [da] Allah'ın buyruğu gereğidir.
8 - Bu ayet, daha önce iradî ve tercihe dayalı ilişkilerin (kan bağına dayalı yakınlıklardan farklı şekilde) anılması ile bağlantılı olarak, tercihe dayalı manevî ilişkinin en üst tezahürüne işaret etmektedir: yani, Allah'tan vahiy alan Peygamber ile onun izinden gitmeyi özgürce kabul eden kişi arasındaki ilişkiye. Bu konuda Hz. Peygamber'den şu Hadis rivayet edilir: "Beni kendinize babanızdan, çocuklarınızdan ve bütün insanlıktan daha yakın görmedikçe hiç biriniz gerçek mümin olamazsınız." (Enes'den naklen Buhârî ve Müslim ve benzer rivayetlerle öteki Hadis külliyatı.) Bütün Sahâbe, Hz. Peygamber'i toplumun manevî babası olarak görürdü. Bir kısmı -mesela İbni Mes‘ûd (Zemahşerî'den naklen) yahut Ubey b. Ka‘b, İbni ‘Abbâs ve Mu‘âviye (İbni Kesîr'den naklen)- yukarıdaki ayeti, "o'nu babaları [olarak] gördüklerinden" açıklayıcı ifadesini eklemeden okumazdı. Tâbi‘în'in büyük kısmı da -Mücâhid, Katâde, ‘İkrime ve Hasan Basrî de dahil olmak üzere (karş. Taberî ve İbni Kesîr)- aynı şeyi yapardı: bu açıklamayı parantez içinde eklememin sebebi budur. (Yine bu surenin 40. ayetine ve buna ait 50. nota bkz.) Hz. Peygamber'in eşlerinin "müminlerin anneleri" olma konumlarına gelince, bu, Allah'ın Elçisi'nin hayatının en mahrem tarafını paylaşmış olmalarından kaynaklanır. Bunun sonucu olarak onlar, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra yeniden evlenemezlerdi (bkz. aşağıdaki 53. ayet), çünkü bütün müminler onların manevî "evlatlar"ı idi.
9 - Bkz. 8:75'in son cümlesine ait not 86. O notta açıklandığı gibi, bu iki ayete (8:75 ve 33:6) miras kanunları açısından bakıldığında tatmin edici bir açıklama getirilemez: sözkonusu ayetleri bu açıdan yorumlama çabaları, Kur'an söyleminin mantıkî yapısını ve iç tutarlılığını zedelemekten başka bir anlam ifade etmez. Diğer taraftan, her iki ayetin temelde benzer (yani, manevî) bir anlama sahip oldukları açıktır. Tek fark, Enfâl suresinin son cümlesinin bütün müminlerin genel anlamdaki kardeşliğini vurgulamasına karşılık, bu ayetin, her mümin ile Allah'ın Rasûlü arasındaki derin ve özel ilişkiyi öne çıkarmasıdır.
10 - Yani, Kur'an'da çok sık vurgulandığı gibi (özellikle de 8:75'de), bütün öteki inananlara karşı (bkz. önceki not): Başka bir deyişle, bir müminin Hz. Peygamber'e karşı beslediği yüce sevgi, "bütün müminler kardeştir" (49:10) gerçeğini gözardı etmesine yol açmamalıdır. Son derece kompleks bir terim olan ve bu bağlamda "en güzel şekilde" diye çevirdiğim ma‘rûf terimi, "güzelliği herkesin kavrayacağı ölçüde bariz olan herhangi bir hareket" olarak tanımlanabilir (Râğıb).
Peygamberimizin Hanımları İslam toplumunun manevi anneleri olarak bildirilmiştir. Müminler ise Onların manevi evlatları... Çünkü onlar İslam karşıtlarının ağızlarına en fazla doladıkları konuları bildirmişlerdir: Mahremiyetlerini.

Elbette bildireceklerdi çünkü O peygamberdi. Kendisi bizzat öğrencilerine tuvalette def-i haceti yaparken uyacakları ölçüye kadar herşeyi büyük bir olgunlukla öğretmişti. Öğrencileri de iktisati hayatlarından, sosyal hayatlarına aile içi ilişkilerinden yemek yeme usulune kadar herşeyi sormuşlardı.

