“Beyin yıkama” ya da “beyni yıkanmış olma” insanda negatif anlamlar
uyandırır duyulduğunda. “Bilmemneler oğlumun beynini yıkadı” sözünü kim bilir
kaç kere duymuşuzdur TV’de medya da hatta belki yakın bir dostunuzdan.
Derinliğini sorgulamayız, kandırılmış olmayı barındırır sanki. Bazı şeyler
insanlara olduğundan daha iyi, kötü, büyük, küçük, korkunç(vb. sıfatlar) gösterilmiştir.
Belki de yanlış olan, doğru gibi gösterilmiştir ve telkinlerle şahıs
inandırılmıştır(kandırılmıştır). Doğrudur da belki ama gerekli gereksiz
kullanımlar bu tanımını değerini düşürmektedir. Aslında genelde Müslümanlara
yönelik ithamlardır bunlar. Bu yola başvurmanın arkasında, fikir alışverişine girmek
istemeyiş ya da fikirleri kısa yoldan yok etmek isteyiş vardır sadece. Dedik ya insanlar bu kelimeyi ne kadar art niyetli, kendi istekleri doğrultulusunda
kullansalar da beyin yıkama, telkin etme günümüzde propagandacıların sıklıkla
başvurduğu bir yöntemdir. Ve ne yazık ki günümüzde kendisi gibi düşünmeyen
birçok kimse diğerini beyni yıkanmışlıkla itham etmektedir ve hiç kimse beyni
yıkanmışlığı, telkin edilmiş olmayı kabullenemez, kendisine yakıştıramaz. Ama
ne yazık ki durum sanılandan daha vahimdir. Onun için sakın ha burada
yazılanlarını üzerine alınmamazlık etme sevgili okuyucu.
Aslında gün içinde de çeşitli vesilelerle muhatap oluruz bu beyin yıkanma,
telkin edilme sürecine; örneğin sinemada bir korku filmi izlerken… Filmde
aslında sizi korkutan, ürküten şey gördüğünüz görüntünün korkunçluğu değil,
duyduğunuz müziğin yarattığı strestir hissettiğiniz aslında. Burada müzik bir
psikolojik telkin aracı olarak kullanılmıştır. İşini de başarıyla yapar. Ya da
elinize bir gazete aldığınızda gördüğünüz kolu kesilmiş yerde acılar içinde
kıvranan bir insan resmi. Çok acındırır bizi. Onu o halde görünce hiç
düşünmeyiz niye böyle olduğunu. Zaten çoğunlukla resimlerin altındakileri
okumak ve “inanmak” kâfidir günümüz popüler kültüründe. Ama bu adam ya bir
bayana tecavüz edip onu bıçak darbeleriyle paramparça edip öldürdüyse ya da
küçük bir çocuğa yaptıysa bunları şimdi kendi tanıdıklarınızı, sevdiklerinizi
aklına getirin ve filmi başa saralım. “Küçük bir çocuğa tecavüz eden adamın
kolunu kestiler”.
Az bile yapmışlar değil mi. Aslında lime lime doğrayıp öldürmeleri lazımdı.
Artık acımıyoruz değil mi aynı fotoğrafa bakınca. İşte bu da bir başka beyin
yıkama yöntemidir: haberi eksik vermek ya da fotoğrafın görselliği…
En basitinden bu ve buna benzer telkin edilmeleri, bir nevi beyni
yıkanmışlığı gün içinde defalarca yaşarız. Tabi telkin edilme yalnızca sinema salonlarında
gerçekleşmiyor. Bu etkili silahı siyasiler, politikacılar, çeşitli örgütlerin yanı
sıra aynı zaman ateizm de çok etkili bir şeklide kullanmaktadır. Bu makalenin
konusu da ateizmin beyin yıkama sürecidir.
Eğer internette biraz olsun gezdiyseniz tüm ateist dokümanların artık
internette bir tık uzakta olduğunu fark etmişsinizdir. Ben ve benim gibilerin takip
ettiği ve özel olarak eskiden gidip satın aldığı bu kitaplar (ki çoğunlukla her
yerde de satılmazlardı)artık internette herkesin kolaylıkla ulaşabileceği
noktaya gelmiş bulunmakta. Kitapların bulunduğu siteler, mesajlaşma, forum
sayfalarını açarsanız ilk etapta karşınıza çıkan şeyin bir web sayfası mı yoksa
lağım çukuru mu olduğu konusunda kararsız kalırsınız. Normalde tarihte ya da şu
anda yaşamış ve ne olursa olsun hiç kimse söylenmeyecek sözlerin insanların
kutsal saydıkları şeylere çok ağır bir argo ve küfürlerle yazıldığını fark
edeceksiniz.
İşte bu durum aslında Turan Dursun, İlhan Arsel gibi şahıslarla başlayan,
Türkiye’de ateizmin ilk beyin yıkama uygulamasıdır. Örneğin, genelde
peygamberin ismini bok, sidik, balgam gibi kelimelerle aynı cümle içinde
kullanırlar. Mantığı şudur senin duyduğunda salat-u selam ettiğin Zat’ın adını
en laubali ve en argo biçimde kullanacak ki bir şey diyemiyor bari insanların
gözünden kutsallığını düşürebilesin. İnsanların gözünden kutsallığı
düşürebilmek çok önemlidir çünkü kutsal insanların bazı hareketleri, tavırları
ve hallerini normal bir insanı yargılar gibi yargılayamayız. İşte biraz sonra
yazacağımız şeyleri gerçekleştirebilmek için ateist kesim bu ilk aşamayı
okuyucunun gözünde yapmalıdır. Tabi bu durumu yemezseniz ateistlerin birçok
iddiasını zaten okurken güleceksinizdir. İşte bunun için ilk aşamada size en
başta Allah, peygamber ve İslam hakkında dediğim gibi herhangi bir insana ya da
aklınıza ne geliyorsa şeye karşı söylenmeyecek sözleri, ithamları yazarlar.
Çeşit çeşit sıfatlar, lakaplar takarlar. Örneğin yukarda belirtiğim gibi onun
adını bok, sidik falan filan gibi kelimelerle aynı cümle içinde kullanma… Oysaki
bunlar zaten hepimizin, insanın doğasına aittir. Niye bu kadar vurgulanır ki,
işte bazı şeyleri olduğundan daha farklı gösterme sanatıdır bu. Ateizmin beyin
yıkamasındaki ön temizlik aşaması…
Ön temizliği aşıp artık tam anlamıyla yıkanacak bir beyne sahip olduğunuza
göre artık asıl noktaya ulaşabiliriz. Ne dedik? Kutsallığı gözden düşür böylece
kutsal olanı kendi hissettiklerinle yargılayabilecek duruma gel. İşte bu
noktada sıklıkla peygamberimizin evliliklerini duyarsınız. Günümüz popüler(modern)
hayatı daha fazla cinsellik ve daha fazla para kazanma üzerine kuruludur.
Etrafınızda yalnızca ya para ya da karşı cins muhabbeti yapan insanları
sıklıkla görürüsünüz. Belki muhatap olduğunuz insanların tamamına yakını...
Şimdi bunun üstüne insanın kendinden başkasını bilemeyeceği gerçeğini koyun.
Yani şöyle; eğer bir insana sorarsanız insanlar nasıl diye, alacağınız cevap
kesinlikle kendisini tanımlamaktadır. Bizzat kendisini anlatmaktan başka çok da
bir seçeneği yoktur şahsın. Yüzde yüz emin olabilirsiniz. İnsan kendisinden
başka ve kendisinin hissettiklerinden başka hiçbir şeyi bilmez, bilemez. İşte
bu noktada bir şekilde Efendimizin kutsallığını insanların gözünden düşürebilir
ve onu sıradan bir insanı yargılar gibi yargılayabilecek konuma getirebilirsen
yapılan evlilikleri de kendi hissettiğin gibi düşündürtebilirsin. Yani nefsani
olarak… Yahut ta sahabelerin ona duyduğu sevgi ile onun için yaptıkları bazı
özel şeyleri sanki sokaktaki alelade bir insana yapılıyormuş gibi
düşündürtebilirsin. Bu çok ciddi bir psikolojik telkindir.
Sıra geldi bu süreçte yaşanan haberi eksik verme olayına. Yukarda dediğimiz
gibi haberi eksik vermek ya da sadece bir görüntüden ibaret vermek sizin
yanlışı doğru doğruyu yanlış olarak nitelendirmeni sağlayabilir. Zaten bu konu
kuranda fasıkın haber getirmesi ayetleri ile beyan edilmiştir. Ateizmde bu
durum genelde ayetleri mealden okuyup(dikkat Kuran’dan değil, Türkçe mealden)
parça parça kesip çıkararak ve burası çok önemli: ne için geldiğini
söylemeyerek demagojik ve spekülatif yorumlar yapma üzerine kuruludur.