Konumuz tam olarak bu değil. Çelişkili durum olarak nitelendirilmeye çalışılan bir ayet var üstteki ayetle. Okuduğumuz gibi Ahzab 6'da Efendimizin Hanımları müminlerin manevi anneleri oldukları bildirilirken, Efendimizin hiç kimsenin babası olmadığı bildirilmektedir Ahzab 40.da
AHZAB 40. [Ve bilin ki, ey müminler,] Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir, (50) fakat o, Allah'ın Elçisi ve bütün Peygamberler'in Sonuncusu'dur. (51) Ve Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
50 - Yani, o bütün toplumun manevî "baba"sıdır (karş. bu surenin 6. ayeti ile ilgili not 8), yoksa yalnız bir kişinin veya belli kişilerin değil: böylece, hasbelkader bir peygamberin fiziksel neslinden gelmiş olmanın, tek başına kişiye bir erdem kazandıracağı anlayışı reddedilmiş olmaktadır.
51 - Yani, mühürün (hâtem) bir dökümanın sonunu göstermesi gibi, o da peygamberlerin sonuncusudur. Hâtem terimi, bu anlamının yanında, aynı zamanda bir şeyin "sonu" veya "sonucu" anlamındaki hitâm ile de eş anlamlıdır: Bundan, Muhammed (s) aracılığıyla vahyedilen mesajın -Kur'an'ın- bütün ilahî vahiylerin sonu ve özü olarak görülmesi gerektiği anlamı çıkarılır (karş. 5:48'in ikinci paragrafının ilk cümlesi ile ilgili not 66 ve 7:158 ile ilgili not 126). Ayrıca bkz. 21:107, not 102.

Aslında bu ayeti zikredilirken hemen öncesinde gelen evlatlığı Zeyd'in hanımı Zeynep ile evlenmesi olayına atıfta bulunulduğu bildirilmektedir çeşitli müfessirler tarafından ama biz bu iki ayeti neden hanımları manevi ana olurken Efendimizin baba olmuyor sorusununa cevap verme adına birlikte kullanacağız.

Cevabı, Efendimiz zaten manevi babalarıdır. Fakat Efendimizin hanımlarının manevi ana olması özel bir durumdur ve bu durum ise Efendimiz'den kaynaklanmaktadır. Oysaki Efendimizin özel durumu hanımlarından değil Cenab-ı Hakk'ın kendisinden kaynaklanmaktadır.

Ayrıca bir kimsenin bir şekilde akraba yahutta başka bir bağ ile Efendimizin hanımlarının soyundan olması önemli değil iken, bizzat Efendimizin soyundan olması çok büyük öneme sahipmiş izlenimi uyandırabilmektedir. Hatta ehl-i şia'nın bazı mezheplerince yönetim yalnızca Peygamberimizin soyundan gelenlerin hakkıdır. Şu anda bile. (Şunu belirteyim İslam toplumunda ayrıcalık olarak görülen seyyid kavramının dini hiçbir değeri yoktur..)

Oysa ki Ahzab 40 Efendimizin Cenab-ı Hakk'tan kaynaklanan özel durumunu göz önüne alarak Efendimizin kimsenin biyolojik olarak baba hükmünde bakılamayacağı bildirilmiştir Ahzab 6. da ise Efendimizin Hanımlarının Efendimizden kaynaklanan özel durumları göz önüne alınarak müminlerin manevi anneleri olarak bildirilmiştir. Ve Efendimizden kaynaklanan özel durumları nedeni ile Efendimiz öldükten sonra evlenmeleri doğru bulunmamıştır(AllahuAlem). Yani Efendimiz ile Efendimizin hanımları bir değildir. Birbiri ile kıyas ederek Kur'andaki hükümlere bakamazsınız. Niye o öyle ama bu böyle değil diyemezseniz. Yaparsanız hata ederseniz.