Öncelikle şunu bilmek gerekir KURAN arapçadır, türkçe olan Kuran değil mealdir.
İkincisi Kuran’daki birçok ayetin öncesi ve sonrası vardır. Savaş sırasında
gelen ayetler vardır dolayısıyla o durumda tutunulması gereken sert tavırları
aktarır ya da barış sırasında gelen ayetler vardır. Yalnızca peygambere hitaben
onun özel hayatına onun özel hallerine hitaben gelen ayetler vardır dolaylı
olarak kimi zaman Müslümanları kimi zaman da tüm insanları muhatap alan ayetler
vardır. Dolaylı olarak dedim özellikle çünkü Kuran’ın tek muhatabı peygamberdir
bunu bilmek önemlidir. Bizler kuranın dolaylı muhataplarıyız. Yani bu yazıda
İslam aleyhtarlarının iddialarına yer vermeyeceğiz dedik onun için değinmek
istemesem de peygambere ait özel ayetlerin neden Kuran’da yer aldığı ile ilgili
sorular duymaktayım. Onun için bu kısmı yazma ihtiyaç duydum daha sonra daha
detaylı bakarız bu sorulara inşallah…
Şimdi önce çeşitli alaycı, kendince mizahi üslup takılanarak(ki cahilin
intikamı mizahtan olurmuş) kutsallığı gözden düşürdük sonrasından kendisine ait
bazı özel halleri, hareketleri normal sıradan bir nefs-i emmareyi değerlendirir
gibi değerlendirdik. Ayetleri eksik ve çarpıtarak derinliğini sorgulamadan,
müteşabih olup olmadığına, önüne arkasına bakmadan düz mantıkla Türkçe mealden yazıp
çizerek verdik. Şimdi sürecin en son ve en ilginç aşamasına geldik:
SONUÇLARI NEDEN GİBİ GÖSTERMEYE. Aslında bu cümle her şeyi açıklıyor olsa da
sonuçları neden gibi göstermenin üzerinde biraz durmanın faydası var. Sonuçları
neden gibi gösterme aslında tarihsel materyalizmin ufak bir cinliğidir.
Tarihsel materyalizme göre bütün tarihsel ve toplumsal olayların belirleyici
nedeni ve temeli ekonomik olaylardır. Aslında problemin özü de budur. Evet,
ekonomik gerekçelerden ötürü belli başlı tarihe not düşülmüş olaylar
gerçekleşmiştir ama İslamiyet açısından ekonomi bir neden değil bir sonuçtur.
İşte bu noktada nedenleri sonuç olarak gösterilmeye çalışılması beyin yıkmanın
son aşamasını teşkil etmektedir.
Peygamberimiz ya da sahabeler İslam devriminden sonra belli bir ekonomik ve
sosyal güce ulaşmışlardır mutlaka ama bunlar asla neden değildir; olamaz. İslamiyet’in
tüm diğer toplumsal hareketlerden temel farklarından biri de budur. İslamiyet’te
amaç kendini feda etmektir, haksızlığa, zulme, ahlaksızlığa karsı. Feda edersin
ve sonunun ne olduğunu hiç düşünmezsin çünkü İslamiyet sana dünya da zafer de
vadetmemiştir aynı adaleti vadetmeyişi gibi. Dünyada zafer vadedilmeden yapılan
bir mücadele ne için yapılır ki? Sosyal statü mü? Hadi canım oradan. Ekonomik
güç kazanma mı? Komik. Peki, sonucunda ekonomik ve sosyal bir güç kazanırsan ne
olur. O zaman 3-5 tane sonuçları neden yapmaya meraklı kendisine tarihçi(?)
diye zat çıkar bu mücadelenin dünyevi hırslar için yapıldığını söyler. Tabiki
de baştan sona hatalıdır.
İşte bu 4 temel aşama ateizmin beyin yıkama yöntemidir. Bunları yazarken
alıntılar, örnekler vermedim şahısların iddialarından. İslam karşıtı tayfanın
laflarına mevzu bahis olan ayetleri, hadisleri daha sonra derinlemesine
inceleme niyetim var inşallah Allah izin verirse. Burada yalın bir şekilde
yapılan demagojiyi aktarmaya çalıştım. Eğer bu demagojilerden haberdar olur
daha sonra İslam karşıtı şahısların ithamlarını okursanız çok daha iyi olacağı
kanaatindeyim.
Cevap bulmak için soru soranlara, sorgulayanlara selam olsun…
|
11 comments :
Demişsiniz ki:
"... Kuran’ın tek muhattabı peygamberdir bunu bilmek önemlidir. Bizler kuranın dolaylı muhattaplarıyız..."