3-) Sonuç
  
Gördüğünüz gibi Peygamberimiz hayatının büyük bir çoğunluğunu tek eşli ve dul olarak geçirmiştir. Son dönemde yaptığı evlilikler ise çoğunlukla onun himayesine aldığı bakılmaya muhtaç yaşlı hanımlar ve onların evladlarıdır. Hz. Hatice'den sonra yaptığı 11 evliliğinin büyük kısmı 50 yaşının üstündeki bayanlardı ve Hz Aişe dışındakilerin hepsi ise duldu

Bu evlilikleri cinsel eksenli düşünmek, cinsellikten başka hiçbir şey düşünmeyen zihinlerin işidir. Bizim göstermek istediğimiz ise Efendimizin aynı tüm Peygamberler gibi hayatlarındaki değişmez kaide işlemiş ve bu durum onun için sıkıntıdan başka birşey olmamıştır. Her evliliği aslında başka bir problem başka bir sorumluluktu. Yani çok kadınla evliliği görülüyor ki asla onu mutlu eden bir gelişme değil aksine yapılması gereken bir vazife idi. Cinsel eksenli düşünmek ise yalnızca art niyettir, demagojidir.

Bu evliliklerin ardındaki sır ise onun hayatı boyunca bitmeyen çilesinin evinin içindeki durumudur.
İslam karşıtlarının bilerek argo ifadelerle tercüme ettiği Hz. Aişenin şu sözü bize neden bu evliliklerin yapıldığını izah etmekte:
Son zamanlarda yetişen en büyük âlimlerden olan Molla Sadreddin YÜKSEL şöyle der: “Hz. Âişe'nin söylediği sözden maksadı şudur: Ben evvelâ mehirsiz olarak kendilerini Peygamber'e hibe eden kadınları kadınlık hissiyle kınıyordum. Sonra baktım ki, Allah c.c. gerçekten Onun arzu ve isteğini —meselâ eşleri arasında nöbet usulünün uygulanmasından muaf tutulmasını— süratle yerine getiriyor. Artık ben de kınamayı bıraktım. Çünkü benim kınamam O'nu da —Peygamberi de— rahatsız edebilirdi.
Peygamberimizin evlilikleri aslında onun cihat yapmasından ya da saldırılara uğramasından ya da toplum içinde kınanmasında hiçbir farkı yoktu. O'nun için bir sıkıntı bir imtihandı. Böyle olduğu için nasıl cihat sırasında ya da tebliğ sırasında Allah'ın yardımı ve yol gösteren ayetleri eksik olmamışsa özel hayatını düzenlenmesi konusunda da bu ayetler eksik olmamıştır.

Mesela en tartışmalı olanı, Ahzab 51. Efendimizin cinsel ilişki sırası ile alakalı yaşanan bir sıkıntı ile alakalı.

Ahzab 51. [Şunu bil ki,] onlardan dilediğini bir süre yanından uzaklaştırabilirsin ve dilediğini de yanına alabilirsin; ve [bir süre] uzaklaştırdıklarından birini yeniden istemende bir vebal yoktur: (62) bu, [seni her gördüklerinde] gözlerinin parlamasını (63) ve [gözden çıkarıldıkları zaman] üzülmemelerini ve onlara vermek zorunda olduğun her şeyden hoşnutluk duymalarını sağlar: çünkü [yalnız] Allah kalplerinizden geçeni bilir; ve Allah her şeyi bilendir, halîmdir. (64)

62 - Böylece Hz. Peygamber'e, doğuştan adalet duygusuna sahip olmasına ve her zaman eşlerine mutlak bir eşitlik duygusuyla yaklaştığını hissettirecek şekilde davranmasına rağmen, onlara karşı kocalık mükellefiyetlerinde katı bir "dönüşüm" (rotation) kuralına uymak zorunda olmadığı söylenmektedir.

63 - Yani, Hz. Peygamber onlardan birine ne zaman yaklaşsa, bunu kocalık "sorumluluğu"nun bir gereği olarak değil de, içten gelen bir şefkat ve sevgi ile yaptığına kesinlikle emin olduklarından.

64 - İbni Hanbel'in Müsned'inde Hz. Ayşe'den rivayet edilen bir Hadis'e göre "Hz. Peygamber, sevgisini eşleri arasında eşit bir şekilde paylaştırır ve şöyle dua ederdi: Ey Allah'ım, ben elimden geleni yapıyorum, öyleyse benim elimde olmayıp [yalnızca] Senin kudretinde bulunan bir şey[i yapamadığım]dan dolayı beni sorumlu tutma!" -bu şekilde kalbinin içindekine, yani [eşlerinden] bir kısmını ötekilerden daha fazla sevmesine işaret etmek istiyordu.