Peki çocukluğumdan beri kendi kendime sorduğum ama kafir damgası yememek için kimselere soramadığım soruları hatırlattınız bu cümleyle. Dünya da milyonlarca insana hitabetme iddiası olan bir din olarak İslam Dini ve Kur'an 600'lü yıllarda vahiy yoluyla iniyor ve Bir elçi yoluyla tüm zamanlarda yaşayan tüm insanlığa yayılma beklentisi içinde olmak Allah'ın sıfatlarına aykırı değil midir? Elçiye özel ayetler inecek ve bunlar hem kişiye özel hem genel mesajlar olacak ve tüm insanlığa Papua Yeni Gine'ye ve de nesli tükenen Kızılderililere kadar hangi ışık hızında duyurulacak elçi tarafından. O çağda o ilkel koşullarda sanal dünya henüz keşfedilmemişken...
Devam edeceğim.
Bir elçi yoluyla tüm zamanlarda yaşayan tüm insanlığa yayılma beklentisi içinde olmak Allah'ın sıfatlarına aykırı değil midir?
Hangi sıfatlarına aykırı olduğunu da yazarak devam edelim.
Her şeyi bilendir(ilim), her şey'i yapmaya ve yaratmaya gücü yeter(kudret),
her şey'i işitip, her işi görür(Sem've Basar),
harfe ve sese muhtaç olmadan konuşur(Kelâm) sıfatlarına aykırı değil midir? Ezeli ve ebedi olan her şey'i bilen varlık olarak deneme yanıma yöntemiyle değil geniş bir öngürüyle en başta İslam'ı göndermesi makul değil midir? Ne gerek vardı İncil'e, Tevrat'a, En baştan Kur'an gelseydi de bu din-medeniyet savaşları bu büyük hezeyanlar olmasaydı, çocuklar öldürülmeseydi, şeker yiyebilselerdi?..
Devam edeceğim.
1-)İlahi dinler dünya hayatına vurgu yapmaz. Dünyada mutluluğu vaad etmez. İlahi dinler ile putperestliğin yani ideolojlerin farkı da budur. (Bu cümlelerin anlamları biraz ağırdır. Biraz daha tefekkür etmekte fayda var. Putperestlik yazılarım belki faydası olur nacizane.)
2-)Gelen peygamber ve kitaplar deneme yanılmanın sonucu değil, Allah'ın rahmetinin sonucudur.
Not: Web adresiniz yanlış gösteriliyor. Adresi girerken http:// yi koyarak tam olarak girerseniz sanıyorum sorun kalmaz
Nasıl tahammül edilir insanları imtihan etmek adına milyonlarca yıl zalimlerin kendilerini ifade etmelerine, nasıl tahammül edilir bir mahlukun 17 aylık bebeğe tecavüzüve ve benzeri, bilinen bilinmeyen duyulan duyulmayan türlü olağanüstü sapkınlıklara, o insanı(insan değil başka bişey üstelik) imtihan için o bebeğin bunu yaşamasına değer mi? Bebeğin ne günahı vardır da o yaratığın eline düşmüştür alnına yazılmıştır böyle bir yaşantı, nasıl tahammül edilir bir yetişkin erkeğin sapkın fantazilerini bir eşya gibi algıladığı erkek çocuk üzerinde uygulamasına? Önerilen şeriat kanunlarına göre yapacağız kısasa kısas ama o çocuğun yaşadıkları kimin yanına kar kalacak, bunun telafisi yoktur efendim, bir çocuğun cinsel kimliğini tepetaklak etmenin hiçbir telafisi yoktur, ne diye ona bunu alın yazısı olarak layık görelim? Bir çocuk vardı ilkokul öğrencisi, bir yıl kadar önce okumuştuk gazetelerden, kendisi teklif ediyordu okulun hademesine vs.vs. ne kadar kelimelerin yetmediği bir acı yaşamıştım, dengesiz bir annesi vardı oraya buraya saldırıp sen benim oğluma tecavüz etmişsin diye bilinçsizce oğlunu afişe ediyordu. O yavrucağın ne günahı vardı ki o yaşta kendini ikram etmeyi öğrenmişti, hangi hasta ruhluların elinden geçmişti kim bilir de kendini bu işe yarayacak biri olarak tanımlıyordu artık? Bütün buna benzer olayların her çağda her beşeri koşullarda değişik permütasyonlarını ve kombinasyonlarını düşünecek olursak ne materyalist manada ne de idealist olanda nerde duracağımızı elimizi nereye koyacağımızı bilemez bir cinnet boyutuna taşır gider ilahi düzlemde yer bulamayız, apışıp kalırız duygu dolu gözlerle...
Müslüman Olmak Nedir? Ne Değildir? (Ruh’a Daha Yakından Bakış ve İlk Yazıya Tenkit) isimli yazıda
"İnanırım ki Ruh ayetlerden müteşekkildir. Daha doğrusu Ayetler Allah’ın sıfatları ile nakş olmuştur Ruhumuza. Sen haksızlığa karşı çıkarken, ilahi olana yönelirken yada doğruyu söylerken Allah’ın sıfatlarını hissetmeye başlarsın. İstesen de istemesen de örneğin haksılığa karşı çıkarken ayetleri söylemeye başlarsın. Bu durum Ruhumuzu hissettiğimiz anlardır ve Allah’ın sıfatlarını…"
dediğimi hatırladım bunları okuyunca. Cinsel sapkınlık temelli suçları aktardınız ama bunlardan kat be kat daha fazlası ve daha farklıları yaşandı bu dünyada ve hala daha yaşanıyor ama dediğim gibi bizim inancımıza göre bunları yapanların yaptıkları yanına kalmayacak Allah'ın izni ile. Bu demek değildir ki cezalarını bu dünyada çekmeyecekler. Eğer haksızlık görüp haksızlığa sesiz kalmışsa bir şahıs onun da yaptığı yanına kalmayacak. Dolayısıyla yukarda anlattığınız durumlar pek fazla açıkçası konumuzla alaklı değil. Onları mahvetmek istiyorsunuz, cezalandırmak istiyorsunuz. Buna dayanamamanız normal bunu dışarı vurmanız da çok öenmlki. Ağzınızdan çıkan ayetleri görmek isterseniz. Tebbet süresine bakabilirsiniz:
"ebu leheb'in iki eli kurusun! kurudu da. malı, kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.şiddetli bir ateşe girecektir.karısı da odun hamalı olarak. boynuna ip bağlanmış olarak"
Merak etmeyin herkes yaptığının bedelini ödeyecek sonsuzlukta. Sonsuzluğu hiç hesaba katmıyorsunuz farkında mısınız. Düşünün sonsuzluk. Hiç bitmeyecek hem de hiç. Burda yaptığı bir haksızlık, bir işkence onu sonsuza kadar sürecek hiç ama hiç bitmeyecek bir azaba gönderecek. O zaman elbette insan istediği gibi davranma hususunda serbest bırakılmıştır. O kadar özgürsün ki mesela Allah'ın ayetlerini çarptırabilirsin bile:
"Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir." (Fussilet 40)
Hatta eğer yaşasaydın eski zamanlarda bir peygambere işkence bie yapabilirdin. Umarım birazcık açıklayıcı olmuştur. Sözün özü Dünya hayatına dair vurgu yoktur İslam'da. Bu dünyada adaleti sağlama görevi insana aittir ve bu da imtihan vesilesidir.
Yani belirttiğin ve daha birçok zulmün olmasını sen yaradana değil yaradan sana sorcak. Neden izin verdin diyecek. Niye sesin çıkmadı. (AllahuAlem)
TEKVİR (1-14)
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Güneş katlanıp dürüldüğünde,
2. Yıldızlar (kararıp) döküldüğünde,
3. Dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde,
4. Gebe develer salıverildiğinde,
5. Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde,
6. Denizler kaynatıldığında,
7. Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde,
8, 9. Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda,
10. (Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında,
11. Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
12, 13. Cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yaklaştırıldığında,
14. Kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.
"Dolayısıyla yukarda anlattığınız durumlar pek fazla açıkçası konumuzla alaklı değil." demişsiniz.
Bence çok alakalı, "Tanrı olarak nasıl tahammül edilir?"i kastetmiştim. Bir insanı imtihan adına dedim nasıl tahammül edilir bir çocuğun edilgen obje koordinatlarında yer alması ve senaryosu önceden yazılmış(alın yazısı) bu sahnede figüran rolü almasına ve böyle talihsiz deneyimlere müsait bir ortama doğan çocuk, ergenlik çağından itibaren ne derece amellerinden sorumlu bir mümin olacaktır? Ateizme dair sorular, varlık felsefesi ve din felsefesinin kesişim noktası babında alakalı bence anlayınız...