İddia şu:
Allah’ın işi gücü yok da, Muhammed’in cinsel ilişkilerine bir düzen getiriyor. Bu ayette diğer Müslümanlara en ufak bir uyarı veya yarar yok. Sünnete uyarak onlar da karılarını istedikleri sıra ile düzmeleri dışında, tabii..
Kaynak: Ateist bir siteden alıntı.

Peki Kur'an'ı Peygamberimiz kendi yazdı ise böyle özel birşeyi neden Kur'an'a koysun. Kendisi zaten bu kuralı kendiliğinden koyabilirdi. Hanımları bu iddia sahibi gibi ateist değillerdi. O'nun sözünü zaten her şekilde dinliyorlardı aynı tüm sahabeler gibi.

Aslında bu ayet en fazla şüphe yaratan ayet gibi duruyorsa da; gören gözler için Peygamberliğin en büyük delillerinden, kitabı kendisinin yazmadığının en açık delillerinden biridir. Çünkü hiç kimse ama hiç kimse böylesi özel bir durumu, kendi özel hayatını başkalarına açıklamak istemez. Daha önceki kutsal kitaplar gibi Kuran'ın da nesilden nesile okunacağını bilen biri ne diye kendi özel halini açık etsin. Ağzından çıkan herşey zaten kural iken.

Bu ayet aslında benim burada savunduğunu desteklemesi açısından çok büyük bir delildir.
Konu her ne olursa olsun İlahi sıkıntı var ise İlahi yol gösterme de vardır.
Nasıl ki müşrikler ile tartışırken cevap ayetleri var ise ilahi yardım olarak.
Nasıl ki cihat ederken moral ve destek ayetleri var ise ilahi yardım olarak.
Aynı şekilde özel hayatını ilahi bir şekilde idame ettiren Efendimize aile içinde yaşadığı problemleri ve huzursuzlukları aşma husunda da ilahi yardım bulunmaktadır. İşin ilginci bu vazifenin fedakarlık taşıması peygamberlikten sonraki evliliklerinde kendini göstermektedir. Her evlilik beraberinde problemleri de getirdi. Peygamberimiz dualarında da zaten devamlı olarak kendisinin adaletli olmak için elinden geleni yaptığını bildirmesi ise çok manidardır. İnsana dair kıskançlık, huysuzluk ve diğer bütün hanımlarının sorunları ise ilahi kaideler ile aşılmıştır. Şahsi olarak koyabileceği kaideler ile de aşılabilirdi ama ilahi kaidelerle aşılmıştır çünkü kendisi evliliklerini şahsi istekleri için değil fedakarlığı ve sorumluluktan kaçmamasında dolayı yapmıştır. Eğer şahsi isteklerle evlilik yapmış olsa idi emin olun bu ayetlerin de hiçbiri olmaz idi.(AllahuAlem)

Dikkat ederseniz Efendimiz Hz. Hatice ile peygamberlik geldikten sonra 10 yıl daha birlikte olmuştur ama Hz. Hatice ile ilgili evliliğini düzenleyen hiçbir ayet yoktur. Ki Hz. Hatice ile birlikteliğinde de belli başlı sorunlar ile uğraşmaktaydı. Örneğin çok kadınla evliliğin gelenek olduğu o toplumda bir sürü evlenme teklifi almasına hatta Hz. Hatice'nin bizzat Efendimize de kendisinin yaşlandığını söyleyerek izin vermesine rağmen kendisi evlenmemiştir. Yani çözümü kendisi sağlamıştır, kararı kendisi vermiştir. Çünkü Hz. Hatice ile evlilik kararını da kendisi vermiş idi.

İslam karşıtlarına son bir söz, Hz. Peygamber'i kutsal bir insan olarak kabul etmeyebilirsiniz ama bu yaşanılan meseleleri bağlamından koparıp O'na iftira atabileceğiniz anlamına gelmez, bu tip bir davranışın da kimseye faydası olmaz.