"Öncelikle şunu bilmek gerekir KURAN arapçadır, türkçe olan Kuran değil mealdir."
Şimdi bir problemi daha hatırlattınız dedim ya çocukluğumdan beri aklımı kurcalayan problemlerden biri:600'lü yıllarda Arabistan sınırları içinde ve doğal olarak Arapça bilenlerin avantajlı olduğu, diğer dilleri konuşan halkların mealden yanlışa düştüğü bir olgusal süreç yaşanmasına anlam verememekteyim. Araplar ana dillerinde okumaktadırlar ve orada bizdeki gibi tekke vs. kültürü hasıl olmamış duyduğum kadarıyla. Bizde maşallah bilgisizlik çok iyi rant kapısı olmuş, şeyhler-şıhlar ne bileyim cüppeli hocalar iyi prim yapıyor. Dolayısıyla ana dili Arapça olanlarla eşit koşullarda değiliz, araya aracılar-mealciler giriyor ve bu da çok değişik şekillerde akıl yoksunu yorumlara da sebebiyet veriyor. Cüppeli hoca tam bir prototip oluşturuyor bu noktada. Bu da ilahi olana gölge düşüren bir gerçeklik olarak duruyor karşımızda.
Birde bir ilave yapmak isterim; Turan Dursun çok belki üslup olarak rencide edici ya da tüm tepkileri ayağa kaldıran bir dil kullanmış olabilir, orası ayrı. Fakat kendisi imam ve çocukluğundan itibaren din eğitimi almış ve mealden alıntılarla bu işe soyunacak kadar donanımsız olduğunu sanmıyorum. Onu savunmak değil, objektif bakabilmek amacıyla bu notu düştüm. Saygılarımla...
Yanılıyorsunuz. Öncelikle şunu belirteyim ki arapça özel ve kutsal bir dildir. Araplar kutsal değildir yanlış anlamayın ama arapça olarak isimlendirilen dil kutsaldır. Ayrıca Kuran arapçası ile şu anda konuşulan arapçanın çok farklı olduğunu biraz araştırısanız görürsünüz. Her arapça bilen Kur'an'ı anlayamaz. Bu konuda çok güzel bir makale var onun linkini vermek isterim.
http://www.ehabir.com/content/view/676
Okursanız daha fazla malumat sahibi olursunuz. Ayrıca ingilize olsaydı neden ingilizce, fransızca olsaydı neden fransızca denilebileceğini ve bu tip bir yaklaşımın doğru olmadığını çünkü bunun sonu olmadığını, daha doğrusu bu tip bir yaklaşımın bir tenkit barındırmadığını belirtmek isterim.
"Her arapça bilen Kur'an'ı anlayamaz." ise ingiliz, alman, rus nasıl anlasın ve nasıl yayılsın bu koşullarda İslam dini, evrenselliğini kaybediyor, diyorki vatikan sizin dininiz kılıçla yayılan bir din, böyle algılanıyor dışardan, e o zaman nasıl bekleriz onlardan müslüman olmalarını, tüm zamanlarda yaşayan tüm insanları düşünecek olursak ücra bir yerde yaşayıp hiç Kuran'dan haberdar olmadan ölen insanları ötedünyanın hangi yanında yer vereceğiz? Bilmedikleri duymadıkları bişeyden sorumlu olacaklar? Yok eğer sorumlu değillerse günahları ne olacak? Bu sorularında sonu olmadığını belirtmek isterim.
"Her arapça bilen Kur'an'ı anlayamaz." ise ingiliz, alman, rus nasıl anlasın ve nasıl yayılsın bu koşullarda İslam dini,(...)"
Her dilde detaylı bir şekilde anlatan tefsirler var. İsteyen ordan öğrenebilir. değil mi?
"hiç Kuran'dan haberdar olmadan ölen insanları ötedünyanın hangi yanında yer vereceğiz? Bilmedikleri duymadıkları bişeyden sorumlu olacaklar? Yok eğer sorumlu değillerse günahları ne olacak? Bu sorularında sonu olmadığını belirtmek isterim."
Soruların sonunun olmaması gerekiyor zaten, yoksa başka türlü nasıl öğrenebiliriz ki? Benim de sorularım var cevaplarını aradığım. Zaten makalenin sonunda da bunu bildirmiştim:
"Cevap bulmak için soru soranlara, sorgulayanlara selam olsun…"
İSRA 15. Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır. Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. (19)Ayrıca, Biz, [kendilerine] bir elçi göndermeden (20) [yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma] azap etmeyiz.
Yorum Gönder